31 Ekim 2016

,

Kuyucaklı Yusuf - Sabahattin Ali | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Kuyucaklı Yusuf
Yazar: Sabahattin Ali
Yayınevi: YKY
Sayfa Sayısı: 220
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
"Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez'in varlığı Yusuf için büyük, boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusuf'un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu."
Kuyucaklı Yusuf Türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır. Hayatın ve insanların zalimliği karşısındaki naif duruşu ile bir yandan trajik bir sona ilerlerken, bir yandan da yaşadığı lirik aşk hiyakesinin kahramanı olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.

Elini yavaşça uzatarak genç kızın saçlarını okşadı. O zaman Muazzez bu işareti bekliyormuş gibi doğruldu, Yusuf'un ellerini avuçlarının içine alarak:
"Kimi istiyorum, anladın mı?" dedi.

 "Anladım!" Muazzez hayatında ilk defa Yusuf'un iri kahverengi gözlerinde yaşlar parladığını gördü.

Sabahattin Ali kitapları hep böyle mis gibi dram mı kokuyor... Türk klasikleri konusunda bundan sonra hiçbir yazara güvenmeyeceğim çünkü her biri mükemmel bir kalemle yazarken okuyucuyu nereden vuracaklarını çok iyi biliyor. Kitabın konusundan sonra ilk başları okuduğumda Yusuf'la Muazzez arasında hiçbir kan bağı olmadığını anladığım gibi az çok gidişatı tahmin ettim. Beni asıl şaşırtan beklediğim yerde içimi yakmaması, bunun yerine sonunda boğazıma düğüm oturtmasıydı. Böyle bir son kesinlikle beklemiyordum. Yusuf bugüne kadar Türk yazarların elinden okuduğum en garip karakterdi. Tavrı, suküneti, aşkını ve sevgisini gösteriş biçimi hepsi çok farklıydı. Onun tersine Muazzez de içine sığmayan genç bir kızdı. İkisi arasında yaşanacaklar kaçınılmazdı ama yazarın bunu öyküde işlemesi o kadar güzeldi ki.. Özellikle de başa eklediğim alıntıyı defalarca kez okudum. Yazarın diğer kitaplarını da bir an önce okuyacağım. Bu romanına tek kelimeyle bayıldım. Her duyguyu okuyucuya tattıran, sonunda kapatıp ağlatmasını bilen hatta aynı yoğun hisler için sonunu tekrar okutan harika bir eserdi.

Continue reading Kuyucaklı Yusuf - Sabahattin Ali | Kitap Yorumu

30 Ekim 2016

,

Bizim Sonsuz Anımız - Lauren Myracle | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Bizim Sonsuz Anımız
Orijinal Adı: The İnfinate Moment of Us
Yazar: Lauren Myracle
Yayınevi: Pegasus
Sayfa Sayısı: 320
Goodreads Puanı: 3.22/5
Benim Puanım: 2/5
Arka Sayfa;
Hayatın gerçekten başladığı dönemde geçen bir ilk aşk hikâyesi...

Wren Grey örnek bir evlattır. Ailesi için bu, tüm derslerinden en iyi notları alması, hiç erkek arkadaşı olmaması, üniversiteye erken kayıt yaptırması anlamına gelir. Ancak lise mezuniyeti yaklaştıkça Wren, ailesinin onun geleceğine dair planlarıyla kendisininkilerin örtüşmediğini fark eder. Kendi isteklerinin peşinden koşması gerektiğini bilmektedir ama bu isteklerin tam olarak ne olduğunu bilmeden bunu nasıl yapabilir?
Öte yandan Charlie Parker ne istediğini gayet iyi bilmektedir. Hassas ve sorunlarla örülü bir geçmişi olan Charlie, Wren'i ilk gördüğü andan beri sevmektedir. Ama Wren gibi bir kızın ondan hoşlanması imkânsızdır… en azından Charlie'nin olduğunu sandığı gibi birinden. Ancak bazı şeyler insanın kaderinde yazılıdır...
Israrla neden bu kadar beğenilmediğini çok merak ediyordum ve bu yüzden de beğenmeyi de ısrarla umut ediyordum. Kitabın konusunu okuduğunuzda ve birkaç bölüme göz attığınızda sade ama tatlı belki ilerledikçe farklılıklarıyla öne çıkarsa büyük beğeninizi bile kazanabilecek bir gençlik romanı tadı alacağınızı sanarak okumaya başlıyorsunuz. Ardından araya serpilen bazı kelimeler pat diye önünüze dikelerek "bu burada olmaz ki" dedirtiyor. Wren'i de Charlie'yi de az çok sevdim. Aslında onların içlerini sevdim ama yazarın aralarındakileri bize aktarış şeklinden hiç haz etmedim. Sanki ikili arasında geçen her şeyin büyüsünü bozmak tek amacıymış gibi yazarın sürekli birbirlerine duydukları şehvet hissini böylesine bir ısrarla ortaya koyup durması, ikili arasındaki tatlı ve samimi aşkın geri planda, hatta biraz yapay kalmasını sağladı. Kitap o kadar basit ve olaylar o kadar beklendik şekilde ilerliyor ki özetini çıkarmamı isteseniz on cümleyi geçmeden tüm kitabı size anlatabilirim. Olaylar sanki çok büyük bir derinliğe sahipmiş gibi çok uzun tutulmuştu, ki bu da kitabı dolu dolu yapmak yerine elinizden amaçsızca akıp gitmesini sağlıyor.
"Söylediklerim sana anlamlı geliyor mu?"
"Gizemli şeylerin, anlaşılmayacak kadar derin de olsalar incelenmeye değer olduklarını söylüyorsun. Anlaşılmayacak kadar derin olmalarının onlardan bir şey eksiltmediğini hatta güzelliklerine güzellik kattığını söylüyorsun. Yaklaştım mı?"
"Kesinlikle doğru," dedi. Wren'in düşündüklerini çok güzel bir şekilde dökmüştü.
Yani sanki yazar acımasızca bu iki karakteri katletmiş gibi hissediyorum. O mühim, çok mühim gibi görünen olaydan önce bu müstehcen konuyu Charlie'nin detaylıca Tessa ile konuşması ve bundan zırnık rahatsız olmaması beni oturduğum yerde huylandırdı. Yazar hem tatlı bir lise sonrası gençlik romanı hem de duyguları zirvesinde yaşayan bu iki genç hakkında en ufak bir yakınlaşma fikrini bile bizimle paylaşmak istiyor. Fakat bu o kadar göze batırıyor ki yetişkin türünde okuyup geçeceğim satırları bu kitapta "bunlar buraya yakışmamış" diyerek kaşlarımı çatarak okumamı sağladı. Kitapta karakterleri sevdim, anlatım dilini hiç sevmedim. Sade, olaysız ama sevimli konusunu ve karakterlerin aileleriyle yaşadıkları sorunlarla yüzleşmelerini beğenerek okudum fakat bunlar dışında çok düzgün bir çizgide bir sağa bir sola yalpalayan bir kitap olarak kalıyor gözümde. Herhangi bir yaşa hitap edebilecek gençlik romanı gibi görünüyor ama kesinlikle katılmıyorum. Kitaba çok ilgi duyuyorsanız sadece benim hissettiklerimin tersi sizde tetiklenecek mi bu merakımdan dolayı ancak okumanızı öneririm.
Continue reading Bizim Sonsuz Anımız - Lauren Myracle | Kitap Yorumu

29 Ekim 2016

,

Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Cesur Yeni Dünya
Orijinal Adı: Brave New World
Yazar: Aldous Huxley
Yayınevi: İthaki
Sayfa Sayısı: 349
Goodreads Puanı: 3.95/5
Benim Puanım: 4/5
Arka Sayfa;
Cesur yeni Dünya bizi 'Ford'dan sonra 632 yılına' götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar" yazan Londra Merkez kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, 'annelik' ve 'babalık' pornografik birer kavram olarak görülür. Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya uykuda eğitim ile sağlanır. Hipnopedya seyesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. "Herkes herkes içindir."

