11 Ocak 2021

2021'de Neler Yapıyorum?

 Yine ve yine ne yazık ki uzun bir aradan sonra blogda bir şeyler yazıyorum. Geçen sene yapmayı düşündüklerime dair yazdığım yazıya göz gezdirdim ve çok kısa geçen senenin genelinde neler yaptığımı özetleyeyim; Özel dikime devam ettim ve bunun yanı sıra bir modaevinde satış danışmanlığı yaptım. İki buçuk ay süren bu serüvenimde yabancı müşterilerle İngilizce konuşarak bugüne kadar hiç yapmadığım kadar iyi bir pratik yapmış oldum. Pandemi dönemini yaza kadar evde geçirdim ve bu süre zarfında uzun zamandır öğrenmek istediğim nakış işine merak saldım. Hazirandan ekime kadarki zaman dilimini ise Gökçeada'da bol bol denize girerek, bisiklet sürerek ve kitap okuyarak geçirdim. Ayrıca hastalık çok yakınlarımıza uğrayacak kadar bize yaklaşsa da bizim ailede hamd olsun ki henüz hiç geçirmedik. Ocak ayının girmesiyle beni yine yeni yıl buhranları almaya başladı. Evde durmayı çok seven ve mesleğimi de evden yürüten biri olarak herhangi bir failiyette bulunmamak, kurslara gidememek ve şehir dışı gezilerine katılamıyor olmak beni mental açıdan sıkıştırmaya başladı. Bu yüzden ben de geçen sene evde geçirdiğim vaktin aynısını tekrarlamamak adına neler yapabilirim diye düşünmeye başladım.

Öncelikle aslında bakarsanız hayatım gerçekten tıkırında gidiyor. Çok yoğun olmasam da dikiş siparişlerim oluyor. Bunun haricinde nakış işini baya ilerlettim ve gördüğüm her modelin aynısını yapabilecek dereceye gelebildim. Nakış işinde bu kadar yetenekli olduğumu gören tüm tanıdıklarım ve ailem beni bu işe daha fazla yoğunlaşmam için ikna etmeye başladı. Ben de bir cesaretle dikişin yanı sıra farklı bir dalla da para kazanmak için kolları sıvadım. Gökçeada'daki son günlerimde bu satış fikri aklımda oluşmaya başlamıştı. Sonrasında neler yapabilirim diye ürün belirlemeye başladım. Şu anda da belirlediğim ürünlerin numunelerini bitirmek üzereyim. İnstagram'da yazdan bu yana oldukça aktif kullandığım bir dikiş hesabım var. Aldığım kumaşları, dikmeyi düşündüğüm parçaların aşamalarını ve nakışa dair her şeyi oradan paylaşıyorum. O hesap varken ayrıca bir satış hesabı açma fikri kafamı çok karıştırıyordu, ben de dikiş hesabımı hem aynı formatta ilerletmeye hem de satmayı düşündüğüm ürünleri yüklemeye karar verdim. Özel dikim yaptığım giysi parçalarının yanı sıra, nakışlı panolar, nakışlı kitap kılıfları ve bez çantalar, farklı çanta modelleri, kalemlik, suluk, seramik broş, baskılı bez kanvas çanta gibi ürünler üzerine çalışıyorum. Çok fazla siparişim olduğu günler sabah çok erken saatlerde uyanıyorum, sabah namazından sonra uyumuyorum, böylece gün bir türlü bitmek bilmiyor. Bu durum da beni fazlasıyla motive ediyor.  Ayrıca evden ürettiğim bir iş olduğu için de zaten hem dikimden hem nakıştan büyük keyif alan biri olarak bu işleri bir şeyler izleyerek ya da müzik dinleyerek icra ediyorum. O yüzden dükkan tarzı bir yerde tam zamanlı çalışmaktansa kendi işimi üretmek beni daha çok heyecanlandırıyor.

Bu kadar iş konuşmak yeter sanırım. Ama birkaç şey daha eklemek istiyorum ki dikiş ve nakışın yanı sıra İngilizce bilmemin büyük artı getirdiği Utest adında bir platform üzerinden de para kazanmaya çalışıyorum. Dolar üzerinden para kazanılan bir site ve gerçekten de şimdiye kadar 25 dolar kazanabildim. Para kazanma kısmına varana kadar uzun bir online eğitimden geçiyorsunuz, sonrasında site zaten sizi yönlendiriyor. Aslında biraz daha dikkatli olsaydım şimdiye kadar daha fazla para kazanmış da olurdum ama dikkat eksikliğim her zaman kendini gösteriyor. Site bana iş imkanı bulmaya devam ettiği sürece ben de uğraşıyorum. Bunun dışında da benim tam zamanlı bir yerde çalışmıyor olmamın en büyük nedeni katıldığım kurslar ve gezilerdi. Şu an itibariyle hepsi kapalı olduğu için para biriktirmek adına birkaç ay kısa dönemli çalışmayı düşünüyorum yine, tabi kendime uygun bir yer bulabilirsem.

Biraz hobiler üzerinden ilerleyecek olursak bu sene beni en çok heyecanlandıran şeylerden biri kesinlikle kitap hesabım üzerinden yayınlandığım videolar. Ay boyunca okuduklarım ve sırada okuyacaklarım şeklinde kitapları göstermek adına hikayeden paylaşım yapıyordum. Ama o kadar çok "youtube açmalısın" önerisi geliyordu ki ben de bu durumu yine İnstagram üzerinden igtv yardımıyla yapmaya karar verdim. Her ayın sonunda o ay boyunca okuduğum kitapları ve her ayın başında da o ay boyunca okuyacağım kitaplara dair video paylaşıyorum. Beğenerek izlenilmesi beni çok ama çok mutlu ediyor. Kitap okumak derken dört senedir aktif kitap okuyan bir okur olarak okuma serüvenim gitgide evriliyor ve bu sene itibariyle daha fazla kurgu dışı kitaplar okumaya ve dünya edebiyatıyla klasiklere daha fazla yer ayırmaya başladım. Bazen bazı kitap listelerine denk geldiğimde birçoğunu çoktan okumuş olduğumu görünce endişelenmiyorum değil, çünkü okumadan yapamıyorum ve aslına bakarsak yakın geçmişte yazılan binlerce kitap da yok. Anlayacağınız umarım ileride kitapsız kalmam. Bu yıl özellikle okumak istediğim birkaç seriyi sizlere de sıralamak isterim ki; Kayıp Zamanın İzinde, Dune, Dar Zamanlar, Otostopçunun Galaksi Rehberi, Yerdeniz Öyküleri bu sene kesinlikle okumak istediğim seriler. Bunların dışında birçok dünya edebiyatından ve klasiklerden kitaplarla dolu bir listem var. Ayrıca tabii ki kütüphaneleri kullanmaya da devam ediyorum. Her ay düzenli olarak İstanbul Laleli'deki Orhan Kemal Kütüphanesi'ne gidiyorum. Kütüphanelere gitmek benim için her zaman çok heyecanlı olmuşken, bu sene bu ritüeli scooter sürerek yapmak bu ritüeli daha keyifli kılıyor.

Blogum üzerinden de önceden beri sürekli film önerileri yapıyordum. Geçen seneden bu yana film keyfim de gitgide evrilmeye başladı. Arthouse sinema ve yönetmen üzerinden film önerileriyle izleme listelerimi oluşturuyorum artık. Aslında bu tamamen ben farkına varmadığım bir şekilde değişti. Kitap okumak kadar film izlemeye vakit ayırmayan biri olarak bir süredir film izlemekte seçiçi olmaya çalışıyordum. Ve yeni filmler keşfede keşfede artık daha çok festival filmlerine veya ödüllü filmlere öncelik veriyorum. Birkaç aydır annem ve kızkardeşimle genel de İran sinemasından oluşan ama bunun yanı sıra benim bulup izlemek istediğim seçimlerle film geceleri yapıyoruz. Bazen benim film aramama denk gelmeden TRT 2 kanalı sağolsun yayınladığı harika filmlerle bizi televizyonun başına oturtuyor.

Ayrıca geçen seneden beri Arapça öğrenme hedefim yine zıpladı. Uzun süredir tam teşekküllü bir kurs eğitimiyle sıfırdan başlamak istiyordum ama ne kadar gün boyu istediğim kadar zamanımı verimli geçirmeye çalışayım, kesinlikle boş vakitlerim oluyor. O yüzden bu sene için en büyük hedeflerimden biri Arapça pratik konuşma üzerine vakit ayırmak. Bir diğer en büyük hedefim ve hani her şeyi bir kenara bırakıp en çok gerçekleşmesini istediğim şey; tırnaklarımı yemeyi bırakmak. Yemek diyince yutmak demek değil yalnız onun altını çizeyim. 23 yaşında biri olarak bu huyum artık o kadar gözüme batıyor ve beni bazen o kadar üzüyor ki bu sene sadece bunu başarabileyim bana yeter. Sırf bu huyumu bırakmak için sürekli yüzük alışverişi yapıyorum, estetik açıdan istediğim gibi görünsünler diye ama o gıcık huyum hep baskın çıkıyor. İnşallah bunu değiştirebilmek dileğiyle.


