8. Bölüm
(Birinci ve ikinci bölümün linki
Üçüncü bölümün linki
“Aklın nerede
takılı kaldı?” diye sordum nihayet dayanamayarak.
Rapid kılıcını indirerek bakışlarını bana
sabitledi. Kaşlarının arasındaki derin kırışıklığı aniden düzeltmeye çalışırken
suratı komik bir ifadeyle çarpıldı. Keyfim yerine geldiğinden sesli güldüm.
“Babamdan azar mı yedin?”
Kaşlarını çatmaya son vermiş olsa da tatsız
ifadesi yüzünde asılı duruyordu. Kafasını hayır anlamında sallayarak tekrar
kılıcını kaldırdı. İçindeki sıkıntı her neyse benimle konuşmayacak olması zoruma
giderken ben de kılıcımı kaldırdım. Yumuşak darbelerine karşı sağdan hamle
yapacakmış gibi göstererek etrafında dönerek beklenmedik bir darbeyle onu
yerine mıhladım. Kılıçlarımızın çarpışması sonucu koluna ağrı girmiş olmalıydı
ki ağzından çıkan acı dolu bir nidayla kılıcını gürültüyle yere atarak sağ
kolunu tuttu.
“Rapid!” diyerek telaşla önünde dikildim.
“Özür dilerim.”
Eliyle geçiştirirken dişlerini sıkıyordu.
“Kafam başka bir yerde Afrah. Başka bir zaman devam ederiz.”
Ağrıyan koluna uzanıp yumuşak hareketlerle sıvazladım.
Aramızdaki sessizlik havada asılı kalırken her zaman benimle sohbet edecek bir
şeyler bulan Rapid’in aklını bu kadar yoran neyse içimi bir sıkıntı almıştı.
Geri çekildiğim gibi bileğimi nazikçe tuttu.
“Vezirin oğlunu neden kurtardın?”
Sorusu karşısında afalladım. “Neden mi? Bir
insan olduğu için? Alçakça suikastla ölüme gitmesine engel olmak için?”
“Bu kadar mı? Arkasında başka hiçbir neden
yok mu?”
“Ne olmasını beklerdin?”
“Zengin, asil ve inkar edilemeyecek
derecede…”
Sözünün nereye geldiğini anlayınca hemen
lafını kestim. “Onu ilk defa dans gösterisinde gördüm. Vezirin oğluna karşı
daha öncesinde bir şeyler hissedebileceğimi mi düşündün?”
“Kim olursa olsun kurtarırdın yani? Öyle
mi?” Kafamı sallayarak onayladığımda suratı gölgelendi. “Peki ya… kurtardığın
için pişman mısın?”
Göğsümde yavaştan bir şey sıkışırken alt
dudağımı dişledim. “Ne zorun var benimle?”
“Hiç düşündün mü Afrah? O tıkıldığın odadan
nasıl kurtuldun? O adam neden gelip seni kurtardı?” Gözleri kısıldı. “Vezirin
oğlunu gözünü kırpmadan öldürecek bir suikastçı neden gelip seni kurtarmak
adına teslim oldu?”
Soruları karşısında ürperdim. Dans
gösterisinden bu yana hayatım öyle bir yokuşa sürülmüştü ki yaşadığım bazı
şeylerin üzerinden geçip yolumda yalpalamaya devam etmiştim. “Masum olduğum
için. Masum bir kızın bu suçla yargılanmasını istemediği için teslim oldu.”
“Vay be.” diyerek alayla alkışladı.
Ellerinin çarpma sesi tüm odada yankılanırken kulaklarım uğuldadı. “Vezirin
oğluna düzenlediği suikastı berbat ettiğin için gözünü kırpmadan senin boğazını
kesti ama…” Rahatsız edici bir ifadeyle güldü. “Ama sırf masum bir kız onun
kalkıştığı suç yüzünden içeri tıkıldı diye onu kurtarmak adına kendini feda
etti, öyle mi?” Sessizliğimden aldığı güçle üzerime yürüdü. “Sence o odaya
tıkılan sen olmasan gelip teslim olur muydu? O kız kim olursa olsun onu
kurtarır mıydı?”