Kitaba ilk başladığımda beğenmeyeğimden ve dili konusunda uzun süre sıkıntı yaşayacağımdan korktum baya. Elli sayfa kadar okuduktan sonra niye bu kadar zorluyorum diyerek internetten hakkında biraz araştırma yaparak, kitaptaki distopik dünyadaki insanların ayrıldığı bölümleri, nasıl bir yaşam sürdüklerini ve ana karakterler hakkında bilgi edindim. Açıkçası kitaptaki sistem dışında kalan merak ettiğim her şey zaten zamanla açıklayıcı bir dille hikayede değinildi. Vahşi John karakteri için çok heyecanlıydım ve kendisi bir daha yarıdan sonra ortaya çıktı. Bu kitap gerçekten insana büyük dersler veren harika bir nitelikte. Günümüzde yazılan distopik kitaplarla hiçbir alakası yok. Çünkü bu bilim kurgu klasiğinde asıl bahsedilen insanların sınıflandırılması veya küçümsenip ezilmesi değil. Anne baba denen en yakın şefkat teriminin müstehcen ve insanların suratının kızarmasını sağlayacak kadar utanç vericiyken, ortalık yerde çocuk yaşta şehvet oyunlarının göze hiçbir suretle abartılı değil, olağan ve övgüye değer görünmesi. Tabii ki kitapta beni en çok rahatsız eden şey buydu. Bunun dışında herkes birbiriyle olabiliyor, inanç anlayışı yok ve üreme denen dünyadaki en doğal ve mükemmel olay çoktan reddedilmiş. Yazar bu kitabı 1940'lı tarihlerde yazdığı halde, o zamanlarda edinilen nasıl bir gözlem bu kadar ileri görüşlü mükemmel bir distopya yazabilmiş merak konusu. Linda karakteri ilk karşımıza çıktığında kitaptaki her karakter gibi hakkında bir şeyler okurken ben de burnumu ekşittim. Fakat daha sonra başına gelenleri anlatıp, bu duruma nasıl düştüğünü özetlemesi başka bir şaşkınlığa uğratıyor. Vahşi John ile Mustafa Mond arasında geçen o tarihte kalıp artık üzeri basıla basıla daha da geçmişe gömülen kültür, ahlak ve inanç anlayışlarının yanında insanların kendi fikirleri olmasına şevk eden her şeyin yok olması...


"Ben keyif aramıyorum. Tanrı'yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum."
"Aslında," dedi Mustafa Mond, "siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz."
"Öyle olsun, dedi Vahşi meydan okurcasına, "mutsuz olma hakkını istiyorum."

Bernand'ı farklı sanarken Vahşi John'u Londra'ya getirdikten sonra aslında ilgiye ne kadar aç olduğunu ve aslında değişmeye başlamış fikirlerini bir anda kendisinin susturması. Lenina karakteri ise benim en çok şaşırdığım oldu. Asıl şaşırdığım o ve John arasında geçenlerdi. Kitabı çok beğendim, gerçekten büyük bir merakla, hayran kalarak ve ibret alarak okudum fakat sonu beklediğim gibi değildi. Bugüne kadar okuduğum en farklı distopyaydı. Çünkü sistemdeki acımasızlık halkın doğal olmamaya alışmış olmasının acımasızlığı ve ana karakterin bu sistemi değiştirmeye gelen bir kahraman değil, bu sisteme şahit olduğuna şok olup her şeyi reddetmesini konu alan bir distopyaydı. Sonu konusunda daha çarpıcı daha kesin olabilirdi, bana sorarsanız biraz istenilen yere çekilebilen bir sondu. Kitabı çok beğendiğimi söyleyebilirim ama mükemmel bulamadığım ve genellikle çoğu kısmını harika bir heyecanla okusam da kitap bittiğinde tam istediğimi bulamadığım kanısına vardım. Kitaba tam puan vermediğim için kendime kızgın olmadığımı söyleyemem, belki ileride tekrar okursam bu sefer daha büyük bir dikkatle satırlar arasına gizlenmiş kelimelerle daha büyük beğenimi kazanabilir. Bu söylediğime rağmen canı gönülden bir an önce okumanızı öneririm, gözünüzü o kadar da korkutmasın. Sizlerin nasıl dersler çıkaracağını, ne kadar beğeceneğinizi merak ediyorum.
Continue reading Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley | Kitap Yorumu
, ,

