1 Şubat 2017

,

Serenad - Zülfü Livaneli | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Serenad
Yazar: Zülfü Livaneli
Yayınevi: Doğan
Sayfa Sayısı: 484
Goodreads Puanı: 4.32/5
Benim Puanım: 4,5/5
Arka Sayfa;
Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi’nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran’ın (36) ABD’den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner’i (87) karşılamasıyla başlar.
1930’lu yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile’ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.
Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor.
Okurunu sımsıkı kavrayan Serenad'da Zülfü Livaneli’nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz Dengesi.
Zülfü Livaneli küçüklüğümden beri kulağıma dolan ama nedensizce ısrarla hiç araştırmadığım bir isimdi. Kitaplarla haşır neşir olmamla birlikte artık yazarın eserlerini de fazlaca duymaya başlamıştım. Benim tahminimce en çok ses getiren romanı olan Serenad'ı sonunda elime aldım. Kitaba bayıldım, çok güzeldi ve övmeye doyamayacağım bir tadı vardı. Bu güzel övgülerin yanında bariz bir şekilde yazarın kendi kişisel düşüncelerini kitaptaki karakterler üzerinden keskin bir dille belirtmesi beni en çok rahatsız eden kısmı oldu. Ayrıca bu yermeye çalıştığı kısımlar öyle siniye çekilecek türden değildi. Bir diğer gözüme batan kısım ise bazı olayları kitaba katıp bunları çok önemli gibi öne çıkarması fakat daha sonrasında bu olayların basit bir şekilde kayba karışmasıydı. Tahmin ettiğimden daha güzel bir dili vardı. Çok ağır bir ağdalı dile boğulup kitabı zor okuyacağımı tahmin ediyordum ama bunun aksine günlük anlatımda sade hoş bir anlatım, önemli kısımlarda ise gereğince yükselen ve hisleri bol betimlemelerle satırlara geçiren bir yazım tarzı vardı. İlk başta bir erkek yazarın elinden çıkan bir romanı kadın bir karakterin ağzından okumamız beni şaşırttı ve hafiften irite olmamı sağladı.
Fakat daha sonrasında yazarın bir kadının tüm duygularını gayet mantıklı bir dille yazarak kitabı devam ettirmesiyle bu durum beni hiç rahatsız etmedi ve hatta artık aklıma bile gelmemeye başladı. İçerdiği zamanda ülkemizde yaşananları, erkek ve kadın eşitliliğini ve ailelerde yaşanan sorunlara da değinmekten geri kalmadı. Kitapta en keskin şekilde aklımda yer edinen kısım da çok kaliteli olmasıydı. Gerçek yaşanmış bir olayın üstünden ciddi anlamda detaylı araştırılarak ve hiçbir şeyi üstünden atlamayan emek verilmiş bir roman olmasıydı. Hitler dönemini kapsayan olayların yanı sıra aslında kendi Türklüğümüzün arka planında var olan adı çok duyulmamış olayları yer edindiği için de bir bakımdan bilgilendiriciydi. İçerdiği Struma gemisinin içeriğine şahit olmak zorunda kalan aşk hikayesini hatırlamak bile boğazımı düğümlendiriyor. Gözümde kesinlikle harika bir eser ama yazarın o fikirlerini sindirmem mümkün değil. Diğer eserlerini de yakın zamanda okuyacağım diye umut ediyorum fakat kaleminin kalitesi haricinde kendisine en ufak bir sempati duymayı da reddediyorum. Her ne olursa olsun bir romanda yazarın benim kabullenemeyeceğim fikirlerini kitapta dile getirmesi beni her türlü kitaptan soğutur. Bu yüzden bu tutumum da sadece bu yazarın kendisine değil. Kaleminden çıkan diğer kitaplarının yorumlarıyla görüşmek üzere.

0 yorum:

Yorum Gönder