Göz kapaklarım ağırlığını taşıyamayacak halde
kelebek kanatları misali titredi. Oturmakla beraber gelen rehavetle
kaç gündür yaşadığım koşuşturmanın acelesi dinmiş ve vücudumdaki tüm ağrılar
bunca zamandır onları unutmamdan şikayetçiymiş gibi uyanıp sızlıyordu. Dilimden
dökülecek cümleye dair her kelimeyi teker teker özenle seçerken sakin olmayı
amaçladım. “Adımı biliyor musun?”
Suratındaki korkunç ifade hafifçe
uzaklaşmaya başladı. “Hayır, adını bilmiyorum.”
Beni ortaya attığını düşündüğü suçla
suikastçı görmeye devam ederse bu işten sıyrılmamın zorluğu ailemi tanımasıyla
daha da imkansız bir girdaba sürüklenirdi. Onları hiçbir şeye bulaştırmadan
buradan kaçmanın bir yolunu bulmalıydım. Her şey öylesine allak bullak olmuştu
ki karşımda dikilmiş dururken mantıklı düşünüp adım atmak gitgide zorlaşıyordu.
“Peki ya ailemi tanıyor musun?”
Gözlerini yine öfke sahiplendi. “Tüm bu dans
ve senin dayak yiyip küçük düşürüldüğün gösteri boyunca her şeyi biraz fazla
masum bir bakış açısıyla izlediğimi itiraf edebilirim. Öylesine hırs yapan
aptalın tekinin düzenlediği bir suikast olayı sanarak sineye çekmek üzereydim.”
Tek kaşını kaldırdı. “Bu arada ortağın o galeyanda mükemmel bir kıvraklıkla kaçmayı
başardı. Zaten giyim kuşamı bizim muhafızlara benzediği için göz açıp
kapayıncaya kadar ortadan yok oldu. Bu ufak süreç boyunca bana tutunmaya
çalışarak aklımı çelmekle meşguldün tabii.”
Uzun cümlelerini pür dikkat dinlemek
omuzlarıma gitgide ağırlaşan bir yükün peyda olmasını sağladı. Tekrar konuşmak
üzere kurumuş boğazımı temizlemek için yutkunacaktım ki sözlerine devam etti.
“Sonrasında söylediğim gibi sadece o suikastçının peşinden gidip olayı
kapatacaktım fakat…” Dudakları tehlike vaadiyle kıvrıldı. “Bay Sergei bana
farklı bir bakış açısıyla geldi. Eğer ona tek bir soru sormayacağıma dair söz
verirsem bana kuvvetli bir ihtimali öne sürebileceğini söyledi. Böylece tüm bu
olayların ardında parmağın olduğunu dile getirdi. Senden nefret ettiği gözler
önündeydi ama kim olduğuna dair adını bile söylemedi. Sadece söz verdiğim için
değil, ayrıca uğraşılması zor bir adam olduğu için seni kendim aramaya
başladım.” Ellerini çırparak kısa bir alkış çaldı. “Şehrin her tarafını
sardığım adamlar sayesinde pazarda kendi halinde gezinen seni bulmak zor
olmadı.”
Hayal
kırıklığım katbekat üstüme düşüyordu. Bay Serge ile tüm bu büyük dans
gösterisinden önce sadece ufaklı atışmalar yaşamıştık. İçinden geldiğince duru
güzelliğimi över, danslarında hep ön planda olmamı isterdi. Onu böylesine büyük
bir nefrete ben mi sürüklemiştim? Beni bu adamların eline teslim etmek için bir
adım attığında ilerisinin nasıl yol alacağını hiç mi düşünmemişti? Zihnim allak
bullaktı ve Bay Sergei'nin ihanetini duymakla birlikte mükemmel bir baş ağrısı
kafa derime saplanıp kaldı.
Mantıklı olmak zorundaydım. Böyle bir
çıkmaza girdikten sonra kuracağım her cümle benim için geri alınamaz bir hamle değerindeydi. Vezirin oğlu pür dikkat mimiklerimi
izleyerek ufak beynince hakkımda yargıya varmaya çalışıyordu. Gözlerini bir an
üzerimden ayırmıyor, ne söyleyeceğime dair meraklı bakışları ağzımla gözlerim
arasında mekik dokuyordu.
Beklentiyle
kaşlarımı kaldırdım. “Hiçbir plana dahil olmadan sadece hayatını kurtarmak için
öne atıldığımı tekrar söylesem inanacak mısın?”
Öne bir adım daha atarak aramızdaki nefes
uzaklığını daha da yakınlaştırdı. “Bu ceylan gözlerindeki saflığa inanmak
istiyorum.” Ağzını yana kıvırıp o gıcık hareketi tekrarlayarak yanağını kaşıdı.
“Sana dair her şey muallak. Kılıç tutmayı nereden öğrendiğini söylemekle
kendini inandırmaya başlayabilirsin.”
Dudaklarım ince bir çizgi halini aldı.
“Hakkımda hiçbir şey öğrenemeyeceksin.”
“Öyle fevri davrandım ki nasıl da pişmanım!
Keşke seni hemen kaçırmak yerine evine kadar takip etseydim.” Oynadığı topuyla
camı kırmış çocuk misali kıvranarak saçlarını sıvazladı.
“İlk defa bir kızı alıkoyuyorsun sanırım?”
Soruma cevap vermek yerine arkasını dönüp
volta atmaya devam etti. Burnumdan sesli nefesler alarak saçlarımı tutan
tokanın sıkılığını hafifletmek için elimi kaldırdım. Önümde dikilen bedeninin
her hareketini dikkatle incelerken ayaklarımdaki ipin gücünü kontrol ettim.
“Neden bana biraz kendinden bahsetmekle
başlamıyorsun? Ne kadar çok konuşursan senin yararına. Burada duracağın sadece
birkaç gün. Ardından gerçek bir nezarete tıkılman tek bir lafıma bakar.”
