29 Ocak 2017

,

İngilizce Kitap Okumak

Gerçekten uzun zamandır benden beklenen bir yazıydı. Fakat ben de inatla düzgün bir şekilde fantastik serileri de İngilizce okumaya başlamadan bu yazıyı yazmayı kesinlikle erteledim. En sonunda istediğim düzeyde fantastik serilere de İngilizce şans verebiliyorum. Şimdi size adım adım nasıl bu dereceye geldiğime dair önerilerle detaylı bir yazı yazacağım. Öncelikle İngilizcemi nasıl geliştirdiğime dair uzun bir yazı yazmıştım. Bir kitap okursanız sizin deli gibi çevrilmesini beklediğiniz bir seri devamını karşınızdaki kişinin İngilizce okumasına aşırı özenebilirsiniz. Fakat bir heyecanla o kitabı elinize İngilizce aldığınızda ve seviyeniz yeterli olmadığında hem kitaba hem de kendinize işkence etmiş olabilirsiniz. O yüzden en ufak bir sohbette bulanacak kadar İngilizceniz yoksa üzgünüm ama kendinizi kitap okuyarak geliştiremezsiniz. Kitaplar sıfırdan size betimlemeyi, akıcı konuşmayı ve İngilizceye dair onlarca kuralı asla öğretemez. O yüzden üzgünüm fakat gerçek şu ki; hangi tür olursa olsun İngilizce kitap okumadan önce kesinlikle belirli bir seviyeniz olmalı. A2 seviyesi için de kitap okumak çok kafa karıştırıcı olabilir. Ama betimlemeniz A2 seviyesinde olup kelime bilginiz çok fazlaysa başından bir ihtimal kalkabilirsiniz. Benim önerim önce İngilizcenizi düzgün bir B1 seviyesine getirmeniz. Bunun için kendiniz de çabalayabilirsiniz, özel ders alabilirsiniz ya da ücretsiz bir kursa kayıt olabilirsiniz. Dişinizi sıktığınız ve öylesine değil gerçekten özveriyle dersleri dinlediğiniz sürece her türlü bir şeyler başarırsınız.

Diyelim ki İngilizceniz B1 seviyesinde fakat en basit bir kitapla bile okumaya başladığınızda aşırı zorlanıyorsunuz. O zaman kesinlikle kendinize yabancı bir arkadaş edinip bir süre onunla günlük konularla sohbet etmenizi, sizin yanlışlarınızı da düzeltmesiyle beraber alıştırma yapmanızı öneririm. İnanın mesajlaşmayla konuşmak gerçekten çok katkılı oluyor çünkü karşılıklı konuştuğunuzda bir şekilde derdinizi anlatabiliyorsunuz fakat mesajla karşılık verdiğinizde daha dikkatli olma hissiyatına bürünüyorsunuz. Pekala, daha sonrasında artık kendinizden eminseniz kitap önerilerime geçelim. Ben seviyeli kitaplardan hiç okumadım. Basit klasik kitaplara hiç şans vermedim. Direk romantik tarzdaki basit dilli kitaplarla İngilizce kitap okumaya başladım. Şayet bu tür size hitap ediyorsa İngilizce kitap okumak kesinlikle çok zevkli hale gelecektir. Benim İngilizce okuduğum ilk kitap After We Collided idi. After serisinin ben okuduğumda henüz çevrilmemiş ikinci kitabıydı ve ardından hız kesmeden üçüncü ve dördüncü kitabı da İngilizce okuyarak seriye veda etmiştim. Açıkçası ilk İngilizce okuyacağım zaman kitabı genel olarak anlamak bile bana yeter demiştim. Fakat okudukça aslında zor olmadığını ve aynı Türkçe'de olduğu gibi sizi her duyguyu yaşatacak kadar her şeyi yer yer anlıyorsunuz. Herkesin de söylediği gibi benim de kesin olarak katıldığım konu; her kelimenin sözlük anlamına bakmayın. İngilizce kitap okumadan önce zaten derin bir kitap okuma geçmişiniz varsa kitapta geçen satırlarda bazı kelimeleri anlamasanız bile tepkileri tahmin edebiliyorsunuz. Ayrıca tek bir kelimeyi anlamasınız bile cümlenin anlamını çıkarabiliyorsunuz. Elbette sözlüğün ulaşabileceğiniz kolay bir yerde olması ve merak ettikçe bakmanız sizin yararınıza olur. İlk kitabınızdan çok nadir sözlüğe bakarak okumanızı da asla önermem. Biraz sabredip ilk kitaplarınızda fazla sözlüğe bakabilirsiniz. En azından en fazla iki paragrafta bir kelime manasına bakabilirsiniz.

After serisini geçen yıl aralık ayında okumuştum. Onun ardından İngilizce olarak Too Far serisinin ikinci ve üçüncü kitaplarını okumuştum. Sonrasında da yine o zamanlar henüz çevrilmemiş olan ve benim okumak için sabırsızlandığım After You kitabını okumuştum. Aslında Jojo Moyes'in dili beni biraz korkutmuştu ama sonrasında gözümde büyüttüğüm kadar olmadığını fark ederek gönül rahatlığıyla okumuştum. Siz de benim gibi Jojo Moyes'un dilinin zor olduğunu sanabilirsiniz ama aslında oldukça sade ve kaliteli betimlemelerle dolu bir kalemi var. After You'yu okuduktan sonra zaten kimse beni artık tutamadı. Hemen en çok merak ettiğim aşk romanlarına el atmaya başladım. Sırasıyla yazarsam; Maybe Someday, Confess, Never Never, The Deal, November 9, All The Bright Places, The Mistake ve The Score kitaplarını ciddi anlamda peş peşe okudum. İngilizce kitap okumaya öyle bir hevesim vardı ki geçen senenin mart ayında bol bol yabancı roman okumuştum.

Bunların ardından da nisan ve mayıs aylarında Bad, RomeoThe Air He Breathes, We Were Liars, The Coincidence of Callie and Kayden, The Redemption of Callie and Kayden

Anna and the French Kiss, Broken Juliet, Arsitotle and Dante Discover the Secrets of Universe, The Distance Between Us, The Love That Split the World kitaplarını aralıklı olarak okumuştum. Aralarından sadece özellikle We Were Liars ve The Love That Split The World kitaplarının dili beni baya zorlamıştı. Bu iki yazarın da oldukça sıradışı bir kaleme sebep olmasından ötürüydü. O yüzden özellikle bu kitap için biraz daha ileri gramer ve kelime bilgisi öneririm.

Peki bunca İngilizce gençlik romanı okumamın sebebi neydi? Daha yeni fantastik türünü okumaya başladığım zamanlarda bu türü İngilizce okuyanları görmeye nasıl imrenir, nasıl kıskanırdım. O yüzden tek temennim fantastik okuyacak kadar İngilizcemi geliştirmekti. Bu yüzden de en son fantastik okumaya başlamadan önce son olarak Conviction, It Ends With Us, I'll Give You The Sun, First and Then, My Heart and the Other Black Holes, The Way I Used To Be, When We Collided kitaplarını okudum. Bunlar da günümüz gençlik romanlarıydı ve aralarından tek zorlandığım yazarın hafif karmaşık betimleme ve anlatım tarzı sayesinde I'll Give You The Sun kitabı olmuştu. Onların haricinde hepsini kendinizi geliştirmek için okuyabilirsiniz.


Evet, en sonunda fantastik kısmına yavaş yavaş adım atmaya başladım. İlk okuduğum fantastik İngilizce seri The Raven Cycle oldu. Maggie Stiefvater'ın Ürperti serisini okumuştum fakat Ürperti sersinin tamamı Raven Cycle'in bir kitabı kadar bile heyecanlı değildi. Raven Cycle oldukça boğucu ve karmakarışık bir anlatıma sahiptir. Okuduğunuz sürece deli gibi her yerden spoiler ararsınız. Anlayacağınız İngilizce fantastik okumaya giriş için uzak durulması gereken bir seridir. Ben seri boyunca kitapların özetlerini de yavaş yavaş okuyarak yararlanmıştım. Wikipedia üzerinden serinin detaylı özetlerini bulabilirsiniz ama ilk fantastik İngilizce serisi için önermiyorum. Ama tabii Raven Cycle'daki mükemmel fantastik kurguyu ve o harika karakterleri de zor bulursunuz :)


Bunun ardından Taherah Mafi'nin Shatter Me yani Dex yayınlarından çıkan Türkçe ismiyle Bana Dokunma serisini okumuştum. İşte distopik-fantastik kısmına giriş yapmak için önerebileceğim en bariz seri budur. Bu seriyi çoğu okuyucuyu gibi ben de distopya saymıyorum. Çünkü seride tek üstünde durulan kısım aşk üçgeniydi. Dili ise oldukça günümüz tarzı, güzel betimlemeli ama zorlamayan bir yazım türündeydi. Benim de baya severek okuduğum bir seri olmuştu. Henüz okumadıysanız size de İngilizce okumanızı öneririm.


