Kitap Adı: I'll Give You The Sun
Yazar: Jandy Nelson
Dili: İngilizce
Sayfa Sayısı: 430
Goodreads Puanı: 4.16/5
Benim Puanım: 4,5/5
Arka Sayfa;
Jude and her twin brother, Noah, are incredibly close. At thirteen, isolated Noah draws constantly and is falling in love with the charismatic boy next door, while daredevil Jude cliff-dives and wears red-red lipstick and does the talking for both of them. But three years later, Jude and Noah are barely speaking. Something has happened to wreck the twins in different and dramatic ways . . until Jude meets a cocky, broken, beautiful boy, as well as someone else—an even more unpredictable new force in her life. The early years are Noah's story to tell. The later years are Jude's. What the twins don't realize is that they each have only half the story, and if they could just find their way back to one another, they’d have a chance to remake their world.
This radiant novel from the acclaimed, award-winning author ofThe Sky Is Everywhere will leave you breathless and teary and laughing—often all at once.
This radiant novel from the acclaimed, award-winning author ofThe Sky Is Everywhere will leave you breathless and teary and laughing—often all at once.
I'll Give You The Sun uzun zamandır okumak istediğim bir romandı. Fakat kitap olarak elime geçmesini beklediğim için biraz geciktirdim. Öncelikle kitabı gerçekten çok beğendim. Her ne kadar yazarın anlatım tarzını çok benimsememiş olsam da, karakterlerini, iç seslerini ve ikizlerin hislerini bize yansıtma tarzını çok beğendim. Kitap ikizlerin büyük annesinin ölmesi ve vasiyetinde ikisinin de sanat okuluna gitmesini arz etmesiyle başlıyor. Jude karakteri oldukça tuhaf bir kızdı. Tüm kitap boyunca en çok Noah'ı sevdim ama sonrasında Jude'a da fena abayı yaktım. Ailelerinde zaten annesinin merakı sayesinde sanat onlar için uzak bir kavram değildir. Zaten Noah sürekli ne görse önce aklından sonra kağıda geçirerek sanatını aktarıp duruyordur. Kitaba önce Noah'ın 13 yaşındaki haliyle başlıyoruz. Kitap iki kısıma ayrılmış. Bir Noah'ın 13-14 yaş evresinde gelişen olayları, bir de Jude'un 16 yaşındaki yaşadıklarını okuyoruz. Noah ve Jude'un pek yakın bir kardeş ilişkisi yoktur. Noah çok çekingen fakat Jude'un dengesiz halleri bu kardeş kavramını tuhaf bir yola sokuyor. Ama ne zaman Jude adım atıp Noah'a yaklaşmaya çalışsa Noah'ın kucak açtığına tanık oluyoruz. Kitabın konusundan da belirtildiği üzere Noah erkeklerden hoşlanıyor. Ve henüz kitaba başlamadan kuvvetli bir ihtimalle aklımdan tahminler yürütmüştüm. Tam da tahmin ettiğim şey oldu. Jude karakterini önce hiç sevmedim. Fakat daha sonra annesiyle olan ilişkisi bakımından içten ne kadar hüzünlü olduğuna tanık olduğumda kendisini sevmeye başladım.
I don't know how this can be but it can: A painting is both exactly the same and entirely different every single time you look at it. That's the way it is between Jude and me now.
Jude'un ağzından okuduğumuz kısımların başında ailelerinin başına gelen trajedik olayı üzerinden öğreniyoruz. Kitap ne yazık ki çok fazla diyalog içermiyor. Hele de Jude'un ağzından olan bölümlerde "her-she" diye tabir ettiği üçüncü şahıs hayalet mi gerçek bir karakter mi anca konuşma bittiğini anlıyoruz. We Were Liars'dan bu yana beni en çok zorlayan İngilizce kitaptı. Önce bilmediğim kelimeler zorladı ama bakmaktan çekinmedim. Ama yazarın betimlemeleri baya farklıydı ve kitabın çok büyük bir kısmının iç sesten oluştuğunu düşünürsek yazarın kalemine yavaş yavaş alışıyorsunuz. Ama kitabı çok beğendim çünkü yazarın araya sıkıştırdığı cümlelerin güzelliğine aşık oldum. Kitapta en çok merak ettiğim şey Jude ile Noah'ın on altı yaşlarında niye aralarının bozuk olduğuydu. Bunun gerekçesinin altındaki sırrı da kitap bitmeden tahmin ettim çünkü buna benzer George Clooney'in bir aile filmi vardı. Aile demişken, sadece ikizlerin aşk tecrübelerini değil, aslında ailelerinin arka perdesini de okuyoruz. Jude ile annesinin, Noah ile babasının arasında hep bir duvar var. Herkes yaşanan trajedinin arkasında kendine bir suç bulmuş ve sürekli bunun yüzünden vicdan azabı çekiyor. Bu durum beni çok üzdü. Özellikle de Noah'ın olaydan sonra söylediği yalanlarla kendini yiyip bitirmesi beni çok üzdü. Fakat dostlar o kadar karmaşık bir anlatımı vardı ki puan kırmadan edemiyorum ve tabii bir de olayları tahmin ettiğim için benim tam puan veremiyorum. Ama inanın sadece yarım puan kıracak kadar çok beğendim. Anlatımı biraz zordu ama akıcılık bakımından şikayetim yok. Mesela kitapta Noah'ın ağzından uzun bir bölüm okuyoruz ve sonu öyle bir bitiyor ki bir an önce Jude'un bölümü geçse de tekrar Noah okusak diyorsunuz ama yazar bu sefer Jude'un bölümünü öyle bir bitiriyor ki Noah'a geçmek istemiyorsunuz. Yazarın kaleminde en çok beğendiğim şey de iki karakterinin de kalp kırıklıklarını bana hissettirebilmiş olması. Kitap aklımı karıştıran kısım da Brian ile Oscar'ın aşırı aşırı benziyor olmasıydı. Yazar ikisini de ilk görüşte renkli gözlü, İngiliz aksanlı olduğunu altını çizerek belirtmişti. Fakat sonuna kadar ikisiyle ilgili ortak bir nokta okuyamadık. Sonuç olarak kitabı çok ama çok beğendim, içinde o kadar güzel cümleler geçiyor ki umarım siz de işaretlemeye doyamazsınız. İlk İngilizce roman olarak kesinlikle önermiyorum ama kendinizi bu tür kitaplarla biraz geliştirdikten sonra elinize alabilirsiniz. Umarım benim kadar çok beğenirsiniz.
0 yorum:
Yorum Gönder