25 Aralık 2016

,

Güzelleştiğim O Yaz - Jenny Han | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Güzelleştiğim O Yaz
Orijinal Adı: The Summer I Turned Pretty (Summer #1)
Yazar: Jenny Han
Yayınevi: Artemis
Sayfa Sayısı:
Goodreads Puanı: 3.96/5
Benim Puanım: 3/5
Arka Sayfa;
Güzellik bazı yazların kaderinde var.
HER ŞEY BU YAZ OLDU.
VE ONDAN ÖNCEKİ BÜTÜN YAZLAR,
BU YAZ İÇİN VARDI.
Belly, her sene okullar kapanınca, hayatının bütün yazlarını geçirdiği aile dostlarının evine gelir ve kendini müthiş bir tatilin kollarına atar. Annesinin en yakın arkadaşı Susannah ile samimi sohbetler, geceleri onu bekleyen havuz eğlenceleri, nefis bir kumsal ve vazgeçemediği iki genç adam... Belly’nin kendini bildi bileli âşık olduğu ulaşılmaz Conrad ve genç kızı gerçekten ciddiye alan tek kişi, arkadaş canlısı Jeremiah.
Ama bu yıl başından beri bir şeyler farklı.
Herkes Belly’yi ilk kez fark etmiş gibi.
Harika bir yaz olacak.
Belly’nin asla unutamayacağı bir yaz...
Jenny Han'ın kalemini daha önce okumuş biri olarak kitaplarını bazen çok güzel bir çizgide, bazen de insafsızca klişeye batırdığına şahit olmuştum. Bu kitabını da çoğu bakımdan eksik buldum ve tahmin ettiğim seviyede beğenemedim. Belly denen kızımız her yaz ailecek annesinin en yakın arkadaşı olan Susannah'ın yazlığına gider. Susannah'ın da eşit derecede çekici sayılabilecek iki oğlu vardır. Belly ise on iki yaşından beri Condrad'a takıktık ama Jeremiah için de tam anlamıyla abi hisleri beslediği söylenemez. Öncelikle burada bir stop diyelim. Sevgili yazar; kızın aklını bulandıran kişileri niye kardeş yapıyorsun? Bu sorun kitapta en sinirlendiğim şey oldu ki; seri olduğunu öğrenip diğer iki kitabın konusunu güzel bir spoi yiyeceğimi bilerek okuduğumda bu öfkem ikiye katlandı. Kitabın ana kurgusuna bakarsak pek bir orjinalliği yoktu. Anlatım tarzı bakımdan tatlı ve eğlenceliydi. Hatta bir yerde neredeyse gözlerimi doldurabilecek kadar dokunaklı olmayı başarıyordu ama bunun dışında kesinlikle fazla sadeydi.
Özellikle de yazarın bölümleri bu kadar kısa tutması yine öfkelenmemi sağladı. Tam iki karakter arasında uzun bir diyalog konuşması beklerken bölümün kesileceğine dair bana göz kırpan kalın yeni bölüm yazısını görmekten gına geldi. Bir bölüme otuz sayfa koysan elbette daralırdım ama en fazla sekiz sayfa uzunluğundaki bölümler sayesinde kitap gözümde kesinlikle dolu dolu değildi. Benny ise Condrad'a dediği halde asıl kendisi pek bir ayrangönüllüydü. Aynı hikayenin devamı olan diğer iki kitapta daha da kararsız kalıp saçma yollara sapacağından kuşkum yok. Kitaptaki ortam ve yaz havası da çok güzeldi. Ayrıca okumaya devam etmek açısından sıkıcı olmayan elde akan türdendi. Fakat bunların dışında devam etmesem de olur diyebileceğim sade ve aşk üçgeninin iki erkek kardeşi kaplamasıyla rahatsız edici bulduğum bir kitap oldu. Lafın kısası okumasanız da çok bir şey kaybetmezsiniz.
Continue reading Güzelleştiğim O Yaz - Jenny Han | Kitap Yorumu
, ,

P. S. I Like You - Kasie West | Kitap Yorumu

Kitap Adı: P. S. I Like You
Dili: İngilizce
Yazar: Kasie West
Sayfa Sayıs: 330
Goodreads Puanı: 4.04/5
Benim Puanım: 4,5/5
Arka Sayfa;
Signed, sealed, delivered…
While spacing out in chemistry class, Lily scribbles some of her favorite song lyrics onto her desk. The next day, she finds that someone has continued the lyrics on the desk and added a message to her. Intrigue!
Soon, Lily and her anonymous pen pal are exchanging full-on letters—sharing secrets, recommending bands, and opening up to each other. Lily realizes she’s kind of falling for this letter writer. Only, who is he? As Lily attempts to unravel the mystery and juggle school, friends, crushes, and her crazy family, she discovers that matters of the heart can’t always be spelled out…
Bayıldım! Kasie West'in kalemini unutmuştum sanırım çünkü bu yazar her seferinde beni şaşırtarak büyük beğenimi kazanıyor. Kitabın konusuna hafif değenirsem; Lily en yakın arkadaşı haricinde pek okulda sevilen bir insan değildir. Bunun baş nedeni böyle bir çabası olmaması ve peşine takılan bir takma isimle beraber okuldakilerin de ilk adımı atmamasıdır. Kendince şarkı sözleri yazan Lily, öteki gün sınıfa geldiğinde yazdığı şarkının sözlerine başka biri tarafından devam edildiğini görür. Yorumum boyunca erkek karakterden bahsetmeyeceğim çünkü sizin de benim gibi harika bir şaşkınlığa uğramanızı istiyorum. Kitabın konusu çok orjinaldi çünkü mektuplaşmalar bana daha sıcak bir aşk romanı okutma hissini geçirdi. Lily harika bir karakterdi. Beni hem kendiyle güldürdü hem de onunla beraber yanaklarıma kızarıklık oturdu ve elbette gözlerimi de doldurdu.
"P. S." He brushed a piece of hair off of my cheek. "I like you lot. A lot."
My breathing was shallow, my eyes starting to water from staring too long. "That's a great P. S."
"For our first one, I thought it was solid."
 Kasie West'in kalemini bu yüzden de çok seviyorum. Kız karakterleri öyle güzel yazıyor ki; onların hissettiği tüm duygular size geçtiği için pat diye gözlerinizi doldurabiliyor. Mesela normalde çok duygulanmayağım bi bölümde Lily'nin mektubunu ağlayarak yazması kalbime hüzün oturttu. Diğer yandan bu erkek karakter öyle imkansız ki; kim olduğunu öğrendiğimde "bu işler nasıl olucak" dedim ve tabii ki bu sayede büyük bir merakla okudum. Özellikle birkaç bölüm vardı ki heyecandan yerimde duramadım. Aşk hikayesi olarak zaten çok güzeldi. Sadece hoşnut olmadığım tek kısım Lily'nin bu kadar üstünde durmamasıydı. O malum kişi yüzünden tekrar kırılmışken yine yanına gitmesi beni en çok öfkelendirendi. Bunun dışında gerçekten eleştirecek bir yer bulamıyorum. Klişeden uzak, harika bir anlatımla yazılmış çok tatlı bir romandı. Kasie West'in kendine has bir anlatım tarzı var, o yüzden ilk başlarda kitaba girmekte biraz zorlandım ama devamı su gibi gitti. Dili kolay ama bazı kelimeler de ısrarla sözlük istiyordu. Sonuç olarak bu harika kitabı kesinlikle öneririm..
Continue reading P. S. I Like You - Kasie West | Kitap Yorumu
,