Sis ve Öfke Sarayı - Sarah J. Maas | Kitap Yorumu

Kitap Adı: A Court of Mist and Fury (A Court of Thorns and Roses #2)
Yazar: Sarah J. Maas
Dili: İngilizce
Sayfa Sayısı: 640
Goodreads Puanı: 4.74/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Feyre survived Amarantha's clutches to return to the Spring Court—but at a steep cost. Though she now has the powers of the High Fae, her heart remains human, and it can't forget the terrible deeds she performed to save Tamlin's people.
Nor has Feyre forgotten her bargain with Rhysand, High Lord of the feared Night Court. As Feyre navigates its dark web of politics, passion, and dazzling power, a greater evil looms—and she might be key to stopping it. But only if she can harness her harrowing gifts, heal her fractured soul, and decide how she wishes to shape her future—and the future of a world cleaved in two.
With more than a million copies sold of her beloved Throne of Glass series, Sarah J. Maas's masterful storytelling brings this second book in her seductive and action-packed series to new heights.
İlk kitap ne kadar güzelse onu onla çarpın ikiye bölün tekrar bir şeylerle çarpın ama yine de bu kitabın güzelliğinin bir şeye eşit olmadığını aklınıza kazıyın. İlk kitabın sonunda ikinci kitapla ilgili duyduğum şeylerle beraber aklımda gidişatı tahmin ediyordum ama kesinlikle öyle değildi. Öncelikle Tamlin ve Feyre arasındaki neredeyse her şey yerle bir olmuştu. Önce bu durum beni çok rahatsız etti çünkü sanki yazar ilk kitabın sonunda ikiliyi öylesine dopdolu hislerle bize aktarmamış gibi aralarındaki bu soğukluk bana da dert oldu. Bir yandan da Rhys'in neden hala ortaya çıkmadığını merak ediyordum. Feyre kitap boyunca kendisine dair her şeyi övgüyle okumamı, bu gidişle açık ara favori kız karakterim olacak kadar her satırda kendisine daha çok bağlanmamı sağladı. İlk kitabın sonunda yaptıklarını unutamaması, kendini evcil hayvan yerine koymak yerine hiçbir seferinde ezdirmemesi kendine nasıl bir saygısı olduğunu okumak bir an olsun onun hakkında en ufak bir şeyden hoşnutsuzluk duymamamı sağladı.
“To the people who look at the stars and wish, Rhys."
Rhys clinked his glass against mine. “To the stars who listen— and the dreams that are answered.”
Kitap elbette Rhys'in girişiyle heyecana vardı ama Rhys ve Feyre'nin arasında başlangıçta geçenlerin, ilk kitapta Feyre ve Tamlin arasında geçenlerden bir farkı olmaması beni rahatsız etti, tabii bu durum daha sonra mantıklı bir konuya bağlandığı için çok sevindim. Tamlin'le ilgili her şey beni karakterini daha çok ingirdemeye ve daha çok hatasını ortaya çıkarmamı sağladı. Feyre kendisine bu kadar dürüst olduğu için Tamlin hakkında daha kesin yargılara varabildim. Feyre'nin de kabul ettiği gibi berbat yaşamından sonra ona değer veren, seven ve korumak isteyen ilk karşısına çıkan erkeğe aşık olması... Tamlin'i ilk kitapta çok ama çok seviyordum fakat sonrasında Rhys'i yakından tanıdıkça kusurları acımasızca gözüme battı. En büyük örneği asla kendinden bir şey feda etmemesi. Bunu ilk kitapta apaçık gördük ki kendini Amentha'ya vermek yerine sevdiği insanların hayatını tehlikeye atılmasına göz yumdu ve bir kere bile baş düşmanını öldürmeye cesaret edemedi. Bunun yanında sanki tüm düşmanları yok olmuş ve sanki aynı şeyin tekrar başına gelebilme ihtimali sonsuza kadar ortadan kalkmış gibi Feyre'nin kendini geliştirmesini engellemesi en büyük saçmalıktı.
“I fell in love with you, smartass, because you were one of us—because you weren’t afraid of me, and you decided to end your spectacular victory by throwing that piece of bone at Amarantha like a javelin. I felt Cassian’s spirit beside me in that moment, and could have sworn I heard him say, ‘If you don’t marry her, you stupid prick, I will.”
Evet, Tamlin'den bu kadar çünkü bu hareketleriyle beraber göz önünden çıkması beni tahmin ettiğim kadar yaralamadı. Diğer taraftan Rhys ve Feyre arasında geçenler baştan sona kadar mantık doluydu. Yazar hiçbir şeyi pat diye önümüze koymadı. Feyre'yi kucaktan kucağa atıp bizi öfkeye boğmadı. Rhys ve Feyre'yi okumaya ölüp bittiğim doğru ama Rhys ve sakladığı ailesi, geçmişi ve tabii ki son bölümlere doğru itiraf ettikleri bal gibi satırlardı. Hele de o espri anlayışı yok mu beni kahkahalara boğdu. Rhys ve ailesi olan dörtlüyle Feyre'nin yakınlaşması öyle güzeldi ki... Ama tabii ki Rhys'a dair her şey nefes kesecek kadar muazzamdı.
“He thinks he'll be remembered as the villain in the story. But I forgot to tell him that the villain is usually the person who locks up the maiden and throws away the key. He was the one who let me out.
Kitabı fantastik açıdan biraz eksik bulmuştum, ta ki kahrolası sona kadar. O son bölümlerde ağlayayım mı nefes mi alayım yoksa yazara mı söveyim karar veremedim. Bir bakımdan yazarı tebrik ediyorum çünkü hiçbir aşk kolay kazanılmamalı sonuçta. Ve evet Rhys'a fena halde aşığım. Tamlin'den nefret etmiyorum ve Feyre'ye olan aşkına inanmamak kesinlikle haksızlık olur. Sadece elindekinin değerini bilemiyor, olur da bir gün elinden akıp giderse zamanında Tamlin'i sevdiğim için kalbim hüzünle dolabilir. Çok övgü dolu satırlar kurmadım ama sonuç olarak kitap muazzamın bir level üstündeydi. Son iki yüz sayfaya kadar tam anlamıyla içime çeke çeke tam puanlık henüz beğenememiştim, ta ki o içimi yakan, samimiyetiyle beni kavuran satırlara kadar.
“When you spend so long trapped in darkness, Lucien, you find that the darkness begins to stare back.”
Dili de pek kolay değildi, yazarın tamamen kendine özgü bir stili var. Bazı satırları üstünden karmaşık, bazılarını da her satırı beyninize kazınsın diye ısrarla açıklayıcı yazıyor. Ayrıca bir yazar bir seride bu kadar kendini farklılığıyla öne çıkarıp şehvet hissini fantastik bir seride böyle bir heyecan tufanına tutabilir mi tebrikler. Yazarın en bayıldığım özelliklerinden biri hiçbir şeyi çekinmeden yazması ve böylece satırları okurken hem şaşkınlığa uğramanız hem de içinizin erimesi. Serideki ilk iki kitabın ismi de tamamıyla içerdiği olaylar mükemmel yansıtıyor. Sarah hem boynuna öfkeyle ellerimi dolamak hem de koynunda ağlamak istiyorum bu sondan sonra. Üçüncü kitap için arada kafama vurdukça depresyona girmeyi düşünüyorum. Keyifli beklemeler ve okumalar.
Continue reading Sis ve Öfke Sarayı - Sarah J. Maas | Kitap Yorumu
,

Yolcu - Diana Gabaldon | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Yolcu
Orijinal Adı: Voyager (Outander #3)
Yazar: Diana Gabaldon
Yayınevi: Epsilon
Sayfa Sayısı: 1080
Goodreads Puanı: 4.37/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
 (Önceki kitapları okumayanlar için konusu aşırı spoiler içerir)
Claire Randall ne derse desin, onların tutkulu karşılaşmaları çok uzun zaman önce gerçekleşti. Genç kadın yirmi yıl önce zamanda yolculuk ederek geçmişe gitmiş, 18. yüzyılda adı Jamie Fraser olan cesur bir İskoç'un kollarına düşmüştü. Daha sonra Claire onun çocuğunu taşıyarak kendi zamanına geri döndü, genç adamın kanlı Culloden savaşında öldüğüne inanıyordu. Fakat onu bırakmayan Jamie'nin hatırası asla silinmedi... rüyalarında hâlâ onunladır. Nihayet, Claire onun hayatta kaldığını keşfeder. Ona geri dönmek ile kızıyla kendi zamanında kalmak arasında kararsızlığa düşer. Claire kendi kaderini belirlemek zorundadır. Ve zaman ile mekân tamamlarken, kendisini bekleyen tutku ve acıyla yüzleşmek için gereken cesareti bulmak zorundadır. Tehlikeli entrikaların döndüğü bölünmüş Iskoçya'da, bilinmez bir karanlıkta yol alırken ya ölümsüz aşkına kavuşacak ya da sonsuza kadar lanetlenecektir.
Bu kitap muazzamdı. Seri her kitabıyla birlikte kendini katlayıp önümüze daha mükemmel bir devam hikayesi çıkarıyor. İlk sayfasından son sayfasına kadar kocaman hislerle bayılarak okudum. Bu kitaptaki samimiyet, espri anlayışı, şefkat, aşk, sadakat ve diğer tüm hisler okuyucuya harika bir duygu yoğunluğuyla geçmişti. Hiç beklemediğim şeyler oldu. Açıkçası daha farklı bir üçüncü kitap bekliyordum. Yazar bizi daha çok hüzünlü bir şekilde süründürür sanıyordum ama yüzümüze güldü. Kitap zaten Jamie'nin görüş açısından başlayınca içimi bir heyecan kapladı. Her zaman Claire'in ona olan aşkını kendi ağzından okurken, ilk defa satırları Jamie'nin görüş açısından okumak çok güzeldi. İkinci kitabın sonunda çok şaşırmıştım ve üçüncü kitapta bayıldığım o kadar yer vardı ki sayamam. Hatta beni şaşırtan olaylardan çok betimlemesi ve duygu yoğunluğuyla cümlelere her şeyi geçirebilen bir sürü satır işaretledim. Buraya kadar kitap hakkında üstünden övgü dolu yorumları okudunuz. Spoiler içerecek yorum kısmıma geçmeden önce seriye kesinlikle ama kesinlikle bir an önce başlamanızı şiddetle öneriyorum.
Yorumumun buradan sonrası ikinci kitabı okuyup sıradaki kitaba geçmemiş olanlar için de hafif spoiler sayılabilir. Bu kitapta yazarın kaleminde keşke şöyle olsaydı dediğim noktalar vardı. Sürekli bu tip şeyler aklımda vızır vızır dolaştı kitap boyunca. Mesela ikinci kitapta Roger, Claire için altmışlı yaşlarda demişti. Tamam, bu bir genelleme olabilir fakat daha sonrasında Roger, Claire'in bu yaşında ne kadar kırılgan ve taze bir genç kız gibi göründüğüne de değiniyordu. Bu ikisi arasındaki tutarsızlık yazarın bazı kısımlarda üstünden geçtiğini düşünmemi sağladı. Seriyi çok dikkatli okuyan birisi olarak bu gözüme oldukça battı. Bunun dışında Claire ikinci kez iki yüz yıl öncesine dönüp Jamie'yi bulduğunda en az kırk yedi yaşındaydı. Kırk yedi yaşındaki bir kadının bu kadar hareketli bir hayatı kaldırması ve bundan hiç gocunmaması absürt bulduğum kısmıydı. Bu yüzden keşke Claire, Jamie ile yirmi iki gibi bir yaşta tanışsaydı. Evet, o zaman geçmişe döndüğünde daha kırılgan gözükerek göze batmayacak ve bu kadar bilmiş de olmayacaktı ama ikinci kez geri döndüğünde bu kadar aktrasyona atılmak için yaşının ileri olduğunu düşündüm. Son gözüme takılan kısım ise geçmişteki insanların sanki hiç hayatları sona ermemiş gibi gelecekle aynı şekilde yaşamaları. Mesela Jamie en son matbaacılık yapıyordu ve Claire de onu öyle buldu. Jamie hakkında bundan ileri bir şey yok çünkü Jamie geçmişte henüz ölmedi ama bir şekilde herhangi bir tarihte Jamie'nin öldüğü, matbaacılık yaptığı gibi bir kayıt defterinde ortaya çıkmalıydı. Yani kitapta sanki iki yüz yıl önceki insanlar ölüp tarihe karışmamış, aynı günümüzdeki gibi yaşamlarını sürdürüyorlar gibi bir hava mevcuttu. Bunların dışında kitaba bayıldım, tekrardan söylüyorum; muazzamdı.
Koyu mavi gözlerinde aşk güçlü bir şekilde parıldıyordu.
"Korkma," dedi yumuşak bir sesle. "Artık sadece ikimiz varız."
Jamie ile Clarie'nin bu kadar çabuk kavuşacağını düşünmemiştim ama kitap öyle akıcı, öyle harika bir kurguyla ilerledi ki üç gün içinde süpürdüm tüm satırları. Jamie ile Willie arasında geçenler boğazımda düğüm oldu. Nasıl samimi, nasıl şefkat kokan duygu dolu satırlardı. Claire'in annelik duygusunu bu kadar doğal ve korumacılığında böylesine haşin olmasına bayılıyorum. Brianna ile geçirdiği zaman dilimini anlatmasına hayran kaldım. Claire yirmi sene sonra geri döndüğünde herkesin onu tanıdığında verdiği tepkiler... Özellikle de Fergus'u o kadar seviyordum ki Claire'i gördüğünde ona sıkıca sarılması bana sıcacık geçti. Tabii ki bunların dışında asıl olay Jamie ve Claire'nin aşkıydı. Bu ikiliyi hiç sıkılmadan, aralarında geçen tartışmalara, sohbetlere, yakınlaşmaları doymadan okuyabilirim. Seride bizi neler bekliyor, bu hayal gücü sınır tanımayan yazar önümüze neler serip nefesimizi tutmamızı sağlayacak dördüncü kitap için sabırsızlanıyorum.
Continue reading Yolcu - Diana Gabaldon | Kitap Yorumu