E eğitim ne olacak diyenlere? Geçen sene o kadar sıkıldım ki bu üniversite durumundan, gerçekten hiç umursamamaya başlamıştım. Sonrasında bir anda yüksek lisans hayalim olduğunu hatırladım ve yine kanıma girdi :) O yüzden bu sene sanırım kesin gireceğim sınava. Çalışma hedefi koymuyorum kendime çünkü geçen sene hiç çalışamadım. Yani anlayacağınız ne kadar gelgitli olsam da bir bölüme kayıt yaptırmadan kafam rahat etmeyecek.

                                                

Sonuç olarak bu seneden ürettiğim meslek açısından kendimden bazı beklentilerim var. Onun dışında yeni bir dil için kesinlikle kolları sıvamak istiyorum. Şu anda da hayatımdan gerçekten memnunum. İstediğim kitapları okuyorum, merak ettiğim filmleri izliyorum. Gerçekten severek ürettiğim bir işi yapıyorum. Nakış ya da dikişe dair bir ihtiyacım olduğunda scooter'a atlayıp Eminönü'ne gidiyorum. Müşterilerimin provaya gelme heyecanını yaşıyorum. Daha tutumlu bir üretici olmak adına kendime yeni bir giysi dikerken en az üç kez düşünüyorum, ani kumaş harcamaları yapmamaya çalışıyorum. Aynı şekilde okuma listemdeki kitapları kütüphaneden buldukça satın almadan ödünç işlemiyle okuyorum, kendi giysimi üretmeye devam ediyorum. Daha tutumlu olmaya çalışarak önümüzdeki zamanlarda yapmak istediğim geziler için ve satın almak istediğim elektronik aletler için para biriktiriyorum. Geçen kasım ayında Kapadokya'ya gittim ve benim için o kadar unutulmaz bir geziydi ki bu yıl Güneydoğu gezisine katılmak en büyük hedeflerimden biri. Tabii ki bu hedefleri gerçekleştirmek için çaba harcıyorum. Aslında lafın kısası kendimi her alanda geliştirmek için uğraşıyorum. Umarım keyifli okumuşsunuzdur. İnşallah bu sene blogda da içerik üretebilirim. Görüşmek üzere.






Continue reading 2021'de Neler Yapıyorum?

12 Ocak 2020

,

Evelyn Hugo'nun Yedi Kocası | Taylor Jenkins Reid

Kitap Adı: Evelyn Hugo'nun Yedi Kocası
Orijinal Adı: The Seven Husbands of Evelyn Hugo
Yazar: Taylor Jenkins Reid
Yayınevi: Yabancı Yayınları
Sayfa Sayısı: 432
Goodreads Puanı: 4.32/5
Benim Puanım: 4,5/5
Arka Sayfa;
Hollywood’un en parlak ikonlarından olan Evelyn Hugo, şaşaalı ve skandallarla dolu hayatıyla ilgili gerçekleri anlatmaya nihayet hazırdı. Fakat bunun için tanınmamış bir muhabir olan Monique Grant’i seçtiğinde, buna ne iş ne aşk hayatında başarılı olabilmiş Monique’ten daha fazla kimse şaşıramazdı. Ancak Evelyn’in neden onu seçtiğine kafa yormaktansa bunu bir sıçrama tahtası olarak kullanmanın tam sırasıydı. 
Evelyn, kendisini 50’li yıllarda Los Angeles’a sürükleyip 80’lerde şov dünyasından ayrılmasına yol açan sebepleri ve tabii ki bu süreçteki yedi evliliğinin ardındaki sır perdesini kaldırırken, büyük yasak aşkların ve onulmaz hırsların gerçek yüzü ortaya çıkacaktı. Efsanevi yıldızla arasında bir bağ kurulurken Monique, kendi yaşamını da yepyeni bir bakış açısıyla gözden geçirmek zorunda kalacaktı.
Taylor Jenkins Reid'in daha önce Başka Bir Hayatta kitabını okumuştum ve özgün kurgusuna bayılarak favori yazarlarım arasına girmişti. Bu kitabını ise çok uzun zamandır İngilizce okumak istiyordum çünkü yazarın daha önce kaleme aldığı kitapları sollayarak inanılmaz okunup beğenilen bir kitaptı. Fakat İngilizce okumaya bir türlü fırsatım olmadı ve bir anda kitabın çevrilip elime geçtiğini görünce okumak için deli gibi sabırsızlanıyordum. Elime alıp başından kalkamayacağım akıcılıkta bir roman olduğuna adım gibi emindim ve öyle de oldu. Kitabın konusuna ufacık değinirsek; Evelyn Hugo 1960ların sineması kuşağında bir dünya starıdır fakat filmleriyle adını tarihe kazıdığı kadar yedi kere evlenmesiyle de popülerliğine popülerlik katmıştır.
"Tek istediğim gerçekten benim olmandı. Ama sen asla benim olamadın. Ben her zaman senin yalnızca bir parçanla yetinmek zorunda kaldım. Dünya da diğer yarısını aldı."
Evliliklerinin içeriğine dair bugüne kadar hiçbir detay vermeyen Evelyn işinde yükselmek isteyen ve serbest yazar olmak isteyen sıradan bir yazar olan Monique'ye tüm hayatını anlatmaya karar verir ama kitabı ilk baştan ilgi çekici kılan ise Evelyn'in ya Monique'ye ya da başka kimseye hayatını anlatmama kararıdır. Böylece Evelyn'in küçüklüğünden günümüze uzanan hayatını dinlemeye başlıyoruz. 1960lı zamanlarının ünlülerinin neden bu kadar çok boşanıp evlendiklerine her karşılaştığımda çok şaşırıyordum, bu kitapla beraber merak ettiğim bu sır ortaya çıkmış oldu. Evelyn Hugo'nunsa ilk evliliğinden sonuncusuna kadar her birinin yaşantısı şok edici olaylar ve nedenler içeriyor. Evelyn'in sıra dışı hayatı üzerinden kitap ilerlerken bir yandan da anlattıklarının nihayetinde Monique'in ondan nefret etmesini sağlayacak bir neden yatmaktadır. Böylece röportajları hız kesmeden ilerlerken bir yandan da Evelyn'in hayatının Monique ile ne gibi bir ilgisi olabilir diye tahminler kafamda uçuşup duruyordu. Sonunda Evelyn'in hikayesi bittiğinde ve Monique ile bağı ortaya çıktığında yazar yine beklenmedik bir şekilde şaşırtmayı başardı. Evelyn ile kızının ilişkisi sonucunda ise gözyaşlarımı tutamadım.
Bir diğer yandan eleştirebileceğim kısımsa her ne kadar Evelyn'in hayatı soluksuz anlatılıyor ve kesilmesini hiç istemeyeceğim kadar akıcı ilerliyor olsa da Monique biraz pasif bırakılarak onun hakkında çok az şey öğrenebildik. Hatta bazen Monique'nin kişisel hayatına hiç girilmeyip baştan sona kesintisiz Evelyn'in hayatını okusaydık hiç sırıtmazdı diyebilirim. Kitap gerçekten harikaydı, roman severlerin bayılacağı türdendi. Sizleri bilgilendirmek adına kitabın lgbt temalı olduğunu da söyleyeyim, bu konu üzerinden ilerleyen bir kitaptı. Evelyn'in yaşadığı aşk ilişkileri, kurduğu unutulmaz dostlukları ve sona yaklaşırken üzerinde durduğu pişmanlıklarıyla gerçekten uzun süre unutmayacağım bir kitap oldu. Sizlere de keyifli okumalar dilerim..



Continue reading Evelyn Hugo'nun Yedi Kocası | Taylor Jenkins Reid

26 Ekim 2019

Bu Sene Neler Yapıyorum?