Sesindeki
bu kendini bilmiş tını midemdeki gerginliği had safhaya ulaştırdı. Konuşması
kulaklarımı tırmalarken masum tavırlar sergileyip üstünkörü kendimden
bahsetmenin mi ağzımı açıp tek bir kelime etmemenin mi daha mantıklı olduğunu
tartıyordum. “Ben… ben dans ederim.”
Alaycı bir tebessümle önüne döndü. “Ah, ona
ne şüphe! Muazzam dans ettiğin de bir diğer gerçek.” Gözleri tehlikeyle
kısıldı. “O kadar ki karşındakini hipnoz edebiliyorsun.”
Senin aptal hayranlığın diye bağırmak istiyordum. Kendimi
susturmak için dudaklarımı sımsıkı kilitledim. Hayatında ilk defa dans eden
biri görmüş gibi gözlerini bana dikmeseydi bunların hiçbiri başına
gelmeyecekti. Bir tarafım ısrarla keşke onu kurtarmasaydım da suikastçı
hedefine ulaşsaydı diyordu ama sonuçta nefes alan bir varlıktı ve bana ölümcül
bir zararı dokunmadıkça hayatının sökülüp elinden alınması acımasız geliyordu.
“Son kez soruyorum. Bana ailenden ve
kendinden detaylıca bahsederek suçsuz olduğunu kanıtlamaya çalışacak mısın?”
Burnumdan
soluyordum. “Sana suçsuz olduğumu söyledim. Sadece dans ederken gözüme
kesiştiği için elim kolum bağlı kalamadım. Seni kurtarmak için öne atıldım ve olanlar
oldu.” Omzumdaki yara sızladı. “Omzumdaki yarayı asla kasti olarak almadım.
Sana herhangi bir şekilde tekrar saldırsaydı kılıçla onu yaralayacaktım ama
benden önce atılıp hedefini değiştirdi.”
Israrlı bakışlarla kararan gözleri daha da
yakınıma varmaya başladı. “Peki ya kılıç kullanmayı nasıl öğrendin?”
Küçüklüğümden beri öğrendiğimi söylesem
doğduğumdan beri suikastçı olmak için yetiştirildiğime dair aklında yeni
şüpheler ortaya çıkacaktı. Hele de babamın öğrettiğini söylesem şehirde kılıçla
ilgisi olan herkesi tek tek aratacaktı. Galibiyetle omuzlarım düşerek kafamı
eğdim. “Bunu söylemeyeceğim.”
Adımları gitgide daha yakına vardı.
Ellerimin serbest olduğunu bildiği ve onu kendimden uzaklaştırabileceğimden
emin olduğu halde parmakları sertçe çenemi kavradı. Sıkıştırdığı yanaklarım
sayesinde dudaklarım öne doğru büzülürken suratımın almasını sağladığı şekil
sayesinde yüzüm öfkeden kızarmaya başladı. Gözü bir yerden ısırıyormuş da beni
nereden tanıdığına dair söyleyeceği şey dilinin ucunda asılı kalmış gibi yüzü
kararsızlıkla mimikten mimiğe atlıyordu. Nihayet kaşlarını çatıp delen
bakışlarla gözlerini bana dikti. Çenemi sıkan parmakları sertliğini artırırken
serbest kolumla en hassas noktasına dirsek geçirmemek için kendimi zor
tutuyordum.
“Ya ismin?” diye fısıldadı sesini
alçaltarak. “Onu bahşedecek misin?”
Zehirli parmakları çenemi tutarken bir
yandan suratımı keşfediyordu. Uzun parmaklarından biri Bay Sergei’nin tokadıyla
şişen yanağıma uzandı ve oradaki morluğun acıyla zonklamasını sağlayacak bir
sertlikle parmağını bastırdı. Sıktığım dişlerim çenemi tutması sayesinde baş
ağrıma yeni ekşi bir tat kazandırdı. “Hayır.”
Anında çenemi serbest bırakıp geri geri
yürüdü. Gözleri şeytanlıkla parlıyordu. “Bakalım daha ne kadar böyle ısrarcı
kalacaksın. Özellikle de portreni çizdirip tüm halka kim olduğunu arattırdıktan
sonra nihayet ailenden birini karşında diz çöktürüp her şeyi itiraf etmek için
geç kaldığını idrak edebildiğinde.”
Tüm vücudumda bir ürperti tetiklendi.
Babamın ağır yüzüğünü senelerdir taşıyan elinin yanağıma indiğinde neye sebep
olabileceğinin ihtimaliyle sarsılmam kadar dipsiz bir çukurdu. Kulaklarımın
şiddetle uğuldamaya başlamasıyla etraf kararırken göz kapaklarım çırpınırcasına
titredi. Öyle hızlı düşünmeliydim ki başım dönüyordu. Neyi nereye koyup
tartacağımı şaşırırken ihtimaller uçuşup duruyor, babamın gözümün önünde yere
çöküp kızının suikast suçuyla itham edilmesini izlediği sahne bulutlanıp
kafamda yerini alırken öfkem gitgide kabarıyordu. Leila ve anneme bir şey
olması düşüncesiyle midemde sabah yediklerimin kalıntılarının yükseldiğini
hissedebiliyordum. Vezirin oğlu bir şeyler söyleyerek arkasını döndü. Sonucunun
nereye varacağını zerre düşünmediğim olaylar silsilesini ayaklarımı bağlayan
ipi çözmekle başlattım. Ayağa fırladığım gibi arkasını dönmüş olan vezirin
oğlunun boynuna atılıp ipi olması gereken yere oturttum. Tüm gücümü ipi
sıktığım ellerime verirken acımasız fısıltılar beynimi esir almış beni kukla
yerine koymaya çalışıyordu.
“Eline öyle bir koz vermek yerine kendimi
gebertirim. Duydun mu? Kendimi gebertirim!”
