Kitap Adı: Yabancı
Yazar: Albert Camus
Sayfa Sayısı: 119
Goodreads Puanı: 3.95/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
"Albert Camus"nün ( 1913-1960) en tanınmış, en çok yabancı dile çevrilmiş, en çok incelenmiş ve hala en çok satan kitaplar arasında yer alan "Yabancı", aynı zamanda yazarın en gizemli yapıtı. Ölümün egemen olduğu bir "varlık"ın en anlamsız olgularını saçma bir düzensizlik içinde yaşayan bu romanın başkişisi "Meursault", bir simge kahraman değildir, "adı" olmayan bir "Yabancı"dır; bu eksik kimlik, gerçeklikten algıladığı şeyi yapılandıramayan, yeniden örgütleyemeyen, ama gerçekliğin yankılarını yakalamaya çalışan bir boş bilincin imgesidir. Onun kayıtsızlığı ve edilgenliği, işte bu boş bilincin ürünüdür. Yabancı, büyüleyici gücünü, içinde barındırdığı trajedi duygusuna borçlu: Bir türlü ele geçirilemeyen anlamın sürekli aranması, bilinç ile toplumsal dünya arasındaki çatışma... Camus'yle buluşanların hiçbiri, onunla karşılaşınca hayal kırıklığına uğramamıştır. "Mutluluk, bir yerde ve her yerde hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir," der Camus. Giderek daha çok sevilen bir yazar olması, onun bu sevgisinin yansımasından başka bir şey değildir.
Kitaba başlamadan önce sanırım konusu bakımından daha farklı
bir olay bekliyordum fakat arka kapaktaki konusunu okuduğumda beni ne tür bir
romanın beklediğine karar veremedim. Kitabı başından beri büyük bir merak
unsuruyla okudum çünkü başkarakterimiz Mearsault annesinin cenazesinde tek
damla gözyaşı dökmeyen, arzu duyduğu bir kız ona beni seviyor musun diye
sorduğunda açık gönüllülükle hayır diyebilirken, bir yandan da aynı kızın ona
benimle evlenir misin diye sorduğunda düşünmeden sen istersen evleneriz demesi,
Mearsault'a göre yoğun bir şekilde sevgi ve aşk kavramları ne ifade eder
diyerek içimi merakla doldurdu. İçimi buruk yapan, okurken sayfalara
yapıştığım, bir diğer sebebinin de primavera parçasını dinleyerek daha da
kitapla bütünleşeyerek heyecanını arttırdığım için son bölümleri kafamda deli
sorular ve düşüncelerle okudum. İnsanı farklı düşüncelere sevk eden, kitaptaki
Savcı'nın empati duygusundan yoksun oluşunu okudukça hinç bir öfkeye boğan,
Mearsault karakteri size kendini tam anlamıyla ifade edemediği halde abir
tarafınızın sürekli onun iyi taraflarını bulmasını sağlamasını ve bir şekilde
bu karakterde sevgiye dair bir noktaya değinmenizi sağlıyor.
Böylelikle ne kadar çok düşünürsem, hafızamdan da yanlış
bellemiş ya da unutmuş olduğum o kadar şey çıkarıyordum. O zaman şunu anladım
ki, bir tek gün dışarıda yaşamış olan bir kimse, hiç zahmetsiz yüz sene hapiste
kalabilir.
Baskın tarafım
sürekli Mearsault'u savunmak istedi çünkü asıl cinayet yerine bundan önce
gerçekleşen olay adına bu kadar derine inilmesi öfkelenmemi sağladı. Bu hayatta
bir evladın annesine derinden bağlanamaması yalnızca evladın suçu mu olmak
zorunda? Belki de göremediği sevgi karşılığında annesinin cenazesinde
ağlamadığı için empati duygusundan yoksun insanların içine atılması her ne
kadar Mearsault'un bu konuda düşüncelerini açık dille belirtmemesine rağmen
satırları okurken kaşlarımı çatmamı sağladı. Keşke Mearsault açık yüreklilikle
bize hislerini anlatsa ve duruşmalarda satırları nefes nefese kelimelere
boğsaydı. Bir bakımdan bu sessizliğin de okuyucuyu farklı düşüncelere sevk
ettiğini kanısındayım. Mükemmel bir eserdi. Övgüleri hak ediyor..
Merhabalar,
YanıtlaSilAlbert Camus’un en önemli yapıtlarından biri olarak kabul edilen ‘’Veba’’ romanından beni en çok etkileyen 24 alıntıyı okumanız üzere ben de sizinle paylaşmayı çok isterim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/albert-camus-veba-romanindan-24-etkileyici-alinti/
Güzel okumalar dilerim,
edebiyatla ve sağlıkla kalın.