Kitap Adı: Çıplak Ayaklı Kraliçe
Orijinal Adı: La reina descalza
Yazar: Ildefonso Folcones
Yayınevi: Pegasus
Sayfa Sayısı: 760
Goodreads Puanı: 3,79/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Çıplak Ayaklarımla Doğdum, Çıplak Ayaklarımla Öleceğim…
Efendisinin ölmeden önce azat ettiği zenci köle Caridad, Sevilla sokaklarında tecavüzcülerle ve hastalıklarla savaşmaktadır. Bir gece vakti ölmek üzereyken karşısına yaşlı Çingene Melchor Vega çıkar. Melchor onu alıp yaşadığı yere götürür ve Caridad orada iyileşip Melchor’un torunuyla tanışır; genç, güzel ve asi Milagros’la… İki kadın kısa sürede birbirine can yoldaşı olur.
Günlerini annesiyle birlikte soyluların fallarına bakıp dans ederek geçiren Milagros, düşmanları olan García ailesinden Pedro’ya âşık olur. Caridad ise diğer erkeklerden farklı olarak yalnızca şarkılarını dinlemek isteyen yaşlı Melchor’a tutulur. İki arkadaş imkânsız aşklarının hayalini kurarken krallıktaki bütün Çingenelerin tutuklanmasına karar verilir. Böylece prangalarla, haksızlıklarla, ayrılıklarla, gözyaşlarıyla ve ağıtlarla dolu uzun geceler başlar. Kölelikten sonra sevilmeyi ve kadın olmayı öğrenmek için Caridad’ın; ailesinin ve köklerinin değerini anlayabilmesi için de Milagros’un ödemesi gereken bazı bedeller vardır. Fakat tek suçları Çingene ya da köle doğmak olan bu insanlar için sevgi ve özgürlük kadar değerli bir şey yoktur.
Aşk, tutku ve intikam ağıtlarının yankılandığı bu sayfaları okurken on sekizinci yüzyıl Madrid’inin meydanlarında gezinecek, tütün kokusu alacak ve o rengârenk dünyalarına rağmen Çingenelerin ve Afrikalı kölelerin acılarını ta içinizde hissedeceksiniz…
Efendisinin ölmeden önce azat ettiği zenci köle Caridad, Sevilla sokaklarında tecavüzcülerle ve hastalıklarla savaşmaktadır. Bir gece vakti ölmek üzereyken karşısına yaşlı Çingene Melchor Vega çıkar. Melchor onu alıp yaşadığı yere götürür ve Caridad orada iyileşip Melchor’un torunuyla tanışır; genç, güzel ve asi Milagros’la… İki kadın kısa sürede birbirine can yoldaşı olur.
Günlerini annesiyle birlikte soyluların fallarına bakıp dans ederek geçiren Milagros, düşmanları olan García ailesinden Pedro’ya âşık olur. Caridad ise diğer erkeklerden farklı olarak yalnızca şarkılarını dinlemek isteyen yaşlı Melchor’a tutulur. İki arkadaş imkânsız aşklarının hayalini kurarken krallıktaki bütün Çingenelerin tutuklanmasına karar verilir. Böylece prangalarla, haksızlıklarla, ayrılıklarla, gözyaşlarıyla ve ağıtlarla dolu uzun geceler başlar. Kölelikten sonra sevilmeyi ve kadın olmayı öğrenmek için Caridad’ın; ailesinin ve köklerinin değerini anlayabilmesi için de Milagros’un ödemesi gereken bazı bedeller vardır. Fakat tek suçları Çingene ya da köle doğmak olan bu insanlar için sevgi ve özgürlük kadar değerli bir şey yoktur.
Aşk, tutku ve intikam ağıtlarının yankılandığı bu sayfaları okurken on sekizinci yüzyıl Madrid’inin meydanlarında gezinecek, tütün kokusu alacak ve o rengârenk dünyalarına rağmen Çingenelerin ve Afrikalı kölelerin acılarını ta içinizde hissedeceksiniz…
Bayılarak okuduğum bir roman oldu. Ama bayılmamın büyük çoğunluğu kitabın konusunun, kurgusunun gidişatı olmadı. Çünkü karakterlerin çektiklerini okudukça içimdeki sıkıntı büyütüp adeta patlamaya hazır bir balon halini aldı. Evet konusu da muhteşemdi ama bayıldığım kısım okurken beni diken üstü yapan, hatta yoran, bazı bölümlerin çaresizliği karşısında kitaba ara verdirmek isteyecek kadar büyüsüne kapılıp bana nadir tattığım tüm hisleri bir arada yaşatmasıydı. Sanırım okuduğum kitaplar arasında en çok zorlandığım kitaptı. Ama bunun nedeni kurgunun zorluğu ya da karakterlerin çokluğunun içinden çıkamam gibi kolay sebepler değildi. Okumaya devam ettikçe iki kadının da bir türlü feraha kavuşamaması beni de fena halde darladı. Ortaçağ Avrupası'nı konu alan okuduğum ilk kitaptı ve ayrıca çingeneleri konu edinmesi bakımından da okuduğum ilk kitaptı. Kitabın asıl konusu Caridad ve Milagros'un dostluğuyla başlıyor. Milagros düşmanları olan bir aileden gelen bir çingene. Diğer yandan Caridad ise kendini bildi bileli köle olan, efendisinin ölmesiyle özgürlüğü eline verilen zenci güzel bir kadın. İkisinin bir araya gelmesine vesile olan da Milagros'un dedesi Melchor.