Böyle bir yazıyı yazmak uzun zamandır aklımda vardı ama planlarım sürekli değişkenlik gösterdiği için bu senenin programı hali hazırda bir yerine otursun öyle burada gitmek istediğim kursları, programları ve hedeflerimi yazmak istedim. Öncelikle bildiğiniz üzere geçen sene Tekstil ve Moda Tasarım bölümü için uzun soluklu ve gayet boğucu bir üniversite hazırlık dönemi geçirdim. Sonucu üzücü olsa da ben yine de sosyal hayatımı neredeyse sıfıra indirerek sınavlara hazırlandım. Böyle olunca bu kış benim için o kadar değerli oldu ki bir an önce neler yapmak istediğime karar vermem gerekiyordu. Önce İngilizcemi daha ileri seviyeye taşımak için Dialouge kursuna başvurdum, almam gereken son iki kur vardı ama sonrasında Dialogue'a gitmeyi bazı sebeplerden ötürü geciktirdim. Ve tabii ki bu sene için şu anda yaptığım mesleğim olan özel dikim terziliğini öğrenmeme katkısı olan İsmek kurslarını tabii ki es geçemezdim. Blogumdaki yazılarda da gördüğünüz kadarıyla mutfağa da aşırı bir merakım ve el yatkınlığım var. Ben de aşçı çırağı tarzı kursları araştırdım fakat çok uzun süreli ve haftanın çoğunu kapladığı için pasta kurslarından vazgeçtim. İngstagram'da takip ettiğim birkaç hesabın sürekli muhteşem ekmekler pişirmesine uzun zamandır çok özeniyordum. Ekmek yapım workshoplarına katılmayı da çok istiyordum ama sadece iki günü için bin lirayı aşkın ücret isteyen kurslara pek sıcak bakamadım. Böyle olunca ben de bir süredir aklımda olan ekşi mayalı ekmek yapımını öğrenmek için İsmek'in Ekşi Maya Workshop ve Butik Artisan Ekmekçilik adlı bir buçuk aylık kurslarına kayıt oldum. Bunun yanı sıra da ikinci dönem için uzun zamandır öğrenmek istediğim ve kültürü hakkında aşırı meraklı olduğum Japonca'ya yazıldım. Ekmek kurslarına kayıt oldum ama mülakatı geçtikten sonra kaydım asile dönüşeceği için bloguma da bir şeyler kesinleşene kadar yazmak istemedim. Bir diğer geçen seneden devam ettiğim Tezhip kursuna da cumartesi günleri devam etmeye haftaya başlayacağım. Tezhip kursunda artık renkli boyalar kullanacağımız için şimdiden heyecanlıyım.
Peki ekmek kursları dışında neler yapıyorum? Öncelikle ekmek kursları gerçekten aşırı keyifli ve yaptığımız tüm ekmekler çok lezzetli. Eve haftada dokuz ekmek getirdiğim oluyor ve hepsi hazır fırınlardan aldıklarımız kadar lezzetli ve çok sağlıklı oluyor. Elbette kendi ekşi mayamı oluşturmayı öğrendim ve onun bakımıyla uğraşıyorum. Ekmek kurslarına gitmeye karar verdiğimde ilk niyetim kendim ve ailem için öğrenmekti ama sonrasında kurstan ekmekleri etrafa dağıttıkça sipariş almaya da başladım. Kurs bitiminden sonra evde pişirmeyi de biraz geliştirirsem evden de sipariş ekmek yapacağım. Her neyse, bir diğer aklımdaki şeyse bu sene pratik Arapça öğrenmek. Ortanca kız kardeşimin ciddi anlamda ileri derecede Arapçası var ve ben de onunla ufak bir anlaşma yaptım. Ben ona bir parça diktiğimde ne kadar saat veriyorsam o da bana karşılığında o kadar Arapça pratik ders verecek. Bunu ilk üç hafta çok güzel yaptık ve o da kendini dil öğretme konusunda geliştirdi. Fakat her sene olduğu gibi bu sene de sene başı adapte problemi yaşıyorum, bir dahaki ay düzeleceğini bildiğim için bir dahaki ay dersleri daha güzel bir düzene oturtacağım.
Ve tabii ki aktif bir şekilde kitap okumaya geri döndüm ama öyle kuru kuru dönmedim. Geçen senenin açlığıyla bir sürü etkinlik oluşturdum. Bookstagram hesabımdan iki adet okuma etkinliği kurdum. Bu etkinlikliklerde her ay bir tane Türk edebiyatı, bir tane de dünya klasiklerden okuyup booksgram hesaplarımız üzerinden yorumluyoruz. Beni asıl heyecanlandıran okuma etkinliğiyse bu sene kurduğum kitap kulüpleri! İlk kurduğumun üyelerini ben belirlemiş gibi oldum ama öyle tatlı bir ortam oldu ki buluşmaları dört gözle bekliyorum. Bibliyofil Kitap Kulübü'mde her ay bir ya da iki kitap belirleyip ayrıca bir de sanat filmi izliyoruz ve buluştuğumuzda bunlar üzerine bolca konuşuyoruz. Diğer kitap kulübümü ise arkadaş ortamımla kurdum. O kulübümde ise her ay bir tane Türk edebiyatından ünlü bir ismin kitabıyla, daha İslamı konu bazlı kitaplar okuyoruz. Mesela ekimin kitapları Puslu Kıtalar Atlası ile İslamın Dirilişi..
Bunun dışında bu sene kendime büyük bir hedef koydum. Şu anda geçen seneden dikiş dikmemi bekleyen arkadaşlarımın siparişlerini yetiştirmeye çalışıyorum. Ayrıca yeni girdiğim ortamlarda ya da diktiğim parçaları giyen arkadaşlarımın reklamları sayesinde yeni müşteriler ediniyorum. Tabii ki kendime de bol bol dikmeye çalışıyorum, bendeki hayal gücü asla suyunu çekmiyor. Bu sene istediğim bölümü tutturamayınca ben de ailemin yardımıyla kendi modellerimi fason bir atölyeye diktirip bir marka kurma kararı aldım. Bu işte en başta çok hevesli ve heyecanlıydım ama sonrasında bir araştırma yapınca yüklü miktarda bir meblağa ihtiyacımız olduğunu fark ettim. Ayrıca annem bana sürekli dikim sektörünün arka planını öğrenmem gerektiğini söylüyor. Dikim sektöründe özellikle özel dikim yapıyorsanız en çok istek abiyede olduğu için ben de annemin de mantıklı ısrarıyla ekmek kurslarım bittikten sonra part-time çalışabileceğim kendi dikim ve kesim atölyesi olan, kalıplarını, haute coutre nasıl çalışıldığını yakından izleyebileceğim bir gece elbisesi&gelinlik dikim atölyesine girmek istiyorum. Böylece hem markam için ihtiyacım olan meblağı biriktirmeye başlarım hem de çok merak ettiğim sektörün arka planını incelemiş olurum. Açıkçası bu çalışma işinde hala kesin emin değilim çünkü yerinde duramayan bir insanım ve bu sene daha gitmek istediğim başka sanat kursları var. Özellikle bir arkadaşımın önerisi olan seramik kursuna gitmeyi çok istiyorum. Kendi kafama göre bir atölye bulabilirsem belki çalışırım diyorum ama zora gelmeyeceğimi de biliyorum. Geçen sene sosyal hayatım bu kadar kısıtlanmışken bu sene de aynı şeyleri yaşayamam.
Bunların dışında bu sene farklı seminerle katılmaya çalışıyorum. Bisav'ın güz seminerlerinden iki tanesine yazıldım. Bunun dışında düzenlenen sergilere de gitmek istiyorum ama ekmek kursları beni biraz engelliyor. Ve son olarak önümüzdeki sene üniversite sınavını tekrar deneyeceğim. Bu sene ikinci dönemde aralıklarla ders çalışarak aklımdaki birkaç bölümden birini tutturmaya çalışacağım. Kendimi belirli bir seviye çerçevesinde her geçen sene geliştiriyorum ama akademik alanda eksikliğim olmazsa olmuyor. Bu yüzden sanat tarihi, sosyoloji, Fransızca tercümanlık, Türk dil edebiyatı gibi birçok bölüm var aklımda. Tekstil ve moda tasarım için özel bir üniversitenin sınavına ikinci kez girmeyi de düşünüyorum. Hiç biri olmazsa da artık açıköğretimden bir şeyler yazmaya çalışacağım. Çünkü bu sene hangi geziye katılsam, nereye gitmek istesem önüme öğrenci indirim engeli çıkıyor, böylece toslayıp yetişkin ücret ödemek zorunda kalıyor.
Bu seneyi gerçekten dolu dolu ve çok güzel geçirmek istiyorum. Aklımda bir English Speaking Club projesi de vardı ve bazı ayarlamalar yapıldı ama tam rayına oturmuş değil o etkinlik. Umarım bu sene Tüyap kitap fuarında da çalışabilirim, o ortamı çok ama çok özledim. Hem de kendime yeni ve ultra sessiz bir dikiş makinesi almak istediğim için harçlığa ihtiyacım var. Evet, bu sene yapmaya niyetlendiklerim bu kadarcık.. Umarım size de ufak bile olsa ilham olabilmişimdir. Kendim çok alanlı bir insan olduğum için benim gibi her şeye yetişen insanlarla çok karşılaşmıyorum ve bu sene cıvıl cıvıl hissediyorum kendimi. Kumaşlarla, fırçalarla, yeni öğrenilecek dillerle, kitaplarla, buluşmalarla sarılı olmak harika bir duygu. Bu sene muhtemelen şu anki yapmayı düşündüğüm bazı şeyler değişecek ama değişmeler olursa ya da beni çok sevindiren bir şeyler tekrar bir blog yazısı kaleme alırım.
Continue reading Bu Sene Neler Yapıyorum?