24 Ekim 2016

,

Kazananın Laneti - Marie Rutkoski | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Kazananın Laneti
Orijinal Adı: The Winner's Curse
Yazar: Marie Rutkoski
Sayfa Sayısı: 368
Yayınevi: Pegasus
Goodreads Puanı: 4.04/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
İSTEDİĞİN ŞEYİ KAZANMAK, SEVDİĞİN HER ŞEYE MAL OLABİLİR.
On yedi yaşındaki Kestrel, bir generalin kızı olarak savurgan ve ayrıcalıklı hayatının tadını çıkarmaktadır. Arin’in ise sırtındaki giysilerinden başka bir şeyi yoktur. 
Kestrel, Arin’i kendisine bağlayan fevri bir karar alır ve bununla savaşmaya çalışsalar da birbirlerine âşık olmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Ancak genç âşıkların dünyasında, isyan, düellolar, ahlaksız söylentiler, kirli sırlar ve her şeyin tehlikede olduğu oyunlar hüküm sürmektedir. Birlikte olabilmek için halklarına; ülkelerine sadık kalmak için ise birbirlerine ihanet etmelidirler.
Aşk, Kestrel'in dilinin ucundaydı. Ama bunu söylemeyemezdi. Aralarında geçen onca şeyden sonra, müzayedeciye ödenen elli killitaşından sonra, Kestrel'in piyano çalarken Arin'in şarkı söylemesinin kulağa nasıl geleceğini saatlerce gizli gizli merak etmesinden sonra ve Arin'in İlkkış gecesinde, at arabasındaki itirafından sonra Kestrel nasıl olur da söyleyebilirdi?
Bu kadar güzel olunamaz. Olunamaz çünkü bu kadar güzel olacağı aklımın ucundan geçmemişti. O arka sayfa yazısı inanın bu kitabın içinde geçen mükemmel konu ve işlenişin yanında solda sıfır kalır. Hatta kitabın arka sayfasını okuduğumda böyle üstü kapaklı bir konudan üç kitap nasıl sürecek diye çok meraklanmıştım. Zaten Kestrel ile Arin arasında doğacak birlikteliğin aşk değil, arkadaşlık olmasının bile imkansızlığının farkına varınca hafiften sarsıldım ve nasıl ilerleyecek diye fıldır fıldır düşündüm. Tüm açılardan beklemediğim şekilde ilerledi. Hiçbir şey uzatılmadı, diğer kitaplara aktarılır diye tahmin ettiğim olaylar ilk kitaba sığdırılıp ağzımı açık bıraktı. Yazarın kalemine aşık oldum. Karakterler arasında yavaş yavaş büyüyen duyguları, Kestrel'in ve Arin'in iç yüzünü, kitapta geçen tüm kavramları, her şeyi okuyucuya mükemmel geçirmişti.
Kestrel gerçekten harika bir karakterdi. Hakkında daha derin bir şeyler öğrenip okumaya doyamadım. Arin desen ayrı bir alemdi. İkili arasında gelişenleri kalbim pır pır ederek okudum. Sonunda ufaktan ağlayacağımı düşündüğüm bir olay vardı ama onun yerine hiç beklemediğim bir olay patlak verince, gözlerim de pat diye doldu ve durduramadım. Üstü kapaklı o tatlı konuşmalar, o mükemmel acımasız nefret dolu satırlar ve aşklarının imkansızlığına vuruldum. Ayrıca kitabın ismi kitaba o kadar harika yansıyor ki yazarı tebrik ediyorum. Ve de ben kitapta romantizmin yani köle ve generalin zengin kızı olayının en çok ağır basan olay olacağını sanıyordum ve tamamen yanılmışım. Çünkü aşırı kaliteli bir konusu vardı. Kültürleri tamamen farklı, birbirine ölesiye düşman olan bu iki tarafın savaş hırsı sizi ayrı ayık tutarak heyecanı hiç elden düşürmemeyi sağlıyor. Yazarın betimlemesi, karakterleri anlatış tarzı da ayrı bir kaliteliydi. Bana dokunan öylesine çok satırı vardı ki elime tekrar aldığımda aklıma yeniden kazınması için her yerini işaretledim. Sıradaki kitaplarda neler olacak hiçbir fikrim yok. Yazarın bu muhteşem kalemiyle köle ve efendi vasıfları sürekli yer değiştiren aşk ve ihanet arasında gidip gelmeye yüz tutmuş bu iki güçlü harika karakteri okurken, bir yandan da Volaryalılar ve Herraniler arasındaki acımasızca ele geçirme arzusunu okumaya devam etmek için sabırsızlanıyorum!
Continue reading Kazananın Laneti - Marie Rutkoski | Kitap Yorumu
, ,