“Kurtarırdı tabii ki.”
Ellerini ani bir hareketle omuzlarıma
yapıştırıp beni sarstı. “Kurtarmazdı Afrah!” diye bağırdı. “O odadaki sen
olmasaydın bir şekilde suçsuz olduğu kanıtlanırdı ama sen olmasaydın o
suikastçı teslim olmazdı. Duydun mu beni? Olmazdı!”
Beni sarsan kollarını iterken tek kelime
etmedim. Rapid tekrar üzerime gelirken bir adım daha geri gittim. “Değdi, değil
mi Afrah? Suikast suçuyla yargılanarak boğazına kılıcın geçirilmesi senin
burada hala nefes alıyor olmana değdi, değil mi? O piç kurusunu kurtardığına
hala pişman değil misin?”
Ani bir titremeyle sarsılan ellerimi
kaldırarak dudaklarıma götürdüm. “Sen… sen ne diyorsun Rapid?”
“O suikastçının idamı için vezirin oğlunun
babasına yalvardığını bilmek sana nasıl hissettirdi peki?” dedi tiksinerek.
Gözleri dolarken sesi çatladı. “Niye yaptın bunu? Niye kurtardın onu?”
Midem burulurken kalbimde ağır bir sancı
peyda verdi. Biri boğazımı eline alıp sıkıyormuş gibi zorlukla nefes alırken
aklıma dolan anıların çaresizliğiyle elim boynumdaki yara izine gitti. Sanki
aynı yara izinin üzerine bir tane daha kılıç darbesi alıyormuş gibi orası ateş
gibi yanıyor, katlanılmaz bir acının altında boğuluyordum. Ben farkına varmadan
yanaklarımdan süzülen yaşlarla boğazımdaki düğüm öyle bir sıkıldı ki kaskatı
kesildim.
Başımı kaldırdığımda Rapid’in yanan gözlerle
bana baktığını görünce çatlayan sesimle bağırmaya başladım. “Bende mi suç?
Hiçbir şeyden haberi olmadan dans gösterisini izliyordu. Kim olursa olsun
kurtarırdım! Bana kimse bunu hak ettiğine dair bir şey söylememişti.” Sesim
kısılırken yanaklarım gitgide daha çok ıslandı. “Onu hapiste saklayacağını
söylemişti. Cezasını çekerek hapiste kalacağını sanmıştım.”
Tekrar omuzlarıma yüklenip beni sarstı.
“Aptal mısın sen Afrah?! Seni kurtarmak için o odaya girdiği zaman zaten son
nefesinden vazgeçmişti.”
Aklımdaki sorularla beynim zonkluyordu.
“Nereden biliyorsun? Benim özelliğim neydi ki beni kurtarmak için teslim oldu?”
Başını şiddetle sallayarak, “Hayır.” diye
fısıldadı tekrar tekrar.
Sessizliğin ardından soruma cevap
alamayacağım için öfkem katlandı. Yumruklarımla göğsünü dövmeye başladım.
“Böyle kin kusup cevapsız kalamazsın! Duydun mu? Vezirin oğlunu kurtardığım
için beni pişman edip nedenini söylemeden benden kurtulamazsın!”
Bileklerimi sıkarak ellerimi göğsünden
kurtardı. “Canın yanıyor değil mi? Yavaştan sana yaptıklarını unutmaya
başlamıştın. Yakında dövüş talimlerinizde fıkralarına gülmeye başlardın, az
kalmıştı. Şimdi gözünün yaşına bakmadan adamın boynuna kılıcı geçirdiğini
öğrendiğin için vezirin oğluna kayan hislerinden iğreniyorsun, değil mi?”
