Kitap Adı: The Love That Split The World
Yazar: Emily Henry
Dili: İngilizce
Sayfa Sayısı: 396
Çıkış Tarihi: Ocak 2016
Goodreads Puanı: 3.75/5
Benim Puanım: 2,5/5
Arka Sayfa;
Natalie Cleary must risk her future and leap blindly into a vast unknown for the chance to build a new world with the boy she loves.
Natalie’s last summer in her small Kentucky hometown is off to a magical start... until she starts seeing the “wrong things.” They’re just momentary glimpses at first—her front door is red instead of its usual green, there’s a pre-school where the garden store should be. But then her whole town disappears for hours, fading away into rolling hills and grazing buffalo, and Nat knows something isn’t right.
That’s when she gets a visit from the kind but mysterious apparition she calls “Grandmother,” who tells her: “You have three months to save him.” The next night, under the stadium lights of the high school football field, she meets a beautiful boy named Beau, and it’s as if time just stops and nothing exists. Nothing, except Natalie and Beau.
Emily Henry’s stunning debut novel is Friday Night Lights meets The Time Traveler’s Wife, and perfectly captures those bittersweet months after high school, when we dream not only of the future, but of all the roads and paths we’ve left untaken.
Natalie’s last summer in her small Kentucky hometown is off to a magical start... until she starts seeing the “wrong things.” They’re just momentary glimpses at first—her front door is red instead of its usual green, there’s a pre-school where the garden store should be. But then her whole town disappears for hours, fading away into rolling hills and grazing buffalo, and Nat knows something isn’t right.
That’s when she gets a visit from the kind but mysterious apparition she calls “Grandmother,” who tells her: “You have three months to save him.” The next night, under the stadium lights of the high school football field, she meets a beautiful boy named Beau, and it’s as if time just stops and nothing exists. Nothing, except Natalie and Beau.
Emily Henry’s stunning debut novel is Friday Night Lights meets The Time Traveler’s Wife, and perfectly captures those bittersweet months after high school, when we dream not only of the future, but of all the roads and paths we’ve left untaken.
"You're wrong, Beau," I say. "You're not the atom bomb. You made all this. You made the world."
The Love That Split the World indirdiğimden beri okumak için çok heveslendiğim bir kitaptı. Kitapla ilgili görüşlerimi neden böyle bir puan verdiğimi detaylıca açıklayacağım. Öncelikle konusunu özet geçmek istiyorum; Natalie küçüklüğünden beri bazı şeyleri yanlış gören birisidir. Buna her zaman kırmızı olan kapıyı mavi görmek de dahildir. Daha sonra Büyükanne diye seslendiği biri çıkar karşısına ve ona her zaman masallar anlatır fakat Natalie ne zaman Büyükanne'den ailesine bahsetse ailesinin onu avutacağı utanç verici bir duruma düşer çünkü Büyükanne'yi sadece kendisi görüyordur. Böyle aradan seneler geçer ve en sonunda Büyükanne endişeli bir şekilde Natalie'ya bir masal daha anlatır ve bundan sonra dikkatli olmasını ve onu(erkek) kurtarmak için sadece üç ayı olduğunu söyler ve ortadan kaybolur. Böylece kitap da hemencecik başlar. Öncelikle konudan anlaşıldığı üzere fantastik bir kitap gibi duruyor. Ama yazar resmen çorba etmiş. Şimdi bu kitapta kızın gördüğü olaylar ve araması gereken o oğlanı fantastik bir dille mi belirtecek yoksa kızın bu halisülasyon derecesinde gördüklerini detaylıca yazarak psikoloji tarafı daha baskın bir kitap mı yazacak? Yoksa sadece kızın ailevi sorunlarına mı yönelecek? Yoksa Natalie'nın kitaptaki aşk hikayesini romantik bir dille mi anlatacak? Sizce yazar hangisini seçti?
"I missed you," she heard herself call to him-thoug was it possible to miss someone you didn't know? Her chest hurt then, an immeasurable burst of pain.
"Every day," he answered softly. "All the time."
He came toward her, the early sunlight glinting off his skin and hair and eyes.