Karantina - Beyza Alkoç | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Karantina
Yazar: Beyza Alkoç
Yayınevi: İndigo
Sayfa Sayısı: 448
Puanım: 3,5/5
Arka Sayfa;
Yıldızları görebilmek için duvarları arasında yaşadığımız evimizden vazgeçtik. sadece bedenlerimizi değil, ruhlarımızı da karantinaya aldılar. Ne bu karantinadan çıkabiliyoruz, ne de birbirimizden ayrılabiliyoruz. Bundan sonraki tek savaşımız bu karantinadan kurtulmak. Kurtulduğumuzda da birlikte olacağız, ama özgür Savaş bitti, ve biz sağ kaldık. Savaş bitti, ve biz hâlâ ayaktayız.
Zeynep, yeni okuluna başladığı ilk gün kendini bir felaketin ortasında bulmuştu. Salgın bir hastalık nedeniyle okulu karantinaya alınmış, akşamında ise kendini okulun karanlık koridorlarında bir kız öğrencinin cesedinin başında bulmuştu. Üstelik yalnız değildi, onlar da yanındaydı; mahşerin diğer üç atlısı. Bu, yalnızca bedenleri değil ruhları da karantinaya alınmış dört kişinin hikâyesi.
Bu, onların özgürlüklerine ulaşmak için yaşadıkları esaretin hikâyesi. Bu, birbirlerinin her şeyi haline gelen, gökyüzündeki son yıldız yanıp kül oluncaya kadar birlikte olacaklarına söz veren dört arkadaşın hikâyesi. Bu, mahşerin dört atlısının hikâyesi. Şimdi, bizimle misiniz?
Kitapları asla yarım bırakmayan bir insan olarak ne olursa olsun kitabın son satırını görmeyi her daim amaçlarım. Ve ilk defa bu yarıda bırakma hissi o kadar ağır bastı ki; sonuna kadar nasıl okuyacağım diye kara kara düşündüm. Fakat aynı şekilde ilk defa sabredip kitaba devam ettiğim için kendimi kutladım çünkü kitap gerçekten gittikçe güzelleşti. İlk yarıya kadar sabredecek kadar büyük bir hisle kitaba devam etmem öfkemi ikiye katladı ama söylediğim gibi ardından kitabı çok beğendim. Hatta son yüz elli sayfasını ciddi anlamda beğendim. Öncelikle elbette her zaman olduğu gibi kitapta eleştirebilecek bir sürü detay buldum. Bu sefer bunları ısrarla uzun uzun anlatmamak yerine aklıma gelenlerden beni en çok rahatsız edenleri dile getireceğim. İlk olarak kitabın kurgusunda ciddi hatalar vardı. Hatta ilk başlarda "kurgu" denen bir şey kesinlikle yoktu çünkü bölümler resmen günlük hayatın sadeliği ve basit akışıyla doluydu. Yazarın telefon kullanımını bu kadar bariz yazarak "whattsap" grubu bile oluşturması ısrarla gözüme giren en büyük sorundu. Bu uygulamanın uzunca kitapta tutulması bazı konular gereğince saçma değildi ama her ne olursa olsun kitap olmuş bir eser olarak baktığımızda telefon mesajlaşmalarına uzunca yer vermenin savunulur bir tarafı yoktu.
Zeynep denen karakter dibine kadar klişeydi. Onur desen aynı şekilde kötü çocuk havalarında artık görmekten gına gelen tiplerdendi. Aralarındaki aşkın filizlenmesi ya da herhangi bir olayın gerçekleşmesi ne kadar okunur ve göze güzel gelse de yazarın ısrarla "Ben Zeynep Akay'dım, o Onur Zorlu"ydu cümlesini okumaktan gözlerim kanadı artık. Bu tür vurguları gereksiz bulan biri olarak bu tür cümlelerin benzerlerine de ısrarla yer verilmişti. Kitapta bazı mantık hataları da üstünden geçilmişti. Anlayacağınız kitabın ilk yarısını okumak benim için ufak bir işkence gibiydi. Fakat daha sonrasında tahmin edemediğim bir şekilde güzelleşti. Kurgusu mantıklı ve heyecan verici bir şekilde yol aldı. Zeynep'in paragraflarca süren gereksiz iç sesini duymamız da azalmaya başladı. Ve en güzel kısımlardan biri de yazarın başarıyla Onur'un katil olup olmadığını bize bile merak ettirtecek kadar heyecanla okutmasıydı. Bir diğer en güzel kısmı da espri anlayışıydı. İlk başlarda çok zorlama espriler vardı ve sürekli bu tip cümleler mevcuttu. Ama sonrasında Mert'in yaptığı espriler ve Mert ile Burak arasında geçen diyaloglar beni ciddi sesli güldürdü. Mizah anlayışı bazı kısımlarda en beğendiğim şeydi. Ayrıca kitap ilerledikçe karakterler daha mantıklı ve olgun davranmaya başladı. Bunların dışında kitabın sonlarını gerçekten çok beğendim. Son yüz elli sayfa büyük beğenimi kazandı ama ilk yarıda bu kadar zorla okuttuğu için puanımı kırmak durumundayım. İçtenlikle söyleyebilirim ki; okumanızı öneririm. Evet, biraz sabretmeniz gerekiyor ama inanın gitgide güzelleşiyor. İkinci kitabı da çok merak ediyorum. Umarım yazar dilini daha da geliştirerek bize heyecanlı bir devam kitabı sunar.
Continue reading Karantina - Beyza Alkoç | Kitap Yorumu
,

Buzdaki Kız - Robert Bryndza | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Buzdaki Kız
Orijinal Adı: The Girl in the İce
Yayınevi: Yabancı Yayınları
Yazar: Robert Bryndza
Sayfa Sayısı: 416
Goodreads Puanı: 3.95/5
Benim Puanım: 4,5/5
Arka Sayfa;
Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Dudakları bir şey söylemek üzereymiş gibi aralanmıştı. Vücudu buzun içinde donup kalmıştı…  O ne ilk ne de sonuncu olacaktı…
Genç bir adam Güney Londra’daki bir parkta, kalın bir buz tabakasının altında bir kadının cansız bedenini bulunca, cinayet soruşturmasını yürütmek için Dedektif Erika Foster göreve çağırıldı.
Buzdaki Kız’ın sakladığı karanlık sır neydi?
Erika gerçeği aydınlatmaya yaklaştıkça katil de ona yaklaşıyordu.
Erika’nın yürüttüğü son soruşturma felaketle sonuçlanmış ve kocasının ölümüne neden olmuştu.
Kariyeri sallantıda olan Erika’nın bu sefer kişisel sorunlarıyla olduğu kadar, daha önce hiç görmediği kadar tehlikeli olan
katille de yüzleşmesi gerekiyordu. Peki ama katil ona ulaşmayı başaramadan Erika katili yakalayabilecek miydi?
Büyük bir gazla yorumuma başlayarak bayıldığımı dile getirmeliyim. Hatta kitap hakkında en büyük övgü dolu cümlem; son sayfaları okurken kitabı kucağımdan atıp "çok iyi" diyerek içimdeki heyecanı kelimelere dökmemdi. Normalde polisiye-gerilim tarzı okumayı tercih eden biri değilim. Filmlerde izlemeyi çok sevdiğim halde kitaplarda beni çok etkilediği kanısındaydım. Fakat bu kitapla beraber bu türe de aç olduğum hükmüne vardım. Pek polisiye tarzı okumadığım için kendimce abarttığımı düşünelebilir ama inanın gerçekten çok kaliteli bir romandı. Olay örgüsü, baş karakter, cinayet, arka plandaki karakterler ve kurgunun ilerleyişi bakımından çok iyiydi. Elbette en büyük heyecan son otuz sayfasına gizlenmişti. Öncelikle Erika harika bir karakterdi. Verdiği tepkiler, güçlü duruşu ve kafasının zehir gibi çalışmasıyla beraber yazarın neden Erika karakteri üzerinden polisiye bir seri yazdığına hakkıyla anlam veriyorsunuz. Haliyle seride devam eden henüz yazılmış diğer iki kitabı da çok merak ediyorum.
Gerçekten aşırı gerçekçi bir anlatıma sahipti. Hem acımasız hem de tüyleri diken diken eden türdendi. İnanın; deli gibi dikkatli okuyup uğraşsam bile o sonu tahmin edemezdim. Sonundaki şoka uğramam konusunda detaya girip; kitap boyunca her karakterden şüphelenerek okumanızı da istemiyorum. Kitapta beklenildiği gibi soğuk bir anlatım tarzı vardı. Erika'nın geçmişinde yaşadığı acı dola olaya pek değinilmedi. Yazar sıradaki kitaplara saklamış olmalı diye düşünüyorum. Dili de çok iyiydi. Kitap konusunda puan kırmamı sağlayan tek şey; sonunun biraz aceleye gelmesiydi. Bazı karakterler hakkında daha derin detaylı bilgi okumak isterdim. Bunun dışında gerçekten harika bir gerilim romanıydı. Büyük bir merakla ve son otuz sayfayı nefesimi tutarak okudum. Merak ediyorsanız ve bu türe eğiliminiz varsa kesinlikle tavsiye ederim. Umarım benim kadar beğenirsiniz.
Continue reading Buzdaki Kız - Robert Bryndza | Kitap Yorumu

