Evet, can sıkıntısı dedikleri tam olarak hangi manaları kast ediyorsa dün de benim için öyleydi. Aslında dün mutluluk pıtırcığı olmam gerekirdi çünkü dersim iptal olmuştu. Tüm cuma gününü evde geçirecektim ama eve geldim ve telefonumun hala açılmadığını gördüm. Aslına bakarsanız normalde telefonumun açılmamasına üzülmem kalsın bir iki gün kapalı. Hem ben de başımı dinlerim bir kaç gün kimseyle mesajlaşmam. Ama öylesine bir bozukluk değildi. Bu sefer helvasını kavurmamız şart oldu. Her seferinde bir umut açılır diyordum ama baktım açılmıyor moralimin bozulmasına, canımın sıkılmasına, yavaş yavaş depresyona girmeme izin verdim. Niye mi bu kadar abarttım? Çünkü yazın zaten üç buçuk ay boyunca telefonsuz kalmıştım. Ayrıca bu ay daha yeni internet paketi yapmıştım. Telefonumu cebime atıp haritaya bakıp gezmek istiyordum. Telefonumun galerisini ağzına kadar doluydu. Kendi resimlerim olsa üzülmeyeceğim ama çoğu bazen bir saat araştırma yapıp screen aldığım resimlerle dolu. Hem de öfkeliydim hem de çok öfkeliydim. Telefonumun böyle bozulmasına takılıp durmasına ve hala üç yılını dolduracak olmasına rağmen onu kullanmama öfkeliydim. Bu yüzden berbat bir cuma günü geçirdim. O kadar ki kurup kurup durdum ve canım hiçbir şey yapmak istemedi. Dün Benim Balığım Yaşayacak kitabını bitirmeyi hiç düşünmüyordum ama artık başka bir kitaba başlamam gerekiyordu o yüzden başına oturup bitirdim. Ama canım istemiyordu. Tumblr'a girmek ya da film izlemek ya da dışarıda gezmek bile istemiyordum. Belki abartıyorum ama telefonumun sorun vermesi artık beni deli ediyor. Her neyse, bugün mutluyum. Depresyondan kurtuldum. Annemle yeni telefon alma planları yapıyoruz. Bugün ilk defa tek başıma gezdim. Yani normalde evimin yakınlarında gezerim ama ilk defa tek başıma vurup Sultanhamet'e gittim. Aslında tek başıma gitmek istediğim çoook fazla yer var. Ama mesela annem ve babam karşıya tek başıma geçmeme sıcak bakmıyor bu yüzden biraz daha bekliyorum üsküdarı tek başıma gezmek için.
Neyse işte, sabah kalktım kahvaltı falan yaptım. Sonra Jojo Moyes'ın Ardında Bıraktığın Kadın kitabını, fotoğraf makinamı ve kendi hattımı taktığım annemin telefonunu alıp tramvaya atladım. Aslında emin olun tek başıma gezecek bir insan değilimdir. Tek başıma takılmayı hiç sevmem ama artık farklı şeyler yapmak isteyip de birileri size katılmayınca başka seçeneğiniz kalmıyor. Bu yüzden dün dediğim gibi üç sene önce en son gittiğim Starbucks'a gittim ve büyük boy cappuccino içtim.Sonra masalardan birine oturdum ve Ardında Bıraktığın Kadın'ı okumaya başladım. İnanın ilk iki bölümle bile Jojo Moyes yine kalemine hayran bırakıyor. Bugün çevirim olmasa gece üçe kadar oturur kitabı bitiririm ama biraz sabretmem gerek. Eh işte, ne diyordum? Oturdum öyle kitap okudum. Önce seslerden rahatsız oldum ama sonra tam olarak kendimde olduğundan emin olmadığım o berbat hastalık misophonia'yı yenmek adına kendimi zorladım, satırları tekrar okumak zorunda kalsam bile kitabı kapamadan üç bölüm okudum. Aslında 100. sayfaya gelip bir tane de buzlu kahve alacaktım ki onu da en son dört sene oldu içeli. Fakat sonra kuzenim aradı ben de Sultanhamet'den Fatih'e kadar yürüme dönüp onlarla buluştum. Yani kısacası güzel bir gündü. Tek başıma gezmekten zevk aldım.