Vezirin oğlu boğuk nefesler alarak tekmeler
savuruyordu. İpin sıkılığını rahat bırakırken hala ona hükmetmeye devam
ediyordum. Can havliyle kıvrılan dizleri rahatlıkla başlarımızın denk gelmesini
sağlamıştı. Eli elimi kavrayıp tüm gücüyle sıkarken saçlarının kokusu burnuma
karıştı. Bacakları bir anda diklenip geri geri yürümeye başladı. Böylece ben de
sarsak adımlarla geri adım almak zorunda kaldım. Vezirin oğlu sırtını göğsüme
dayarken beni adeta duvara yapıştırdı. Karnıma giren ağrıyla beraber nefes
borumun kesilmesiyle ipi tutan elim anında salık verdi. Nefes almak için
çırpınıp sakinleşmeye çalışırken gözlerim zar zor görüyordu. Göğsüme dayanmış
olan sırt uzaklaşıp nefes almama izin verdi. Fakat bu sadece birkaç saniye
sürdü. Neye uğradığımı anlamadan tüm vücuduyla burnumun dibine girdi. Gözlerimi
aralamaya çalıştığımda parmaklarının boynuma tırmandığını hissettim.
Ciğerlerimi son kez derin bir nefesle doldurmama izin verdi. Ardından
parmaklarının sıkılığı öldürücü bir haddeye ulaşacağının habercisi olarak
gücünün tüm kırıntılarını boynuma toplamaya başladı. Tüm kudretiyle boynuma
çullanmaya başlarken nefes için debeleniyordum. Göğsü müstehcen bir yakınlıkla
tamamen önüme yapıştı. Dizlerimi son gücümle tekmelemek için kaldırdığımda iki
bacağı da benimkilere dolanarak yerime mıhlanmamı sağladı.
Sıcak nefesini boynumda hissettiğimde kulaklarımın
uğultusu tüm bedenimi kaplamadan önce dudaklarını aralandığını duydum. İyice
kulağıma yaklaşıp, “Kime bulaştığından haberin yok.” diye fısıldadı. Kulağımın
altına iğrenç bir öpücük kondurdu. “Şimdi boğulmanın keyfini tatma sırası
sende.”
Bu sözlerinin ardından parmaklarının gücünü
son damlasına kadar boynumda hissettim. Bir eli omzumdaki yarayı ezercesine
bastırırken ömrümde bir daha böyle bir acıya şahit olamayacağımı bilecek kadar
canım yanıyordu. Gözlerinde alay taneleri görmek için yalvarırken göz bebekleri
kara birer çukura dönüştü. Üst dudağı hırsla kıvrılırken suratına korkunç bir
ifade yerleşti. Ellerinin ıslaklığıyla omzumdan kan aktığını anlamamla bilincim
yavaştan kendini serbest bırakmaya başladı. Ölümün dibinde sallanıyor olduğumu
idrak etmemle aklıma yüzlerce düşünce saplandı. Sadece bir saniyede öylesine
uçuşuyorlardı ki tutunmak imkansız gibiydi. Çiçek açan bedenimin bir daha asla
dans figürleri için çılgınca uçuşmayacağını idrak ederken, kılıç tutmak için
bile bir daha katiyen şansımın olmayacağını düşünmek bile kalbime hançer
saplayan bir ağrı ulaştırdı. Cesedim burada katılaşıp kalacak, belki de asla
toprağa karışacak kadar şanslı olmayacaktı. Leila’yı düşünmek üzereydim ki
bilincim zamanımın bitmek üzere olduğunu haber veriyordu. Kapana kısıldığım bu
çıkmazda vücudum saniyeler önce kendini salık bırakıp hareketsiz kalmıştı.
Hafif bir özgürlük hissettim. Boğazımdaki
parmaklar artık göçen bedenime şahit olduğu için beni rahat bırakmış olmalıydı.
Yere doğru kaydığımda neden hala acıdan uzaklaşmadığımı anlamıyordum.
Boğazımdaki acının derinliği tüm vücudumu kilitli bir sandığa çevirmişti. Yanaklarıma
tokat yiyor, uzaktan yükselen bağrışmalara kulaklarımı tıkıyordum. Sese yanıt
vermek için en azından tek bir parmağımı oynatmak istedim ama arkaya doğru
kendini bırakan başım bunun aksini söyledi.
Nefes almak için çırpınmayı bırakalı artık
uzak bir vakit gibi geliyordu. Mücadele etmem için ısrarlı bir çaba sıkıca bana
tutunmaya başladı. Daha önce hiç tatmadığım sıcak bir şey dudaklarıma kondu. Kokusunu
içime çekmek için annemin pişirdiği ekmeğe dokundurduğum dudaklarımdan daha
sıcak daha yumuşaktı. Uyguladığı baskıyı bilinçsizce kabul ederken içime
yeşeren aceleci nefeslerle gözlerimi araladım. Sıkıca bastırıldığım kucaktan
uzaklaştığım gibi ellerimi boğazıma yapıştırarak rahatlamak için aralıksız öksürüyordum.
Nihayet nefeslerim düzene girdiğinde boğazımın acısının keskinliği benden
izinsiz yaşların susmaksızın yanaklarımdan düşmesini sağladı. Ardından her şey
bir girdaba sürüklendi. Vücudum öyle şiddetli titriyordu ki birbirine çarpan
dişlerim alt dudağımı sıyırıp ağzımın içinin kanla dolmasını sağladı. Yutmaya
çalıştığımda boğazımın emrini yerine getirememesiyle kan dudaklarımdan aşağı sızdı.
Midemdeki her şeyi çıkarmam an meselesiydi ama boğazımdaki acı buna asla izin
vermiyordu. Omzumdaki ıstırap zonklamaya dönüşürken saatler sürmüş gibi gelen
zaman dilimi boyunca orada oturup başım eğik kendime gelmeye çalıştım. Arkamda
ayak dikili duran varlığın yalnızca nefes seslerini duyabiliyordum. Ayak
adımlarının hareket edip ardından kapıyı kapatmasıyla başım artık ayakta
durmayı kabullenemeyerek eğilmeye başladı. Nihayet yere serilip vücudumu
toplayabileceğim kadar minik bir hale soktum. Büründüğüm sessizlik sayesinde
hıçkırıklarım serbest kalma izni aldı. Ağlamamın şiddetinin artmasıyla
boğazımın acısı da artıyordu. Neye ağladığımı seçemezken bu kafa karışıklığıyla
nihayet ağır ağır uykuya çekildim.