Bunun ardından da The Young Elites serisini okudum. Bu serinin dilinden aşırı tırsıyordum ama ilk kitabını üç günde bitirmiştim.Ayrıca bu seriyi okurken de detaylı özetlerinden yavaş yavaş okuyarak yararlanmıştım. The Rose Society'i de hemen ardından okumuştum ve ikisi de harikaydı. Son kitabı olan Midnight Sun da kitaplığımda bekliyor. Önümüzdeki ay okuyup içimde bir hüzünle seriye veda edeceğim. The Young Elites serisini bana sorarsanız İngilizce fantastik okumaya giriş için iyi bir seçim olabilir. Bu arada bahsettiğim özet sitesini de buyurunuz. Bu siteden okuduğum kitabın özetini okurken; kitapta okuduğum kısmına kadar okuyarak devam ediyordum. Böylece önemli olaylardan hiçbiri gözümden kaçmıyordu ve kitapta henüz okumadığım yerlerden de spoiler yemiyordum.


Bu bahsettiğim kitapların ardından da fantastik olarak The Wrath and The Dawn, A Court Of Mist And Fury ve Cruel Beauty kitaplarını okudum. Üçünün de dili ayrı ayrı kendince zordu. Aralarından yine daha kolayı olan The Wrath and The Dawn'dı. Fakat ACOMAF ve Cruel Beauty'in fantastik kısımları özellikle biraz daha derindi. Fantastik olarak bir de en son The Bird and The Sword kitabını okudum. Fantastik olmasına rağmen aşırı güzel ve daha sade açıklayıcı yani zorlayıcı bir dili olmayan mükemmel bir kitaptı.


Ve son olarak günümüz gençlik tarzı olarak da PS. I Like You ve The Sun İs Also A Star kitabını okudum. Anlayacağınız üzere benim İngilizcemi seviye seviye yükseltmem bu şekilde oldu. Daha okumayı düşündüğüm çok fazla İngilizce kitap var. Bunların ağırlığı yine fantastik türüne hitap ediyor. Hepsinin yorumlarını blogumda göreceksiniz. Umarım bu yazı yararlı olmuştur ve beni artık İngilizce kitap önerisi yapmaktan kurtarır :)


İngilizce kitapları mı da nereden alıyorum? Pandora, arkadaşkitapevi ve D&R sitelerinden alıyorum. Ayrıca İngilizce kitapları ebook olarak okuyacağım zaman hangi siteleri kullandığımı da bu yazımda detaylıca anlatmıştım. Görüşmek üzere :)
Continue reading İngilizce Kitap Okumak

19 Ocak 2017

, ,

The Bird and the Sword - Amy Harmon | Kitap Yorumu

Kitap Adı: The Bird and the Sword
Dili: İngilizce
Yazar: Amy Harmon
Sayfa Sayısı: 352
Goodreads Puanı: 4.35/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Swallow, Daughter, pull them in, those words that sit upon your lips. Lock them deep inside your soul, hide them ‘til they’ve time to grow. Close your mouth upon the power, curse not, cure not, ‘til the hour. You won’t speak and you won’t tell, you won’t call on heav’n or hell. You will learn and you will thrive. Silence, Daughter. Stay alive.
The day my mother was killed, she told my father I wouldn’t speak again, and she told him if I died, he would die too. Then she predicted the king would trade his soul and lose his son to the sky.
My father has a claim to the throne, and he is waiting in the shadows for all of my mother’s words to come to pass. He wants desperately to be king, and I just want to be free.
But freedom will require escape, and I’m a prisoner of my mother’s curse and my father’s greed. I can’t speak or make a sound, and I can’t wield a sword or beguile a king. In a land purged of enchantment, love might be the only magic left, and who could ever love . . . a bird?
Bayıldım! Çok ama çok güzeldi, kalbim pır pır ediyor kitabı düşündükçe. Zaten konusunu ve fanart çalışmalarını incelediğimde işte beklediğim tarihi fantastik türünde kitap olabilir diyordum, hem de sadece tek bir kitaptan oluşması merakımı coşturmuştu. Bu yüzden kitaba başladığım gibi içimi büyük bir heyecan sardı. Krallığın var olduğu eski zamanda geçen bir dönemden bahsediyoruz ve Değişenler, Şifacılar, Söyleyiciler adında büyüye sahip insanlar mevcut. Bunun dışında insan olmayan büyülü yaratıklar da var. Krallık ise ısrarla bu büyücüleri bulup anında infaz ediyor. Aslında soylu bir adam olan Corvyn'un karısının Söyleyici olmasıyla beraber nasıl infaz edildiğiyle başlıyor kitap.
Fakat bu infaz kitabın tamamını içeren en derin olaya sahip çünkü annesi ölmeden önce kralın oğluna da kendi kızına da büyü yapıyor. O günden sonra da Lark'ın dudaklarından tek bir kelime dökülmüyor. Lark'ın annesinin ölümüne neden olan kralın oğlu Tiras artık yeni kraldır ve yıllar sonra Corvyn'in ona yaptığı bir hata sonucunda kızını esir alır. Zaten kitaba Tiras girdiği gibi içimde bir heyecan kabarmıştı.

Lark ve Tiras'ın nasıl anlaşacağını düşünmeyi tahmin etmek bile kitabı daha en başında sevmemi sağladı. Ayrıca Lark da annesinin aksine iyileştirme gücüne sahiptir. Bu yüzden Tiras da büyüsünden yararlanmak için sürekli onu odasına çağırıp iyileşmesini sağlamasını ister. Tiras'ın böyle ağrılar içinde kıvranmasını sağlayan nedeni daha sonrasında okuyoruz. Lark hem konuşamıyor hem de babası sayesinde okuma yazma bilmiyor. Bu yüzden Tiras ile bu konuda ilk karşılaştıklarında Lark'ın okuma yazma öğrenmeye olan tutkusuna şahit olmak o kadar güzel ve yoğundu ki ikisinin bir araya gelmesini iple çektim. Kitabın geri kalanında ilerleyen olay gidişatında daha fazla detaya girmeyeceğim.
Aslında sonuna kadar aşırı beğendiğim bir kitaptı. Özellikle de annesinin büyüsünün, Tiras'ın hastalığının ve Lark ile Tiras'ın aşkının gitgide güçlenmesiyle elimden bırakamadım. Fakat yine de kurgusunda beni ufacık da olsa boşlukta sürükleyen bir tat aldım ve bu boşluğun kapanmasını kitabın sonunun nasıl biteceğine göre bağdaştırdım. Sonlarına doğru olayın çaresiz bir hale bürünmesiyle kesin ağlayacağım diyordum. Yazarın önceki kitaplarında şahit olduğum gibi pat diye tek bir satırla gözlerimi doldurabilmesi yine takdirimi kazandı. Son iki bölümün ne kadar güzel olmasına bağlı olarak tüm beğenime karar verecektim ve epilogue bölümü beni resmen kalbimden vurdu. O kadar anlamlı, o kadar eşsiz bir bölümdü ki kitap bittiğinde ben hala o duygularla sarmalanmış ağlıyordum. Fantastik açıdan, tarihi ve büyülü kurgusu açısından, değindiği aşk hikayesinin kalitesi, gidişatı ve sonuyla birlikte benim gözümde kesinlikle mükemmel bir roman oldu. Umarım yazar bundan sonra da bu kadar güzel tarihi kurgulara parmak basıp beni kalemiyle kitaba hayran bırakır.
Continue reading The Bird and the Sword - Amy Harmon | Kitap Yorumu
,

