Kitap Adı: Cam Kılıç
Orijinal Adı: Glass Sword (Red Queen #2)
Yazar: Victoria Aveyard
Yayınevi: Pegasus
Sayfa Sayısı: 450
Goodreads Puanı: 3.97/5
Benim Puanım: 4/5
Arka Sayfa;
Ben bir kılıcım; şimşekten ve ateşten doğdum.
Kalbimin kırılmasından korkmuyorum.
Acıdan korkmuyorum.
Sadece boşluğa uyanmaktan korkuyorum.
Yalnız bir fırtınada tek bir şimşek olmaktan.
Ben bir kılıçsam, camdan yapılmışım ve çatlamaya başladığımı hissediyorum.
Mare Barrow sadece farklı olduğunu biliyor. Mare’nin kanı, Poyraz’daki sıradan her insanınki gibi kırmızıdır ancak Gümüş yeteneği, yani şimşekleri kontrol etme gücü nedeniyle saray onu gizlemiş ve himayesine almak istediği bir silaha dönüştürmüştür. Genç kız, tahtı ele geçirmek için ona ihanet eden arkadaşı Prens Maven’dan kaçmayı başardığında ise şaşırtıcı bir gerçeği keşfeder: Kendisi gibi farklı olan başkaları da vardır.
İntikam arzusuyla dolu ve artık taç giymiş bir kral olan Maven peşindeyken, Mare yeni bir göreve atılır: Kendisi gibi yetenekleri olan Kızıl-Gümüş insanları toplayıp bir ordu kuracaktır. Yükselen bir şafak kadar kızıl, gümüş bir mermiden daha hızlı; zalim yöneticileri devirebilecek kadar güçlü bir ordu.
Ancak iktidar tehlikeli bir oyundur ve Mare bedelini artık bilmektedir.
Bu serinin ilk kitabına bayılmıştım ve öyle çok sevmiştim ki hem ağlamıştım, hem heyecandan boğazım düğümlenmişti, hem de karakterleri ayrı sevmiştim. İlk kitabı böylesine sevdiğim için elbette ikinci kitap konusunda aşırı heyecanlıydım ve güçlü bir hisle ikinci kitaba da kesin tam puan vereceğimi tahmin ediyordum. Serinin ilk kitabını öylesine sevince haliyle ikinci kitabın ilk kitabı hakkıyla ikiye katlayıp büyük beğenimi kazanmasını bekliyordum. İlk kitaba dair okuduğum tüm yorumlarda herkes Mare'nin davranışlarından şikayetçiydi. Bense aksine Mare'i gerçekten çok sevmiştim. Fakat ikinci kitapta neden Mare'den hoşlanılmadığını anladım. Kızıl Kraliçe benim ilk distopik kitaplarımdan biriydi, böylece karşılaştırma yapacağım çok fazla güçlü karakter adayı henüz hafızamda doğmamıştı. Bu nedenle Mare'i bu kitapla okudukça hakkındaki tüm düşüncelerimi düzenlemek durumunda kaldım.Kalbimin kırılmasından korkmuyorum.
Acıdan korkmuyorum.
Sadece boşluğa uyanmaktan korkuyorum.
Yalnız bir fırtınada tek bir şimşek olmaktan.
Ben bir kılıçsam, camdan yapılmışım ve çatlamaya başladığımı hissediyorum.
Mare Barrow sadece farklı olduğunu biliyor. Mare’nin kanı, Poyraz’daki sıradan her insanınki gibi kırmızıdır ancak Gümüş yeteneği, yani şimşekleri kontrol etme gücü nedeniyle saray onu gizlemiş ve himayesine almak istediği bir silaha dönüştürmüştür. Genç kız, tahtı ele geçirmek için ona ihanet eden arkadaşı Prens Maven’dan kaçmayı başardığında ise şaşırtıcı bir gerçeği keşfeder: Kendisi gibi farklı olan başkaları da vardır.
İntikam arzusuyla dolu ve artık taç giymiş bir kral olan Maven peşindeyken, Mare yeni bir göreve atılır: Kendisi gibi yetenekleri olan Kızıl-Gümüş insanları toplayıp bir ordu kuracaktır. Yükselen bir şafak kadar kızıl, gümüş bir mermiden daha hızlı; zalim yöneticileri devirebilecek kadar güçlü bir ordu.
Ancak iktidar tehlikeli bir oyundur ve Mare bedelini artık bilmektedir.
“No one is born evil, just like no one is born alone. They become that way, through choice and circumstance.”
