Adı: Ardında Bıraktığın Kadın
Yazar: Jojo Moyes
Orjinal Adı: The Girl You Left Behind
Sayfa Sayısı: 512
Yayınevi: Pegasus
Goodreads Puanı: 3,94/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Ardında bıraktığın kadını hatırlıyor musun? Paris'te Balayı
devam ediyor…
Genç ve güzel Sophie, savaşa giden ressam kocası Édouard'ın
yokluğunda ailesini ne pahasına olursa olsun korumaya kararlıdır. Ancak
işlettikleri otel bir Alman komutan ile askerlerine hizmet vermek zorunda
bırakıldığında huzurlu evleri, korku ve gerilimin yuvası haline gelir. Ve
tehlikeli Alman komutan, Sophie'nin büyüleyici tablosuna tutkuyla bakmaya
başladığında artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı anlaşılır…
Neredeyse bir yüz yıl sonra Sophie'nin göz alıcı tablosu Liv
Halston'ın evinde asılı durmaktadır. Ölen kocasının hediyesi olan bu tablo, Liv
için tüm anılarını gömdüğü bir hazine gibidir. Ancak şans eseri tablonun
karanlık geçmişi gün yüzüne çıktığında Liv'in hayatı bir kez daha alt üst
olmanın eşiğine gelir…
Ardında Bıraktığın Kadın… Ne pahasına olursa olsun
sevdikleri için mücadele etmekten asla vazgeçmeyenlerin öyküsü…
İşte, hayatımız böyle geçiyordu. Ufak tefek başkaldırılar, küçük zaferler, bize zulüm edenlerle bir an da olsa dalga geçme şansı, belirsizlik, yoksunluk ve korku denizinin ortasında küçücük umut teknelerinde yüzüyorduk.
Size harika bir Jojo Moyes önermeye geldim. Bu kadının kalemine o kadar hayranım ki! İlk olarak Senden Önce Ben kitabını okudum. Sonra da Bir Artı Bir'i. Geriye sadece Sevgilimden Son Mektup kaldı. Ama o kitabı baya bir aradan sonra okuyacağım. Belki Jojo yeni bir kitap çıkardığında. Çünkü bu tadı bir daha alamayacağımı bilmek baya üzer beni. O yüzden Sevgilimden Son Mektup kitabını kitaplığımda okuyacak hiçbir şey kalmadığında elime alacağım. Tabii bir de Jojo'nun Paris'te Balayı kitabı var ama o kitabı da ne zaman alırım bilmiyorum. Bu kitap beni öyle etkiledi ki belki biraz etkisini yitirince yine hatırlamak olarak Ardında Bıraktığın Kadın'ın ön okuması olarak yazılan Paris'te Balayı kitabını alırım.
Uzun bir yazı bekliyor sizleri. Hele de kitabı okuyup spoiler kısmımı okuyacak olanları. Öncelikle kitabı kesinlikle alın. Kesinlikle okuyun. Şiddetle hatta double şiddetle öneriyorum. Siz goodreads'ın saçma sapan puanına bakmayın. Bu sene okuduğum en mükemmel kitaplar arasında ilk beşe girer. Çok hüzünlüyüm aslında. Bu kitabı düşünmek bile beni düşüncelere boğuyor. O kadar çok üzülecek karakter var ki. Bugün böyle dalıp dalıp duracağım sanırım. Dün kitaba Starbucks'da otururken başlamıştım sonra eve gelip 160'a kadar okudum. Geri kalan kısmını gece üçten sonra sabaha kadar oturup bitirdim. Elimden bırakamadım. O duygu yoğunluğuna bir an olsun ara vermek istemedim. Defalarca gözlerim doldu. Hele de birkaç yer vardı ki sessiz sessiz ağladım. En sinir olduğum şeye izin verip gözyaşlarım sayesinde satırları bulanık görmeme izin verdim. Spoiler vermeden içimi nasıl dökerim emin değilim ama deneyeceğim.