Saka Kuşu - Donna Tartt | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Saka Kuşu
Orijinal Adı: The Goldfinch
Yazar: Donna Tartt
Yayınevi: Pegasus
Sayfa Sayısı: 864
Goodreads Puanı: 3.87/5
Benim Puanım: 3/5
Arka Sayfa;
İlgisiz bir babanın ve hayatını ona adayan bir annenin oğlu olan on üç yaşındaki Theodore Decker bir patlamanın ardından mucize eseri hayatta kalır. Ancak New York gibi koca bir şehirde kimsesiz bir çocuk olarak felaketin ardından hayatta kalmak yeni bir felaketin içine düşmek gibi olur onun için. Bu yangın yerini andıran hayatın içinde ona annesini hatırlatan tek bir şeye tutunur Theo: küçük, sarı bir kuş; bir saka… 
Büyüdükçe zenginlerin tablolarla dolu odalarında ve çalıştığı antikacının tozlu koridorlarında hayatın çok daha farklı yönlerini keşfeder genç adam. Aşkı bulur ama tılsım gibi yanından ayırmadığı Saka Kuşu tablosu kadar kırılgan ve ürkektir bu aşk. Ve onun kadar yakın ama bir o kadar da uzak…
Saka Kuşu ruhani bir yolculuk gibi. Oradan oraya sürüklenen bir hayatın, kaybın, ölümün, takıntının, bağımlılığın, aşkın, kaderin ve kadersizliğin romanı. Tablonun içinden bakan o küçük kuş, size evreni, iyiyi, kötüyü, güzeli, benliğin ve zaman kavramının derinliklerinde yatan sırrı sorgulatacak kadar güçlü ve tüneğine zincirlenmiş olmasına rağmen alabildiğine özgür. 

Kendi kendimi nasıl bir beklenti girdabına sürükledim emin değilim ama beklediğim kitap kesinlikle bu değildi. Öncelikle bu kitabı bitirebildiğim için kendimi kutluyorum çünkü bu kadar kalın olmasına rağmen benim de ısrarla daha ince olmasını dilediğim bir kitap oldu. Eğer beğendiğim takdirde harika bir anlatımla devam etseydi bin küsür sayfayı bile mızmızlanmadan okurdum ama bu kitap beni sürekli soyutlayan ve bu kadar uzatmaya ne gerek vardı tarzında cümlelerle kafamın kurcalanmasını sağlayan boğucu bir anlatıma sahipti. Kitaba dair aklımda nasıl bir hava hayal ettiğimi hemen dile getireyim. Bir tablo üzerinden kurulacak olan bir kurgunun kesinlikle kaliteli olacağını biliyordum. Peki kurgu kaliteli miydi diye sorarsanız; evet layığıyla kaliteliydi, en azından alt yapısı.
Kitabın geçmiş zamanda geçiyor olduğunu ve buna artı olarak kesinlikle beni hayran bırakacak bir olay örgüsüyle yazıldığı da tahminlerim arasında güçlü olasılıklardı. Kitap boyunca gerçekten garip hislere boğuldum ve bunlardan en çoğu da öfkemi nasıl dile getireceğimi izah etmeyi düşünmek oldu. Okuyorum, okuyorum fakat içimde sinsi bir şey fırlayıp "benim beklediğim bu değildi" deyip moralimi bozup durdu. Kitaba Theo karakterinin annesiyle beraber ünlü bir müzeyi gezerken uğradıkları terör saldırısının sonucunda hayatta kalmasıyla annesiz yaşamına nasıl devam ettiğini okumakla başlıyoruz. Yazar en başlarda Theo'nun on üçlerinde yaşadığı bu acının üzüntüsünü o kadar güzel, detaylı, harika betimlemelerle süslü hislerle yazmış ki hayran kaldım. İlerledikçe Theo'nun çaresizliği sizi de içine çekiyor ve başka bir ailenin yanında sığıntı gibi yaşamasını büyük bir merakla okuyoruz. Onun bu sürekli kendini ezen tavırlarını okumak benim açımdan harika bir duygu yoğunluğuydu. Edindiği yüzük sayesinde Pippa ve Hobie tanışmasını okumakla güzel bir yolda ilerleyeceğini ısrarla düşünerek ilerde yaşayacaklarını zevkle tahmin ediyordum. Fakat ne zaman ki olay Theo'nun Las Vegas'a taşınmasına ve orada Boris ile aralarındaki dostluğun detaylı bir anlatımına geçti; ben de büyük bir şaşkınlığa uğradım. Çünkü benim istediğim detay bu değildi.
Evet, Boris karakteri Theo'nun hayatını geri dönülemez bir yola sokuyor fakat dostluklarına dair her şeyi inatla yazmak şart mıydı emin değilim. Genen olarak da Theo'nun çocukluğuna değinen kısma bu kadar uzun bir sayfa aralığı verilmesini manasız buldum. Boris ile arasında geçen gündelik olaylar, babasıyla yaşadıkları ve benzeri durumların çoğundan bazıları büyük beğenimi kazanabildi. Ve elbette bir de Theo'nun hayatıyla umarsızca oynayan bir tablo mevcut. Bu tablo gerçekten Theo'nun annesinin ölümünden sonraki hayatını yöneten tek piyon oluyor. Çoğu belaya, dönülmez yollara bu tablo yüzünden sapıyor. Bu yüzden tablo da ismi de kitap için böylesine önemli. Hislerimi daha açıklayıcı belirtmeyi amaçlarsam söyleyebileceğim en öz cümle; bir türlü kitabın içinde istediğim tutkuya şahit olamadım. Daha parçalayıcı, daha keskin olmasını diledim ama bir türlü yüzüme gülmedi. Theo'nun daha baskın bir karakter olmasını, deli gibi bir tutkusu varsa bunu o kişiye itiraf etmesini ve buna benzer kendini açıklamak konusunda hep ağır basmasını bekledim. Ama ne zaman ki kitap Boris'le tanıştığı zamanlarda bulaştığı içki ve uyuşturucu pisliğine bulandı, benim de beklentilerim balon olup uçtu. Çünkü bu girdap her seferinde beni de çaresizliğiyle yakıyor. Kitabın sonlarına doğru artık elimde sıkı sıkı tutacak kadar beni heyecana boğması son umudumdu.
Ama her yeni eklenen ve devam eden bölüm "kitabın bu kadar kalın olmasına anlam veremiyor olmama" yeni bir neden ekledi. Theo'nun Boris'e neden uyuşturucuyu bırakmadığını sorması karşısında verdiği cevapsa basitliğiyle insanı altında kalacağı türden ağırdı. Bir tablodan bahsediyorsak bu ana karakterin hayatını değiştirebilir. İlla da geçmişte değil, günümüzde geçen bir kurguya da sahip olabilir. Fakat bana sorarsanız bir tablo yüzünden bir sürü olay geçiyorsa bunlar daha açıklayıcı nedenlerle ortaya çıkmalı ya da girip çıkan karakterlerle aklımız bulanmamalı. Bir aşk geçiyorsa bu aşk hisleriyle beni yakmalı ve edindiği dostluğun samimiyetiyle beni vurmalı. Olay örgüsü öyle bir yere bağlanmalı ki ister kötü olup beni küfrettirecek raddeye gelsin; yine de içimde doldurup taşırdığı hislerle bir yandan çok hoşuma gittiğini itiraf ettirecek kadar güzel olmalı. Anlayacağınız Saka Kuşu layık olduğunu düşündüğüm beğeni hissini benden alamadı. Sizden alır mı bilemem ama bundan sonra yazara ait çevrilecek kitaplara ön yargıyla yaklaşacağımı inkar edemem.
Continue reading Saka Kuşu - Donna Tartt | Kitap Yorumu
,

Piyon - Aimee Carter | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Piyon
Orijinal Adı: PawnYazar: Aimee Carter
Yayınevi: Ephesus
Sayfa Sayısı: 384
Goodreads Puanı:
Benim Puanım: 4,5/5
Arka Sayfa;
VII olabilirsin. Eğer her şeyden vazgeçersen... 
Kitty Doe için bu seçim kolay görünüyordu. Hayatını ya bir III olarak sefalet içinde geçirecek ve sevdiği insanları terk etmek zorunda kalacak ya da VII olarak ülkenin en nüfuzlu ailesine katılacaktı.
Eğer Kitty evet derse, ameliyatla başbakanın yeğeni olan, sır dolu bir ölümle hayata gözlerini yuman Lila Hart’a dönüşecek ve Hart ailesinin bir ferdi olarak ünlenip hayatına belki de ilk kez bir mana katacaktı.
Bu işin tek bir şartı vardı: Kitty Doe’nun Lila’nın gizlice başlattığı ve onu ölüme sürükleyen isyanı durdurması gerekiyordu.Gelgelelim Kitty de bu isyanın bir destekçisiydi. Aldığı tehditler, tuttuğu sırlar ve kendine ait olmayan bir hayatla Kitty’nin hangi yolu seçeceğine karar vermesi ve yeni anlamaya başladığı bu karmaşık oyunda, piyonun ötesine geçebilmeyi keşfetmesi sandığından da zor olacaktı. 