Bilinçsizce kabustan kabusa atladım. Leila
saçlarımı örerken kahkahalarla gülüyordum. Annemin yaptığı lezzetli yemeklerden
akşam biz de yiyorduk. Rapid’le kılıç talimi yaparken yine bana nazik
davrandığı için onunla aday ediyordum. Danstan kazandığım parayla sonunda
Leila’ya dikiş makinesini hediye ediyordum. Gözlerindeki mutluluğun konduğu
ışığı gördüğümde bu kadar geç kaldığım için kendime kızarken sevinçten gözlerim
doluyordu. Babam dikiş makinesini danstan kazandığım parayla aldığımı
öğrendiğinde hepimizin gözü önünde onu ateşe veriyordu. Leila tepkisiz kalıyor,
onun aksine yangın taneleri gözlerimde parlarken içimi yakan hıçkırıkları
susmaksızın salıveriyordum. Bay Sergei’nin her şeyi ispiyonlandığını öğreniyor,
onunla yüzleşmeye gittiğimde vezirin oğluyla karşılaşıyordum. Bay Sergei,
vezirin oğlunun karşısında benimle alay ediyor, dansımın eksiklerini yüzüme
vuruyordu. Tekrar elimde kılıç vardı ama bu sefer hiç tahmin etmediğim bir
sonuca adım atmamı sağlıyordu. Bu sefer kılıç benim göğsüme hizalı duruyor, tüm
yüreğimle bunu gerçekleştirecek cüreti bulmayı diliyordum. Bunu yapmaya
sürüklenecek kadar yorgun düştüğümü iliklerime kadar hissettiğimde boğuk bir
çığlıkla kabustan uyandım.
Nemli çarşafın sırtımdaki sıcaklığı fark
ettiğim ilk şey oldu. Elimi sırtıma koyduğumda terden yorganı ıslattığımı
gördüm. Ellerimin serbest olmalarına
şaşırırken ayaklarımı da kontrol ettim. Hala aynı odada olduğumu buradaki
döşemenin odaya yaydığı ağır kokudan tanıdım. Gözüme ilk çarpan konsolun
üzerindeki yemek tepsisiydi. Tavuğun bol yağla kızartıldığını kanıtlayan iştah
açıcı görüntüsü midemi bulandırdı. Elimi hasarlarımda gezdirirken boynumda
kaygan bir ize rastladım. Leila’nın sürdüğü vazelinden daha hoş kokuyordu.
Saçlarım yukarıda atkuyruğu halinde toplanmış, üzerime kalın bir hırka
geçmişti.
Omzumdaki yara izininse pansumanı tekrar
değiştirilmişti. Ayağa kalkmadan önce odada ışığın aydınlattığı kısımları
inceledim. Görünürde perdelerin arkasındaki camlar dışında hiçbir kaçış yoktu.
Böyle bir şeye kalkışırsam bu sefer kesin ölümle yüzleşeceğimi tahmin etmek zor
olmadığı için başka bir şey düşünmeliydim. Aklımın kaydığı bir hatırayla
boynumdaki elimi dudaklarımın üzerine koydum. Yorganı tuttuğum gibi hırçın
hareketlerle ağzımı silmeye başladım.
“Günaydın demek isterdim ama fazla uykucusun.”
Vezirin oğlu adım adım yatağın başına
yaklaşırken oturduğum yerde doğruldum. Gözlerindeki o ölümcül bakışı aklımdan
atmak istiyordum ama son nefesim için çırpındığım an aklıma vurunca burnum
sızladı. Öfkemi ön plana çıkarmanın gücümü emeceğini bildiğimden kendimi
sakinleştirdim. Yükseldiğimde, saldırdığımda neler olduğuna ağır bir
karşılığıyla şahit olmuştum. Geriye kalan tek piyonum sessiz kalmaktı.
Keyifle ellerini çırptı. “Babamın en kaliteli
ressam arkadaşlarından birisi yolda.”
Dilimi ısırarak sessizliğe gömülürken daha
fazla aklımı ihtimallere yormayacaktım. Babam sıradan bir demirciydi. Onları
korumaya çalışırken boğulmakla yüz yüze gelmiştim. Tüm pazar halkı senelerdir
babamı tanırken böyle bir suçlama karşısında günden güne artan vergiler
sayesinde her sabah söverek dükkanlarını açmalarını sağlayan adamlara güvenecek
olamazlardı. En azından bir kısmı tahminim üzere kafa yorabilirdi. Annemlere
hiçbir şey olmayacağını içimden tekrarlayıp duruyordum.
“Boynundaki izler bir süre dans etmeni
engelleyecek, değil mi?” Kaşlarımı kaldırdığımı görmüş olmalıydı ki zevkle
devam etti. “Bay Sergei ısrarla ailenden ve kim olduğundan bahsetmedi. Aksine
kendini hırpalayan ve sürekli yara izleriyle ayaklarına kapanan bir zavallı
olduğuna değinmekten büyük keyif aldı.”
Suratına bakan kafamı indirerek sessizliğimi
sürdürdüm. Elinde tuttuğu bardağı konsola koyduktan sonra yatağa yaklaştığı
için tekrar çenemi tutup yüzümü kaldırmaya çalışacağı ihtimaliyle tüm vücudumu
kasarak put kesildim. Başımda dikilmeye devam etti. “Eğer oyun tersine
dönmeseydi gerçekten beni boğmaya çalışacak mıydın?”
O anı öyle keskin hatırlıyordum ki öfkemin
doğmak için çırpındı. Saçlarının kokusu burnuma vurduğunda ve çaresizliğini
hissettiğim an ipin sıkılığını bırakmıştım. “Hayır.”
“Demek öyle. O kadar kararlıydın ki bıraksam
beni boğacağına eminim. Bu sefer tamamen serbestsin bu odada. Bir daha bana
bulaştığında neler olacağını tahmin etmek zor değildir.”