Bana sorarsanız her birini teker teker açıklayıcı bir şekilde açıklasaydı kitap kesinlikle favorilerime girebilirdi ama yazar tuhaf bir şekilde sizi bir oraya bir buraya savuruyor. Bazı gerçeklere Natalie'nin yaşadıklarına azıcık anlam vermek için siz kıvranırken yazar umarsızca sizi başka bir konuya fırlatıyor. Yarısına kadar kesinlikle benim için kocaman bir boşluktu. O kadar ki defalarca kez elimden bırakmak istedim. Tam olarak Natalie'nin başına gelenleri anlayana kadar göbeğim çatladı. Bu kadar karışık bu kadar üstünkörü yazmak niye? Bir oradan bir oraya savurmak niye? Karakterleri bir öyle bir böyle göstermek niye? O kadar çok niyeye sahip bir kitap ki paragraf paragraf yazabilirim. Örneğin tam bir sayfa geliyor ve hah tamam burada Natalie neden bir anda herkes etrafta yok olduğunda Beau'yu görüyor diye meraktan çatlıyorsunuz ve tam böyle açıklayıcı bir dille anlatmaya başlıyor ve sonra bölüm kesilip Natalie'nin psikiyatrisi ile seanslara dönülüyor.
“And when you see those good things--and I promise you, there are so many good things--they're going to be so much brighter for you than they are for other people, just like the abyss always seems deeper and bigger when you stare at it. If you stick it out, it's all going to feel worth it in the end. Every moment you live, every darkness you face, they'll all feel worth it when you're staring light in the face.”
Kitabın benim için koca bir boşluk olacağından çok korktum. Ama Natalie'nin başına gelenleri ve neden böyle olduğunu, neden Beau'yu bazen görüp görmediğini, Matt ile zamanında aralarında neler geçtiğini idrak edebildim. O yüzden yazara teşekkür ederim. Beynimi sulamaktan vazcaydı bir ara. Kitabı beğenmedim. Nedenlerimi de belirttim, belki Türkçe olarak okusaydım bir tık daha çok sevebilirdim çünkü zaten karman çorman bir kitabı bir de İngilizce okumak çok kolay olmadı. İngilizcesi de kolay değildi. Her ne kadar diyaloglar günümüz olsa da Natalie'nin düşüncelerini okurken kafam karıştı. Kitabı iki yönden beğendim. Birincisi; Beau harika bir karakterdi. İkincisi; kitabın sonunda ağladım. Evet, hani sevmemişyin diyebilirsiniz. Sonunda beklemediğim ve beni baya üzen olaylar gelişince elimde olmadan biraz ağladım. Bu iki bakımdan kitabı beğendim ama onun dışında benim için hayal kırıklığı oldu. Sonuç olarak kitabı çoook merak ediyorsanız alın okuyun. Herkesin düşünceleri farklı olabilir ve siz benden daha çok beğenebilirsiniz ama kolay bir İngilizce beklemeyin. Onun dışında bu kitabın sonu bana biraz We Were Liars'ı anımsattı. Bir de azıcık All The Bright Places desem ama cidden çok azıcık desem yalan olmazdı çünkü yazarlarların kalemleri benziyordu, konu açısından benzerlikten bahsetmiyorum. Kitabın bazı satırları gerçekten işaretleyecek kadar çok güzeldi ama genel olarak baktığımda benden ancak 2,5 puanı koparabilen bir kitap oldu. Gözyaşlarımla veda ediyorum bu yoruma...
Sometimes the most beautiful moments in our lives are things that hurt badly at the time. We only see them for what they really were when we stand at the very end and look back.
Ya var ya maşallah sana,ne çok okuyorsun! Nasıl bu kadar hızlı okuyabiliyorsun hayret ediyorum gerçekten :D
YanıtlaSilKitabın konusu oldukça ilgimi çekti ancak çok karışıksa okumayı ertelemem iyi olacak :D Bu okul karışıklığında kafamı odaklayamam büyük ihtimalle :D
Kendimi çok fena şartlıyorum okurken. Şu saatte başlayıp şu saatte bitireceğim diyorum genellikle :D Hele de ekitap olarak okuyorsam daha hızlı okuyorum. Belki sen benden daha çok beğenirsin, belli olmaz valla ;)
Sil