17 Aralık 2016

,

Herkesleşme - Tunç İlkman | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Herkesleşme
Yazar: Tunç İlkman
Yayınevi: Destek Yayınları
Sayfa Sayısı: 159
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
“Zeyneb’le o akşam güzel bir parkta oturduk ve âşık olduk. Güzel bir parkta oturmak ve âşık olmak harika bir şeymiş. Küçük kesekâğıdından çıkardığım pişmiş kestanelerin kabuğundan kolayca ayrılan kısımlarını ona veriyor, tüylü zarını soyamadığım kırıntılarını ise kendi ağzıma atıyordum. İsimlerimizi henüz bilmiyorduk. Sorma gereksinimi de duymamıştık herhalde. Nasıl olsa öğrenecektik. Ve ben ilk başta bunu Zeynep olarak algılayacaktım. ‘Yalnız sonu b ile’ diye uyardığındaysa önümüzdeki senelerde ona ‘Zeynebim’ derken adını bozmayacak olmaktan büyük sevinç duyacaktım.”

Kitapta o kadar çok yeri işaretledim ve o kadar çok satırı sevdim ki; bu alıntıyı eklerken bile karar vermekte zorlandım. Henüz sadece arka kapağını okumakla bile sıcacık bir kısa romanın beni beklediğinden kuşkum yoktu. Tahmin ettiğim gibi sıcacıktı ama öyle derin uçurumlardan geçti ki, beni her bölümle beraber daha da hayran bıraktı. Kitabı çok ama çok beğendiğimi açık gönüllükle belirmeliyim. İsmi ve ön kapağı sayesinde daha farklı bir kitap bekliyordum fakat okumaya başladığımda içine girdiğim girdap satırları soluksuz okuyup, kısacık kitabı ısrarla elimden bırakmayıp daha uzun olmasını dilemekle geçti. Konusuna ufacık değinmek gerekirse; Ömer artık hayatta daha fazla yanlızlaşamayacağına hakkıyla inanarak intihar etmek istemektedir. Fakat bu intiharı hem bugüne kadar duyduğum en garip ölüme yürüme şeklidir, hem de bu intiharı gerçekleştirmeden önce yerine getirmekte kendini zorunlu hissettiği adımlar vardır. Bu bahsettiğimiz yerine getirmesi gereken konulara değinilmesiyle Ömer'in öyküsünü okumaya başlıyoruz.

Zeyneb aniden elimi tutuverdi. Bu, ayın tam olarak güneşi örtmesi, bir serçenin korkusuzca size değecek kadar yaklaşması gibi bir şeydi. O anın bozulmaması için gözlerimi dahi kırpamıyor, sadece yutkunuyor ve hiçbir zaman ölmemeyi diliyordum.

Zeyneb'in hayatına nasıl girdiğini ve hayatını nasıl acımasız bir şekilde şekillendirdiğini okurken; yazarın da belirttiği gibi içimde hep bir çiçek filizlenmeyi bekledi. Kitabı son satırına kadar büyük bir şevk ve heyecanla okudum. En çok da Ömer'in aşkını okudukça böyle bir aşkın var olması ihtimaliyle içten içe eridim. Son kısımlara vardıkça son üç bölümün kitabı nasıl bir uçuruma sürükleyeceğini tahmin ederek ısrarla sakin kafayla, satırları hafızama kazımak isteyebileceğim şekilde yalnız bir tatla okumak istedim. Kitabın sonuysa beni büyük bir şoka uğrattı. İlk başta okumaya başladığımda içimden fışkıran acıma ve empati hisleri sonlara doğru hezimete uğradı. Ağır bastığı kısımlar aşk-dram gibi görünürken sonlarına doğru aslında insana kesinlikle her tadı hakkıyla yaşattığını düşündüğüm bir kitap oldu. Son olarak yazarın dili gerçekten muazzamdı. Öyle güzel bir anlatım, öyle güzel benzetmeler ve öyle harika bir betimle tarzı vardı ki; son zamanlarda okuduğum yeni türkçe yazarları düşündükçe öfkelenmemek elde değildi. Kitap baştan sona öyle harika bir özenle yazılmış ki yazarı tebrik ediyorum. Gerçekten çok beğendiğim ve kesinlikle içtenlikle önereceğim bir kitap oldu. Bir an önce okumanızı ve sizi de bana yaptığı gibi değindiği aşk hikayesiyle yüreğinizi ezmesini, bir yandan canınızı yakarken, bir yandan kucağınıza beklenmedik bir olay atmasını diliyorum.
Continue reading Herkesleşme - Tunç İlkman | Kitap Yorumu

15 Aralık 2016

,

Cam Kılıç - Victoria Aveyard | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Cam Kılıç
Orijinal Adı: Glass Sword (Red Queen #2)
Yazar: Victoria Aveyard
Yayınevi: Pegasus
Sayfa Sayısı: 450
Goodreads Puanı: 3.97/5
Benim Puanım: 4/5
Arka Sayfa;
Ben bir kılıcım; şimşekten ve ateşten doğdum.
Kalbimin kırılmasından korkmuyorum.
Acıdan korkmuyorum.
Sadece boşluğa uyanmaktan korkuyorum.
Yalnız bir fırtınada tek bir şimşek olmaktan.
Ben bir kılıçsam, camdan yapılmışım ve çatlamaya başladığımı hissediyorum.