Babam görse günlerce uykusuz talim cezası
verirdi. Vezirin oğlu beni kandırmıştı. Güçsüz olduğuna inanmam için kollarımda
nefes için çırpınıyor gibi yapmıştı. İpi boğazına geçirdiğimde kollarının
sertliğini hissetmemle birlikte bu oyuna düşmemem gerekiyordu. Vezirin oğlu
başından beri bir erkeğin edineceği haşin güce sahipti. Ne yaparsam yapayım
beni alt edeceğini bildiği halde birkaç dakika kendimde o gücü hissetmeme izin
vererek benimle derinden alay etmişti.
Yanağıma dokunduğunu hissettiğim gibi refleksle
geri sıçradım. Bu hareketim gözlerimi doldurdu. İçimi korkuyla dolduruyordu.
Vezirin oğlundan gerçekten korkuyordum, yaptığı şeyden sonra korkmamak elimde
değildi. Kırılganlığım sayesinde utanca boğulurken o an aklımdan sadece babama
bana daha çok şey öğretmesi için yalvarmadığım için artan pişmanlığım geçiyordu.
Rapid’e karşı köpürürken dişlerimi öfkeyle birbirine kenetledim. Kız olduğum
için bana her seferinde nazik davranmasaydı bir erkeğin ne kadar ölümcül
olduğunu kavrayarak daha çok üzerinde durabilirdim.
Kafamı kaldırıp ürkek bakışlarımı kendime
saklayarak gözlerine baktığımda, “Merak etme.” diye mırıldandı yatıştırıcı bir
sesle. “Bir daha canına kast etmeyeceğim.” Suratını yalancı bir sırıtış esir
aldı. “Tabii sen kaşınmadıkça.”
Gözleri yine suratıma takılıp aynı bakışlarla
yüzümde gezinmeye başladı. Kaşlarımdan sonra uzun bir süre gözlerimde
duraksadı. Ardından boynuma indi, sonra çenemde bekleyip dudaklarımda takılı
kaldı. Elini suratıma doğru uzattığında bu sefer korkak bir tavırla geriye
çekilmemek için kendimi mıhlamak zorunda kaldım. Yanağımı okşadıktan sonra
parmağı tiksindirici bir samimiyetle dudaklarıma dokundu. Gözlerinde anlam
veremediğim bir parıltı aydınlandı. “Sen çaresizce boğulmakla meşgulken belki
de senin ilk öpücüğüne layık oldum. Bu sefer de ben senin hayatını kurtardım.
Hani minnet dolu teşekkürüm?”
Suratına atmak istediğim tokat yüzünden elim
öyle bir kaşınıyordu ki yorgana sürtmek zorunda kaldım. Çeneme inen o parmağını
alıp ağzıma kan dolana kadar ısırmak istiyordum. Parmakları tekrar hassas
boynuma inip muhtemel morlukları incelemeye başladı. Öyle pür dikkat bakıyordu
ki aslında ne görmeyi amaçladığını merak etmiyor değildim.
“Efendim, Bay Moaadi buyur etti.”
Kapının açılmasına dair en ufak bir ses
duymamıştım. Vezirin oğlunun bu kadar yakınımda durmasının korkusuyla nefesimi
tuttuğumun bile farkında değildim. Hemen kendimi geri çektiğimde parmağının
havada kalmasını sağlamış oldum. İçeri giren adamın asillerden olduğu her
halinden belliydi. Saçları kırlaşmaya başladığı halde suratı yakışıklı çizgilerle
bezenmişti. Elinde içeri girdiği çantasının içinde de muhtemelen benim idam
ipimi taşıyordu. Vezirin oğluyla arasında kısa bir konuşma geçti. Odanın giriş
kapısı yatağa uzak olduğu için pek bir şey duyamıyordum. Bay Moaadi denen adam
oturduğum yatağın hizasına doğru yürümeye başladı. Vezirin oğlu da keyifle ona
eşlik ediyordu. Bay Moaadi suratımı öyle çarpıcı bakışlarla inceliyordu ki bir
an çıplak kadar aciz hissettim kendimi.
Vezirin oğlu benim tarafıma döndü. “Önce
sana getirdiğim bardağı bitirirsen sevinirim.” dedi konsola koyduğu bardağı
işaret ederek.
O anda babamın kılıçla beni ilk defa yanlışlıkla
yaraladığı gün gözlerindeki büyük korkuyla yanıma koşuşunu hatırladım. Öyle
özenle pansuman yapmıştı ki canımın acımasının onu nasıl bir hüzne boğduğunu gördüğümde
bana duyduğu değer karşısında dört köşe olmuştum. Vezirin oğlu da kendi
oluşturduğu yarayı özür olmaksızın kapamaya çalışıyordu. Onu babamla aynı kefeye
değil, benzer anılarla bir tutmam bile utanılacak kadar iğrençti.
Bay Moaadi’ye hitaben konuşurken delici bakışlarıyla
gözleri bana isabet aldı. “Pekala, Bay Moaadi. Kaleminize elbette güveniyorum
fakat özel bir isteğim olacak. Onun gözlerindeki bu asi hırçınlığı, bastırdığı
öfkesini, salmamak için zor tuttuğu üzüntüsünü rica ediyorum portrede ortaya
koyun. Çünkü içimden bir his sadece gözlerini çizip pazar halkına göstersek
bile hemen kim olduğunun ortaya çıkacağını söylüyor.” O sinir bozucu hareketi
tekrarlayarak yanağını kaşıdı. “O halde size keyifli çalışmalar.”
Vezirin oğlu odayı terk etmek yerine geri çekilerek
odanın en uç kısmına geçti. Perdeyi sıyırıp pencereye döndü. Bunların hepsinin biteceği
ihtimaline sığınarak kurtulacağıma dair kendimi avutuyordum. Portre çizilecek,
babam ortaya çıkacak ve suçsuz olduğum kanıtlanacaktı. Bunun sonuçlarını çok
ağır ödeyecektim ama sonuç olarak hayatımdan olmayacaktım. Vücudumu dik tutup ayaklarımı
yere sabitleyerek yatakta daha düzgün bir hiza aldım. Bay Mooadi denen adam
bana Bay Sergei’yi hatırlatmadığı için ufaktan sevinmiştim. Bay Sergei aksine
daha hırçındı. Sanatıyla meşgulken dünya onun için dururdu. Saçları alnına
düşer, saatlerce dinlenmeden kendini portresine adardı.