19 Ekim 2019

,

Değersiz Bir Hayat - Hanya Yanagihara | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Değersiz Bir Hayat
Orijinal Adı: A Little Life
Yazar: Hanya Yanagihara
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 864
Goodreads Puanı: 4.30/5
Benim Puanım: 4,5/5
Arka Sayfa;
Üniversiteden tanışan dört erkek arkadaş: Nazik, yakışıklı ve oyunculukta kariyer yapmak isteyen Willem. Sanat dünyasına hızlı bir giriş yapmak isteyen, zeki ama bazen kalpsiz davranabilen JB. Hayallerini gerçekleştirememiş, aileden zengin mimar, Malcolm. Bu arkadaş grubunun merkezinde duran, tam bir kapalı kutu olan avukat Jude. Yıllar içinde dörtlünün dostlukları bağımlılık, şöhret ve kibirle dönüşür ve derinleşir. Üç arkadaşın karşılaştıkları en büyük zorluk, hem bedensel hem de duygusal olarak ağır yaralı arkadaşları Jude’un yanında yer almak olacaktır. Jude’un üstesinden gelemediği çocukluk travmaları tüm yaşamını etkileyecek ve dostları onu hayatta tutmak için ellerinden geleni yapacaklardır.
Dostluk, aşk, kalp kırıklığına dair dokunaklı, müthiş bir hikâye...  
İlk patladığından beri hep İngilizce okumak istediğim bir kitaptı. Ama İngilizce okuyacağım kitaplara Türkçe okuyacaklarım kadar hızlı atılamadığım için hep ertelemiştim ve birkaç yıl sonra çevrildiğini görünce hemen okuma listeme ekledim. Daha çevrilmeden önce bile insanların nasıl deli gibi övdüğünü görmüştüm ve sadece kapağıyla bile içinde nasıl bir hüzün barındırdığına dair ikna eden bir kitaptı. Beni acı dolu bir girdabın beklediğini bildiğimden resmen derin bir nefes alarak kitaba başladım. Ayrıca gerçekten çok uzun da bir kitaptı ki yine de 860 küsur sayfa olmasına rağmen ben çok kısa sürede okudum çünkü elimden ciddi anlamda bırakamadım. Kitabın sadece arka kapağını okumak bile karakterleri aşırı merak etmemi sağlamıştı. Hadi Willem, Malcolm ve JB karakterleri neyse de Jude nasıl bir karakterdi ki bu arkadaşlık çemberi onu hayatta tutmak ve geçmişini aydınlatmak için kendilerinden feragat edeceklerdi? Daha ilk sayfalarda bile Willem'in alçakgönüllü tavrına, Jude'un naif tarafına bayıldım. Malcolm ve JB'yi sorarsanız o konuda yazarı ciddi anlamda eleştirmeliyim çünkü orijinal kitap kapağında bile dört karakterden öyle bir söz ediliyor ki sanki en başında nasıl dördünü detaylı okuduysak kitabın sonuna kadar dördü bir arada olacaklar ya da bir arada olmasalar bile yazar her birinden tek tek söz edecek sanıyorsunuz ama çok kısa bir süre sonra sadece Willem ve Jude'un dostluğunu okumaya devam ediyoruz. JB yine ilgiyi biraz üstüne çekerek hikayeye arada sırada dahil oluyor ama Malcolm'un resmen hakkı yenmiş. Oysa ilk başlarda onun bakış açısından birkaç bölüm okuduğumda hayatı nasıl devam edecek çok merak etmiştim. Bu dörtlü karakterler için en net şunu söyleyebilirim ki; Jude'un bizim okuduğumuz günümüz kısmına gelene kadar geçmişe dokunulduğunda Malcolm ve JB'ye çok fazla değiniliyor fakat sonrasında ikisi birden silikleşiyor. Bu da kitapta büyük bir kurgu hatasına yol açmış.
Kitabın kendi haline dönersek bir kere bu kitabı gerçekten kalbi kaldıramayan kesinlikle okumasın. Eğer okuduğunuz karakterle kendinizi içselleştiriyor ve empatinin dozunu biraz kaçırıyorsanız kesinlikle sağlam bir kalbe sahip olmak zorundasınız. Bugüne kadar birçok kitap okudum ama hiçbirinde bu kitaptaki gibi artık yazılan acı dolu satırlara dayanamayıp kitabı bir kenara bırakıp ara verdiğim hiç olmadı. Açıkçası bana sorarsanız yazarın mazoşist bir kalemi olduğunu inkar edemeyiz. Jude gibi geçmişi gerçekten çok büyük acılarla dolu bir karaktere günümüzde de bunca fenalığa boyun eğmesini sağlayan bir yazarın kalemini ağzım açık okudum. Artık feraha, mutluluğa ulaşmasını beklerken Jude'un daha da dibe çökmesini okumak içimi inanılmaz bir daralmayla doldurdu. Kitap boyunca kesinlikle her okurun merak ettiği en net şey Jude'a neler olduğuydu ve tüm geçmişi ortaya çıkınca aslında bunları keşke öğrenmeseydim diyecek kadar mahvoluyorsunuz. Kitap ilerledikçe Jude'un özellikle hayatında hiç yaşamadığı anne-baba ilişkisi ilk defa tatmasını ve çocukluğunda hiç yaşamadığı şımarıklığı ilk defa yetişkinliği bile geçmiş bir yaşta yaşamasının sıcaklığı okurken beni mahvetti. Birçok yerde gözlerim dolsa da birkaç bölüm kadar sürecek şekilde ağlamam bir kez oldu. Onun dışında okuduklarımın etkisiyle sarsılırken hüzne boğulup ağlamak yerine o hüznün keskinliğiyle öfkem daha da arttı.
Okumak konusunda ufak bir adapte sorunu yaşadım ki o da karakterleri on sekizlerinde tanıyıp altmış yaşlarına kadar okuyor olmaktı. Benim kafamda hep hazır biçilmiş bir Jude ve Willem suratı vardı; o yüzden ne zaman onları kırkını dayanmış karakterler olarak okumaya çalışsam hayal gücümde bir şeyler birbirleriyle çatıştı. Kitap boyunca Jude ile empati kurmanın yanı sıra nasıl bir insan böyle şeyleri düşünür ve kaleme alır diye yazar üzerine de uzun süre kafa patlattım. Kitabı çok severek okudum demek doğru bir tabir olmaz çünkü insanın sevineceği veya mutluluk duyacağı satırlara çok az rastlanan bir kitaptı. Daha çok etkileyici bir şekilde okuru mahvetmeye kurulmuş bir bomba gibiydi. Büyük bir heyecanla okuduğum ve hiç unutmayacağım bir kitap oldu. Sanki gerçekten yaşamış gibi aklımın hep bir köşesinde Jude diye bir karakter belki sonsuza dek yerinde duracak. Tüm kitap boyunca o sayfaların içine uzanıp bir karakteri avutmayı hiç bu kadar istememiştim. Aslında bir yandan da kitaptaki tüm karakterler de başından sonuna kadar bunun için uğraşıyordu. Ve son olarak bence bu kitap hayatın gerçekleri hakkında bir tokat gibi acı ve keskin. Geçmişte hatta geçmişin daha da gerilerine gidersek çocuklukta yaşanan bazı olayların telafisi olmadığı, insanın ruhuna, zihnine, duygularına, kişiliğine nasıl büyük zarar verdiğini ve öyle filmlerde gördüğümüz gibi büyüdükçe ya da yetişkinliğe ulaşıldığında geçmişin zehrinden kolay kolay hatta belki de hiç kurtulunmadığını göstererek hayal gücümüzde canlanan pembe rüyayı alaşağı ediyor. Belirttiğim gibi kaldırabilecek okurların okumasını öneririm. Benim asla unutamayacağım bir kitap olacak, bakalım sizde nasıl bir iz bırakacak..
Continue reading Değersiz Bir Hayat - Hanya Yanagihara | Kitap Yorumu

28 Eylül 2019

• Ufkumu Açan Kitaplar •

Merhabalar! Arada hülyalara dalıp blogumda sırada neler yazsam diye düşünüyorum ve başka başka fikirler keşfediyorum. Sırada kaleme alınmayı bekleyen yazılar olsa da önceliği bu yazıya verip taze taze bu güzelim kitapları listelemek istedim. 2016 yazından beri aktif bir şekilde kitap okuyorum ve bir okur olmanın o yazdan bugüne kadar beni nasıl geliştirdiğini kendim çok net bir şekilde deneyimledim. Sadece kişiliğim, dünyaya bakışım, bilgi birikimi olarak bana apayrı şeyler katarken bir yandan da okur olarak okuma kalitemi belirli bir seviye nasıl yükselttim, nasıl daha farklı türlere yoğunlaştım bu serüveni sizlere de sunmak istedim. Beni kitap hesabım harmonyofbooks'dan takip edenler yazıyı okursa adeta hesabımda bir yolculuğa çıkmış gibi hissedecekler. Özellikle Türk edebiyatı ve ağır klasikleri okumaya önceden benim gibi ön yargılıysanız ya da genç yetişkin, fantastik okumaktan asla vazgeçemem diyorsanız umarım bu yazım size bir şeyler katar.