Çırpınarak ellerinden kurtulup suratına
patlattığım tokat karşısında gözleri şokla irileşti. “Evet, canım yanıyor ama
asıl canımın niye acıdığını tahmin edemezsin. Senin de memnun olduğun öyle
bariz ki içim yanıyor. Babamın adını ifşa etmek yerine iyi ki beni boğmaya
kalkışmasına izin vermişim. İyi ki o anlaşmayı imzalayıp onunla kılıç
talimlerine başlamışım.” Yutkunmak gitgide imkansızlaşırken zar zor
gözyaşlarıyla ıslanan dudaklarımı yaladım. “Meğer ben ne kadar önemli bir
zatmışım da haberim yokmuş. Öyle ki oraya tıkıldığımda asıl suçlu sırf ben
suçsuz yere o odaya tıkıldığım için beni kurtarmaya gelmiş. Senin dediğine bakılırsa
o kişi ben olmasaydım asla gelmezdi. Senin gözlerinden de aynısını okuyorum.
Öyle rahatlamışsın ki babamın ismini vermediğime. Bunun karşılığında ölüme göze
alacak kadar gözü kara olduğuma sevinmişsindir. Umarım o suikastçının beni
kurtarmasına değmişimdir.”
İçim alevlerle yutulurken elimi göğsüme
yerleştirip titrek bir şekilde iç çektim. “Asıl pişmanlığım o kılıcın vezirin
oğlunun boynuna inmesine engel olmuş olmak değil. Asıl aptallığım o anlaşmaya
imza atmış olmak. Ama o zamanlar bu kadar cahil değildim. Keşke o beni boğmaya
yeltenirken geride beni seven, bekleyen insanlar olduğunu düşünerek
debelenmeseydim. Seçim hakkım olsaydı inan suikastçının beni kurtarmak için o
odaya adım atmasını istemezdim. Vezirin oğlunun yüzünü göreceğim günlerin
ağırlığı tane tane boğazıma kilit vururken, arkamda bıraktığım ailemi korumak
adına bir anlaşma yapmak yerine yitip gitseydim keşke.”
Yanından geçmeme izin vermeden beni sıkıca
tutup göğsüne bastırdı. Kollarında debelendikçe beni daha sıkı kavradı. Bu gücü
karşısında daha şiddetli ağlamaya başladım. Bir erkeğin gücünün benim gibi bir
acize göre ne kadar fazla olduğunu ağır sonuçlarıyla tatmıştım. Saçlarımı
okşadığını fark edince titredim. “Özür dilerim.” diye fısıldadı. “Öldürülen
adamı uzaktan tanıyordum ve tahmin ettiğim üzere kendince gerekli nedenleri
vardı. Ben asla kendini feda etmeni istemezdim. Anladın mı Afrah? Asla.”
Gözyaşlarımın döküldüğü yanaklarıma
saatlerce dokunan, benimle şakalaşıp sürekli sataşan, yanağıma o öpücüğü
kondurup bana o iğrenç teklifi yapan yüzü aklıma geldikçe midem buruluyordu.
Titrememle birlikte dişlerim birbirine çarparken kendimi sakinleştirmek için
dudaklarımı sımsıkı kapamaya çalıştım. “Sakın ama sakın babama onunla talim
yaptığımı söyleme. Eğer bunu yaparsan benim için her şey biter Rapid, anlıyor
musun? Her şey biter.”
Cevabını duyamadan babamın ismimi bağıran
sesinin odaya dolmasıyla Rapid’in kollarından sıyrıldım. İçine kapıldığım duygu
fırtınasına rağmen zayıflık göstermeyecektim. Babamın adım seslerinin yaklaşan
her dakikasıyla birlikte kendimi daha çok körükledim. Dişlerim birbirine
çarparken, yara izim zonklarken, tüm zihnim uğuldamayla sarsılırken, yüzümdeki
acizliğim kanıtı gözyaşlarımla karşısına geçtim.
“Ne yapacaksın benimle? Beni ne için
kullanmak istiyorsun? Niye o suikastçı gelip beni o odadan kurtardı? Ne olursa
olsun beni yanında saklamanın, beni her gün kaldıramayacağım yüklerin altına
sokmanın amacı ne?”