Bay Moaadi suratında bana samimiyetini
inandıramayacağı bir tebessümle gülümsedi. “Önce bardağını bitir istersen.”
Yutkunduğumda bile ağrıyan boğazımdan aşağı
herhangi bir şeyin geçmesini istemiyordum. Gözlerindeki ısrarın kalıcılığına
şahit olunca uzanarak bardağı kavradım. Burnuma çarpan ağır kakao kokusuyla
sendeledim. Hatıralar öyle ince bir pamuk ipliğine bağlıydı ki naifliği
karşısında tekrar tekrar şaşkınlığa uğruyordum. Henüz çocukluktan çıkıp genç
kızlığıma adım attığım günlerde Bay Sergei’nin göz alıcı gösterilerinden
birinde arka planda dans eden kızlardan biri olma şerefine nail olmuştum. Bu
gösteriden annemin haberi vardı ve gizli gizli beni izlemeye gelmişti.
Akşamında eve döndüğümüzde babam her şeyden haberdar öfke fışkıran gözlerle
bizi bekliyordu. Evde terör estirip bir daha asla dans etmeyeceğime dair
tehditler savurmuştu. Annemin bu ihanetine karşılık ona el kaldırmaya kalkışmıştı.
Ne yaptığını fark ettiğinde şaşkınlığa uğrayarak evi o gece terk etmişti.
Yaşadıklarımın şokuyla annemin hıçkırıklarla savrulan omuzlarına yapışmıştım.
Beni boynuna bastırdığında o gün yaptığı kahve aromalı çöreklerin kokusu
üzerine öyle bir sinmişti ki hala ne zaman kahve kokusu burnuma çarpsa babamın
yaptıkları aklıma gelir, midem bulanırdı.
Şimdi elimdeki baskın kakao aromasını içime
çekerken bundan sonra ne zaman çikolatalı bir şey yesem midemin
kaldırmayacağından emindim. Her seferinde bu odada yüzleştiğim ölüm korkusunu,
boğulmanın, bilincimin kapanmasının ve bir erkeğin üzerimde bu kadar büyük bir
güce sahip olmasından nasıl iğrendiğimi hatırlayarak aynı anılar tekrar zihnimi
dolduracaktı. O çikolatayı ağzıma atmak için hamle yaptığımda dudaklarımı ilk
esir alan dudakları hatırlayarak tekrar tekrar bu anıların acımasızlığıyla
çaresizliğe gömülecektim.
Aklımdan geçenler sayesinde vücudumu saran
titremeyle elimdeki bardak sarsıldı. Yere düşürmemek için iki elimle
kavradığımda sallanan bardaktan dışarı taşan kaynar süt parmaklarımı yaktı. Acının
içime düştüğünü belirtecek nidayı serbest bırakmamak için alt dudağımı sertçe
dişledim. Bardağı tekrar yerine koyduktan sonra tatlı ellerimi üzerimdeki
paçavraya dönmüş elbiseye sildim. Kafamı kaldırdığımda vezirin oğluyla Bay Moaadi’nin
beni izlediğini gördüm. Vezirin oğlunun tarafına bakmayarak beni kağıda dökmek
için sabırsızlanan kalemlere döndüm.
Bay Moaadi eserini oluşturmaya devam ederken
suratı şekilden şekle giriyordu. Yüzümün kırıntılarını kağıda dökmeye devam
ettikçe içim içimi yiyordu. Sakin kalmak için kendimi sıkıyordum. Kaskatı
kesilen bedenim sırtıma ağrı girmesini sağlamıştı. Öte yandan ağrılarım az da
olsa dinmişti. Yutkunduğumda boğazıma batan ağrı dışında vücudum bitkinlikle
sızlamıyordu. Vezirin oğluyla boğuşmamın ardından uykuya teslim olduktan sonra
ne kadar süre uyuduğumu bilmiyordum. Henüz akşam vakti gelmemişti. Vezirin oğlu
perdeyi sıyırdığında içeri bir anlık güneş vurmuştu. Dudaklarım kaskatı kesilip
kuruluktan çatlamış, midemse açlıktan ağrımaya başlamıştı.
Vezirin oğlu tekrar Bay Moaadi’nin başında
dikilip yakınına bir şeyler fısıldadı. Çaktırmadan gözlerini incelemeye
çalışıyordum. Portrenin çiziminden memnun gibi duruyordu ama kaşlarını
çatmasında tam anlamıyla mükemmel bulmadığı da ortadaydı. Biraz fazla pimpirikli
davrandığı ortadaydı. Bay Moaadi kızgın bir tonla hızlı çizemeyeceğine dair
birkaç şey geveledi. Hareket etmediğim için sırtımdaki ağrı hat safhaya
ulaşmıştı. İkisinin de kağıda bakmasından yararlanarak kafamı sağa sola
oynatmaya çalışacakken kapının açılmasıyla tekrar put kesildim.
“Efendim, bir durum söz konusu.”
Bu telaşlı ses içime kurt düşürdü. Odaya
dikkatli adımlarla iki adam girdi. Yakına geldikçe ortalarında bir adamı
sürüklediklerini görebildim. Gözlerimi kısıp siyahlar içindeki adamı
incelediğimde onun vezirin oğluna saldırmaya kalkışan suikastçı olduğunu idrak
ettim. İçimde yeşermek için sabırsızlanan umudu susturmak çok zordu.
Vezirin oğlu bir anda keyiflendi. “Demek onu
buldunuz.”
Ayakta dikilen adamlardan biri ciddiyle
kafasını sağladı. “Hayır, kendisi teslim oldu.”
Vezirin oğlunun bakışları bana sabitlendi.
“Ortağını bulduk desene. Artık hesaplaşmanızı izleyebiliriz. Önce sor bakalım.