İşte niye ağlıyorum biliyor musunuz bu sene gezeceğim tüm yerlerin telefonumda fotoğrafı vardı. Şimdi hepsini tekrar araştırmam gerek. Aslına bakarsanız belki son kez açılır telefonum. Tüm kalbimle öyle umut ediyorum. Başka nereleri gezmek istiyorum? Robinson Crusoe 389 kitabevine gitmek istiyorum. İtiraf ediyorum istiklal caddesine sadece iki kere gittim o da babamla. Bu yüzden tek başıma gitmek konusunda şüphelerim var. Babama metroyla nasıl gideceğimi sorduktan sonra haftaya oraya gitmeyi düşünüyorum. Sonra Karaköy'deki mekanları gezmek istiyorum. Annem bu yaptığımı biraz yadırgıyor. Hatta bugün Starbucks'dan aldığım kahvenin fiyatını öğrenince beni azarladı. Aslında azarlamazdı. Azarladı çünkü kitap siparişim için ondan para dileniyorum. Bu yüzden de baya kızdı. Ben de bir daha ki ay daha az kitap siparişi vereceğimi söyledim. Bu sefer de bir daha ki ay da mı vereceksin diye kızdı. Vereceğim elbette. Ama harçlığımın hepsini uçurmayacağım. Normalde gezip kendime bir şeyler almayı çok severdim ama kitap sevdam yüzünden üç aydır kendime kitap dışında hiçbir şey almadım. Bu yüzden bir daha ki ay biraz az kitap siparişi verip yeni bir kazak ve Starbucks'dan bir kupa almayı düşünüyorum. Muhtemelen Forum İstanbul'a giderim.
Son olarak burada bu aralar mutlu olduğum bir iki şeyle uzun zamandır üzüntü duyduğum bir şeyi söyleyeceğim. Öncelikle bu sabah kalkıp kadife eteğimi giydiğimde eteğin bana bol olduğunu gördüm ve çok sevindim çünkü iki aydır diyetteyim ve sonunda ciddi anlamda kilo verdiğimi anlayabildim. Bu arada kadife eteğimi tanımayan dostum akrabam yoktur. Bu eteği annem ben doğmadan benim yaşlarımdayken dikmiş. Sonra da dikişten elini ayağını çekmiş. Annem de bana bu eteği geçen yıl yaza doğru verdi ve aşık oldum. Sürekli onu giyiyorum. Bazen üzerine ince kazaklar giyip içine sokuyorum bazen bugün giyindiğim gibi ipek gömlekle kombin ediyorum. Artık üzerimde görmekten bıktılar ama ben giymeye doyamıyorum. Bakınız bu etek işte.
Mutlu olduğum bir diğer konu ise haftaya kesinkes raflarımın artık yatağımın üzerinde yerlerini alacak olmaları. Uzun zamandır üzüntü duyduğum şeyi sorarsanız şu ki oturup okuduğum kitap hakkında sohbet edebileceğim kimse yok hayatımda. Bir kardeşim var, o da yeni dönem kitaplarını okumuyor. O yüzden böyle okuyup okuyup buraya döküyorum içimi ama elbette biriyle karşılıklı çayları yudumlarken kitap yorumu yapmak kadar mutlu edemez bir şey beni. Kitap dostu arıyorum kendime.
Bir diğer konuysa kimseyle İngilizce konuşamıyorum. Böyle patır patır konuşmak istiyorum ama internetten tanıştığım Sofiane hariç -ki onunla whatsapp ile konuşuyoruz- onun dışında konuşabileceğim kimse yok. Bazen kız kardeşimle alışveriş merkezine gidince full İngilizce konuşuyoruz ama o benim kadar konuşmayı sevmiyor. Geçen gün İngilizce hocamla karşılaştım ve benimle full İngilizce konuştu. Yemin ediyorum eşek gibi sırıttım. O kadar özlemişim ki konuşmayı. Geçen sene kursta çok güzel uzun uzun konuşabiliyordum. Yazın da kuzenimle konuştum arada. Ama bu kış çok sıkıcı geçiyor bu bakımdan. Bu arada yazın İngilizce kitap okumaya başlayacağım. Sonra da pahalı olsalar da İngilizce roman almaya başlayacağım. Sabırsızlıkla bekliyorum.
Ha son olarak cuma günü telefonum kapanmadan da sinirliydim çünkü bu kışın başında dikiş kursuna ismimi yazdırmıştım ama olduğu günler müsait olmadığım için gidememiştim. Ama Fransızca kursu olduğunu bildiğim halde adımı yazdırmamıştım meğerse kurs akşamlarıymış. Bunu cuma günü öğrenince o kadar öfkelendim ki kendime. Bu sene Arapça lisan kursuna gidiyorum ama Fransızca öğrenmeyi daha çok istiyorum. Ben de şubat ayı için modelistlik ve Fransızca kursuna adımı yazdırdım. Umarım şubat için on beş kişi olur ve gidebilirim. Bunu anneme söylediğim de -ki annem hala Fransızca öğrenme tutkumu dalgaya vuruyor- bana kendinden bir tane daha klonla bence dedi. Ama ben oradan oraya koşup dersleri girmeyi çok istiyorum. Anlayacağınız tam bir dil sevdalısıyım.
0 yorum:
Yorum Gönder