The Wrath and The Dawn - Renee Ahdieh | Kitap Yorumu

Kitap Adı: The Wrath and The Dawn
Yazar: Renee Ahdieh
Dili: İngilizce
Sayfa Sayısı: 388
Goodreads Puanı: 4.22/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
One Life to One Dawn.
In a land ruled by a murderous boy-king, each dawn brings heartache to a new family. Khalid, the eighteen-year-old Caliph of Khorasan, is a monster. Each night he takes a new bride only to have a silk cord wrapped around her throat come morning. When sixteen-year-old Shahrzad's dearest friend falls victim to Khalid, Shahrzad vows vengeance and volunteers to be his next bride. Shahrzad is determined not only to stay alive, but to end the caliph's reign of terror once and for all.
Night after night, Shahrzad beguiles Khalid, weaving stories that enchant, ensuring her survival, though she knows each dawn could be her last. But something she never expected begins to happen: Khalid is nothing like what she'd imagined him to be. This monster is a boy with a tormented heart. Incredibly, Shahrzad finds herself falling in love. How is this possible? It's an unforgivable betrayal. Still, Shahrzad has come to understand all is not as it seems in this palace of marble and stone. She resolves to uncover whatever secrets lurk and, despite her love, be ready to take Khalid's life as retribution for the many lives he's stolen. Can their love survive this world of stories and secrets?
Inspired by A Thousand and One NightsThe Wrath and the Dawn is a sumptuous and enthralling read from beginning to end.
 
Binbir Gece Masalları'ndan uyarlanma olan bu kitaba bayıldım. Baştan sona Khalid ve Shahrzad arasında geçenleri nefesimi tutarak okudum. Kitap çok hızlı bir geçişle başlıyor. Olayın öncesini uzatarak anlatmak yerine direk Khalid ile Shahrzad'ın evlendiğini okuyoruz. Aynı orijinal eserde olduğu gibi ülkenin kralı evlendiği her kızı bir gece ardından sabah şafak söktüğü gibi halkın nedenini bilmediği bir şekilde öldürmektedir. Shahrzad ise bu döngünün kurbanı olan en yakın kız arkadaşının intikamını almak için Khalid ile evlenmeye gönüllü olur. Şafak söktüğü gibi ölüme gitmemek için kendince mantıklı bir yol bulup Khalid'e geceden hikaye anlatmaya başlar. Kitapta kızların bir gece ardından öldürülme sebebi en çok merak ettiğim şeydi. Khalid'in davranışları bunu isteyerek yapmayacağını kanıtlıyordu ama yazarın bunu çok güzel bir sır perdesi yaparak uzatması en hoşuma giden kısımlardan biriydi. Hele de Shahrzad'ın Khalid'den bunu öğrenmek için anlattığı hikaye ve samimiyeti çok güzeldi. Kitaptaki her şey çok güzeldi. Tam bir arap masalı gibiydi. Mekanlar, giysileri, Arapça'dan alıntı o harika süslü kelimeler... Hepsini bayılarak okudum. Kalbimin eridiği yerler elbette Khalid ile Shahrzad arasında geçenlerdi çünkü Shahrzad ciddi bir nefret eğilimiyle kocasıyla evleniyor. Aralarındaki adımların yaklaşmasıyla içimdeki heyecandan da yükseldi. Ve açık ara kitaba sarıldığım satırlar da şafak söktüğünde Shahrzad'ın telaşını okumaktı.

"What are you doing to me, you plague of a girl?" he whispered.
"If I'm a plague, then you should keep your distance, unless you plan being on destroyed." The weapon still in her grasp, she shoved against his chest.
"No." His hands dropped to her waist. "Destroy me."

Mantıksız bulduğum tek bir kısım vardı; o da Shahrzad'ın normalde bir gece ardından öleceğini bilerek yaptığı bu evlilikte az daha ölümle burun buruna geldi diye bu olayı çok abartıp Khalid'in özrünü uzatmasıydı. Sonuçta bunun kabullenerek evlendiği için Khalid'e karşı olan tutumu "zaten öldüreceksin, niye umursuyor gibi davranıyorsun" şeklinde olsaydı o kısmı daha çok beğenebilirdim. Kitabın dili ve betimleme tarzı harikaydı. Shahrzad'dan ziyade Khalid'in karısı için yavaş yavaş neler hissettiğini okumak satırları tekrar tekrar okumamı sağladı. Kurgusu da oldukça kaliteli ve elden düşmeyecek şekildeydi. Shahrzad'ın ve ailesiyle arkadaşlarının intikam alma arzusu kitaptaki heyecanlı fantastik kısmı güzelce tamamlamıştı. Muhtemelen ikinci kitap bu koşuşturma bakımından daha heyecanlı olacaktır. Ayrıca ortaya çıkan sırın gerçek yüzü de tahmin ettiğimden daha harika ve dokunaklı bir nedendi. Bunun dışında yan karakterler Jalal ve Despina da mükemmeldi. Beni en çok korkutan Tariq çünkü o da Shahrzad'ın ilk aşkı olmakla birlikte güçlü bir karakter. Özellikle de ilk kitabın sonundan sonra nasıl adımlar atacak merak içerisindeyim. Tabii ki benim tutulduğum karakter Khalid'di. Onunla ilgili her şeyi kalbim pır pır ederek okudum. Kitaptaki karakterlerin yaşları küçük olduğu halde bu göze batmayacak kadar olgunlardı. Sonlara doğru ikili arasında geçen "sadece bir kız ve sadece bir erkek" konuşması ve Khalid'in yolculuğa çıkacağı zaman gitgide dönüş zamanını yaklaştırması çok hoştu. Gerçekten ikili arasındaki geçen her şey baştan sona çok hoştu. Sonuç olarak kitaba bayılıp bittim. Dili de tahmin ettiğim kadar zor değildi, kesinlikle okumanızı öneririm.
Continue reading The Wrath and The Dawn - Renee Ahdieh | Kitap Yorumu