• Çılgın Kalabalıktan Uzak | Thomas Hardy •
Benim için yeri o kadar ayrı bir kitap ki! Ve adından haddinden fazla öyle çok bahsettim ki bu listede bu kitabın olmaması imkansız. Kitabı 2017'nin Aralık ayında okuyarak resmen sonraki senenin açılışını yapmışım. Kitabı okuduğum tarihe kadar dünya klasiği romanlara o kadar uzaktan bakıyordum ki asla okumak içimden gelmiyordu. Meğerse bir gün aralarından birini büyük bir keyifle okumam için beni bekliyorlarmış. Çılgın Kalabalıktan Uzak sayesinde klasiklere karşı okunması çok zor ve ağır olduğuna dair ön yargılarım yıkıldı ve bir klasiği bu kadar büyük keyifle okuduğuma göre bu türden daha çok okumalıyım diyerek bir anda kelimenin tam anlamıyla gözümdeki perde açıldı.
• Dokunmadan | Nermin Yıldırım 
 Nermin Yıldırım'ın bu muhteşem kitabını okuyana kadar günümüz Türk edebiyatının bu kadar kaliteli olduğunun farkına varamamıştım. Evet, bilindik yazarlar çok fazla mevcut ama beni bu kadar etkileyecek ve henüz yeni yazılmış Türkçe bir kitap olduğunu hiç tahmin etmemiştim. Günümüz edebiyatına ön yargılı olanların kesinlikle eline alıp, sonrasında fellik fellik Türk yazarların kitaplarını aramalarına vesile olacak bir romandı.
• Körlük | Jose Saramago •
Evet, okur olarak ödüllü kitapları keşfetmeme öncü olan eserle karşılaşma vaktiniz geldi. Körlük kitabını okuduktan sonra içimde bastıralamaz bir istek oluşmuştu. Bu kitabın şok edici kurgusuyla, hiç alışık olmadığım yazı stiliyle ama elimden bırakmadan deli gibi okuduğum merakla kitabı bitirdiğim gibi Nobel, Pulitzer, Man Booker ödüllü tüm kitapları araştırmaya başladım ve uzun bir süre her ay bir tane Nobel ödüllü yazar okumaya başlayarak okuma türümü değiştirmeye ufaktan bir adım daha atmış oldum.
• Karamazov Kardeşler | Fyodor Dostoyevski •
Elbet bir gün her okur Rus Edebiyatından bir kitaba tutulacak. Benim hangi kitabı ömrümün sonuna kadar en çok seveceğim biraz çabuk belli oldu. Bu kitaptan sonra birçok Rus edebiyat eseri okudum fakat Karamazov Kardeşler'in yerini hala kimse sarsamadı, ama ona denk olmaya yakın olanlara karşılaştım sayılır. Bu kitabın muhteşemliğiyle sarsıldıktan sonra kendimi bir anda Rus edebiyatının ünlü yazarları Gogol, Tolstoy, Çehov, Puşkin, Turgenyev gibi yazarların varlığını gerçek anlamda keşfetmek üzere çerçevelenmiş buldum. Büyük ön yargıyla yaklaştığım bir edebiyat dünyasının daha arka perdesine ulaşabilmenin mutluluğu içindeydim.
• Cymbeline | William Shakespeare •
Belki aranızda birçoklarınız benim aksime tiyatro metinlerine, tragedya veya şiir okumaya pek ön yargılı değildir. Fakat okur olmayı geliştirmem gerçekten uzun vakit aldı dersem hiç abartıyor olmam. Pek uzun bir süre kurgusu olmayan ve roman olmayan hiçbir şeyi okumamaya yemin etmiş gibiydim. Sonrasında bir kitap fuarında tanıştığım ve şu anda hala arkadaş olduğum tatlı bir kitap okurunun önerisiyle Cymbeline'yi okuyarak roman olmayan muhteşem eserleri okumaya başladım. Shakespeare'den birçok eser okudum ama elbet Cymbeline'nin yeri bir başkadır bende.
• İnce Memed | Yaşar Kemal •
Evet, buyurunuz beni kendi edebiyatımızın yüceliğine inandıran kitaba gelelim. Sadece fantastik, romantik, distopik romanlar okurken yine aynı şekilde bu türleri okuyan bir arkadaşımın önerisi üzerine İnce Memed'i okumak içimde hep bir ukdeydi ve nihayet bir yıl önce buna son verdim. Duygularımı şaha kaldıran ve dört kitabını da bağrıma bastığım Yaşar Kemal'in kaleminin ve edebiyatımızın değerini anlamamı sağlayan kitap oldu diyebilirim. İnce Memed'den sonra kendimi Orhan Kemal, Tarık Buğra, Orhan Pamuk'un kitaplarının arasında buldum. Benim için mucize gibi bir şeydi.
 Mutluluk | Zülfü Livaneli 
Okuyan birçok kişi için çok beğenip bir diğer kitaba geçtikleri bir roman olabilir bu kitap ama benim çok farklı bir açıdan beklemediğim bir şekilde ufkumu açıp adeta bir aydınlanma yaşamamı sağlamıştı. O nedenle bu kitabın yerini asla unutamam. Yaşattığı aydınlanma haricinde gerçekten çok güzel bir kitaptı ve benim birçok Türk yazara karşı ön yargılarımı inanılmaz şekilde kırmayı başarmıştı. 


• Kafamda Bir Tuhaflık | Orhan Pamuk •
Yazardan okuduğum ikinci kitabıydı ve Masumiyet Müzesi'ni de çok sevmeme rağmen bu kitaba neredeyse bayılmıştım. Sonrasında yazardan üç kitap daha okudum ama hala bu kitabın yeri bir başka. Orhan Pamuk'a karşı ön yargımı kırmamda bana okuduğum ilk kitabından çok az önce bahsettiğim Livaneli'nin kitabındaki aydınlanma yardımcı olmuştu. Yazarın kalemini hala çok beğeniyorum ve kaleminin bu üne kavuşmasını kutluyorum. Orhan Pamuk'un kaleminin hem Türk edebiyatına olan merakımı hem de bir okur olarak beni geliştirdiğini kesinlikle söyleyebilirim.
• Troleybüs Problemi | Thomas Cathcart •
Bu kitabı henüz sadece yabancı yazarlarda roman okuduğum günlerde kitap fuarında çalışırken almıştım. Almamın sebebi de satış yaparken psikoloji okuyan bir kızın kitabı almadan önce hakkında birkaç şey söylemesiydi. Ee tabi benim bu kitabı merak edip okumak isteyeceğim seviyeye gelmem biraz vakit aldı. Belki ilk defa bir kurgusu olmayan ve insanı hakkında düşündürmeye iten okuduğum ilk kitaptı. Hazır yazara değinip bu kitabını hatırlamışken artık diğer kitaplarını okumaya daha hazır bir kıvamda olduğumu hatırlayarak okuma listeme ekliyorum diğer kitaplarını da.
• Nietzsche Ağladığında | Irvın D. Yalom •
Gözlerim doldu dolacak, Nietzsche'yi doğru yazmayı ezberlemişim meğer en sonunda. Geldik mi benim okuduğum ilk felsefi bazlı romana! Düşünüyorum da bu kitabı okumayı isteyene kadar ne uzun yollarda yürüdüm de geçtim. Bu kitabı okuyana kadar aralanan ufkum bu kitaptan sonra artık kapıyı aralayamayacağım denli açılmıştı. Ayrıntı yayınlarından çıkan her kitabı deli gibi okumak istiyordum, bir anda felsefeye karşı büyük bir merak oluşmuştu içimde. İşte tüm bunları bu güzelim eser sağlamıştı.
 Bir Son Duygusu | Julian Barnes 
Tam da Ayrıntı yayınlarından çıkan tüm kitaplara karşı olan büyük sevgimden bahsediyordum ki bu listeye hemen bir tanesi daha girdi. Bu kitap bana hiç beklemediğim bir şekilde hayatımda hep huy edindiğim bir özelliğimin farkına varmamı ve bunu daha aza indirmemi sağlamıştı. Kendine has kurgusu olarak da çok güzel ve anlaması zor ama okuması çok keyifli bir kitaptı. Hem bir okur olarak hem de kendi karakterime bir şeyler kattığı için bu listeye eklemesem olmazdı.