Gözlerine keder çökerken elini uzatıp
yanağımı silmeye çalıştığında hırçınca geri çekildim. “Ne zaman cevap vereceksin
baba? Kazandığımız paraların nereye gittiğini, daha ne kadar yulaf kemirmeye
devam edeceğimizi sorduğumda yine tokadı yapıştıracak mısın suratıma?” Alay
dolu bir sesle güldüm. “Beni bu kadar sıkı eğitmenin nedeni daha basit bir şey
mi yoksa? Beni de asker maaşı için başka bir ülkeye mi satacaksın?”
Söylediklerim karşısında gözleri kararırken
yüzü öyle korkutucu bir gölgeyle kaplandı ki her an tokat yiyeceğimi
bildiğimden suratım karıncalandı. “Kes sesini artık!”
“Sesimi keseceğim ama dansa son vermeyeceğim.
Benim içimdeki bu isteği söküp atamayacaksın. Ne kadar çok zorla kılıcı ele
tutturursun tuttur ben yine dans edeceğim. Karşılığında o dikiş makinasını alıp
Leila’yı gözlerini kör etmekten kurtaracağım. Senin getirmediğin parayı kazanıp
soğanlı suya çorba demekten kurtaracağım bizi. Sen hayalimizdeki baba olmayı
beceremiyorsun ama en azından ben hayalimizde nasıl bir hayat istiyorsak
ucundan bile olsa aileme onu yaşatmaya çalışacağım.”
“Sus artık Afrah!”
Sesin arkamdan gelmesiyle bağıranın Rapid olduğunu
kavramamla duraksadım. Onda hiç şahit olmadığım bir öfkeyle karşımda belirdi.
“Kes artık! Hiçbir şeyin değerini bilmiyorsun. Babanı utandırmaktan başka
hiçbir halta yaramıyorsun!” Babama dönüp ciddi bir sesle konuşmaya başladı. “Ondan
ümidi kesin artık. Asla istediğiniz kişi olmayacak. Bırakın bu rüya aleminde
tıkılı kalsın.”
Rapid’in sözleriyle üzerime öyle bir ağırlık
çöktü ki istesem bile ayaklarımı hareket ettiremeyeceğimden korktum. Nefesim
kesilmiş, ciğerimdeki havayı geri alabilmek için çırpınacak kadar aciz
hissediyordum. Omuzlarım yenilgiyle düşerken bir babama, bir Rapid’e baktım.
Babam pes etmişti. Rapid ise öfkeyle yanıyordu.
Eve kadar ardıma bakmadan koştum sanırım.
Gözyaşlarımla etrafım bulanıklaşmadığı için şanslıydım çünkü ağlamayacak kadar
içim buz kesmişti. Ne zaman gözlerim kararmaya, koşmaktan nefesim kesilip,
bayılacak olana kadar etrafım dönmeye başlasa kollarımı cimcikleyip acıyla
kendime geldim. Eve vardığımda yatağımın altına girdiğimde sıcaklığın geri
gelmesiyle ağır bir hastalığın içine adımlarımı attığımı kavramış oldum.
Leila küpeleri kulaklarıma takarken canım
acıdığında inleyecek halim bile yoktu. Alnımdaki soğuk, sirke kokulu bezle
yatağın içinde adeta ateşler içinde yanıyordum. Leila’nın gözlerinden kaygı
okunurken onu avutacak, bir şeyim olmadığını söyleyecek takatim bile yoktu.
Getirdiği çorbadan bir kaşık dahi almamıştım. Mideme bir şey sokmak mümkün
değilken, içindekileri bile her an çıkarabilecekmiş gibi diken üstü duruyordum.
Tahriş olup ateşim sayesinde şişen boğazımdan ne zaman yutkunsam daha çok
yorgun düşüyordum. Gözlerim anlamlandıramadığım bir şekilde sürekli nemleniyor,
uzun aralıklarla vücudumu titreme alıyordu. Zihnimi tüm düşüncelere kapamıştım.
Tek amacım bu hastalığın içinde kıvrılıp sessizliğe dalmaktı.