Açık sözlülükle Mare aşırı dengesiz ve sinir bozucu bir karakter geldi bana. Sürekli "şöyle güçlüyüm, şöyle harika olacağım" diye kendini zorla inandırmaya çalışırken bir yandan sürekli ne kadar aciz olduğuna defalarca kez şahit oluyoruz. Bir konu hakkında paragraflarca düşünmesi de kitabı yavaş okumamı sağlayan en güçlü etkendi. O kadar çok kendini geliştiren ve beni şaşırtıp "vay be" dedirten kız karakter okudum ki Mare ne yazık ki bana çok zayıf geldi. Sürekli kendisiyle çelişmesi ve diğer hareketleri sağolsun öfkeyle göz devirmemi bile sağladı. Mare dışında değerlendirirsek kesinlikle çok dolu bir kitaptı. Olaylar hiç soluğunu kesmedi ve Maven nereden zıplayacak diyerek merakla okudum. Cal ve Mare arasında bir şey filizlenecek diye beklerken yaşlanmaya başlamıştım ama yazar az da olsa yüzümüze güldü. Ayrıca Cal ve Mare konusunda da zayıf bir kitaptı. Kitabın güçlü bir ana kurgusu, her an ihanetle sonuçlanabilecek heyecanlı bir konusu ve farlı bir betimleme tarzı olabilir ama bunların dışında aşkı da daha içimize gömülecek şekilde işleyebilirdi. Hatta öyle derin işlerdi ki bu iki karakterin ayrılması gibi bir durum söz konusu olduğunda kalbimizin etrafı hakkıyla sıkışırdı. Fakat bunun aksine yazar aşkı hep arka planda bırakıyor ve bu beni öfkelendiriyor. Kitaba yeni giren karakterler de çok güzel işlenmişti. İlk kitabı okumayanlar varsa güzel bir spoiler yemek istemiyorlarsa bundan sonrası Maven hakkında olacağı için uzaklaşmalarını öneririm.
“I fear being alone more than anything else. So why do I do this? Why do I push away the people I love? What is so very wrong with me?
I don’t know.
And I don’t know how to make it stop.”
Öncelikle ilk kitapta Maven karakterini öyle sevmiştim ki sonunda yaptığı ihanet sonucu şoka uğramıştım. Maven öyle temiz kalpli, öyle saftı ki bir yandan kalbim Cal'e kayarken kendime kızmamı bile sağlamıştı. Bana böyle hisler yaşatabildiği için Maven'i ne zaman acımasız görsem bir türlü hazmedemiyorum. Bana Maven'in böylesine şeytan halleri çok gerçekçi gelemiyor. Yazarın üçüncü kitapta bu zorlama hissini üzerimden kaldırmasını diliyorum. Olayların heyecanı ve diğer distopik olayları bir kenara bırakırsak dram ve hüznü okuyucuyu geçirme konusunda bazı yerlerde çok başarılı, bazı yerlerde garip bir şekilde yeterli değildi. Gerçekten canımızı gereğinden fazla yakması gereken bir bölümü pat diye önümüze koydu. Evet, bu beklenmedikti ama istediğim hüzün kalbime yayılmadı. İlk kitapta en ufak acı bir olay sonucu gözlerim dolmuştu ama bu kitabın havası bana o hisleri geçiremedi. Sadece bir yerde hakkıyla içime güzel bir hüzün oturdu. Bu da Cal ve Mare arasında geçenlere ayrı değer vermem sayesindeydi. Kitabın sonu ise çok şok edici, beklemediğim büyük bir olay sonucu bitmedi.I don’t know.
And I don’t know how to make it stop.”
İkinci kitap hakkında yabancı bir blogger'dan okuduğum Mare hakkındaki tanım çok yerine oturmuştu. "Denizde bir balığım. Delikten deliğe hareket ediyorum ama asla yüzmeyi öğrenmiyorum." Yani anlayacağınız Mare böyle her gördüğüne güya içinden güvenmediğini söylediği halde güvenmeye devam ettiği sürece daha çok şoklar geçireceğiz bu seri boyunca. İkinci kitaba genel olarak baktığımda açık yüreklilikle dileğim kadar beğenemediğimi söyleyebilirim. Bunun dışında yine çok güzel bir kitaptı çünkü seriye özel bir sevgim var. Karakterlerini ve kurgusunu seviyorum. Üçüncü kitabın kesinlikle çok daha derin ve sarsacak türden olmasını diliyorum ve Mare'in zorlama güçlü karakterini değil, gerçekten kendini geliştirmiş bir dille bize hikayeyi anlatmasını tüm kalbimle diliyorum.
Betül okumadığım bir kitap serisi.. Mare karakterini bak sen dedim kitabı okumadan 🙈 Üçüncü kitap için dilediklerin olur inşallah bu arada kitapların kapak tasarımları benim dikkatimi çekti :) Güzel tasarlanmış
YanıtlaSilKitap kapakları gerçekten harika... Seriyi okumanı öneririm, gerçekten kalitelidir ama bir yandan da eleştirecek bolca şeyi var :)
Sil