23 Ekim 2016

,

Dut Ağacı Sokağı'ndaki Çayevi - Sharon Owens | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Dut Ağacı Sokağı'ndaki Çayevi
Orijinal Adı: The Teahouse on Mulberry
Yazar: Sharon Owens
Yayınevi: Pegasus
Sayfa Sayısı: 424
Goodreads Puanı: 3.64/5
Benim Puanım: 4,5/5
Arka Sayfa;
Bir tutam aşk, bolca umut, azıcık skandal ve bir damla gözyaşı...
Bu hikâye tam bir hayat pastası!
Penny ve Daniel çiftinin, Dut Ağacı Sokağı’nda zamanın bile unuttuğu, eski püskü bir çayevi vardır. Ama leziz tatlılar ve hatıralarla dolup taşan mekânın sevenleri çoktur.
Kırık kalpli müdavimleri arasında kimler yoktur ki? Açlıktan nefesi kokan, Nicolas Cage delisi bir ressam, Korkunç Crawleyler lakaplı, evde kalmış kibirli ikizler, sürekli diyet yapan umutsuz bir ev hanımı ve bir gecede âşık olup kaybettiği sevgilisini bulmak için yirmi yıl sonra bile Dut Ağacı Sokağı’na gelen dünyalar güzeli bir kadın… Üstelik çayevinin sahibi Penny de hayatında istediği büyük değişim nedeniyle endişe içindedir. Kocası Daniel şehrin en güzel pasta ve tatlılarını yapsa da, Penny’nin anne olma ve rahat bir yaşam sürme hayalini gerçekleştirmeye yanaşmamaktadır. Devam mı etmeli, yoksa yollarını mı ayırmalıdırlar?
Sonunda hepsi de değişimin şart olduğuna karar vererek harekete geçer ve her şeyin bir zamanının olduğunu keşfeder; tartışma zamanı, yas tutup kabullenme zamanı ve nihayet mutlu olma zamanı…
Son zamanlarda okuduğum en samimi, en sıcacık romandı hatta sıcaklığı içinizi kavuracak kadar. Bazı filmler vardır, bir sürü hikayeye yavaş yavaş değinir ve tam bir hikayeyi çok sevip onu sürekli izlemek istediğinizde, aslında yine çok seveceğiniz başka bir hikayeden kesitler vermeye başlar. Bu kitap da benim için kesinlikle öyleydi çünkü başta kitapta sadece Penny ve Daniel olsa okurum derken ve sadece ikisinin hikayesi konusunda heyecanlıyken, hayattan soğumaya başlayan ve zamanında gözünde Jane Austen olan eşiyle sürekli didişen ve fikir ayrılmazlığına düşen Henry'in hikayesiyle ilgi çekici olan kitap; yıllar önce ilk aşkını kaybetmiş Clare ve Şişko Sadie'nin de insanı içine çeken öykülerini dinlemekle farklı bir tad aldı. Açıkçası ben bu tip samimi ve akıcı kitapları çok seviyorum. Ama itiraf ediyorum; yine en çok merak ettiğim Penny ve Daniel çiftiydi çünkü ikilinin bir araya gelmesi ve Daniel'in değişip değişmeyeceği ihtimali merak konusuydu. Bu süreçte Penny'in daha büyük hatalar yaptığını düşünüyorum ve sırf bundan ötürü kitaba karşı hafif bir burukluk hissediyorum. Ama düşününce Penny bu hatalarla dolu adımı atmadaydı kitabı da bu kadar beğenemezdim. Yaptığı hatanın çok üzerinde durulmaması beni biraz rahatsız etti sadece. 
Penny ve Daniel'in, tezgahın arkasında ellerinde cam pasta tabakları üzerinde vişneli cheesecakelerle durup birbirlerine bakarak gülümsedikkerş bir fotoğraflarını çektiler.
Bunun dışında kitaba tam bir ikinci bahar diyebiliriz çünkü artık hayatlarında bir şeyleri değiştirmeye çalışan insanları okuyoruz. Sadie'nin intikamı beni hem merakla okutmayı hem de bazı yerlerde onun yaşadıkları karşısında yanaklarımın kızarmasını sağladı. Ayrıca aşk konusunda çok gerçekçi bir kitaptı çünkü öyle çok derin hislerle süslünmek yerine daha çok gerçekçi bir anlatımı vardı. Kitabın son bölümleri benden çok güzel içten bir tebessüm kazandı. Ben çok severek hatta bazı yerleri bayılarak okudum, uykumu açacak kadar da elimden bırakamadım. Bu yazarın böyle güzel kitaplarını türkçeye çok geç çevrildiğini düşünüyorum. O çayevindeki tatlılar, kahveler beni benden aldı zaten. Kitaptaki tüm karakterlerin yetişkin olduğunu belirtmekte fayda var. Gençlik romanı beklemeyin, bu tür sade, samimi, insanın elinden bırakamadığı güzellikte kitapları seviyorsanız elbette öneririm.
Continue reading Dut Ağacı Sokağı'ndaki Çayevi - Sharon Owens | Kitap Yorumu
,

Bu Şarkı Hayatını Kurtaracak - Leila Sales | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Bu Şarkı Hayatını Kurtaracak
Orijinal Adı: This Song Will Safe Your Life
Yazar: Leila Sales
Yayınevi: Yabancı Yayınları
Goodreads Puanı,: 3.96/5
Benim Puanım: 4,5/5
Arka Sayfa;
Elise Dembowski için zorlu işler korkutucu değildi. Aslına bakarsanız zorlu işleri tercih ediyordu. Hayatı boyunca büyük işler, tüm enerjisinin gerektiği projeler üstlenmişti. On beş yaşına geldiğinde hayatının en önemli, en büyük projesine atılmıştı: Havalı olacaktı. Ama ne yazık ki başarısız olmuştu. Feci halde. Ve etrafındaki her şey hızla paramparça oluyordu.
Artık Elise’in sosyal hayatı eskisinden de berbat durumdaydı, tabii bu mümkündüyse. Ve bir gece sokaklarda başı boş dolanırken bir gece kulübüne rastladığında, varlığından haberdar bile olmadığı bir dünyanın kapılarını aralamıştı. Âdeta bir gecede her şey değişmiş ve okulun ezik lise ikinci sınıf öğrencisi en popüler DJ’e dönüşmüştü. Elise nihayet her zaman istediği şeylere sahipti: Arkadaşlar, popülerlik ve hatta belki aşk… Ta ki gerçek hayat tüm bunları elinden almaya kalkana kadar.
Şaşırtıcı derecede keyifli ve farklı bir anlatıma sahip Leila Sales’tan kişilik, ilişkiler ve müziğin birleştirici gücü hakkında hayat dolu bir roman.
Bazen insanlar sizi tanıdıklarını zannederler. Hakkınızda birkaç şey öğrenirler bunları kendilerine mantıklı gelen bir şekilde birleştirirler. Eğer kendinizi çok iyi tanımıyorsunuz, haklı olduklarına siz bile inanabilirsiniz. Ama işin doğrusu, o kişi siz değilsinizdir. Hem de hiç.
Çooook güzeldi! Bu kadar beğeneceğimi tahmin etmiş miydim diye sorarsanız asla aklımdan geçmemişti. Hakkında birkaç güzel yorum okumuştum ama böylesine genelliği klişe gibi göründüğü halde bu kadar farklı bir konu ve işleniş tarzına sahip olacağını, okudukça elimden bırakmak istemeyeceğimi tahmin etmemiştim. Sıradan bir gençlik romanı kesinlikle değildi. Yazarın kalemine bayıldım çünkü benim en sevdiğim şeyi yapıp klişe bir konuyu orijinal yapmıştı. Elise harika bir karakterdi. Onu okudukça kendimle çeliştim ve ne kadar şanslı olduğumu düşündüm çünkü Elise'nin aksine ben çok çabuk arkadaşlık kuran bir insanım. Oysa Elise sırf dost edinebilmek için olduğundan daha farklı gözükmeye bile çalışıyor. Şahsen onun samimiyetini, mantıklı davranışlarını çok severek okudum. Aşk konusunda kitap bence çok iyiydi çünkü öyle "alın sonunda mutlu kalın bari" diyerek bir aşk koymak yerine mantıklı bir seçim okumamız çok hoşuma gitti. Baştan aşağı gözümde çok güzel farklılıklarla süslenmiş bir gençlik kitabıydı. Vicky ile arasında geçenler, en sonunda istediklerine kavuşmuşken aslında bunların değerini ölçmesi, değindiği arkadaşlık kavramı, Elisa'nın ailesiyle yaşadıkları ve daha sayabileceğim bir sürü şeyle kitabı elimden bırakmadan okudum. Bu tür gençlik romanlarını beğenerek okuyorsanız kesinlikle öneririm.
Continue reading Bu Şarkı Hayatını Kurtaracak - Leila Sales | Kitap Yorumu