Kitabı çok beğendim ve en çok beğenimi kazanan kısmı kesinlikle alışılagelmişin aksine işleyen kurgusuydu. Yazarın kalemi distopya tadını verme bakımından çok kaliteliydi fakat diğer yandan çok derin bir betimleme ve karakterlerin hislerini dibine kadar size geçirecek türden aşırı güçlü değildi. Kitaba bir eksiyle başladım çünkü çoktan kazanılmış aşkları okumayı hiç sevmiyorum. Bana göre o aşk kesinlikle kitabı biz okurken şahitliğimiz süresince yavaş yavaş doğmalı. Piyon'da bunun aksine çoktan Benjy ve Kitty arasında bir aşk mevcuttu. Size göre bu çok güçlü bir aşk olabilir. Aslında beni de şaşırtarak baya ileri adım attı fakat ben yine de Benjy ve Kitty'in aşkının sürmesi taraftarı değilim. Ne zaman ki Kitty sınav sonucu ensesine kazandığı numarayla damgalandı ve bunun sonucunda edineceği mesleğe doğru adım atmaya başladı kitap anında büyük bir heyecan kazandı. Zaten odada oturmuş hayatı boyunca unutamayacağı kötü anların bir an önce geçmesi için sabırsızlanırken içeri giren kişiyle beraber kitaptan zevk alacağım kanıtlanmış oldu.
İlerledikçe kabul ettiği anlaşma sonucunda başına gelenler gerçekten farklı bir gariplikteydi. Kitapta distopik hava aslında yaşadıkları döneme ait halkın uğradığı sınıflaşmayı ana konu ediniyor ama bunun haricinde Kitty'in dahil olduğu ailede nefes kesici bir oyun süre geliyor. Kimin arkasından vurulacağı, kimin çoktan maskelendiği ve Kitty'in bu oyunda ne tür bir piyonu oynadığını okuyoruz. Normalde kitapları akıcı olmaları konusunda övmemeye çalışıyorum çünkü akıcılık bir kitabın beğenisini dile getirmek konusunda çok arka planda kalan bir şey bana göre. Fakat kitabın basımında hem puntonun büyük olması hem de bölümlerin insanı daraltacak kadar uzun olmamasıyla beraber övebileceğim bir akıcılıkla ilerledi. Distopik havasında detaya gereğinden fazla detaya girmekle ya da olayları sakız gibi uzatmak yerine bölümler hiçbir şekilde duraksamadı. Aslında bu bahsettiğim kısım işlenen aşka biraz zarar verdi çünkü Kitty'den bir türlü Benjy'e karşı koruma hissiyatı dışında çok derinden bir aşk okuyamadım. Ha bu arada ben kesinlikle Knox ile olmasını istiyorum. Knox'un da gönlü var ama biraz çekingen bir arkadaşımız. Sonuç olarak kitabı baya beğendim ve devam kitabını çok merak ediyorum. Puan kırmamı sağlayan unsur da belki de çoğu kişiyi şaşırtan olayı ben çoktan ihtimal vererek tahmin etmiştim. İkinci kitapta olaylar daha da büyük bir kaliteye bağlandığı takdirde kesinlikle ilk kitabı daha da güzel katlayacağını düşünüyorum.
Continue reading Piyon - Aimee Carter | Kitap Yorumu
,

Sonsuz Ruh - Jodi Meadows | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Sonsuz Ruh
Orijinal Adı: İnfinate (Newsoul #3)
Yazar: Jodi Meadows
Yayınev: Dexpub
Sayfa Sayısı: 400
Goodreads Puanı: 4.07/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Ruhlar Yılı, dünyanın derinlerinden gelen, kulakları sağır edici bir gümbürtü ve çatırdamayla başladı. Ve bu gelecek korkunç günlerin ilki.Ana yeniruhların güvende olmadıklarını biliyor. Kalp’ten bir an önce kaçmaları gerek. Ama arkadaşları ona güvenip,
onun yanında yer alacaklar mı?.. Ana emin olamıyor. Kaldera patlayacak ve bu, Ruhlar Gecesi’nde olacak. 
Peki ya sonra?
Yeniruhların gücünü alıp eskiruhları yeniden dünyaya getiren Janan durdurulmalı yoksa “son” gerçekten gelecek.Jodi Meadows, Ruhsuz ve Yeniruh’tan sonra Sonsuz Ruh ile reenkarnasyon üzerine yazılmış en romantik ve etkileyici macerayı inanılmaz sürprizlerle sonlandırıyor.
Bir seriye daha veda ediyorum ama bu veda biraz hızlı oldu çünkü seriyi üç günde bitirdim. Aslında normale göre baya yavaş okunan bir seriydi çünkü ilerleyişi yavaştı ve olaylar ilk iki kitap için oradan oraya savurmayan tarzdaydı. Üçüncü kitap baştan sona çok güzeldi. Bu seriye karşı gerçekten içimde başka bir aşk var. Seri boyunca en çok sevdiğim karakter elbette Ana'ydı. Ruhsuz olduğu için hor görülmesi ve ilk defa birisinden sevgi görmesi; ana konunun en bariz değinilen kısımlarından biriydi. En ufak bir şey ona dokunup canını yaktığı için yazarın kalemiyle beraber o hislerinin hepsinin bana geçebilmesi seriyi sevmemi sağlayan en sağlam unsurdan biriydi. Diğer ise elbette Sam ve müziğe olan güçlü sevgiydi. Aslında yeri küçük gibi görünüyor ama serinin asıl öğelerinden biri kesinlikle müzikti. Birbirleri için besteledikleri parçalardan, ejderhalar ve hava perilerine kadar hepsini bu naif noktaya bağlayan şey müzikti. İkinci kitapta da asıl fantastik kurgunun derinine inmiştik ama üçüncü kitapta Janan'ın ölümsüzlüğü nasıl kazandığını, bunun ejderhalar, anka kuşları ve hava perileriyle ne alakası olduğu daha da mantıklı bir yola bağlandı. Kitabın sonlarına doğru içimde ayrı bir heyecan vardı. Son satırları da gözlerim dolu dolu okudum. Genel havası narin ve yavaş olan bir seriydi. Her şeye değinmeyi de arka planda bırakmadı. Değindiği yüzyılları aşan dostluklar çok güzeldi. Müzikle olan bağlantısı çok zarifti. Hava perileri, ejderler ve reekarnasyona dayanan kurgusu merak uyandırıcıydı ve elbette en güzeli de Sam ile Ana'nın geri dönülmez bir şekilde her şeyi aşan aşklarıydı. Umarım yazar yakın zamanda yeni bir seri başlangıcı için kalemini eline alır.
Continue reading Sonsuz Ruh - Jodi Meadows | Kitap Yorumu
,