Tüm erkeklerin tek amacının ona tecevüz etmek olduğu bu dünyada ondan sadece şarkı söylemesini isteyen Melchor'a yavaştan aşık oluyor Caridad. Tabii zaman zaman bu Milagros ile dostluğunu sarsıyor. Milagros ise düşman aile olan Garcia'lardan Pedro'ya deli divane aşık. Öncesinde bu düşmanlığın öylesine geçici olduğunu sanıyorsunuz ama Pedro'nun dedesi Milagros'un dedesi Melchor'un ömrünün yarısını çalarak kürek cezasına mahkum olmasını sağlayan adam. Böyle olunca da Vegalar ve Gabrieller arasında amansız bir düşmanlık söz konusu. Fakat Milagros henüz on beş on altı yaşlarında olduğu için bu düşmanlığın sonuçlarını tahmin edemiyor. Pedro ile evlenmelerinin ardından yaşadıklarıyla kalbim parçalandı resmen. Kadının bu kadar vasıfsız, bir zevk objesi gibi maruz kaldıkları acıları defalarca kez okuduk.Caridad'ın her başına geldiğinde de içim yanıyordu fakat Milagros'un bir ihtimal Pedro ile sadık bir aşk yolunda yüreceği yalanları kitabın yarısına gelmeden suratıma çarpmış oldu. Çingeneleri konu edinen okuduğum ilk kitap olduğu için haklarında oldukça fazla şey öğrenmiş oldum. Parayı bulduklarında sonradan görme davranıp asıllarını arkalarında bırakmak yerine çingene kanından gurur duyuyorlar. Oldukça değişik kuralları ve yaşam biçimleri de okudukça ilgimi çekti. Bir yandan kitap Ortaçağ Avrupa'sında yüzlerce çingenenin tutuklandığı zamana değiniyor.
Zaten Milagros'un annesi Ana'nın tutuklanmasıyla her şey daha karmaşık bir kördüğüme dönüşüyor. Caridad ve Melchor'un aşkı her ne kadar aslında tuhaf olsa da onları okumak çok güzeldi, hele de Caridad'ın yaşadıklarından sonra şefkatla tek bir erkeğe sığınması. Diğer yandan ikisi sayesinde kitapta müthiş bir alıntı ortaya çıkıyor. "Şarkı söyle, Zenci Kadın." ya da "Şarkı söyle, Çingene." cümleleri geçtikçe kitaba daha çok sarıldım. Son bölümlere kadar gözümde beğenisi hakkında tereddütlerim vardı ama son iki bölümde olanlar ve o son satırın iç yakan hisleriyle kitap tek kelimeyle mükemmeldi. Herkesin okuyabileceği bir roman olduğunu düşünmüyorum. Zaten içeriğinda kadınların yaşadıkları sayesinde belirli bir yaşın üstüne hitap ederken ayrıca okurken başlarına gelenleri sineye çekmek ve o tüm satırların o zamanlarda gerçekten yaşandığını bilmek sarısıcı oluyor. Ayrıca çok derin noktalara değinip ders çıkarılması gereken kısımları da yok değildi. Özellikle Milagros'un annesiyle son konuşmasında ailenin her şeyden önce gelmesi gerektiğini söylediği satırlar çok güzeldi. Açıkçası şunu da söylemeliyim benim çingenelere bakış açımı değiştirmemi sağlayan bir kitap oldu. Yazarın çevrilmiş diğer kitaplarını da okumayı çok istiyorum. Sırada Deniz Katedrali romanını okuyacağım ama aradan biraz zaman geçmesini bekliyorum. Diğer romanlarının da en az bunun kadar mükemmel ama yine aynı iç yakan olaylara değinip zihnimi dolduracağını tahmin edebiliyorum.
0 yorum:
Yorum Gönder