Mare Barrow sadece farklı olduğunu biliyor. Mare’nin kanı, Poyraz’daki sıradan her insanınki gibi kırmızıdır ancak Gümüş yeteneği, yani şimşekleri kontrol etme gücü nedeniyle saray onu gizlemiş ve himayesine almak istediği bir silaha dönüştürmüştür. Genç kız, tahtı ele geçirmek için ona ihanet eden arkadaşı Prens Maven’dan kaçmayı başardığında ise şaşırtıcı bir gerçeği keşfeder: Kendisi gibi farklı olan başkaları da vardır.
İntikam arzusuyla dolu ve artık taç giymiş bir kral olan Maven peşindeyken, Mare yeni bir göreve atılır: Kendisi gibi yetenekleri olan Kızıl-Gümüş insanları toplayıp bir ordu kuracaktır. Yükselen bir şafak kadar kızıl, gümüş bir mermiden daha hızlı; zalim yöneticileri devirebilecek kadar güçlü bir ordu.
Ancak iktidar tehlikeli bir oyundur ve Mare bedelini artık bilmektedir.
Bu serinin ilk kitabına bayılmıştım ve öyle çok sevmiştim ki hem ağlamıştım, hem heyecandan boğazım düğümlenmişti, hem de karakterleri ayrı sevmiştim. İlk kitabı böylesine sevdiğim için elbette ikinci kitap konusunda aşırı heyecanlıydım ve güçlü bir hisle ikinci kitaba da kesin tam puan vereceğimi tahmin ediyordum. Serinin ilk kitabını öylesine sevince haliyle ikinci kitabın ilk kitabı hakkıyla ikiye katlayıp büyük beğenimi kazanmasını bekliyordum. İlk kitaba dair okuduğum tüm yorumlarda herkes Mare'nin davranışlarından şikayetçiydi. Bense aksine Mare'i gerçekten çok sevmiştim. Fakat ikinci kitapta neden Mare'den hoşlanılmadığını anladım. Kızıl Kraliçe benim ilk distopik kitaplarımdan biriydi, böylece karşılaştırma yapacağım çok fazla güçlü karakter adayı henüz hafızamda doğmamıştı. Bu nedenle Mare'i bu kitapla okudukça hakkındaki tüm düşüncelerimi düzenlemek durumunda kaldım.
“No one is born evil, just like no one is born alone. They become that way, through choice and circumstance.”
Açık sözlülükle Mare aşırı dengesiz ve sinir bozucu bir karakter geldi bana. Sürekli "şöyle güçlüyüm, şöyle harika olacağım" diye kendini zorla inandırmaya çalışırken bir yandan sürekli ne kadar aciz olduğuna defalarca kez şahit oluyoruz. Bir konu hakkında paragraflarca düşünmesi de kitabı yavaş okumamı sağlayan en güçlü etkendi. O kadar çok kendini geliştiren ve beni şaşırtıp "vay be" dedirten kız karakter okudum ki Mare ne yazık ki bana çok zayıf geldi. Sürekli kendisiyle çelişmesi ve diğer hareketleri sağolsun öfkeyle göz devirmemi bile sağladı. Mare dışında değerlendirirsek kesinlikle çok dolu bir kitaptı. Olaylar hiç soluğunu kesmedi ve Maven nereden zıplayacak diyerek merakla okudum. Cal ve Mare arasında bir şey filizlenecek diye beklerken yaşlanmaya başlamıştım ama yazar az da olsa yüzümüze güldü. Ayrıca Cal ve Mare konusunda da zayıf bir kitaptı. Kitabın güçlü bir ana kurgusu, her an ihanetle sonuçlanabilecek heyecanlı bir konusu ve farlı bir betimleme tarzı olabilir ama bunların dışında aşkı da daha içimize gömülecek şekilde işleyebilirdi. Hatta öyle derin işlerdi ki bu iki karakterin ayrılması gibi bir durum söz konusu olduğunda kalbimizin etrafı hakkıyla sıkışırdı. Fakat bunun aksine yazar aşkı hep arka planda bırakıyor ve bu beni öfkelendiriyor. Kitaba yeni giren karakterler de çok güzel işlenmişti. İlk kitabı okumayanlar varsa güzel bir spoiler yemek istemiyorlarsa bundan sonrası Maven hakkında olacağı için uzaklaşmalarını öneririm.
“I fear being alone more than anything else. So why do I do this? Why do I push away the people I love? What is so very wrong with me?
I don’t know.
And I don’t know how to make it stop.”
Öncelikle ilk kitapta Maven karakterini öyle sevmiştim ki sonunda yaptığı ihanet sonucu şoka uğramıştım. Maven öyle temiz kalpli, öyle saftı ki bir yandan kalbim Cal'e kayarken kendime kızmamı bile sağlamıştı. Bana böyle hisler yaşatabildiği için Maven'i ne zaman acımasız görsem bir türlü hazmedemiyorum. Bana Maven'in böylesine şeytan halleri çok gerçekçi gelemiyor. Yazarın üçüncü kitapta bu zorlama hissini üzerimden kaldırmasını diliyorum. Olayların heyecanı ve diğer distopik olayları bir kenara bırakırsak dram ve hüznü okuyucuyu geçirme konusunda bazı yerlerde çok başarılı, bazı yerlerde garip bir şekilde yeterli değildi. Gerçekten canımızı gereğinden fazla yakması gereken bir bölümü pat diye önümüze koydu. Evet, bu beklenmedikti ama istediğim hüzün kalbime yayılmadı. İlk kitapta en ufak acı bir olay sonucu gözlerim dolmuştu ama bu kitabın havası bana o hisleri geçiremedi. Sadece bir yerde hakkıyla içime güzel bir hüzün oturdu. Bu da Cal ve Mare arasında geçenlere ayrı değer vermem sayesindeydi. Kitabın sonu ise çok şok edici, beklemediğim büyük bir olay sonucu bitmedi.
İkinci kitap hakkında yabancı bir blogger'dan okuduğum Mare hakkındaki tanım çok yerine oturmuştu. "Denizde bir balığım. Delikten deliğe hareket ediyorum ama asla yüzmeyi öğrenmiyorum." Yani anlayacağınız Mare böyle her gördüğüne güya içinden güvenmediğini söylediği halde güvenmeye devam ettiği sürece daha çok şoklar geçireceğiz bu seri boyunca. İkinci kitaba genel olarak baktığımda açık yüreklilikle dileğim kadar beğenemediğimi söyleyebilirim. Bunun dışında yine çok güzel bir kitaptı çünkü seriye özel bir sevgim var. Karakterlerini ve kurgusunu seviyorum. Üçüncü kitabın kesinlikle çok daha derin ve sarsacak türden olmasını diliyorum ve Mare'in zorlama güçlü karakterini değil, gerçekten kendini geliştirmiş bir dille bize hikayeyi anlatmasını tüm kalbimle diliyorum.
Continue reading Cam Kılıç - Victoria Aveyard | Kitap Yorumu

5 Aralık 2016

Kasımda Neler Yapıyorum?