Yeniruh - Jodi Meadows | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Yeniruh
Orijinal Adı: Asunder (Newsoul #2)
Yazar: Jodi Meadows
Yayınev: Dexpub
Sayfa Sayısı: 352
Goodreads Puanı: 3.95/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Ana yapayalnızdı, farklıydı, tekti. O kopmuş bir yeniruhtu. Karanlıktapınak’tan sonra Kalp’teki pek çok kişi kaybolunca, kimileri, karanlıkruhlar ve yeni doğan ruhlar için Ana’yı sorumlu tuttu. Ana’ya ruhsuzların asla âşık olmayacakları söylenmişti. 
Peki ya yeniruhların? Kalp’te yaşayan diğer vatandaşlar gibi, Ana da her şeyden çok yaşamak, sevmek ve sevilmek istiyordu.
Serinin Ruhsuz’dan sonraki ikinci kitabı Yeniruh’ta Ana, reenkarnasyonun arkasındaki gerçeği keşfediyor ve hem genç yaşamını daha anlamlı kılmak hem de aşkını yaşayabilmek için bir yol bulabileceğini fark ediyor. 
Bir kez daha Jodi Meadows, sıra dışı güzelliği ve karanlık dehlizleriyle bir ruhun hikâyesini epik bir romantizm ve etkileyici bir fantastik kurguyla okurlarına sunuyor.
İkinci kitaba tek kelimeyle bayıldım. Bana o kadar farklı hisler hissettirdi ki hepsine değinmeye çalışacağım. Öncelikle ikinci kitap asıl kurgumuz olan reenkarnasyon ve ruhların tekrar dünyaya gelişiyle ilgili çok derine inilip verdiği mantıklı cevaplarla beni aşırı memnun eden bir devam kitabıydı. Ana ile Sam arasında geçenler bana öyle dokundu ki bazı olayları farklı açılardan izlememi de sağladı. Ana karakterini zaten ilk kitaptan beri çok seviyordum ve seri devam ettikçe kendisini daha çok bağrıma basmaya başladım. Henüz on sekiz yaşında olmasına rağmen yaşadıkları sonucunda edindiği deneyimlerle beraber hala tek bir ruhu olduğu için diğer insanlara göre küçük görülmesi beni de öfkelendirdi. Bunu özellikle yapmak zorunda kalan da Sam'di. Bir yandan ikisinin arasındaki yüzlerce yılın farkına varılmaması da ayrı ironik olurdu fakat bir bakımdan bu hatırlatmanın Ana'nın canını yakması da üzülmemi sağladı. Ruhsuzların nasıl meydana geldiğini, Janan'ın arka planda onlara neler yaptığını ve tapınağın arka planına detaylıca inmek kitaptaki fantastik kurgunun kaliteli bir raya oturmasını sağladı. O sayfalardaki heyecan da soluksuzdu. Kitap baştan sona güçlü bir şekilde Ana ile Sam'in ilişkisini konu ediniyordu. Aralarındaki kırılganlıktan, güçlü aşka kadar sürekli okuduğumuz asıl o ikiliydi ve ne zaman aralarına bir soğukluk girse kendimi Ana'nın tarafını tutarken buldum. Sonlara doğru gerçekten üzücü bir olay patlak verdiğinde kalbime bir hüzün oturmuştu. Ardından Ana'nın sürekli istemesine rağmen Sam'in kendine dair senelerin tecrübesinden dolayı bu isteği reddetmesinin karşısında artık Ana'nın yıkılması sonucunda gidişat veren olaylar iyice üzülmemi sağladı. Özellikle de son bir serzenişle yanından ayrılacakken aralarında oluşan o sıcak replikleri tekrar tekrar okudum. Daha sonrasında tam güzel bir yere bağlanmışken Ana'nın başına gelen beter olayla birlikte reddettiğim bir durum meydana gelince bir bakmışım ağlıyordum. Ana'nın ruhsuz olduğu için tek bir hayat yaşayacağı ve diğerleri gibi öldüğünde yeniden doğup geri gelmeyeceği düşüncesi iyice idrak edildiğinde daha da üzüldüm. Asıl ağlamaya başladığım olay bambaşkaydı ama içime oturan hüzünle beraber son otuz sayfa kadarını sürekli dolu gözlerle buğulu satırlar eşliğinde okudum. Beni bu kadar güzel üzebilmeyi başardığı için de ikinci kitaba bayıldım. Tamamen farklı bir havası vardı. Ayrıca yine birbirleri için yazdıkları parçalar ve çaldıkları o enstürmanlar derken tekrar tekrar çok sevdim seriyi. Üçüncü kitap için de ayrı sabırsızlanıyorum.
Continue reading Yeniruh - Jodi Meadows | Kitap Yorumu
,

Ruhsuz - Jodi Meadows | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Ruhsuz
Orijinal Adı: İncarnate (Newsoul #1)
Yazar: Jodi Meadows
Yayınevi: Dexpub
Sayfa Sayısı: 352
Goodreads Puanı: 3.74/5
Benim Puanım: 4/5
Arka Sayfa;
Deneyimli Ruhlar Ve Ruhsuzlar
Binlerce yıldır Sınırda milyonlarca ruh yeniden yeniden dünyayageldi her bir yeni yaşamda da geçmiş yaşamlarındaki anılarınıve deneyimlerini beraberinde getirdi. Ana ise bir Yeniruh yaniAna doğduğunda bir başka ruh yok oldu. Kimse bunun ebebinibilmiyor ve bu bir felaketin habercisi olabilir. Ananın bir Yeniruh olmasından rahatsız olmayanlar da var. Bunlardan biri olan Sam yalnızca bir kez yaşayabilecek bir ruhusevebilecek mi Peki Ananın düşmanları insanlar ve yaratıklar onl arın birlikte olmalarına izin verecek mi Ana varoluş sebebini açığa çıkarmak zorunda. Fakat onun bu arayışı reenkarne olup olamayacağını öğrenmek için gittiği Kalpşehrini ve reenkarnasyon yasalarını sonsuza dek yok edebilir. Jodi Meadows insan ruhuna bambaşka bir bakış açısı getiren buhikayede fantazya ve macerayı birleştirirken reenkarnasyon veruh kavramını sorgulamamızı sağlıyor.
Sadece değindiği aşk hikayesi ve karakteriyle bu kitabı çok beğendim. Bence harika bir giriş yapılmıştı kitaba. Kurgusu bugüne kadar okuduklarım arasında çok güzel bir şekilde sıyırılabilecek türdendi ve kitaba giriş yaptığımız gibi on sekiz yıllık hayatı boyunca hor görülmüş Ana'nın yaşadıklarından ipuçları okumaya başlıyoruz. Özellikle annesi denilen kadınla arasında geçenlerin arka planını öğrenme isteğim beni büyük bir merakla doldurdu. Kitap gerçekten yavaş ilerliyordu ve tür bakımından dram ve fantastik kısmına girse bile öyle patlak veren olaylar, oradan buraya savrulan karakterler içeren hızlı ve çok dolu bir tarzı yoktu. Bunun aksine içerdiği aşk hikayesinin yavaş yavaş filizlenmesi ve asıl kurgunun içeriğini okumamızla beraber yavaş ilerleyen bir tattaydı. Fakat sabırla okuduğum bu kitabı çok beğendim çünkü her zaman her kitabı büyük bir heyecana boğularak okumamın şart olmadığı kanısına da varmış oldum. Çok kırılgan karakterlerle dolu bir kitaptı. Ana karakterini o kadar sevdim ki.. Gözleri dolsa, mutlu olsa, ona bir şey dokunsa bana da geçirmeyi başardı. Yazarın kalemi gerçekten çok güzeldi. Betimlemeleri, benzetmeleri ve naif anlatım tarzı kaliteliydi. Kitaba asıl bu harika havayı katan en büyük etken de müzikti. Diğer yandan Sam ve Ana'nın arasında geçenler ayrı duygusaldı. Hayatı boyunca her lafı korkudan dudaklarından dökmeden önce defalarca kez düşünen Ana'nın gerçekten ona değer veren bir insanla tanışmasını okumak kitabın en güzel kısımlarından biriydi. Ayrıca ana kurgu olan ruhlar ve ruhsuzlar olayıyla, ölen her ruhun tekrar doğması ve bunu defalarca kez yaşamalarının döngüsünü okumak da ayrı beğenimi kazandı. Anlayacağınız üç kitaptan oluşan serinin ilk kitabını çok beğendim. Tam anlamıyla mükemmel değildi ama sıradaki kitapların daha çok canımı yakıp bayılacağımı umuyorum. Pek göze batmayan ve büyük beğeni kazanmayan bir seri fakat ben diğer kitapları için de ayrı heyecanlıyım.
Continue reading Ruhsuz - Jodi Meadows | Kitap Yorumu
,