Kitap iki yüzyıldan oluşuyor. Yani birinci bölümde Sophie'nin hayat hikayesi anlatılıyor ama çok heyecanlı bir yerde bitiyor. Sophie kocasının özlemini çekerken hayata devam etmeye çalışan bir kadın. Artık mutsuz, bu yüzden kocasının ilk tanıştıklarında onu resmettiği tablodaki haline benzemiyor. Alman Komutan tabloyu görünce çok beğeniyor ve sürekli tablo hakkında yorum yapıyor. Ardından Sophie'nin yaşadığı babasına ait olan otelde Komutan ve adamları her akşam yemek yemeğe geliyorlar. Savaş dönemi olduğu için Sophie de itiraz edemiyor. Zaten itiraz etse de zorla yaptıracaklar. Ardından günler böyle geçerken Komutan ile aralarında farklı bir dostluk oluyor. Bazen birbirlerini savaştaki acımasız bir Komutan yerine normal bir adam, kocasını bekleyip Almanlardan nefret eden değil normal bir kadın olarak düşünüyorlar. Sonra bir kaç olay meydana geliyor ve her şey tuz buz oluyor. Kitap boyunca kafanızda fıldır fıldır sorular dönüyor. Sophie'ya ne oldu diye. Sonunda öğreniyoruz.
Yüz ifadesini görmek istemediğim için gözlerimi açmadan elini tuttum. Sonra döndüm ve kalabalığa karışıp ondan uzaklaştım.
Neden trene bindiğini görmek istemediğimi bilmiyorum. O zamandan beri her an bunun pişmanlığını yaşıyorum.
Eve vardığımda elimi cebime soktum ve bana sarıldığında oraya koyduğunu tahmin ettiğim bir kağıt parçası buldum. Kendini üniformalı, sırıtan iri bir ayı olarak çizmişti. Elini de benim narin, ince belime dolamıştı. Yüzüm ciddi ve makyajlıydı. Saçım da arkaya doğru toplanmıştı. resmin altına kocaman, kıvrık el yazısıyla, "Seninle tanışıncaya kadar gerçek mutluluğun anlamını bilmiyordum," yazmıştı.
Diğer yüzyıl ise günümüz. Liv'in hayatı önce kocasını kaybetmekle büyük bir değişim geçiriyor. Ardından da Sophie'nin yüzyıl önceden kalma tablosuyla hayatı daha büyük bir değişim girdabına giriyor. Liv'in kısmının sıkıcı olacağını düşünmüştüm ama merak etmeyin o da aşk yaşayacak. Ayrıca Sophie ile ilgili bir şeyler öğreniyoruz onun sayesinde. Yine merak etmeyin. İkinci kısım da bazı bölümler Sophie'nin ağzından geçmişteki günleri anlatıyor. Yani sorularınıza cevap buluyorsunuz. İkinci kısım da ne zaman Sophie'nin ismini görsem içimdeki hüzün daha da derinleşti. Sürekli gözlerim dolup durdu. Bazı satırlar vardı ki sadece iki cümle kitabı kapayıp biraz ağlama isteğime yenilmeme sebep oldu. Daha ne kadar övebilirim ki? Kesinlikle okuyun.
Spoiler; Ah evet izin verin de içimi dökeyim. Belki bu kısmı yazarken gözlerim dolar. Niye bu kadar hassasım bilmiyorum ama kitap çok fena dokundu bana. Hani dedim ya her şey tuzla buz oldu diye. Sophie, Komutan'dan kocasını kurtarmasını istediğinde Komutan'a bunun karşılığında o hayran olduğu tablosunu vereceğini söylüyor. Zaten Sophie'den hoşlanan Komutan bir gece odasına gelmesini istiyor. Fakat sonrasında Komutan, Sophie'nin gözlerinde hep o beklediği tablodaki gülen kızın yüzünü göremediğinde hüsrana boğuluyor ve öfkeyle Sophie'yi başından savıyor. Ardından Sophie Alman toplama kamplarına gönderiliyor. Birinci kısım böyle bitiyor. Herkes ona Fahişe diye bağırıp tükürürken Sophie hala bir umut Komutan'a inanarak onu kocasına götüreceği düşüncesiyle kendini avutuyor. Birinci kısım bittiğinde boşluğa düştüm. Komutan bunu nasıl yapar dedim. Hep bir tarafım baskın gelip onun iyi bir insan olduğuna