Kılıcıyla neden sana doğru hamle almış?”
Boğuk ve keskin bir ses odada yankılandı.
“Onu tanımıyorum.” Suikastçı dizlerinin üzerinde durmuş bana bakıyordu. “Aniden
ortaya çıktı. Ortağım olsaydı etrafı karıştırmak için sadece süslü bir yara izi
bırakırdım. Yarısının derinliğine kendi gözlerinizle şahit olmadınız mı?” Anlam
vermek istemiyordum ama gözlerindeki ısrar bana bir şeylerle ilgili mesaj
vermeye çalışıyor gibiydi. Onu hayatımda bir kere bile görmediğime yemin
edebilirdim. “Kendi ellerimle suçumu çekmeye geldim. Burada benim yerime masum
bir kıza işkence ettiğinizi bilerek elim kolum bağlı kalamazdım.”
Beni suçlamıyordu. İçime ferahlık serilirken
bahsettiği anı hatırlamakla istemsizce parmaklarım yara izimin üzerinde yerini
aldı.
Vezirin oğlu itici bir kahkaha patlattı.
Öyle gülüyordu ki göğsü sarsılıyordu. “Yani boynumu koparttıktan sonra ortadan
kaçmış olsaydın vicdanın rahat kalacaktı. O halde bu kıza minnettar olmalıyım,
öyle değil mi? Suç ortağını kurtarmaya buraya koşmadığını nereden bilebilirim?
Sonuçta planlarınız pek tahmin edildiği düzeyde ilerlememiş gibi görünüyor.”
Suikastçının gözlerine ölümcül bir tehlike
oturdu. “Sizce o kadar dibinize girdikten sonra benim elimden kolayca
kurtulabilir miydiniz? O kıza elbette minnettar olmalısınız.”
Vezirin oğlu birkaç dakika düşünmekle meşgul
oldu. Öne arkaya volta attıktan sonra suikastçıyı zapt eden iki adamdan birinin
kılıcını kınından çekti. “Pekala. O halde birbirinize olan sadakatinizi sınayarak
kimin doğru söylediğini ortaya çıkaralım.” Oturduğum yatağa doğru elinde
kılıçla yürümeye başladığında boğazıma korku çöreklendi. Kılıcın ağırlığını
tartarak havaya kaldırdı. Bana uzatırken tebessümü yerini ciddi bir ifadeye
bıraktı. “O harika marifetinle ortağının boynuna bu kılıcı indirirsen
serbestsin.”
Düşünmek için beklemedim bile. Çatlak
sesimin çaresiz çıkmaması için elimden geleni yaptım. “Bunun yerine son anda
vazgeçtiğin eylemi gerçekleştirebilirsin. Ben suçsuzum ve senin değersiz
hayatın için bulaştığım bu oyunda kimsenin canına kıymayacağım. Keşke oracıkta
boynunu koparmasına seyirci kalsaydım. En azından sizin güya adaletle yönettiğiniz
bu şehirde başa geçecek yeni bir şeytandan kurtulmuş olurduk.”
Vezirin oğlunun gözleri öylesine dipsiz bir
kuyu misali karardı ki artık sona geldiğimi biliyordum. Kılıcı yere fırlatıp elini
haşin bir hareketle kaldırarak kapıyı gösterdi. Odadakiler teker teker kapının
yolunu bulurken ben de muhtemel son nefeslerimi derin derin ciğerime
çekiyordum. Belki de o aptallığım sonucunda suikastçı boynumu tamamen
kopartacak bir güçle kılıcı indirmiş olacaktı. Belki de çoktan toprağın altına
girmiş olacaktım. Ya da bundan birkaç sene sonra aniden hastalığa
yakalanacaktım veya talihsizlik eseri buz gibi nehre düşerek tüm bedenim soğuk
bir cesede dönüşecekti. Dans etmeye yıllarca devam edeceğime, kalbime birinin
sahip çıkacağına, doğuracağım bebeklerin kokusunu içime çekeceğime dair kim
garanti veriyordu ki? En azından böylece aileme zarar vermeyecektim. Portreyi
tamamlayamadıkları için babamın kim olduğu asla ortaya çıkmayacaktı. Benim gibi
suçsuz bir şekilde idama yürümeyecekti. İntikamını ve hırçınlığını ölümümden
çıkarmış olmasıyla beraber vezirin oğlu zamanla kim olduğuma dair merakını bir
daha gün yüzüne bile çıkarmayacaktı. Hem masum bir canı aldığı için işlediği
cinayetin ortaya çıkmasının geleceğinde keskin bir çıkmaza gireceği olasılığıyla
düzenlenen suikastı unutması emredilecekti. Bay Sergei ağzını açmadığı sürece
ölümümün izi kaybolacaktı. Adımı bile öğrenemeyen bu sefil herif tarafından son
nefesim çalındığında bugüne kadar tattığım anıların güzelliğiyle kimseye
zararım dokunmadan ömrüme veda edecektim.
Aklımı esir alan görüntülerle gözlerimi
örtmüş olmalıydım. Boynumdaki yara izinin üstünde parmakları hissettiğim gibi
gözlerim son damlalarla oldu. Parmaklarının dokunuşu yerini okşamaya bırakırken
içim son kez öfkeyle köpürdü. Ellerimi kaldırarak göğsüne yumruklar indirdim.
“Yarım bıraktığın işi bitir. Oyun oynamayı kes artık!” diye çığlık attım.
Sesimin yükselmesi kulaklarımı çınlattı.
Vezirin oğlu belimi sıkıca tutup beni
kendine çektiğinde ellerim göğsünün üzerinde asılı kaldı. Dün bana dokunduğunda
ürperip durmuştum ama artık galibiyetle alışmıştım. Aramızda santimler varken
gözleri öyle derin kenetlenmişti ki anlam veremedim. İçimden aileme veda etmeye
başlamak üzereydim. Bu düşünceyle burnum sızladı ve yanaklarımdan iri
gözyaşları dökülmeye başladı. Göğsüne yapışmış olan ellerimi daha da tenine
gömerek tırnaklarımı batırdım. “Umarım bir gün o kılıcı boynuna hak ettiğin
şekilde yersin.” Cümlemin sonlarında sesim fısıltıya dönüşürken parmakları dün
yarıda bıraktığı işi tamamlamak niyetiyle boğazıma tırmandı.