Çöl Rüyası - Ayşe Ebru Tezcan | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Çöl Rüyası
Yazar. Ayşe Ebru Tezcan
Yayınevi: Dexpub
Sayfa Sayısı: 376
Benim Puanım: 3,5/5
Arka Sayfa;
“Dünyaları versen beni satın alamazsın.” Dedi Serap. “Yerinde olsam bu kadar büyük konusmazdım.” Dedi Omar. Omar hiç reddedilmemisti, Serap hiç bu kadar asagılanmamıstı. Ama ask atesi, İstanbul Boğazı’ndan bedevi çöllerine... ikisini de yaktı.
Arka kapağının oldukça kendinden emin yazısından sonra kitaba karşı içim pır pır etmişti. Okumaya başladığım gibi dilinin güzel olmasıyla şaşırdım. Bariz klişeler vardı ama yazar en baştan beri bunları bir şekilde göze batmayacak halde kitaba iliştirdi. Bu benim kitapta en sevdiğim şey oldu çünkü yazar herhangi bir olayı uzatarak ya da rahatsız edecek şekilde yapay bulduğum cümlelerle kitabı süslememişti. İlk yarıya kadar kitabı çok beğendim çünkü Omar ve Serap arasında geçenler okumaktan keyif aldığım bir şekilde devam etti. Hatta bazı yerlerde beni güldürmeyi başardı. Özellikle de dansöz bölümünde Omar'ın verdiği tepki çok iyiydi. Kitapta arada sırada sırıtan olaysa Omar'la Serap'ın sürekli İngilizce konuşması ama ikidebir bunu Türkçe söyledi, bunu da Arapça söyledi şeklinde geçen satırların karışıklığıydı. İlk yarıdan sonra kitabı aynı heyecanla okuyamadım. Akıcı ama farksız geçti benim için. Bazı can alıcı olaylar oldu ve yazarın bunları anlatış şekli de gayet güzeldi. Anlayacağınız ben keyifle okudum ve eleştirebilecek çok bir şey bulamadım. İlk kitapta bu kadar şey yaşandıktan sonra ikinci kitap dolu dolu olmaz diyordum ama arka sayfasını okuyunca vazgeçtim. İkinci kitabı da elime geçtiği gibi okuyacağım umarım.
Continue reading Çöl Rüyası - Ayşe Ebru Tezcan | Kitap Yorumu

5 Ocak 2017

,

Bir, İki, Üç, Sen - Büşra Küçük | Kitap Yorumu

Kitabın Adı: Bir, İki, Üç, Sen
Yazar: Büşra Küçük
Yayınevi: Ephesus
Sayfa Sayısı: 416
Benim Puanım: 2/5
Arka Sayfa;
Kötü Çocuk serisinin yazarı Büşra Küçük yepyeni kitabı Bir, İki, Üç, Sen’de bir uçtan ötekine salınan genç bir kızın yaşadıklarını mercek altına alıyor. Okurlar Bir, İki, Üç, Sen’le hüzünden mutluluğa pek çok duyguyu aynı anda tadacak.  
Herkesin bir hikâyesi vardı hayatta. Sayfa sayfa, satır satır yazılırdı. Fakat Arya kendi hikâyesinin bile ana karakteri değildi. Başkalarının istekleri, hayalleri onun hayatı olmuştu. Tam da bu yüzden “doğuştan yan rol” diyordu kendine.
Ama bir gün, hem de hiç beklenmedik bir şekilde, genç kız hayatında ilk kez kendi başına bir karar aldı ve aldığı bu karar Arya’nın hayatını derinden etkileyecek, umulmadık olayların yaşanmasına sebep olacaktı. 
Kitaba ne kadar da güzel başlamıştım. Hatta beni bir güzel şaşırtıp yorumumda övebileceğimi düşünerek farklı hislere bürünmüştüm. İlk başladığımda dilinin gayet güzel olması hemen beğenimi kazandı. Sadece çok fazla kısa cümle bulunması gözüme batmıştı. Arya karakterinin ailesiyle yaşadığı sorunları ve sonucu intihar etmekte bulduğu nedenlerini dizelemesini merak içinde beğenerek okudum. Fakat sonrasında ne zaman ki kızın hayatı bir düzene girmek üzere adım attı; iki erkek karakterle karşılaştık. Bundan sonrasında kitap dizginlenemez saçma bir çizgide yalpalamaya başladı. Beklenmedik bir şekilde tanıştığı bu iki erkek karakteri birbirlerinden ayırmak için dikkatli okumam gerekti. Ayaz ve Baran her ne kadar tamamen farklı karakterler olsa da daha isimleri ortaya çıkmadığı için oraları gereksiz bir özenle okumak durumunda kaldım. Kitabın ilerleyişinde Ayra'nın ailesiyle yaşadığı olaylar her ne kadar oldukça bilindik olsa da ben yine de merak ederek okudum. Fakat bu merak duygusuyla ilerleyen heyecan bir yere kadar dayanabildi. Yazarın üstünden geçtiği o kadar çok şey vardı ki... Karakterlerin bazı davranışları hakkında derin bir mantık aradığınızda anca elimde soru işaretleriyle kalabildim.
İlk başlarda Ayra'nın aşırı güçsüz bir karakter olması ailesiyle yaşadığı sorunlar sonucunda gözüme batmamıştı. Fakat daha sonrasında gerçekten ayaklarının üzerinde güçlü bir şekilde asla durmayacağını anlamam gözümde iyice zayıflamasını sağladı. Kız karakterin iki erkek karakter arasında kalması da oldukça saçma ve klişeydi. Özellikle de Baran ve Ayra'nın arasında geçen tüm satırlar aşırı bilindik ve okudukça darlanmama sağlayan türdendi. Kitaba aksiyon havası katmaya çalışayım derken gitgide battığını da düşünüyorum. Sürekli bir nefes alamayan Ayra'nın bu düştüğü durumlar beni de boğdu. Bana sorarsanız çok amaçsız bir kitaptı. Yazarın kalemi sadece oluşturduğu kurgu sebebiyle değil. Kaleminde betimlemenin de detaylı olmamasıyla beraber bana çok basit geldi. Konuşma diyaloğu içeren neredeyse tüm satırlarda hiçbir duygu belirtisi eklemeden sadece konuşma paragraflarını dizmişti. Çok fazla kısa cümle vardı ve kız karakterin kendince uzun düşüncelere boğulmasını okuduğumuz paragraflar haricinde betimlemesiyle beğenimi kazandıracak satırlar mevcut değildi.
Ayaz ve Baran'ın arasındaki ilişkinin arka planı, Baran'ın kişiliği, Ayra'nın iki erkek arasında kalma durumları ve benzeri tüm bölümler de aşırı aşırı bilindikti. Kitaba gülmek istemiyorum ama gerçekten sürekli yeni popüler yazarların doğduğu bir dönemde yaşıyoruz. Ve artık gerçekten erkek karakterin sebepsizce kızı hor gördüğü, zor kullandığı ve ağzına gelen her şeyi sayıp sonra da "sana kimsenin zarar vermesine izin vermem" tarzında cümleler kullanmasından gerçekten ÇOK sıkıldım. Anlayacağınız yazarın kalemi gözümde ziyadesiyle sınıfta kaldı. Kalemi güçlü olmasa bile okurken "sadece bir kez okuyacağım" diye düşünerek yine de heyecanla okutmayı sağlamayı bile başaramayan bir kitaptı. Yazarın bundan sonra çıkacak kitaplarına şans vermeyi de düşünmüyorum. Büyük bir gençlik kitlesine hitap eden bir seri yazdıktan sonra hiçbir fark yaratmayan aynı tarzda bir kitap yazdıysa bana sorarsanız bu çizgide yürüyüp aynı kişilere hitap etmekten de gocunmuyor demektir. Son olarak da kitapta beğendiğim yerlere değinmek istiyorum. Baran'ın ağzından okuduğumuz birkaç kısım hoşuma gitti, işaretlememi sağlayabileceğim güzel benzetmeleri ve birkaç derin manalı cümleleri vardı. Ve bir de bunların dışında kaset olayı da güzeldi. Ama haricinde ilk başta aldığım tat sonrasında kendini fena bir ekşiliğe bıraktı. Sonuç olarak bu tarz kitapları klişeliği içerdiği halde kendini sıyırabilecek tarzda bir kaleme sahip olmayan yazarlardan okumaktan sıkıldıysanız kesinlikle önermiyorum.
Continue reading Bir, İki, Üç, Sen - Büşra Küçük | Kitap Yorumu
,