 Babalar ve Oğulları | İvan Turganyev 
İşte gözümde Karamazov Kardeşler'e rakip çıkan o ünlü diğer Rus edebiyat eseri.. Bu kitabı okuduğumda sarmalandığım hisleri hiç unutamıyorum. Hatta unutmaya başladığım an hemen ikinci kez elime alacağım. İlk defa bir klasik kitabı okurken okumayı duraksatıp geçen cümleler üzerine uzun uzun kafa patlattığıma bu kitapta tanık oldum. Benim için yeri tartışmasız, kendisini kütüphaneden okumuştum, şimdi fark ettim de benim bu kitabı kesinlikle satın alıp tekrar okuyup bir yerlerini okur sıfatımla işaretlemem gerekiyor.


 Tanrı Daima Tebdil-i Kıyafet Gezer | Laurent Gounelle 
Okuduğum ilk kişisel gelişim türündeki kitap diyebilirim ama bu kitabın ayrıca bir de romanımsı bir havası vardı. Kendine has kurgusu yavaş yavaş ilerlerken hayata dair bir çok öğüt ve öneriyle doluydu. Tabii ki yine kendi payımı çıkarttığım ve öz güvenim konusunda bana yardımını hiç unutmayacağım bir kitap oldu. Yazarın diğer kitapları da okunmak için sırasını bekliyor.

• Hayvanlardan Tanrılara Sapiens | Yuval Harari •
Bir bakmışsın bir zamanlar okumanın aklının ucundan geçmeyeceği kitapları eline almış deli gibi okuyorsun. Evet, zaman sillesini savurarak beni bir şekilde asla kurgusu olmayan, asla roman niteliği taşımayan kitapları okumaya şevk edecek kadar geliştirdi. Böylece elime Sapiens kitabını alarak hem içeriğiyle çok fazla bilgi edindim hem de bu kitabı bitirdiğimde bu tarz bilgi dolu kitaplara aç bir şekilde bambaşka bir okur kimliği kazanmaya adımlarımı atmaya başladım.
 Harfler ve Notalar | Hasan Ali Toptaş 
Ee artık kurgu olmayan roman kitaplarındaki tadın bambaşkalığını almış biri olarak elbette bunu tek bir türle sınırlandıramazdım. Bu nedenle kendimi yine şaşırtarak deneme kitaplarına yönelmeye başladım. İlk başlangıcımı kendimce öyle harika bir kitapla yaptım ki Harfle ve Notalar'ın benim için inanılmaz ayrı bir yeri var. Kitabı okurken resmen okuma serüvenim gözlerimin önünden geçti ve bu kitabı bayılarak okuyor olmak, bana bir şeyler kattığını görüyor olmak gerçekten kendimle ufak da olsa gurur duymamı sağladı.
 Sofie'nin Dünyası | Jostein Gaarder 
Sıra geldi okuduğum ikinci felsefi romana! Ama bu seferki öyle bir roman ki felsefenin başladığı günden günümüze kadar yolculuğunu anlatarak felsefeye olan ilgimi kamçıladı. Kişisel anlamda düşünce yapıma çok bir şey kattığını söyleyemeyeceğim ama bilgi anlamında hakkını asla yiyemem.



 Sanat Kitabı | Adam Butler 
Evet, işte son zamanlardaki en büyük tutkuma değinmenin vakti geldi. Gözümü kapayıp bir açtım ki artık kütüphanelerde, kitapçılarda gözlerim daha farklı kitapları arıyor. Sanat, tarih, felsefi, psikoloji ve daha birçok farklı alanlarda kitapları not alırken buluyorum kendimi. Özellikle hep metis yayınlarının farklı konular üzerine basılan kitaplarını ne zaman okuyacağımı merak ederdim, anlamadan o kıvama gelmişim meğer. Son zamanlarda özellikle dünya tarihi ve sanat tarihi kitaplarını okumaya bayılıyorum. Sadece son birkaç ay içinde inanılmaz bir bilgi birikimi edindim bu tarz kitapları okumaya vakit ayırarak. Sanata olan ilgimin başlangıcı da bu gördüğünüz kitap oldu. İçerisinde incelediği 500 eserin her birine ait detayları okumak, incelemek gerçekten ufkumu açtı.

Her tatlı şeyin bir sonu olduğu gibi bu yolculuğumuz da sona erdi. Kemerlerinizi bir süreliğine gevşetebilirsiniz çünkü daha istediğim okuma kıvamına yeni gelmişken önümde okuyup bu şekilde bahsedeceğim çok fazla kitap olacak. Daha doğru düzgün keşfedemediğim okuma türleri bile beni bekliyor. Hikaye, öykü, şiir ve daha bir çoğu bu yazının devamını getirecek ikinci seferinde umarım yerlerini alırlar. Kendim için bile bu kitapları hatırlamak çok faydalı oldu. Umarım size de bir şeyler katabilmişimdir. Okur olarak hala aynı yerde sektiğinizi düşünüyorsanız ya da bazı türleri okumak konusunda çekingeleriniz varsa bu yazıdan sonra fikirleriniz artık farklıdır diye tahmin etmek istiyorum. Vakit ön yargıları kırma vakti, en azından benim listemden bile birkaç kitabı not edip okursanız umarım ki değişimi göreceksiniz. Kanıtı burada sonuçta :) Ama şunu da söylemeliyim ki ben zaman içinde okuduğum türlerin, kitapların şekil değiştireceğini bu denli tahmin etmemiştim. Ve bugüne kadar okuduğum hiçbir roman vb. kitaba ayırdığım vakitten pişman değilim. Onları okurken de inanılmaz güzel zaman geçiriyordum ki hala arada o tarz okumayı da çok seviyorum. O kitaplar olmasaydı şu an bu bahsettiğim kitapları okuyacak duruma gelecek yolu çizemezdim, dünya bakışımı ve kişisel bilgi birikimimi geliştiremezdim. Lafın kısası zamanında okuduğunuz hiçbir kitabı da yabana atmayın, her kitap birbirinden değerli, bunu sakın unutmayın..






Continue reading • Ufkumu Açan Kitaplar •

26 Eylül 2019

Hayaller Nasıl Suya Düşer ve Onları Geri Nasıl Canlandırırız?


Evet, oldukça komik bir yazı başlığıyla geçen seneki üniversite hazırlanma maceram nasıl sonuç verdi ve bu sene neler planlıyorum blogumda yer vermek istedim çünkü beni çeşitli mecralardan takip eden birçok kişi üniversite işini ne yaptığımı oldukça merak etti ki gayet mantıklı bir merak; tüm sene kendimi sadece sınavlara adamıştım desem yalan olmaz. Ben de hem tekstil moda tasarım okuma hedefim nasıl sona erdi bir blog yazısında derlemek istedim. Öncelikle sizi çok merakta bırakmadan hemen söylemem gerekir ki üniversite hedefimi gerçekleştiremedim. Tekstil ve Moda Tasarım okumayı en çok istediğim okul olan Bilgi Üniversitesi'nin sınavlarına girdim fakat istediğim bursla kazanamadım ve ailemin öyle yüksek bir meblayı ödemesindense mesleğimde ilerlemek adına bana daha kalıcı bir şekilde yardımcı olmaları gerektiğini daha mantıklı buldum. Geçen sene üniversite hedefini bazı sebeplerin üst üste gelmesiyle birlikte kendime şart koşmuştum ve tüm sene boyunca kitap okumayı bıraktım, arkadaşlarımla görüşmeyi, gezmeyi, şehir dışına çıkmayı ve daha birçok şeyi duraksattım. Hatta en büyük feragatı ailemi yazlığa gönderip İstanbul'da kalarak bu hedefimi gerçekleştirmeyi ne kadar çok istediğimi kanıtladım.