21 Ekim 2016

,

Kırmızı Pazartesi - Gabriel Garcia Marouez | Kitap Yorumu

Kitap adı: Kırmızı Pazartesi
Yazar: Gabriel Garcia Marouez
Yayınevi: Can Yayınları
Puanım: 4/5
Arka Sayfa;
Kolombiyalı büyük yazar Gabriel García Márquez’in 1981’de yayımlanan yedinci romanı Kırmızı Pazartesi, işleneceğini herkesin bildiği, engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı bir namus cinayetinin öyküsü. Hem Kolombiya’da, hem de yayımlandığı dünyanın dört bir yanındaki pek çok ülkede sarsıcı etkileri olmuş bir roman. Usta yazar, çocukluğunu geçirdiği kasabada yıllar önce yaşanmış bir cinayet olayını aktarıyor. Romanın kahramanı Santiago Nasar’ın öldürüleceği daha ilk satırlardan belli. Kırmızı Pazartesi, yalnızca bir cinayetin arka planını değil, bir halkın ortak davranış biçimlerinin potresini de çiziyor. Böylece, sonuna dek ilgiyle okuyacağınız bu kısa ve ölümsüz roman, bir toplumsal ruhçözümü niteliği de kazanmış oluyor.
Tek bir alıntı kitabı öyle güzel özetliyor ki.. Kapağı ve arka yazısı sayesinde içimi büyük bir merakla dolduran bu kitabı çok beğendim. Verdiği mesajı, sonunda olacakları bildiğimiz halde büyük bir heyecanla olayın gidişatını okumamızı sağladığı için yazarın kalemini çok beğendim fakat benim gözümde tam puanlık olmadığını da kabul etmeliyim. Kitapta bir önyargı sayesinde kasaba halkının cinayeti durdurmak için parmağını bile oynatmamasını okuyoruz. Zavallı kız da öyle diyor, ne de olsa Santiago kasabanın en yakışıklısı, o bunu yapmıştır kesin denerek adamı kendi elleriyle ölümüne yolluyorlar. Konusunu çok beğendim. Kan davasının o zamanlarda cinayet dışında asla bağışlanmadığını keskin bir dille ders niteliğinde anlatılmıştı. Kitabı okuyan çoğu kişi gibi ben de bekareti bozanın Santiago olduğuna inanmıyorum. Bir yorumda okuduğum gibi ne de olsa Santiago güçlü bir adam ve ikizler ona dokunmaya cüret edemezler diyerek o kişinin ismi kızın dudaklarından umarsızca dökülüyor. Bu cinayetin ikizler üzerinde bıraktığı izleri okumak da beni çok etkiledi. Bir diğer yandan en az Santiago kadar kurban olan kişi de San Roman'dı kesinlikle. Çok mükemmel bir karakter gibi yansıtılmasa da evlendiği kıza olan ilgisi ve sevecenliği o dul adamdan evi satın almak için neler yaptığıyla kanıtlanmıştı. O bıçakları okumak her seferinde yumruklarımı sıkmamı sağlayacak kadar duygu silsilesine girmemi sağladı. Kesinlikle bir an önce okumanızı öneririm. Yazarın diğer kitaplarını da önümüzdeki aylarda okuyacağım.
Bana bir önyargı verin,dünyayı yerinden oynatayım.
Continue reading Kırmızı Pazartesi - Gabriel Garcia Marouez | Kitap Yorumu
,

Ölü Ozanlar Derneği - N. H. Kleinbaum

Kitap Adı: Ölü Ozanlar Derneği
Yazar: N.H. Kleinbaum
Yayınevi: Bilgi Kültür Sanat
Sayfa Sayısı: 136
Goodreads Puanı: 4.2/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Geleneklere olan bağlılığı ve katı disiplin kurallarıyla ünlü Welton Akademisi’nin öğrencilerinin okul ve yatakhane arasında geçen tekdüze hayatları yeni İngilizce öğretmenleri John Keating’in okullarına gelmesiyle bir anda değişir. İyi birer üniversiteye girmeleri için onları çok yoğun bir tempoda çalışmaya zorlayan öğretmenleri ve ebeveynlerinin aksine,bu ele avuca sığmaz adamın onlardan tek bir isteği vardır:Anı yaşamaları ve hayatlarını olağanüstü kılmaları. Byron, Shelly, Keats ve Shakespeare ile edebiyatın büyülü dünyasına dalan gençler Keating’in öğrencilik yıllarında üye olduğu gizli bir kulüp olan Ölü Ozanlar Derneği’ni de yeniden canlandırırlar. Ne var ki daha yeni kavuştukları özgürlüklerinin trajik sonuçları olabileceğini çok geçmeden farkına varacaklardır. “Acaba Ölü Ozanlar Derneği’nin bu yeni nesil üyeleri hayallerini yıkmaya kararlı otoritelerin baskısından kurtulmayı başarabilecekler midir?”
Filmini geçen kış izleyip bu kadar tehir ettiğim için pişman olmuştum, kitabı da aynı şekilde bu kadar geciktirdiğim için pişmanım. Filme bu kadar güzel adım adım uyarlanmasını çok sevdim. Filmde ağladığım gibi elbette sonlara doğru kitapta da gözlerim doldu. Tek bir kişiden değil tüm karakterlerden kitabı okuyor olmamız çok güzeldi. Benim en sevdiğim karakter Neil idi ve tabii ki kitapta da öyle oldu. Bu kadar kısa bir kitaba böyle kocaman yürekli harika karakterleri ve böyle bir öyküyü sığdırmak gerçekten övgüyü öylesine hak ediyor ki... Filmini de kitabını bir an önce hevesle başına oturmanızı şiddetle tavsiye ederim. Bu kadar kısa olmasa kalın bir roman olup bu güzel karakterleri ve Keating'i sayfalarca anlatsa yine aynı şevkle okurdum.
Bize bir fırsat verin, yine beğenmezseniz, en yalancı Puck deyin, şimdi sizlere iyi geceler; Verin ellerinizi, anlaştıysak eğer.
Robin hepinize sağlık ve esenlik diler.
Continue reading Ölü Ozanlar Derneği - N. H. Kleinbaum
,

İsyankar - Tolga Ra | Kitap Yorumu

Kitap Adı: İsyankar
Yazar: Tolga Ra
Yayınevi: Ephesus
Sayfa Sayısı: 359
Goodreads Puanı: (Bulamadım)
Benim Puanım: 2/5
Arka Sayfa;
O, KARDEŞİ İÇİN HAYATINI TEHLİKEYE ATACAK KADAR CESURDU.
O, HAPSOLDUĞU KAFESİN PARMAKLIKLARINI YIKMAYA ÇALIŞAN BİR KUŞTU.
O, SADECE ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN SAVAŞAN BİR KÖLEYDİ.
VE SONRA O KÖLEDEN BİR KRAL OLDU. 
Edith Rosa Lofts, o gün gözlerini açtığında her zaman olduğu gibi bir Köle’ydi ve o sıradan günlerden birinin onu beklediğini düşünüyordu. Onun günlük rutini belliydi: Kalkacak, Elitler’e hizmet edecek, eve dönecek, uyuyacak ve yeniden kalkıp bu kısır döngü içerisinde yuvarlanacaktı.
İlk defa genç bir türk yazarın elinden distopik bir kurgu çıktığı için kitaba dair her şeyi merak ediyordum. Yazar kendisi erkekken, tüm kitabı ana karakter olan kızın ağzından nasıl anlatmış, oluşturduğu distopik dünya nasıl ve bunu güçlü bir betimlemeyle okuyucuya geçirmiş mi en çok merak ettiklerimdi. Kitapta gözüme batan, beni rahatsız eden ne yazık ki ara ara çok şey vardı. Öncelikle yazarın betimlemesi yani genel olarak kaleminin gücü bana göre yeterli değildi. Çoğunlukla uzun cümlelerden kaçılmış, bazen de bu uzun cümleler göze batacak şekilde aynı kelimenin iki kere geçmesiyle süslenmişti. Karakterler konusunda Edith aşırı zayıf, kendisine özgüveni olmayan bir kızdı ama kitabın sonuna doğru güçlenmesini takdir etmedim de değil. Hatta bir keresinde artık o kadar çok yapacaklarından emindim ki olayı reddetmesi karşısında şaşırdım. Kitap ilk başta da bence biraz kötü başlamıştı. Mesela bir anda tüm bölünmeyi anlatmak yerine büyük bir olayla başlayıp yaşadığı dünyayı bize yavaş yavaş anlatabilirdi. Üst üste o kadar çok köle kelimesi okudum ki canım sıkıldı artık. Edith'in kendini çirkin hissetmesi ve kitapta güzellik anlayışının dolgun dudak ve ince çene yerine daha farklı kalıplarla anlatılmasını beklerdim. Edith on altı yaşında bir kızken ve daha önce kimseye çekim hissetmemişken bir anda Kyle'ya gerektiğinden daha fazla bir şekilde duygu patlaması yaşaması çok hızlı ve abartıydı. Ayrıca sürekli aslında şunu asla yapmazdım ama şuan yapıyorum gibi cümleler bir değil, iki değil, defalarca kez geçti ve bu cümlelerle beraber Edith gitgide güçsüz bir karakter olduğunu kanıtladı. Mesela bu kadar ağlamak yerine kendini tutup bunu kimseye göstermese, köle olduğu halde kendine biraz saygısının kalıp kimseye kendini ezdirmemesi gibi kısımları okumayı beklerdim ve tabii ki kendini rezil edip aşık olduğu çocuğun karşısında ağlamamasını... Kitabın sonunu beğendiğimi söyleyebilirim çünkü farklıydı. Ana konu distopik olduğu için Edith'in bu aşırı aşk dolu duygularını bu kadar okumasaydık sevinirdim.
"Sen, aslan değil; yılan... Kurtarıcı değil; yok edici... Adil değil, diktatörsün!"
Bazı kısımları beğendim ama takdir ettiğim -sonu hariç- pek bir yer yoktu. Sonunu da beğendiğimi söyleyebileceğim kadar pat diye bambaşka bir şey olması da yine eleştiriden kaçınılmayacak şekildeydi. Kyle da çok saçma ve manasız bir karakterdi. Belki diğer kitaplarda Edith'e adam gibi açıklama yapacak olabilir ama ilk kitapta bu kadar saçma davranması yersizdi, en azından kızı karşısına alıp ufak bir açıklama yapabilirdi. Yazarı takdir ettiğim bir diğer kısım da kızın ağzından olayları absürt anlamamasıydı. Yazar erkek olduğu için bir kızın ağzından yeterli anlatamaz diyordum ama öyle değildi. Tabii buna karşın Edith daha mantıklı bir karakter olsaydı yazarın kaleminin bu baskın tarafını daha çok takdir edebilirdim. Distopik açıdan da olayların çok hızlı geçtiğini ve konunun çok güçlü olmadığı kanısındayım. Kitapta oldukça Uyumsuz havası vardı ama gözüme çok da batmadı. Serinin devamında yazarın dediği gibi karakterlerin güçleneceğinden şüphem yok ama ilk kitaptan çoğu açıdan zayıf bulduğum için seriye devam etmeyi düşünmüyorum. Eğer merak ediyorsanız bir şans verebilirsiniz ama bugüne kadar güçlü anlatımı olan fazlaca distopik-fantastik kitap okuduysanız beklentiyi yükseltmemekte fayda var.
Continue reading İsyankar - Tolga Ra | Kitap Yorumu