Poseidon Varisi - Anna Banks | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Poseidon Varisi
Orijinal Adı: Of Poseidon (#1)
Yazar: Anna Banks
Yayınevi: Dexpub
Goodreads Puanı: 4.05/5
Benim Puanım: 3/5
Arka Sayfa;
HAYATININ AŞKINDAN VAZGEÇEBİLİR MİSİN?
Emma ile tanışana kadar, herhangi birini öpmek aklının ucundan bile geçmemişti. Son zamanlarda ise, dudaklarında onun dudaklarını hissetmekten başka bir şey düşünemiyordu.
Galen, balıklarla iletişim kurabilen bir kızı bulmak için karaya gönderilmiş bir Syrena prensiydi. Emma ile tanıştığında aralarında ikisini de sarsan, güçlü bir çekim oluştu.
Aradığı kız o olabilir miydi?
Onunla vakit geçirdikçe, Galen aradığı kızın o olduğunu anlamıştı. Ama onun yeteneklerinin farkına varmasını sağlayabilecek miydi? Ve de en önemlisi, ona karşı hislerini bastırabilecek miydi? Emma krallığının anahtarı olabilirdi
ama kalbinin anahtarı olması mümkün değildi.
Çıktığı zaman kapağı ve baskısıyla çok ilgimi çekmişti. Elime geçtiği gibi de öncelik vererek büyük bir şevkle okumaya başladım ve tahmin etmediğim bir şekilde hayal kırıklığına uğradım. Kitabın konusu gerçekten çok güzel ve farklı fakat yazarın kalemi ve buna ek olarak çevirinin yer yer kötü olmasıyla beraber gözümde sınıfta kalan bir kitap oldu. Üç kitaptan oluşan serinini ilk kitabı olan Poseiodon Varisi en sevmediğim durumlardan birine; sanki tüm çözülmesi gereken olayları ve heyecanı öteki iki kitapta patlayacakmış gibi ilk kitabın gündelik yaşamdan ve kızla erkek arasında filizlenen bütün klasik klişeleri hiçbir farklılık yaratmadan tıpatıpında olduğu gibi harika bir iticilikle işleyen bir aşktan farkı yoktu. Baş karakterimiz Emma denen kızın da güçlü bir karakteri veya yazarın kalemiyle beraber onun hislerindeki duygu yoğunluğunu bize geçirmesi sayesinde sevebileceğimiz bir kız değildi.
Kitaptaki çeviri konusunda en saçma bulduğum kelime elbette ve elbette; "Amanallahımyarabbim" tepkisiydi. İngilizceden türkçeye çevrilen bir kitapta bunu şayet dalga maiyetinde koydulursa daha üzücü elbette. Aynı şekilde kendi gençlik dilimizde kullandığımız kelimelere bolca değinilmesini de gereksiz buldum. Anlayacağınız çeviri tadında değil de, yeni Türk bir yazarın yazdığı fantastik roman tadındaydı. Emma'nın annesi olan karakter o kadar saçma, o kadar yersiz bir insandı ki şaşırarak okudum. Verdiği tepkiler, kızına olan gereksiz korumacı tavırları sıkılmamı sağladı. Romantizm açısından ve karakterlerin arasında geçen olaylar akabinde harika olmasa da akıcı okunabilecek kadar güzeldi. Bunların dışında kitapta bir farklılık, can alıcı bir güzellik bulamadım. En çok beğendiğim kısmı ise sonuydu çünkü gerçekten "hadi be" dedirten tık kısım orasıydı. Sırf olayların gidişatını merak ettiğim için sıradaki kitabı ufak bir heyecanla bekliyorum.
Continue reading Poseidon Varisi - Anna Banks | Kitap Yorumu

#MİM /Geriye Bakış 2016

Bu mimi gördüğüm gibi yapmayı aklıma koymuştum ve sonunda başına oturup yazabiliyorum. Beni bu yazıya mimleyen biricik Gözde'ye de çok teşekkür ediyorum. Onun yazısını da buradan okuyabilirsiniz, ben keyifle okudum. Geçen sene uzun bir 2015 özeti yapmıştım blogumda fakat bu sene öyle detaylı bir yazı yazmayı tercih etmedim. 2016 yılı genel olarak benim için çok güzel bir yıldı. Senenin tek sıkıntısı sınavlarımı yetiştirmek ve yeterli krediyi alıp lise dönemimi sonlandırmaktı ve Allah'ın izniyle bunu başarabildim. Onun dışında geçen sene sadece Arapça üzerine yoğunlaşmıştım ve yarıda bıraktığım için artık o akıcı konuşma hevesime de veda etmiş oldum. Geçen sene kış itibariyle tüm senemi kaplayan en güzel hobim kitap okumak oldu. Kitap okumak gerçekten hayatıma farklı bir açı yerleştirdi. Şubat ayında kitap üzerine bir bookstagram hesabı açtım ve hala orada aktif şekilde kitap yorumları giriyorum. Bu süreç içinde blog ve instagram hesabım aynı derecede eşit gidemedi. İnstagram hesabımda daha aktif bir kitleye hitap ettiğim için bloguma yorumlarımı sonradan eklemek durumunda kaldım. İlk başlardaki o sürekli mimler yazan, farklı yazılar yazmak için kafa patlatan Betül ve mekan önerileri, tariflerle dolu olan blogum arka planda kalmak durumunda kaldı.

Seneye genel açıdan baktığımda benim için çok güzeldi. Bu sene hayatıma yeni dostlar girdi ve eski dostlarımdan veda eden kimse de olmadı. 2016'nın son üç ayı çizim ve dikişte ilk adımlarımı atmakla geçti. Hala hızlı bir koşuşturmacanın içinde gerektiği kadar kendime zaman ayırmaya çabalamakla geçiyor. Bu sene içinde sonunda kendime bir hedef ve meslek tutturabildiğim için daha farklı bir yolda yürüyorum. Bence bu kadar çene çalmak yeter. Yıl sonu değerlendirmemi saymaya başlayalım.

Okunan Kitap Sayısı: 300 küsür

Bloguma girdiğim onca yorumdan ve instagramda toplu paylaştığım aylık okuma sayılarımdan sonra bu sayı haliyle tahmin edilebilir. Bir dahaki sene bu kadar okumayı düşünmüyorum çünkü artık o kadar fazla ekitap okumaya zaman ayırmıyorum. Sadece elimin altındaki kitapları, kütüphaneden veya arkadaşlarımdan ödünç aldıklarımı ya da yorumlamam için gönderilenlere öncelik vermeyi amaçlıyorum. 2016'da okuduğum en güzel kitapları derlediğim bir listeyi bookstagram hesabım üzerinden paylaştım. Onun da linkini şuraya koyuyorum; tık tık.

İzlenilen Film Sayısı: 35

Benim gibi bir filmkolik için az bir sayı fakat kitaplara odaklanınca film aşkım biraz geri basamakta beni beklemek zorunda kaldı. Aralarından çok fazla favorilerime koymamışım ama yine de güzel filmlere yer vermeye çalışmışım. En iyisi ben kendime dizi ve film sayısı için de kitap sayım da olduğu gibi bir challenge belirleyeyim :) Sinemalar.com üzerinden izlediğim filmleri eklediğim listeye ulaşmak için de; tık tık.

İzlenilen Dizi (Sezon) Sayısı: 6

Çok az dizi izleyebildim. Hatta kore sektöründen uzak kaldığım için bu sayı bir güzel inmiş oldu. Aslında izlemek istediğim çok fazla yabancı dizi de var fakat boş zamanlarımı anca kitap okuyarak ya da nadir dizi izleyerek değerlendiriyorum. İzlediğim diziler de; Outlander (1. sezon ve ikinci sezon), Cheese in the Trap, Uncontrollably Fond, Love in the Moonlight, Moon Lovers.