Tüm sene boyunca üniversite sınavına çok yoğun bir şekilde hazırlandım fakat haziranda sınava girdiğimde inanılmaz bir heyecan ve bocalama yaşadım. Tüm sene boyunca hayal ettiğim ve kesinlikle elde edeceğimi düşündüğüm puanın altında bir başarı yakaladım. Tam bu sırada artık devlet üniversitelerini denemekten kurtulduğum düşündüğüm bir puan almışken tüm güzel sanatlar fakülteleri baraj puanlarını düşürdü ve gittiğim gsf hazırlık kursu çok yoğun bir tempoya girdi. Böylece ben de en çok istediğim üniversite için kaliteli bir portfolyo hazırlık aşamasına girdim ve tam da hazirandayken artık eskisine oranla daha iyi çizebildiğimi keşfettim. Fakat tüm sene boyunca içinde bulunduğum psikoloji beni o kadar çok rahatsız etti ki bu durum tüm hayatım boyunca uygulayacağım bir kararı almaya beni şevk etti. Tüm sene boyunca devam ettiğim gsf kursunda genel olarak çizim yeteneği gerçekten çok iyi olan, çizim yeteneğini geliştirmiş okul çıkışlı ya da iki senedir aynı kursa devam eden öğrencilerle bir aradaydım. Ve ben çizimimi sıfırdan başlattığım için o kursta gittiğim her gün bunun ezikliğini hissettim. Neredeyse tüm sene boyunca çizimlerimi diğer öğrencilerin görmesinden rahatsızlık duydum. Aslında onların bu yetenekle doğduklarının farkında olduğum için böyle bir ruh haline girmemem gerektiğini biliyordum ama bazen buna engel olamıyordum ve böylece bir daha asla genel ortamla aynı seviyede olmadığım uzun soluklu bir işe kalkışmayacağıma yemin ettim. Fakat şöyle ki; bu bir dil ya da zamanla ortalamaya yetişebileceğiniz bir olay değil, o nedenle tüm sene boyunca defalarca kez kursu bırakmayı, bu üniversite hedefini aklımdan silmeyi düşündüm. Açıkçası ailemin ya da arkadaşlarımın yarıda bırakacağım için verecekleri tepkiyi zerre umursamıyordum, sadece kendime bunu yediremediğim için onlarca kez bırakma düşüncesini reddettim.

Peki nihayetinde ne oldu? (Sağ taraftaki fotoğraf benim yıl içindeki moodumu temsil etmektedir(derbeder bendeniz) Bilgi Üniversitesi'nin sınavında bazı talihsizlikler yaşasam da genel olarak sınav ve mülakat güzel geçti. Ardından devlette tekstili kazanacak bir çizim yeteneğim olmadığını fark ederek devlette tekstil kazanma ümidimi ardımda bırakmaya başladım. Tamamen hedefimi değiştirip belki de gsfde girilmesi en kolay ve size en az meslek getiresi olabilecek bir bölüm olan Geleneksel Türk Sanatları bölümünü düşünmeye başladım. Kurs hocam da beni bu yönde motive etmeye başladı ve ben de o bölüme girip belki tekstil bölümüyle çift anadal yaparım ya da tekstil üzerine yüksek lisans yaparım diye düşünmeye başladım. Tam bu düşünceler içindeyken annem ve babam bu sırada hac ibadetlerini yapmak üzere Arabistan'a yola çıktılar ve annem her ne kadar benim zaten mesleğim olduğunu düşündüğü için üniversite konusunda çok desteklemese de köstek olmamakla beraber bu süreç boyunca yanımda olmaya çalıştı. Ve ondan bana kalben dua etmesini ve benim için en hayırlısı neyse ona dilemesini istedim. Tam da o günlerde kursa yine gerçekten pek istemeyerek gidiyordum ve artık zihinden çizemediğim için figür, obje, mekan ezber çizimleri yapmam gerekiyordu. Neredeyse temmuz ayına kadar sürekli bakarak çizim yapmıştım ve kendimi hep "ya ben sınavda da çizerim, bakarak iyi çiziyorsam ezberim de gelişmiştir" diye avutuyordum ve o yoğun haftanın temposunda aslında ezberden adam gibi hiçbir şey çizemediğimi fark ettim. Ve eğer devlet sınavlarına girersem bir şey çizemeyecek olmanın o sınavda bende nasıl bir yara ve belki de kapanmayacak bir başarısızlık deliği açacağını fark ettim. Böylece ağustosun bir günü kursu kesin olarak bırakmaya karar verdim ve devlet sınavlarına girmekten de kesin olarak vazgeçtim. Ama bu kararı verdiğim ay benim için o kadar mutsuz, depresif bir aydı ki hiçbir şeyden zevk alamıyordum ve sürekli aklımın köşesinde kursu bırakma ihtimali asılı duruyordu. Hayatımın en derbeder günleriydi. Hatta yaşımdan küçük gösteren biri olarak bu sene kesinlikle üç dört yaş aldığıma dair içimdeki sıkıntıyı etrafımdakileri kanıtlamaya çalışır laflar ediyordum.

Peki bu tüm sene bana neler kattı? Açıkçası kattığından çok şey götürdü. Bir çok müşterimi meşguliyet yüzünden reddettim, birçok etkinlikten geri kaldım, birçok kez arkadaşlarımı, kuzenlerimi ve ailemi dahi ihmal ettim, bana nefes aldıran tüm zevklerime ara verdim. Ama eğer bunları yapmasaydım da çok pişman olacaktım, eğer bu saydıklarımı yapsaydım da bunları yapıp sınavlara odaklanmadığım için pişman olacaktım. O yüzden saydığım şeylere ara verdiğim için pişman da sayılmam. Sadece resim sınavları için biraz daha çabalayabilirdim, çizim yapmayı gerçekten çok sevmediğimi fark ettim ama mesleğimin bölümünü okumak için zorla bile olsa çizdim. Keşke daha çok çizseydim, çizim olayını daha çok ciddiye alsaydım diyorum. Gittiğim kursun hocalarında da bazı hatalar buluyorum ama onların hatalarını telafi edecek kadar çizseydim de hatalarını görmezden gelebilirdim. Tek pişmanlığım çizime yeteri ciddiyeti yüklememiş olmak ama bir yandan da sıfırdan çizime başlayan birine "sana şu bölümü kazandırırız" denmesini tam anlamıyla doğru bulmuyorum çünkü çizim gerçekten bir yetenek. Ben kurs arkadaşlarımın zihinden çizdiklerini gördükçe şaşırıyordum, o desenler, o kırışıklıklar, o tonlamalar gerçekten insanın buna doğuştan yeteneği olması gerekiyor. Diğer türlü istediğiniz kadar ezber yapmayı deneyin, sizce gerçekten o bölümü okumayı hak ediyor musunuz? 


Bir de bu sene çok pişman olduğum bir diğer olay AYT sınavına girmemek oldu. Eğer AYT sınavına girseydim en azından bu sene açıköğretim fakültesi veya uzaktan eğitimden felsefe ya da sosyoloji okumaya başlayabilirdim. Fakat gsf için sadece TYT ham puanı yeterli olduğundan, AYT aklımın ucundan bile geçmedi. Hep son bir çare açıköğretim yazmayı düşünüyordum ama istediğim bölümlerin EA sistemiyle puan aldığına akıllı kafam hiç dikkat etmemişti. Anlayacağınız bu sene de öğrenci indirimlerini kaçırıyorum :(


Böylece en azından Güzel Sanatlar Fakültesi okuma maceram sona erdi. Herkes üniversiteyi herkesin okuduğu yaşlarda okumak zorunda değil sonuçta. Ben geriye dönüp baktığımda bu senenin benden neler aldığını da neler kattığını da rahatlıkla görebiliyorum. Karakterimi geliştirmemde çok yararı olan, çok farklı insanlarla yolumu kesiştiren, genel kültür olarak bana ciddi anlamda çok fazla bilgi katan bir sene geçirdim. Artık dünyaya karşı daha açım, bilgiye ve gündeme daha meraklı atlıyorum. Geçen yazımda üniversite okumakla ilgili belirttiğim tepkilerim de biraz hafifledi. Kin tutmaya hiç müsait bir karakterim olmadığı için bu konuda da artık insanları suçlamamaya karar verdim. Ben günden güne kendimi geliştiriyorsam ve kendimi kanıtlayacak öz güvenim varsa her şeyi başarabileceğime inanıyorum. Geçenlerde bir şeylerden bahsederken üniversite okumanın etiket olduğunu söylemiştim ama sonrasında bunun üzerine oldukça düşündüm. Evet, ülkemizde herkes okuduğu mesleği yapmıyor ve büyük bir çoğunluk hiç sevmeyerek bölümlerini bitiriyor. Ama herkes benim kadar şanslı değil. Ben üniversite okumadan yeteneğimi keşfedip terzilik mesleğini elde edebildim ama alan değiştirenler için mesleğini yapmayacakları bir üniversiteden mezun olmak bile çok önemli. Bazı ülkeler için üniversite okumak sadece burjuva kısma hitap edebilir ama biz öyle bir ülkede yaşamıyoruz. Ve insanların kendilerini gerçekten üniversite okuyarak geliştirdiği bir ülkede nefes alıyoruz. Bazılarımız bunu bu eğitime bağlı olmadan da ailenin yetiştirmesiyle sahip olabilir ama herkes bunun farkında olmasa bile o kadar şanslı değil. Her neyse, istediğim kadar üniversite sınavına gireyim, elbette bir gün bir yeri kazanıp akademik alanda hedeflerime ulaşacağım yaşı devireceğim. Sadece üniversite hedefimin sonucunu yazmak bile tahmin ettiğimden daha uzun bir iç döküş olduğu için bu seneki planlarımı başka bir blog yazısına geçireceğim. O yazıda görüşmek üzere.
Continue reading Hayaller Nasıl Suya Düşer ve Onları Geri Nasıl Canlandırırız?