Kasım ayı tahmin ettiğim şekilde geliştiği için öldürücü bir yorgunlukla birlikte gelen mükemmel bir dört haftaydı benim için. Öncelikle ayın başı her zamanki gibi geçti. Dikiş ve stilistlik derslerime koşturup durdum. Bu ay dikiş derslerim aşırı verimli geçti. Şöyle özetlemem gerekirse; önce dikiş derslerimi çok önemsemedim ve itiraf ediyorum hocayı çok dikkatli dinlemedim. Fakat özellikle bu ayın son haftalarında her şeyi pür dikkatle dinledim ve yapmaya çalıştım. Aklım kitap ve telefonda olunca verimli olamadığımı gayet iyi anladım. Zaten artık dikiş derslerime pek yanımda kitap getirmiyorum çünkü bir saatlik aramda bile bir şeyleri yetiştirmeye çalışıyorum. Teneffüslerde bile sürekli elim dolu oluyor. Ve aşırı dolu ve yorucu bir ders. Sürekli bir şeyleri kesiyorum, dikiyorum ve uğraşıyorum. Çoğunlukla yanlış dinlediysem söküp tekrar dikiyorum derken saat üçe geldiği zaman boyun ve sırt ağrım başlıyor hafiften.
Eve geldiğimde de yorgun oluyorum. Stilistlik derslerim bu kadar pür dikkat geçmiyor ama dikiş derslerime ne kadar daha çok odaklanırsam; o kadar hızlı kendi gardolabımı doldurmaya başlayabilirim. Hatta bu hafta sonu kendime taba kumaştan kloş etek dikmeyi düşünüyorum. Sonra da kız kardeşime kalem etek dikmek aklımda var. Şuanda dikiş derslerinde üst bedene çalışıyoruz ve yorucu olduğu kadar da eğlenceli. Her şey çok detaylı ve en ufak bir paya bile dikkat etmem gerekiyor ama sürekli yeni şeyler öğrendiğim için ayrı mutluyum. Stilistlik kursumu bu ay iki gün ekmek zorunda kaldım. Onun dışında stilistlik kursumda guaj boyayla yaptıklarımız harikaydı ama yüz çizimleri, özellikle de göz ve yüz hatlarına dair detaylı çizimlerde harikalığımı vurgulayamacağım. Dikişe verdiğim özeni biraz da stilistlik kursum hak ediyor bu sıralar.
Kız kardeşim Zeynep'le takılmayı ayrı sevdiğim için bu ay onunla bi akşam üstü Sultanhamet'e gittik. Edebiyat Kıraathanesi'nde harika bir tatlı yedik ve ne yazık ki tüm içeceklere zam gelmiş. Buna epey öfkelendim. Oradan sonra Starbucks'da kahve içtik ve ben Diana Ganaldon'la ilgili detaylı bir yazı yazarken kız kardeşim de tablette takıldı. Sonra İngilizce sınavı için alıştırma yaptık. İngilizcesi pek iyi değil ama şimdiden hafızasına bir şeyler kazımak için kısa cümlelerle anlamadığı halde onunla konuştuğum oluyor.
Önceki yazıları okuduysanız biricik en yakın dostum Beyza evlenmişti. Sonunda Lena'da buluşup hasret giderdik. Kasım ayı Tüyap haricinde benim için bu kadardı diyebilirim. Tüyap'ta çalışıp çalışmayacağım biraz geç belli oldu ama sonunda Pegasus standında çalışmaya başladım. Fuar mükemmeldi. Hala hatırladıkça içime büyük bir özlem sarıyor. Öldürücü bir yorgunluktu ama her gün oradaki muhabbeti düşünmek bile içimi hevesle dolduruyordu. Fuar boyunca hiç kitap almamayı düşünüyordum ama elbette öyle olmadı. Sekiz gün boyunca sabahtan akşama kadar fuarda olunca hiç ilgimi çekmeyen kitaplara bile atılarak toplamda otuz kadar kitap aldım. Fuara biraz detaylı değinmek istiyorum. Öncelikle cumartesi günü en çok insanla tanıştığım gün oldu. Londrakitapçısı, salihathereader, kitapciikiz, tributebooks, gladerbooks, lumostowords, kitaplarvesözleri, tatlıkitapcanavari ile cumartesi günü görüşebildim. Everherneyse "Gonca" ile de görüşebildik ama fotoğraf çekilmeyi unuttuk resmen. Sena (kitaplarvesözleri) ile fuarda istediğim gibi bir sohbet edemedik ve bana dert oldu. Önümüzdeki hafta görüşeceğiz inşallah :)
Tabii yanıma gelip fotoğraf çekinen o kadar çok kişi oldu ki nasıl mutlu olduğumu anlatamam. Karşıma geçip biri bana gülümsediği zaman anında anlayıp muhabbete girdim. Sekiz gün boyunca deli gibi kitap özeti geçip, kitap önerisinde bulundum. Ben bir kitabın konusunu özet geçerken başka biri gelip çaktırmadan bizi dinleyip "ben de aynısından alıyorum" dediğinde çok sevindim elbette. Cumartesi günü 10. salondaki Pegasus standındaydım ve eve döndüğümde gerçekten beynim zonkluyordu. Sekiz gün boyunca en çok o gün yoruldum. Topuklu bot giymiştim ve eve varana kadar mükemmel bir baş ağrısı çektim. Sanırım cumartesi günü yedi saat kadar uyuyup harika bir rekor kırdım.
Benim asıl çalışmak istediğim stant kesinlikle üçüncü salondakiydi ve şans eseri o salonda hem de en çok sevdiğim kitapların önüne dikilerek çalışmaya başladım. O gün elbette ejderinkütüphanesi ile tanıştık ve beraber profilimi inceleyip kitaplar hakkında konuşurken bir anda Acomaf okuduğunu söyledi ve o anda sohbet çok ağır bir fangirllük ağına bağlandı. Üçüncü salondaki stanttaki herkes harikaydı. Hatta daha önce arkadaş olduklarını sandım, meğerse tüyapta tanışmışlar. Pazar günü de yanıma gelip bir sürü fotoğraf çekinen oldu ve elbette kısa bile olsa herkesle kitap muhabbeti yapmaya çalıştım.
Haftaiçi diğer günler de çok güzeldi. Bir sürü farklı kitaplar içeren alışveriş listesi çıkardım ve arada yayınevi stantlarını gezme fırsatı buldum. Elbette Pegasus'a dair çıkan tüm kitapları konusuyla beraber detaylıca inceleme şansı edindim. Haftaiçi de thewalkingbook, whovianbooklover, kitapsarayii, franzbooks, sleepyreader ile tanışabildik. Ve sonunda o gün ithakiye kaçıp tardisneokuyor Aysu ile ufak da olsa muhabbet edebildik. Ayrıca yanıma hangi gün geldiklerini hatırlamıyorum ama kitapokurken,vanilyalımum ve meand.mybooks ile fotoğraf çekildim, azıcık da sohbet ettik. Üçü de birbirinden tatlıydı ve gerçekten birbirlerine kardeş olsalar bu kadar benzerlerdi. Pazar günü de tontonunkitapligi ile baya sohbet ettik ve onu görebildiğime çok sevindim. Tabii unutmadan bibliyofilbaykus "Ayşin" ile tanışabildik ve onunla tanıştığıma ayrı çok sevindim. En yakın zamanda görüşeceğiz, henüz bir türlü kısmet olmadı.
Tüyap yazımın sonunu da fuar boyunca en sık görüştüğüm insanlara adıyorum. Öncelikle tanıştığımıza daha ne kadar sevineceğimizi bilemediğim Sinem'la tekrar umarım bir fuarda çalışma fırsatı yakalarım. @sonkahvebukucu "Ahmet" ile de fuarda tanışabildik ve kitap okuma hızımla ilgili az daha beni dövecekti. İkimiz yan yana geldiğinde ortaya kahkaha atılası bir abestlik çıkıyor, o yüzden pek yanında dikilmeyi tercih etmiyorum. Ahmet'in ablası ayrı harikaydı. Sibeli Aylin, Ayça ve Esra'ya kucak dolusu öpücükler atıyorummm. Fuar son dakikasına kadar çok güzeldi. Bana çok samimi insanlar kattı ve her birisiyle normal hayatta da görüşmek için sabırsızlanıyorum.
Evet, fuar bitti ve ben yorgunluktan bitik haldeydim. O tempolu sekiz günden sonra pazartesi günü derse gittiğimde dokunsan uyuyacak durumdaydım. Ayrıca fuar boyunca nezle olduğum için ayrı bir öfkeli ruh halim vardı. O yüzden perşembe günü ders olmayacağını öğrenince aşırı mutlu oldum. Perşembe günü de Bronz Atlı'yı bitirip yorumladığım gibi uzun zamandır yapmak istediğim bir alışveriş yaptım. Vee cumartesi günü de fuarda görüşemediğimiz için gerçekten çok üzüldüğüm @postityorumlar ile buluştuk. O kadar güzeldi ki keşke tüm gün oturabilseydik. Bana hediye ettiği kitapları görünce şok oldum, bu kadar değerli kitapları bana hediye ettiği için öyle mutlu oldum ki..
Ayın son pazar günü de babam sağ olsun beni Hacı Bektaş Kütüphanesi'ne götürüp Güz Davulları'nı geri verip Ateşin Çağrısı'nın iki kısmını aldım. Umarım bir daha ki ayın sonunda beni tekrardan kütüphaneye götürür. Bu sırada bizim her seneki Armutlu İhlas Tatil Köyü'ndeki devre mülkümüzün süresi başladı. Fuar ve kız kardeşimin okulu yüzünden ilk hafta gidemedik. İkinci hafta da ancak hafta içi birkaç gün gidebilecektik, o yüzden salı günü gitmeye niyetlendik. Hem annem hem de küçük kız kardeşim gelecekti. Ama geçen hafta hava o kadar yağmurlu ve fırtınalıydı ki feribot seferleri tahmin edildiği gibi iptal oldu. Ardından çarşambaya da bilet aldık ama cumartesi günü dönmek zorunda olduğumuz için çarşamba da iptal olsaydı gitmeyecektik. Ve elbette çarşamba da iptal oldu, biz de arabalı feribot ile Yalova'ya geçtik. Oradan da bir buçuk saat otobüsle Armutlu'ya gittik. Tabii otobüsü beş dakikayla kaçırıp üç saat beklediğimize de ufacık değineyim. Açıkçası ben de şaşkınım çünkü annemle babam dört kız Yalova'ya gitmemize hiçbir şey demedi.  Sağ salim vardık ve ben orada böyle soğuk görmemiştim. Aslında gittiğime pişman oldum çünkü on senedir her yıl gittiğimiz için ve kışları aşırı sıkıcı bir yer olduğu için yine patladım. Bu sene kesinlikle son gidişimdi (seneye göreceğiz.) Sabahtan akşama kadar çoğunlukla evde takılıp kitap okudum, o bakımdan harikaydı ve sonunda uykumu alabildim. Bunun dışında kuzenlerimle sürekli eğlenmemiz dışında pek harika değildi. Cumartesi günü direk tatil köyünden kalkan sefer iptal olmadı ve sonunda İstanbul'a varabildik.
Aralık ayında bolca arkadaşlarımla görüşmeyi, artık kendime etek dikmeye başlamaya, aklımdaki Asya dizilerini izlemeye ve tabii ki aralık kitap listemi bitirmeye çalışacağım. Step'e ya da ehliyet için kursa yazılabilirim ama umarım çok fazla zamanımı almazlar. Kasım ayında okuduğum kitapların fotoğrafını aşağıya bırakıyorum. Bir daha ki ayın özetiyle görüşmek üzere!