Bağrışlarla silkelenerek uyandım. Kabussuz,
rüyasız, çok derin hissiz bir uykudan kendime geldim. Hala yatağın içine
gömülmüş, alnımı, göğsümü ve sırtımı
ıslatacak kadar ağır bir ateşin pençesindeydim. Konuşmalara kulak verdiğimde
bağıranın annem olduğunu anladım. Babama beni kılıçla çok çalıştırdığı için
suçlayıp duruyordu. Yara izimden, kaybolmamın ardından eve dönmeme kadar her
şey üzerine bir anda çökmüşçesine acısını babamdan çıkarıyordu. Elimi yara
izime götürecekken hem halsiz olduğumu anladım hem de zihnimi bir süreliğine
olsa da kapadığımı kendime hatırlatmak zorunda kaldım.
Fısıltıya benzeyen ağlama sesleriyle tekrar
uyandım. Annem bir yandan saçlarımı okşuyor, bir yandan da ıslanan uzun gür
kirpiklerinin arasından hüsran dolu bakışlarıyla beni izliyordu. Gözlerimi
açtığımı gördüğünde duraksadı ama bu birkaç saniyenin ardından ağlaması daha
şiddetli bir hal aldı. Onu susturmak için ağzımı açmaya çalıştığımda kupkuru
kesilen boğazım beni engelledi. Annem gözleriyle pişmanlığını dile döküyordu.
Bunca zamandır babama hiç karşı çıkmadığı için, en son onun dediği olduğu için,
beni bu kadar hırpalamasına izin verdiği için üzgün olduğunu kederle parlayan
gözlerinden okuyabiliyordum. Islak yanağı yüzüme sürtünürken alnıma sıcak bir
öpücük kondurdu. Bu öpücüğün sıcaklığı beni başka bir anıya sürüklerken kaskatı
kesildim. Elimi tutmaya devam ederek gözlerimi kapamamı söyledi.
Sürekli uyumaktan, düzenli yemek yememekten,
çok fazla kafa yoracak kadar düşünmemekten ve bu kırgın yorgunluk halinden
sabah akşam kavramımı kaybetmiştim. Henüz akşam yeni batmaya başlarken
uyandığımda sabaha doğru olduğunu sanıyordum. Ertesi gün Leila yalvar yakar
çorba kasesinin yarısını bana içirdi. Ardından yanıma kıvrılmak istediğini
söylediğinde yalnızca kenara kaydım. İki gündür bu ağır ateşin içindeydim ve
henüz tek kelime etmemiştim. Eve döndüğümde Leila beni ateşim yüksek titrerken
bulduğunda defalarca kez sorular sormuş, hepsine boş bakışlarla onu izleyerek
cevap vermiştim. Beni göğsüne yerleştirmeye davranmadan ben yanağımı serin
koynuna yasladım. Nihayet zihnimi hafif bir berraklıkla serbest bıraktığımda
gözyaşlarına boğulacağımı sanıyordum ama aksine içimdeki buz soğukluğunu
taşımaya hala kararlıydı. Sessizce iç çekip dudaklarımı ıslattım.
“Rapid’in dediğine göre o odada ben suçlu
gözüyle tıkılı olmasaydım suikastçı teslim olmazmış. Beni kurtarmak için kendi
hayatından vazgeçmiş.” Sesim çatlarken aklımın arka perdesinde sürekli
çıkagelen surat karşısında hala ağlamadığıma şaşkındım. “Vezirin oğlu kendi
elleriyle öldürmüş onu. Onu hapse tıkıp cezasını çekmesine hüküm vereceklerini
sanmıştım.”
“Sadece bu mu?”
“Suikastını
önleyip vezirin oğlunu kurtararak o adamı ben mi öldürmüş oldum?”
Terden sıcaklayan sırtımı sıvazlayıp sıcacık
sesiyle, “Niye hep kendine pay çıkarıyorsun?” diye sordu. “O adam kaderini
kendi elleriyle çizdi. Eğer o suikasta adım atmasaydı yaşıyor olacaktı. Sen
odaya tıkıldığın için ölmedi, kendi kararları sonucu öldü.”
Derin bir nefesle ciğerlerimi şenlerken bu düşüncenin
ihtimaliyle rahatlamaya çalıştım. Leila tekrar, “Sadece bu muydu?” diye sordu.