Bloga Yazılan Yazı Sayısı: 250

Gerçekten de kendime maşallah diyorum. Yemeyip içmeyip yorum girmişim bir de burun kıvırıyorum. 2017'nin kitap yorumları haricinde daha aktif blog yazıları hakkında da olması dileğiyle mimi sonlandırıyorum :)
Continue reading #MİM /Geriye Bakış 2016

3 Ocak 2017

,

Kağıt Ev - Carlos Maria Dominguez | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Kağıt Ev
Orijinal Adı: The House of Paper
Yazar: Carlos Maria Dominguez
Yayınevi: Jaguar
Sayfa Sayısı: 94
Goodreads Puanı: 3.73/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Bazı insanlar kitap okumaz, bazıları okur ve kimileriyse okumakla kalmayıp onlarla birlikte yaşar.
Kâğıt Ev, işte bu kitap tutkunlarından Carlos Brauer’in ve onun -bir edebiyat profesörü olan- Bruma Lennon’la olan gizemli ilişkisinin, bu ilişkinin gün yüzüne çıkmasına neden olan bir Joseph Conrad cildinin, kitap ve okuma aşkıyla dolu yaşamların hikâyesi..
Arjantinli yazar Carlos Maria Dominguez’in, yayımlandığı her ülkede büyük ilgi uyandıran novellasını Seda Ersavcı İspanyolca aslından çevirdi. Peter Sis’in çizimleri ve Cem Ersavcı’nın kapak fotoğrafıyla, kalın ciltlerin arasında saklanacak bir mücevher...
Kısacık ve harika öyküsüyle elden düşmeyecek çok güzel bir kitaptı. En ufak bir kitap sevdalısının bile kesinlikle eline alıp göz gezdirmesi gereken bir eser olduğunu düşünüyorum. Kitap boyunca ana konu olan bir adamın elindeki kocaman kütüphanesi konusunda daha ne kadar gereğinden fazla hassas davranabilir diyerek merakla okuyoruz. Bu adamın kitap sevdasını okudukça; fazla okur biri olarak benim de yer yer düşüncelere boğulmamı sağladı. Ayrıca bir diğer bakımdan da insanların sırf kültürlü ve sofistike görünmek için kitapları nasıl kütüphanelerinde bulundurduklarını, bu yapmacık gösterişi nasıl başardıklarına dair örnekler okuyoruz. Sayfalar elimde ilerledikçe değindiğim gibi ben de farklı düşüncelere savruldum. İnsanlar hiç okumadığınızda sizi yadırgıyor, sürekli okuduğunuzda ise ayrı yadırgıyorlar. Ne yazık ki bunun bir ortası yok ve çok okur biri olarak hep bu ikilem arasında kalarak karışıklığa maruz kalıyorum. Kitapta ise bu deliye çalan kitap aşığı adamın eserin ismini alan evi nasıl yaptığını okumak; arkadaşının ağzından dökülürken onu tekrar tekrar şaşkınlığa uğrattığı gibi beni de çok şaşırttı. Kitap okumakla ilgili gerçekten çok güzel yerlere değinen ve benim okumaktan büyük zevk aldığım bir eser oldu. Şayet varsa umarım yazarın başka kitapları da dilimize çevrilir. Keyifli okumalar diliyorum..
Continue reading Kağıt Ev - Carlos Maria Dominguez | Kitap Yorumu
,

Kendine ait Bir Oda - Virginia Wolf | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Kendine Ait Bir Oda
Orijinla Adı: A Room of One's Own
Yazar: Virginia Wolf
Yayınevi: İthaki
Sayfa Sayısı: 136
Goodreads Puanı:4.08/5
Benim Puanım: 3/5
Arka Sayfa;
"Yapabileceklerim, sizlere önemsiz sayılabilecek
bir noktada fikir sunmakla sınırlıydı; eğer kurmaca bir
metin yazmak istiyorsa, bir kadının parası ve kendine ait
bir odası olmalıydı."
Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf’un yazdıkları arasında yazıldığı dönemi en iyi yansıtan ve en akılda kalıcı kitaplardan biridir. Yazıldığı dönemin ve hatta öncesinin “kadın” algısını mükemmel bir şekilde resmeden Woolf, tek özellikleri “kadın olmamak” olan erkeklere kalemini hiç sakınmadan savurur.
Ünlü klasik yazarlarından ilk defa okumak için bu ay Virginia Woolf'u seçmiştim. Ve uzun zamandır kalemi hakkında övgülere şahit olduğum için zannımca en ünlü eseri olan Kendimize Ait Bir Oda kitabıyla başladım. Fakat kitabın deneme türüne hitap ettiğini bilmiyordum. Bu kitapla beraber klasik ve ağır anlatıma sahip kitaplarda kurgu olmadığı müddetçe en azından iki sene için deneme okumayı düşünmüyorum. Denemeye hitap eden bu kitabı okurken de o kadar daraldım ki önce kendime kızdım ve elbette bir ara beğenmek zorunda olma hissiyatına büründüm fakat sonrasında bu düşünceden silkelendim çünkü herkesin övmesi benim bir kitabı beğenmek zorunluluğa girmemi sağlamamalı. Bu yüzden okudukça kafamı karıştırmaya ve beni sıkmaya devam etti. Bir ara kitabı beğenecek gibi oldum fakat en ufak bir konuya değindiğinde bile oradan oraya atlaması bana en çok boğucu gelen kısmıydı. Bu yüzden sürekli aynı satırları tekrar okuma isteği içimde yeşerdi ve bu da kitabı çok da isteyerek okumanın yanı sıra elimde biraz sürünmesini sağladı. Baştan sona kadın bir yazarın feminizm; kadın erkek eşitliği hakkında düşünlerini ileri savunmasıyla geçti. Fakat ben yazarın bahsettiği zamana dair o kadar çok tarihi roman okudum ki; değindiği zaman diliminde kadınların yazarlık ve benzeri durumlarda yaşadığı sorunlara dair hiçbir satırda büyük bir duygu yoğunluğuna girip şaşkınlığa uğramadım. Çok uzun paragraflar olması da gözlerimin yorulmasını sağladı. İçindeki alıntılar yer yer elbette çok güzeldi ama çoğunluğu bakımından sevemedim. Büyük beğeni kazanan klasikler arasında bana hitap etmediğini kesin bir dille söyleyebileceğim ikinci kitap oldu. Açıkçası genel kitlenin çok sevdiği kitapları gerçekten beğenmek isteyerek okuyorum fakat aksi olduğu zaman; önce ısrarla beğenmek istemeye devam edip, en sonunda herkesin zevki farklı olabilir diyerek haliyle vazgeçiyorum. Anlayacağınız Virginia Wolf ne yazık ki bana hitap eden bir yazar olmadı. Yazara dair elimde Deniz Feneri kitabı da mevcut. Gün geçer de gerçekten merak edersem belki elime alabilirim diyerek yorumdan ziyade baya içimi döktüğüm bu yazıyı da sonlandırıyorum.
Continue reading Kendine ait Bir Oda - Virginia Wolf | Kitap Yorumu
,

Posta Kutusundaki Mızıka - A. Ali Ural | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Posta Kutusundaki Mızıka
Yazar: A. Ali Ural
Yayınevi: Şura Yayınları
Sayfa Sayısı: 206
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
                                                                Sevgili Dost!
Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan
karga sesleriydi. Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu
bilmediğinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. Yüzümü yıkarken
acaba diyordum; acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor?
Acaba ‘insan’ denince hatırlanıyor muyuz?
Gerçekten harika bir kitaptı. Henüz şiir ve mektup tarzında bir eser okumadığım için ağzımda ayrı bir tat bıraktı. Hakkında uzun bir yorum yapmayacağım, sadece bir an önce elinize alıp okumanızı, sayfaları çevirdikçe hem tebessüm edip, bir yandan da kitapta geçen cümleler karşısında farklı düşüncelere savrulmanızı öneriyorum. Mektupların içinde geçen kısa öyküler büyük beğenimi kazandı. Anlatım tarzı desen baştan sona zengin bir betimlemeyle süslüydü. Ayrıca içinde örnek verilmiş ve not düşülmüş bir sürü yazar ve kitap ismi vardı. Baştan sona harika bir eserdi. Fakat kitap gibi bir günde başına oturup bitirmenizi değil, biraz daha sindirerek ve mektupları özleyerek okumanızı öneriyorum. Umarım benim kadar beğenirsiniz, yazarın diğer eserlerini de bu kadar beğenmem dileğiyle.
Continue reading Posta Kutusundaki Mızıka - A. Ali Ural | Kitap Yorumu