dair inandırmaya çalıştı beni. Çünkü Komutan'ın böyle adice bir şey yapacağına inanmak istemiyordum. Her zaman Sophie'ye karşı nazik ve anlayışlı bir adam olmuştu. Her neyse işte, sonra Liv'in bölümüne geçiliyor. Liv'in hikayesi de ayrı acı ama ben kendimi Sophie'nin hikayesiyle doldurdum. Sonradan Sophie, Edith'in annesi olan Almanlarla birlikte olduğu için fahişe olarak adlandırılan Liliane ile Almanya'ya doğru yol alıyor ve Liliane umudunun saçma olduğu konusunda Sophie'yi inandırmaya çalışıyor. O sayfalarda Sophie'nin biraz kafayı sıyırdığını düşünebilirsiniz ama ne yapsın gerçekten? Sonra ne oluyor biliyor musunuz? İşte içimi ilk dağlayan şeyi söylüyorum. Liliane, Sophie'ya ablasının kızı Edith'e bakacağından emin olup olmadığını sorup onay cevap alınca kafasına sıkıp Sophie'nin gözü önünde kendini öldürüyor. İşte o iki cümleyi okuduğumda mahvoldum. Artık hiçbir umut yok dedim. Zaten artık Sophie de ölümü bekliyordu. İyice zayıflaşmış ve git gide ölüme yaklaşacak kadar hastalanmıştı. Ama ne oldu biliyor musunuz? Liliane'nin ölümünden birkaç gün sonra kocası Euouard ile kavuştular. O sayfa zaten beni bitirmişken bunu yapanın Komutan olduğunu okudum. Ah işte orada bende ipler koptu. Başından beri Komutan'ın kötü biri olmadığını biliyordum dedim kendi kendime.
Sonra tablo Liv'e mi Euoard'ın ailesine mi kalacak derken Edith ortaya çıkıverip tabloyu Komutan'a kendisinin verdiğini söyledi. Nasıl verdiğini deli gibi merak ettim. Edith Komutan'dan nefret ediyordu. Komutan, annesinin kampa gönderilmesine karşı çıkmamıştı. Onu annesinden ayırmıştı ama Sophie'nin ablası Sophie ve kocasının Komutan sayesinde kavuştuğunu öğrenince Edith'e tabloyu Komutan'a götürmesini söylemişti. Tablonun arkasına da bir cümle yazmıştı. Edith, tabloyu Komutan'a götürdü ve Komutan'ın tabloyu görünce ne kadar sevindiğini anlayınca ondan bir kez daha nefret etti ve Sophie'nin kocasıyla kavuştuktan sonra hastalıktan öldüğünü söyledi. Ah işte dedim! N'olur beni de vurun! Komutan'a o kadar üzüldüm ki bir anda ağlamaya başladım. Doyamadılar beni yerden yere vurmaya ağlatmaya. En son da Helena'nın yani Sophie'nin ablasının tablonun arkasına ne yazdığını görünce bu sefer kendimi daha fazla tutamadım.
"Anlayışlı Komutan'a... almasa da veren."
Komutan, Sophie'den tabloyu almadığı halde onu kocasıyla kavuşturmuştu. Komutan, Sophie'yle çok birlikte olmak istediği halde Sophie'nin suratındaki acılı ifadeyi görünce kendine engel olmuş onu bırakmıştı. Başından beri Sophie'nin mutlu olmasını tekrar tablodaki kız gibi gülümsemesini istemişti. Ama Edith her şeyi mahvetmişti işte. Komutan'a Sophie'nin öldüğünü söylemişti. O sayfadan sonra artık tablonun kime kaldığı umurumda bile değildi. Liv'in sevdiği adamla birlikte olmaya devam edeceği umurumda bile değildi. Son Söz sayfasını bile yarım yamalak okudum sonra oturdum düşüncelere boğuldum. Bu satırları yazarken bile gözlerim dolu. Öyle işte ne kadar çok içimi döktüm değil mi? Bu duyguları sadece bir kitapla tekrar yaşamak için Sevgilimden Son Mektup kitabını çok daha sonra okuyacağım. Anlayacağınız Ardında Bıraktığın Kadın kitabı aynı Senden Önce Ben kitabı gibi aklıma geldiğinde uzun düşüncelere dalıp dudağımı bükeceğim bir kitap olacak. Bu yüzden Jojo Moyes'in kalemine aşığım ya!
0 yorum:
Yorum Gönder