Continue reading Kasımda Neler Yapıyorum?
,

Asi - Özge Meral | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Asi
Yazar: Özge Meral
Yayınevi: Müptela
Sayfa Sayısı: 280
Puanım: 2,5/5
Arka Sayfa;
Mutlu sona giden yolda, kötü kalpli cadıların sadece aşılabilir küçük engeller olduğu,  babaların kızlarının üzerine titrediği, annelerin sonsuza dek beraberlik sözü verdiği masallara alıştıysanız, bunları tek tek yıkmaya hazır olun.
Annemin gittiği ve geri dönmeyerek beni terk ettiği her gün, ruhuma sinmiş alkol kokusu ve hayatımın üzerinde söndürülmüş sigara izmaritleri bana bir masalda yaşamadığım gibi bir masalın hayalini de kuramayacağımı öğretmişti.
Onunla tanışana dek... İlk öpücüğümün siyahla bezenmiş yasak masumiyeti...
Birbirine girmiş saç tutamları, her an saldırmaya hazır tetikte bakışları, bedenini bir harita gibi çevrelemiş yara izleriyle bir beyaz atlı prensten çok uzak olduğunu biliyordum. Uykusunda bile insanın aklını başından alacak kadar tehlikeli görüntüsü ile yenilmez bir savaşçıyı anımsatıyordu ve bu masalsı savaşta onun kını benim tenim, benim kınımsa onun gözleriydi.
“Eğer benden gidersen; peşine düşerim ve seni bulurum.”
Kitabın konusunun ardından giriş kısmını okuduğumda elbette heyecanlandım ve "klişe olsa bile ben bunu seveceğim" dedim çünkü böyle kızın sürekli acı çektiği ve erkeğin sert ama aşırı mantıksız olmayan davranışlar içerdiği kitaplar beni boğmadığı sürece gerçekten büyük beğenimi kazanıyor. Bu kitabın giriş kısmından da Hazar karakterinin, babasının kumar hatası yüzünden Kayla'yı satın aldığını anlayınca içim hem tatlı bi heyecan hem de kendini farklılıkla sıyırmasını dilemekle doldu. Kitaplara ilk ilgim olduğu zamanlarda okuduğum bir aşk romanı olsaydı inanın çok beğenirdim. Ama şuan okuduğum bir roman olduğunu düşünürsem içindeki geçen her sahnenin benzer versiyonlarını defalarca kez okudum. Hatta yabancı bir yazarın elinden olsa öylesine okuyacağım bir ekitap versiyonu olurdu. Kitaba ilk başladığımda Kayra'nın babasıyla arasında geçenler; özellikle de babasından dayak yediği bir bölüm bana çok dokundu. Hatta içime o kadar büyük bir hüzün yayıldı ki kitabı beğeneceğimden adım gibi emindim. Fakat ilerledikçe daha da sıkılmaya, "ne alaka, niye bu kadar abartıyorsunuz, hala aynı tripler" şeklinde aklım bir sürü olumsuz düşünceyle doldu. Yazarın kaleminde betimleme tarzını beğendim. Bu betimleme tarzının altında güçlü bir kurgu olsaydı çok mutlu olurdum. Kitapta ayrı bir tutarsızlık vardı. Şöyle ki; Kayla'nın yağmurun altında donmuş bir şekilde yürüdüğü sahnede Hazar arabasını önüne çekip ondan binmesini istiyordu. Kayla bu sahnede çok samimi bir dille "çok klasik olacak" diyerek mantıklı bir düşünceye varıp arabaya biniyordu. Ama bunun klişe bir film sahnesi gibi olduğunu da kabul ediyordu. Bu kısımda yazar büyük beğenimi kazandı. Fakat ardından o kadar çok defalarca kez okuduğum konular, cümleler, tavırlar geçti ki aşırı sıkıldım. İkili arasında geçenlerin bir anda fırtınaya dönüşmesini de mantıksız buldum.
Soğuktan buğulanan camın üzerinde bir çiçek resmi vardı. Çiçeğin boynu bükülmüş, hüzünle toprağa sarkıyordu.
Yumruklarımı sıkıp göğsüme bastırdım. Nasıl unutabilmiştim; benim pençelerim vardı.
Canavarlar çiçeklere asla sahip olamazlardı.
Sanki aralarında kan davası varmış gibi tek bir öpücük ve tartışmadan sonra fırtınanın arasına dalıp "bugün bu olayı bitireceğiz" şeklinde çok büyüterek konuşmaları da mantıksızdı. Kayra ve Hazar'ın Türk isimleri olmasına ve ikisinin de yabancı bir ülkede yaşadıklarını belirtmelerine karşın neden buraya süründüklerini daha mantıklı bir açıklamayla belirtilmesini beklerdim. Ya da asıl ülkelerine karşı düşüncelerini okumak isterdim. En ama en mantıksız kısım ise Hazar'ın liseye girip Kayra'nın karşısına geçmesiydi. Kızla artık aranda dönülmez bir bağ olabilir ama bunu liseye girerek sürdürmeye çalışacak kadar abartmak ve elbette bunu nasıl başardığına dair konunun hiç geçmemesi de ayrı mantıksızdı. Benim tahmin ettiğim kadarıyla yazar okuyucuya karışık satırlar sunmak istememiş. Zaten bunu Kayra ve Hazar harici hikayede çok ama çok az karakterin geçmesiyle de anlayabiliyoruz. İlk başta kitaba girildiği gibi büyük bir karışıklıkla aklımı bulandırmamasını sevmiştim ama daha sonra bazı şeyleri detaylı açıklamasını beklerdim. Kayra ile babası arasında geçenler ve Kayra'nın o çaresizlik hissinin satırlardan yüreğime konmasını çok sevdim. Bunun dışında Kayra ve Hazar arasında geçen her şey aşırı bilindik, okudukça salt klişeliğiyle şaşırtan türdendi. Kitabın sonlarına doğru Kayra'nın "babama güvendim ve yanıldım, sana da güvenmiştim" şeklinde konuşması da ikinci en beğendiğim kısımdı. Yazarın kaleminde ise "bende" kelimesini ısrarla bitişik yazmasında ve bazı paragraflarda aynı kelimeyi kullanması dışında gözüme batan bir şey olmadı. Sonunu da pek beğenemedim, zaten kitabı genel olarak beğenemedim. Kitabın kurgusu, karakterleri önceden yazılmış olabilir ama ben okuduğum zamana göre yorumunu yapmak durumundayım. O yüzden aşk hikayesi olarak kesinlikle farklı ve güçlü bir konusu yoktu. Kayra'yı da Hazar'ı da aşırı sevemedim. Sonuç olarak zannımca okumanızı önermiyorum, çok bir şey kaybetmezsiniz.
Continue reading Asi - Özge Meral | Kitap Yorumu
,

Hava Uyanıyor - Elisa Kova | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Hava Uyanıyor
Orijinal Adı: Air Awakens (Air Awakens #1)
Yazar: Elisa Kova
Yayınevi: Yabancı
Sayfa Sayısı: 400
Goodreads Puanı: 4.02/5
Benim Puanım: 4/5
Arka Sayfa;
Solaris İmparatorluğu, başkenti birleştirmeye bir zafer uzağındaydı ve nadir görülen büyüsel bir yakınlığın sahibi, on yedi yaşındaki kütüphaneci çırağı Vhalla Yarl savaşın seyrini değiştirebilirdi.
Vhalla, Büyücüler Kulesi’ndeki gi­zemli büyü topluluğundan uzak dur­ması gerektiğini bilerek büyümüştü ve kitapların sessiz dünyasında oldukça mutluydu. Ancak farkına varmadan, gelmiş geçmiş en büyük büyücüler­den biri olan Prens Aldrik’in hayatını kurtardıktan sonra, yavaş yavaş onun dünyasına doğru çekildiğini hissedi­yordu. Şimdi önünde vermesi gereken zor bir karar vardı: Ya büyüsünü kabul edip bildiği hayatı terk edecek ya da büyücülükten defedilip eski haline dö­necekti. Gölgelerde dolanan kudretli güçlerle birlikte, Vhalla’nın kararsızlı­ğı ona sandığından çok daha fazlasına mal olacaktı.