Öyle naif bir nezaketle boğazımı sarmışlardı
ki az sonra son nefesimin çalınmasını sağlayacaklarına inanmak güçtü. Boğazıma
diktiği gözlerini kaldırarak suratımda gezinmeye başladı. Çenemden, kupkuru
dudaklarıma, ardından yaşlar süzülen yanaklarıma baktı. Nihayet gözlerime
ulaştığında en son görmek istediğim manzaranın yılan gözleri olmadığına
emindim. Gözlerimi sımsıkı kapatarak nefesimi tuttum.
Tenimi yakan parmakları geri çekilerek
yanağımdan akan yaşları sildi. Belimi tutan eli sıkılığını bırakırken daha
yakınlaşmasının mümkün olmayacağını sanıyordum ama tüm yüz hatları daha
yakınıma sırnaştı. Sıcak ve hayat dolu nefesini suratıma vurmak üzere dudakları
aralandı. “Seni serbest bırakmak için tek bir şartım var.” Sesindeki samimiyet
hiç duymadığım kadar kavurucuydu. “Kılıcı senin kadar fevkalade kullanmamı
sağlayacaksın. Bu anlaşmayı kabul edersen şu andan itibaren özgürsün.”
Elbette öğretirsin dimi Afrah <3
YanıtlaSilAhahah garibim başka çaresi yok gibi duruyor, umarım bölümü beğenmişsindir :)
Silyine harika bir bölümdü Betül ellerine sağlık �� yalnız şey kafamı karıştırdı hikayenin ana erkek karakteri vezirin oğlu değil miydi? ben öyle hayal etmiştim kendi kendime fmsmxmsm bu bölüm cidden dolu doluydu her satırını büyük bir heyecanla okudum cidden ��inşallah devamı hemen gelir ben beklemelere hiç dayanamıyoruum :D
YanıtlaSilBeşinci bölüm bi haftaya kalmaz gelicek çünkü tüm kurgusu aklımda inşallah :D Ana erkek tabii kii vezirin oğlu💞
SilHarika bi bölüm!! Ellerine sağlık Betül abla ������
YanıtlaSilTeşekkür ederim canımm. Beğenmene sevindim :)
SilYeni okuyucun ben=)
YanıtlaSilEllerine sağlık. O kadar akıcıydı ki dört bölüm hemencecik bitti. Yeni bölüm için sabırsızlanıyorum.
Çok bekletme bizi=)
Çok teşekkür ederim, sıradaki bölüm yakında inşallah :)
SilBetül yavrum bak sonunda okudum yişisin ve içimden çığlık atmak geliyor. 5. bölüme ihtiyacım vağğğğr!! -canın arkadaşın melike <3
YanıtlaSilCanım melike <3333 Yolda beşinci bölüm 💃🏼💃🏼
SilMerakla bekliyorum.Bu gece yayınlasan ne güzel olur.Haftasonu da bir bölüm daha.Yanına da bir kahve.Ne keyif, ne keyif.Kitap okumaya bayılıyorum.Onun bunun dedikodusunu yapıp, başkalarının işine karıimaktansa, zararsızca, kitap okuyup kimseye zarar vermeksizin hem diline, hem kendine hakim oluyorsun.İnsan doğası işte, meraklı ve dedikoducuyuz maalesef.Bence kitaplar bizim bu doğamızı tatmin edip, yüceltiyor.İşte kitap okumanın faydalarından biri daha.Betülcüğüm, çok güzel gidiyor, bekliyorum hevesle yeni bölümlerini.
YanıtlaSilÇok haklısın ne yazık ki.. Ayrıca teşekkür ederim beni heveslendiren bu güzel yorumun için :) Bir gece gecikti ama yeni bölümü de yayınladım. Keyifli okumalar.
SilYaşasın Betül çok yaşa!Diğer yazılarını da okuyorum.Mutfak maceraların da çok güzel.Ayrıca ailen seni ne güzel yetiştirmiş.Sen de kendini ne güzel eğitmişsin.İçin dışın bir.Seviyorum seni Betülcüğüm.
SilÇok teşekkür ederimmmm :) Yorumların gerçekten çok mutlu ediyor beni
SilYaaa kesinlikle kitap olmalı bence ve ilk sefer yazmana göre mükemmel. Her zaman bir kitabı okurken keşke biraz daha betimleme yapılsa ya da keşke yazar biraz daha fazla açıklasa derim. Tam istediğim tarzda yazıyorsun. Bayıldım. Gerçekten bir gün kitap yazarsan ilk okuyanlardan biri olmak isterim. Başarılarının devamını dilerim 😘
YanıtlaSilAslında daha önce de yazdığım kurgular vardı ama bu kadar içime sinen ve devam etme konusunda kararlı olduğum ilk bu oldu. Beğenmene çok sevindimm :) Sıradaki bölümleri okursan da umarım düşüncelerini paylaşırsın :)
Sil4 bölümü soluksuz okudum ve diğer dört bölümü de okumak için sabırsızlanıyorum! Betül bir sürü roman okuduğun için birinci bölüme başlarken harika bir anlatımın olacağını sezmiştim ama bu kadarını aslaaaaa beklemiyordum. Gerçekten en çok sevdiğim yazarlardan bile daha çok sevdim anlatımını. Ve sanırım 8. bölümden sonrası yok :( Ben seni çok geç keşfettim bunun için öyle üzgünüm ki anlatamam. Ne olur bizi Afrah'ın hikayesinden mahrum bırakma :(
YanıtlaSilBu sene üniversite sınavına hazırlanıyorum ve çok yoğun ders çalışıyorum. Seneye tüm düzenim oturduğunda inşallah yazmaya devam edeceğim. En büyük hayallerimden biri bu kitabı basabilmek :)
Sil