17 Eylül 2019

Çilekli Tart Tarifi

Merhabalar! Çok uzun zaman oldu blogumda tarif paylaşmayalı çünkü uzun bir süre mutfağa küstüm. Yalnızca eski tariflerimi denemek için annemin misafir için mutfağa sokmasıyla fırının başına geçiyordum. Geçen baharda Minoa Cafe'de çilekli tart yedikten sonra senelerin tart deneme birikimiyle artık bu tartı yapmayı çözmenin şart olduğunu anladım ve başladım tarifleri yoklamaya ama gerçekten gerçek bir tart hamur tarifi arıyordum. Bugüne kadar bulduğum çoğu tariflerdeki margarin sağolsun her seferinde büyük hayal kırıklığına uğramıştım. Hem böylece pastacı kremasını da deneme fırsatı buldum. Her neyse, yıllardır aradığım o tarifi Cafe Fernando'nun sitesinde buldum ve detaylı bir şekilde okuyup yapmaya koyuldum. Öncelikli margarinli tart hamur tariflerini ve yumurta sarısı olmayan krema tariflerini tamamen unutmanızı baştan belirteyim.

Tart Hamuru;
125 gr tereyağ
1,5 su bardağı un
1/2 pudra
1/4 çay kaşığı tuz
1 yumurta sarısı

Öncelikli tartı yapmanın kendisinden bahsedersek toplamda yapımı en az 2 saatinizi alıyor. Hatta bu elinizin hızına göre artabilir ama azalamaz. Öncelikle 125 gr tereyağı küp küp keserek 15 dk kadar buzlukta bekletiyoruz. Tart hamurunun en önemli özelliği içindeki tereyağın ve hamurun kendisinin hep soğuk kalması. Ben 125 gr tereyağı hassas terazimde ölçüyorum, hassas terazi tatlı yapmayı sever herkes için artık olmazsa olmazlardan biri. 15 dakika boyunca soğuyan tereyağı buzluktan çıkarıyoruz. Cafe Fernando'nun tarifine göre tartın tüm harcını mutfak robotunda vuruyoruz ama son zamanlarda iki mutfak robotumuz da bozulduğu için ben hamur karıştırma makinemin hızlı ayarında hazırlıyorum. Ama yine de  mutfak robotu kesinlikle çok daha iyi oluyor. Önce un, pudra şekeri ve tuzu robota atıp karıştırıyoruz. Onlar iç içe geçtikten sonra tereyağları içine atıyoruz, tereyağları içine attıktan sonra zaten elinizle harca dokunursanız birleşmeye başladığını görüyorsunuz. Son olarak da yumurta sarısını bir kasede çatalla karıştırarak oldukça sıvı haline getiriyoruz ve toplam üç seferde azar azar şekilde robota ekleyerek her seferinden sonra vuruyoruz. Karıştırma işlemi bittikten sonra tart harcını tezgahın üstüne dökerek elimizle birleştiriyoruz fakat çok fazla elimizin ısısının tartın hamuruna geçmemesi için hızlı hareketlerle harcı bir araya getiriyoruz. Hamur tek bir cisim halini alınca streç filme sararak buzdolabına atıyoruz ve bir saat soğutmaya alıyoruz. Bir saatin ardından 23 cm'lik tart kalıbımızı yağlayarak harcımızı tarta yayıyoruz. Ve tart pişirmenin bir diğer püf noktasına geçerek kalıbın ortasına yuvarlıklığın çevresi kadar yağlı kağıt koyarak üzerine nohut döküyoruz. Böylece tartın ortası kabarmıyor. Önceden ısıttığımız 190 derecelik fırında nohutlarla birlikte 20-25 dakika kadar pişirip tartı fırından alıyoruz. Nohutları ve tartın üstündeki yağlı kağıdı alarak fırına tekrar atıp 10 dakika kadar daha pişirdikten sonra fırından çıkarıp tartımızın pişmiş halini elde ediyoruz.


Krema Tarifi;
2 su bardağı süt
6 yumurta sarısı
1/2 su bardağı şeker
1,5 çay kaşığı vanilya özütü ya da 1/3 su bardağı nişasta
1 paket vanilya
3,5 çorba kaşığı küp kesilmiş oda sıcaklığında tereyağ

Öncelikle sütümüzü küçük bir tencereye alarak kaynama noktasına gelene kadar ısıtıyoruz. Bu sırada başka bir küçük tencereye şeker ve nişastayı koyup birbirlerine karışana kadar kaşık ya da çırpıcı yardımıyla karıştırıyoruz. Sonrasında 6 yumurta sarısını azar azar ekleyerek şeker ve nişastayla birleşmelerini sağlıyoruz. Kaynayan sütümüzü en az dört kerede yumurtalı tencereye ekliyoruz. Kaynayan sütü aşamalı şekilde ekliyoruz ki yumurtalarımız pişmesin. Sütü yavaş yavaş ekledikten sonra tencereyi ocağa alarak kısık ateşte kaynayana kadar karıştırıyoruz. Kaynadıktan sonra bir paket vanilin ekliyoruz. Beş dakika bekledikten sonra tereyağı yavaş yavaş ekliyoruz. Ve karıştırdığımız tencerenin üstünü kesinlikle streç filmle kapadıktan sonra buzdolabına soğumaya alıyoruz. Streç filmle pastacı kremasının üstünü kapayarak kabuk oluşmamasını sağlıyoruz.

Pişirdiğimiz ve soğuyan tartımızın üzerine soğuyan pastacı kremamızı ekliyoruz. Ben hem tartı hem de kremayı en fazla yarım saat bekletiyorum. Hatta şöyle yapıyorum genelde; tart hamurunu buzdolabına attıktan sonra kremayı yapıyorum. Tart hamurunu pişirip soğuturken de üzerine dizeceğim meyveyi ve şeffaf jölesini hazırlıyorum. Bu arada yarım kilo çilek her zaman için tartın üstüne yeterli oluyor.


Şeffaf Jöle Tarifi;
1 su bardağı su
1 tatlı kaşığı nişasta
1 tatlı kaşığı şeker

Suyu mini tencereye döküyoruz. Üzerine şekeri ve nişastayı; nişasta suya karışana kadar karıştırıyoruz, ardından ocağın altını açıp kaynayana kadar karıştırmaya devam ediyoruz. Eğer su ve nişasta birbirine geçmeden altını açarsanız nişasta çabuk pişip top top kalır ve ortaya çok kötü bir jöle çıkar. Kaynattığım jöleyi de beş dakika kadar bekletip pastacı kremamın üzerine dizdiğim çileklerin üzerine yumurta fırçası ile sürüyoruz. Bu aşamalar bittiği zaman zaten tartınız servise hazır oluyor. Çilekli tartın en güzel yanı cheescake ve diğer zahmetli tatlılar gibi geceden dinlendirme zorunluluğu olmaması. Bu tart ölçüsünden en fazla 10 dilim elde edebilirsiniz. En başından beri başarıyla tamamlayabildiğim için ölçeğini fazlalaştırıp diğer büyük tart kalıbımda denemeyi hiç kalkışmadım, kalkışmayı da düşünmüyorum.

Yine Cafe Fernando'dan bulduğum Tarçınlı Rulo Çörek'i de yakında bloguma ekleyeceğim. Ayrıca başka tart hamurları ve krema tarifleriyle farklı meyveli tartlarla da görüşmek üzere. Eğer yazdığım tüm maddeleri dikkate alırsanız siz de en az benimki kadar güzel bir çilekli tart elde edersiniz. İnanıyorum :)
Continue reading Çilekli Tart Tarifi