Bu kitabı uzun zamandır merak ediyordum ve itiraf edeyim; nedense kapağı sayesinde ilk başta çizgi roman olduğunu sanmıştım. Daha sonra araştırdığımda beş kitaplık bir seri olduğunu keşfetmiş oldum. Kapağıyla beni kendine çekmeyi başarmıştı ve içeriğinin tarihi fantastik olduğunu bildiğim için daha büyük bir heyecanla okumaya başladım. Açıkçası kitap beni hafif bir hayal kırıklığına uğrattı ama bunun yanında çok beğendiğimi de söyleyebilirim. Hayal kırıklığı sebebim ise ilk kitabın tahmin ettiğim kadar dolu dolu şekilde sürükleyici olmamasıydı. Aşk ve dostluk kavramları daha çok ağır basıyordu ama bu kısımlar da her ne kadar bazen içimi eritse de beklediğim kadar mükemmel değildi. Vhalla benim okumaktan zevk aldığım ve beni rahatsız edecek pek nadir davranışlarda bulunan bir kız karakterdi. Kitapta daha ilk kısımlarda Prens Aldrick ile arasında geçen hararetli tartışmalar beni de çok heyecanlandırdı. Kitabın gidişatı bakımından en çok sevdiğim kısımlar kesinlikle Aldrick ve Vhalla arasında geçenlerdi. Özellikle yazarın aynı anlatımla devam etmeyip, son yüz sayfayı daha farklı ve acımasız bir olaya çekmesi de büyük beğenimi kazandı. Sadece bu son olayda Aldrick'in bazı davranışlarının detayının açıklamaktan kaçınıldığı ve saçma olduğu kanısına vardım. Prens Baldair ile Prens Aldrick arasındaki çekişme ve elbette ikisinin de Vhalla'ya karşı tutumu bana Kızıl Kraliçe'yi hatırlattı. Kitabı kurgusu bakımından bakarsak tarihi fantastik olarak serinin ilk kitabından çok mükemmel olduğunu savunamayacağım. Zannımca yazar her şeyi ilk kitapta dolu dolu yapmak yerine diğer kitaplara da yer vermek istemiş. Devam kitaplarında dört ana üstün gücün detaylarını daha derinden okuyacağımız serinin devam isimlerininden belli oluyor. Üçü arasında geçen aşk üçgeninin daha tehlikeli ve heyecanlı bir hal alacağı kuşkusuz.
"Sen hiçbir şey için çırpınmamalısın. Sen veliaht prenssin."
Aldrick, dudakları hafifçe kulaklarına değerek, "Ben prens olabilirim," dedi. "Ama sadece bu gece için bile olsa sıradan olabilmek için her şeyi verirdim."
Bu kitabı uzun zamandır merak ediyordum ve itiraf edeyim; nedense kapağı sayesinde ilk başta çizgi roman olduğunu sanmıştım. Daha sonra araştırdığımda beş kitaplık bir seri olduğunu keşfetmiş oldum. Kapağıyla beni kendine çekmeyi başarmıştı ve içeriğinin tarihi fantastik olduğunu bildiğim için daha büyük bir heyecanla okumaya başladım. Açıkçası kitap beni hafif bir hayal kırıklığına uğrattı ama bunun yanında çok beğendiğimi de söyleyebilirim. Hayal kırıklığı sebebim ise ilk kitabın tahmin ettiğim kadar dolu dolu şekilde sürükleyici olmamasıydı. Aşk ve dostluk kavramları daha çok ağır basıyordu ama bu kısımlar da her ne kadar bazen içimi eritse de beklediğim kadar mükemmel değildi. Vhalla benim okumaktan zevk aldığım ve beni rahatsız edecek pek nadir davranışlarda bulunan bir kız karakterdi. Kitapta daha ilk kısımlarda Prens Aldrick ile arasında geçen hararetli tartışmalar beni de çok heyecanlandırdı. Kitabın gidişatı bakımından en çok sevdiğim kısımlar kesinlikle Aldrick ve Vhalla arasında geçenlerdi. Özellikle yazarın aynı anlatımla devam etmeyip, son yüz sayfayı daha farklı ve acımasız bir olaya çekmesi de büyük beğenimi kazandı. Sadece bu son olayda Aldrick'in bazı davranışlarının detayının açıklamaktan kaçınıldığı ve saçma olduğu kanısına vardım. Prens Baldair ile Prens Aldrick arasındaki çekişme ve elbette ikisinin de Vhalla'ya karşı tutumu bana Kızıl Kraliçe'yi hatırlattı. Kitabı kurgusu bakımından bakarsak tarihi fantastik olarak serinin ilk kitabından çok mükemmel olduğunu savunamayacağım. Zannımca yazar her şeyi ilk kitapta dolu dolu yapmak yerine diğer kitaplara da yer vermek istemiş. Devam kitaplarında dört ana üstün gücün detaylarını daha derinden okuyacağımız serinin devam isimlerininden belli oluyor. Üçü arasında geçen aşk üçgeninin daha tehlikeli ve heyecanlı bir hal alacağı kuşkusuz.
Continue reading Hava Uyanıyor - Elisa Kova | Kitap Yorumu