10 Ekim 2016

,

Kehribardaki Yusufçuk - Diana Gabaldon | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Kehribardaki Yusufçuk #2
Orijinal Adı: Dragonfly in Amber #2
Yazar: Diana Gabaldon
Yayınevi: Epsilon
Sayfa Sayısı: 896
Goodreads Puanı: 4.3/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Claire Randall yirmi yıl boyunca sırlarını saklamayı başardıktan sonra bir gün artık bir yetişkin olan kızıyla İskoçya'nın sisler altındaki görkemli tepelerine döner. Claire burada bu olayları başlatan esrarengiz durum kadar çarpıcı olan gerçekleri açıklamayı planlamaktadır, tarihi dikili taşlar çemberinin gizemi, zamanın sınırlarını aşan bir aşk ve James Fraser, zamanında sınırlarını aşan bir aşk ve karakteriyle, Genç Claire'in, yaşadığı güvenli yüzyılı bırakıp kendi tehlikeli dönemine çekilmesine sebep olan İskoç savaşçısı.
Claire, güzel kızı Brianna'ya, Charles Stuart'ın entrikalarla dolu Paris devletlerinde, ölüme mahkum Luzey iskoçya'nın ayaklanmasına engel olma mücadelesinde ve hem sevdiği çocuğu hem de sevdiği adamı kurtarmak için verdiği tehlikeli savaş sırasında kendini keşfetmeye devam ettiği büyüleyici macerayı anlatırken, onun geçmişten kalan bu mirasa sahip çıkıp çıkmayacağını anlamaya çalışır.
Yoğunluğu övgü içerikli bu yorumum kalbim pır pır ederken yazılıyor. Serinin ikinci kitabı harika değildi, çok güzel değildi, tek kelimeyle muh-te-şem-di! Açık ara kesinlikle ikinci kitabın daha durağan, okuması zor ve ilk kitap kadar dolu dolu olmayacağını sanmıştım fakat tüm bu düşüncelerim geri tepti. Benim için bazı kısımları kesinlikle ilk kitaba göre daha güzeldi ama ilk kitabın mükemmelliği de içimde bir başka elbette. Öncelikle ufak eleştirilerime değineyim, ardından bayılıp bittiğim yerleri ve ağladığım o güzel satırları ballandıra ballandıra anlatacağım. Öncelikle dizinin ikinci sezonunda beni çok fena etkileyen ve yüreğime bir taş düşüren o hüzünlü olayın kitapta tahmin ettiğim kadar yaralı bir anlatımla okuyucuya geçememiş olmasıydı. Fakat şunu belirtmeliyim ki; bu kısmı Claire'nin ağzından okuduk. Daha sonra bu acının Jamie'ye nasıl dokunduğunu görmek beni her seferinde o duygusal satırları tekrar tekrar okumaya teşfik etti. Ve son olarak da çok büyük ve affedilemez bir olaydan sonra Jack Randall'ın bizim malum çiftin karşısına çıktığında ikilinin ona karşı tavrını kesinlikle gerektiğinden yumuşak buldum. Bunlar kitap hakkında beni soru işaretlerine iten ve yazarın kaleminde farklılık beklediğim kısımlardı. 
Kitaba ilk başladığımda "ne oluyoruz" dedim içimden çünkü öğrendiğimiz bilgilerin çokluğu beni ciddi bir şoka soktu. Öyle ki yazar tüm sırrı ikinci kitapta bize açınca diğer kitaplarda ne okuyacağız diye düşünüp durdum. Daha sonra olayların geçmişe dönmesiyle gerçekten derin bir oh çektim. Geçmiş İskoçya'sında Jamie ve Claire'nin yaşadığı her bir bölümü, ayrılığı, kavuşmayı, kavgalarını, atışmalarını büyük bir heyecanla okudum. İkinci kitabın arka kapağında yazan; Claire'nin sevdiği çocuğu ve adamı aynı anda korumaya çalışmasını yazar daha güzel nasıl bir kurguyla bize anlatabilirdi?! Kitabın ortalarında herkesi yasa ve şoka sokan olay karşısında fıldır fıldır o kadar çok düşündüm ki kitabın sonlarına doğru ortaya çıkan olayı çoktan tahmin etmiştim. Geçmiş İskoçya'sında okuduğumuz son bölümde kalbim o kadar ağrıdı ki.. O bölümden sonra her şeye imkansız gözüyle bakmaya başladım ve olasılıklar aklımda kapışırken satırları defalarca kez okuyarak bir güzel ağladım.
Kitabın sonu mükemmeldi. Tam da diken üstündeyken biraz rahatlamamı sağladı. Serinin üçüncü kitabı için sabırsızlanıyorum. Biricik son övgülerim olarak; kitapta geçen her konuyu büyük bir şevkle, yine bazı yerlerinde -özellikle Fransa'ya gittiklerinde- Jamie'nin konuşmaları beni yine yüksek sesle güldürmeyi başardı. Jamie'yi de çok seviyorum ama Claire'i de ayrı sevdiğimi kabulleniyorum. Kitaptaki kalabalık karakter ailesine zaten lafım olamaz. Böyle upuzun bir seriye başladığım için çok mutluyum, beni daha neler bekliyor, ne heyecanlara atılıp neler uğruna satırlarda gözlerim dolacak yine meraktan kıvranıyorum. İkinci kitap da gözümde kesinlikle tam puanın bile üstündeydi...
Continue reading Kehribardaki Yusufçuk - Diana Gabaldon | Kitap Yorumu