4 Aralık 2016

,

Sonat - Işılsı Gültekin | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Sonat
Yazar: Işılsı Gültekin
Yayınevi: Müptela
Sayfa Sayısı: 458
Puanım: 3,5/5
Arka Sayfa;
"Pençelerini çıkarmış bir tilki, Aslan'ın karşısında ne kadar şansı olduğunu düşünüyor?"
Hazar ve Hazan... İsimlerinin arasındaki farklı olan tek harf, hayatlarını iki yaka gibi ayıran bir köprüydü; üzerinden geçen onlarca insanın suların derinliğini görmeyen binlerce gözüne şahitlik etmiş.
İkisinin dalgası aynı müziğin notasında çarpıştı.
Adam bir suçun tehlike çanlarını fısıldarken, kadın onun bileklerine kapanan kelepçenin sesi gibiydi. Ona tutundu. Kızıl saçların dolandığı bileklerde çiçekler açtı.
Mavi güller, kadının kulaklarına adamın sözlerini fısıldadı: “İmkansız, ulaşılmaz, eşsiz...”
Tahmin ettiğimden daha çok beğendim ama istediğim kadar beğenemedim. Kitap boyunca anlatım tarzında, repliklerinde, karakterlerinde hem çokça beğenemediğim unsur, hem de çokça beğendiğim kısımlar vardı. Öncelikle şunu içtenlikle belirtmek istiyorum ki; kitabın yazarı gerçekten güzel, detaylı, farklı ve okuyucuya samimi hisler geçirmeyi büyük bir istekle geçirmeye çabalamış. Bunu hem okuduğu kitaplardan alıntıları kendi hikayesindeki satırlarda pekiştirmesiyle, hem de değişik bir hikaye sunma gayretinden anlayabiliyorum fakat alıntılar ve bazı büyük beğenimi kazanan kısımlar haricinde bu farklılık bana ne kadar geçebildi diye sorarsanız yanıtım çok olumlu olmayacak. Kitabı ilk baştan ele alırsak en çok kafamı karıştıran Hazan ve Hazar'ın isimlerinin bu kadar çok tıpatıp olmasıydı. Sanki bu ikilinin karmaşık isimleri yeterince çok geçmiyormuş gibi yazarın bir anda Hazan'ın arkadaş listesini ve sınıftakilerin isimlerini üst üste yazması iyice kafamı bulandırdı. Keşke erkek ve kız karakterlerin isimleri bu kadar benzemeseydi. Estetik açıdan çok hoş durmuş olabilir ama bu benzerlik yazarın da hatalar yapmasını sağlamış. En büyük ve beni en çok rahatsız eden örneği; Hazan ve Hazar'ın isimlerinin geçtiği bir satırda pat diye Hazar'dan çocuk diye bahsedilmesiydi. Bu çocuk öznesi bence kesinlikle sadece Hazar'ın ismini öğrenmeyene kadar kullanılabilirdi ya da kız ve çocuk şeklinde çift olarak. Yazılım tarzında diğer büyük hatalardan biri de Hazan'a ait bir konuşma cümlesinin sonunda başka bir karakterin tepkisini okumamızdı. Bir diğeri de Hazan'a ait bir paragrafta pat diye olayları Hazar'ın bakış açısından okumamızdı. Konuşma satırları arasında çok fazla kısa cümleler vardı ve kabullenilmeli ki çok da derin ve okuyucuyu şaşırtan betimlemelere sahip değildi. Zorlama ya da değil bir şekilde az da olsa ağdalı cümleler kitabı daha güzel kılabilirdi ve elbette benim de daha çok satırı işaretlememi sağlayabilirdi.
Kitabı ilk okumaya başladığımda karakterlerin tepkileri karşısında doğal bir tavırla argo kullanmalarını samimi bulmuştum. Fakat bir zamandan sonra asla sansürlenmeyen bu kadar çok küfür içermesi beni rahatsız etmeye başladı. Sonuçta bu tür kitapların hangi yaş aralığına daha çok hitap ettiğini biliyoruz. Ayrıca kitaplarda bazı şeyler o kadar derine girmeden üstünden anlatımla da üsturuplu yazılabileceği için yazarın ısrarla bu küfürlere devam etmesi çok rahatsız edici olmaya başladı. Elbette erkekler kendi aralarında sürekli böyle konuşabilirler ama bunu devamlı olarak önümüze koymamak da yine yazarın elindeydi. Yakınlaşma sahneleri bakımından da yine belirli bir yaşa hitap ettiğini düşünüyorum. İkili arasında geçenler yüzünden değil, argo ve diğer lafların içeriğinin altında yatanın pis olması bakımından. Ama beni en bariz rahatsız eden tabii ki sürekli devam eden çilli, saç, koku ve tilki olayıydı. Bu kelimeleri ne kadar okuduk saymadım ama bir zamandan sonra çokluğu sayesinde göz devirmeye başladım çünkü ne olursa olsun iki cümlede bir "tilki" kelimesi görmek beni ifrit etti. Bunlara daha çok dikkat edilseydi ve gözüme batmasaydı çok memnun olurdum. Hazar da Hazan da rahatça kabul edilebilecek bir şekilde klişe karakterlerdi. Hazan'ın daha güçlü olmasını beklerdim ama "ağlamaktan nefret ederim" diyen bir kızın sürekli ve ısrarla her şeye ağlaması aslında yazarın kitabın başında karakter tanıtımlarında yazdığı cümlelerin gerçekliğini çok da umursamadığını kanıtlıyordu.
Ayrıca daha önce intihar etmekten hiç bahsetmeyen ve asla ölmek istemeyen bir kızın, bir olay sonucu "bıraksaydın da ölseydim" gibi gereksiz laflar söylemesi çokça geçti. Aynı bunun gibi örnek verebileceğim keşke eklenmeseydi, ne gerek vardı diyebileceğim kitabın tadını kaçıran alakasız olaylar da sürekli öne çıkıp sırıtıp durdu. Hazar desen tipik bir kötü erkek modeliydi. Davranışları ve konuşması kesinlikle kendini sıyıracak türden değildi. Kitapla ilgili beğendiğim kısımları araya koyarak sonu hakkında düşündüklerimi de ardından ekleyeceğim. Beğendiğim en bariz kısım müziğin ve alıntıların bu kadar güzel eklenmesiydi. Bu tadı yazar çok güzel verebilmişti. Ayrıca hikayenin gidişatını ve ikili arasında doğacak hisleri merakla okudum. Nedenini tam çözemesem de kitaba çokça değer verdim; öyle ki okurken arada bir kitabı sadece bir kere okuyabileceğimi ve satırları bir kere okumakla hafızama kazıyacağımı bildiğim bir his heyecanlanmamı sağladı. Hatta bu his öyle güzel gitti ki sonunu beğenseydim kesinlikle daha yüksek bir puan verirdim. Kitabı çok daha beğenebilirdim ama bazı olayları öyle saçma buldum ki elimde olmadan üzülürek beğenim azaldı. Sevdiğim kısımlardan birisi de ilk başta lisede geçen olayların doğallığıydı. Bunun dışında da her ne kadar klişe olsalar da karakterleri de sevdirmeyi başaran bir kitaptı. Daha doğrusu bazı hareketleri sonucunda dudaklarınızdan bir tebessüm çalabilmeyi başarabilen türdendi. İkili arasında atışmaların sırıtmamı sağladığı da oldu. Kitabın sonuna gelirsek gerçekten gereksizdi. Kitapta öyle şeyler gördük ki bunu da atlatabilirlerdi. Yazarın imkansız aşkı yansıtmasını beğendim çünkü saçma nedenlere dayanmıyordu. Ama sonunu ciddi anlamda beğenemedim. Sonsöz kısmını okurken içime ağır bir hüzün yayıldı fakat son olayların karışıklığı ve kesinlikle hak etmediğini düşündüğüm o sonu okurken öfkelenemedim bile. Ve elbette gözlerim yaşlarla da dolmadı. Aslında kitaplara çok kolay ağlayan birisiyim ama duygu yoğunluğu final kısmında satırlarla bana geçmeyi başaramadı.
Genel olarak bakıldığında beğenerek okuduğumu itiraf etmeliyim ama hayır, tam istediğim tadı alamadım. Yazarın farklı bir şeyler yazmak için uğraştığı çok ortada ama bazı yerler de öyle kötü gitti ki üzüldüm. Samimiyetini de beğendim ama gözüme batan onca şey varken bayıldım diyemem. Olay gidişatı olarak sonuna doğru giden kısım haricinde kesinlikle saçma diyemem çünkü çoğu şey pat diye olmak yerine güzelce uzatılmıştı. Beklediğim gibi ağır aksiyon arka planlı bir kitaptı ve bu olayların gidişatı beni heyecanlandırmayı başardı. Türk romanlarında o aksiyon hissi hep bana fazla yapmacık geliyor ama bu kitapta o hisse çok kapılmadım. Londra, Rusya, İzmir, İstanbul gibi gezdikleri yerlere ve Hazar'ın rus geçmişine de çok hoş değinilmişti. Fakat beğendiğim kısımlarla beğenmediklerimi toplayınca canı gönülden ısrarla öneremiyorum. Unutmadan içindeki çizimler gerçekten harikaydı. Kitabı en ufak merak ediyorsanız almanızı öneririm çünkü karşılaştırabileceğiniz kitaplara göre herkese farklı hisler yaşatmayı başarabilecek tatta bir roman. Kitabı kelimelere bölsem şöyle olurdu; samimi, hoş, karışık, aşkı hiç tatmadığım farklılıkta olmayan, enstürmanla bezenmiş, bol şiirli ve kızıl saçlarla sarı hareli gözlerle dolu. Ne kadar detaylı eleştirsem de kitabı düşündüğümde aklımda ısrarla güzel düşünceler havaya zıpladığı için çok fazla puan kırmıyorum. Merak eden herkese keyifli okumalar diliyorum.
Continue reading Sonat - Işılsı Gültekin | Kitap Yorumu