Ona biraz daha sıkı sarılırken yemek kokusu
burnuma doldu. “Bana bir şey olsaydı arkamdan üzülecek birileri var, değil mi?”
Kolumu cimciklediğinde olduğum yerde zıplayacak oldum. “Cevabımı almış
sayılırım.” Acı bir tebessümle gülümserken Leila’ya asla harem olayını
konuşmayacağıma dair kendime söz verdim. Bana verdiği öpücüğü, sunduğu teklifi
söyleyip içimi dökersem Leila öfkeyle köpürüp artık talimlere benimle gelmek
için daha ısrarcı olacaktı. “Bir de babamla tartıştım biraz. Demek
yorgunluğumun üzerine hepsi gelince hastalanacağım varmış.”
Alnıma dokundu. “Bu pek normal bir ateş
değil ama neyse.”
Tam tekrar uykuya dalacakken beni diken üstü
yapan cümleyi kurdu. “Yarın cumartesi Afrah.”
Yarın cumartesi… bugün cumaydı…
Sözleşmemizin en önemli maddesini yıkarak
cuma günü talim yerimize gitmemiştim. Güya çarşamba günü gösterisine hazırlık
için Ladin Köşkü’nde buluşacaktık. Önce korkuyla boğazım sıkışır gibi oldu. Elinde
portremin olduğunu hatırlamak göğsüme tanıdık bir ağırlığın oturmasını sağladı.
Ardından yavaşça kendimi sakinleştirmeye, haftalar sonra artık vezirin oğlunun
beni tanıdığını, ölüm kalım meselesi olmasa talime gelmeyeceğimi tahmin
edeceğini düşünmeye başladım. Sonrasında beni tanımasını sağlayacak kadar
onunla vakit geçirdiğimin, bir katile gitgide daha çok zaman ayırdığımı ve
ayıracağımın aklıma gelmesiyle korkunun yerini tiksinti alarak midem bulanıp
ağzım ekşi tatla doldu. Pazarda ailemi ya da beni aramayacaktı. Soyadımı ya da
babamın kim olduğunu öğrenmeyecekti. İçimden defalarca kez telkin eden bu
cümleleri tekrarlarken bir zamandan sonra inandım. Gözüme uyku girmesi saatleri
alırken kabus göreceğime öylesine inanmıştım ki uyuyana kadar Leila’nın elini
sımsıkı kavradım.
Ertesi gün Freida’nın beni ziyarete
geleceğini öğrendiğimde artık tüm gün yatakta uzanmamaya karar verdim.
Günlerdir uyumaktan sırtım ağrıyor, tenimin terli kokusunu odanın ucundan bile
alıyordum. Ani hareketlerde haddinden fazla başım dönüyordu. Boğazlarımdaki
şişik tam anlamıyla inmemiş, vücut sıcaklığım da eski normal haline henüz
dönmemişti. Annemin zoruyla karnımı doyurmamın ardından büyük ısrarla dışarı
çıkmaya izin alabildim. Freida geldiğinde hasta yatağında beni göreceğine kapıda
dikilmiş onu bekliyordum. Uçuşan ağaç yapraklarının altında daha uzun bir yolu
kullanarak pazara doğru yürümeye başladık.
“Seninle dans etmeyi özledim.” diye
mırıldandı Freida.
Dönüp göz kırptım. “Yarın ikindi vakti bir
kaçamak yapalım o zaman. Sen de müzik çalmayacaksın. Yalnızca deli gibi dans
edeceğiz.”
Parmakları en hassas yerimi bulup belimi
gıdıkladı. Beklemediğim bir şekilde nefessiz kalana kadar kıkır kıkır güldüm.
Sokakta yürüdüğümüz için elimle ağzımı örtmeye çalışırken kendimi yaramaz kız
çocukları gibi hissediyordum.
“Babanla kılıç talimleri nasıl gidiyor?”
“Yeni bir dans figürü oluşturabileceğim
kadar farklı şeylere çalışmıyoruz. Onun dışında aynı.”
İçindeki heyecanı yansıtan gözlerle bana
baktı. “Vezirlerin oğullarının sergileyeceği gösterileri duydun mu?”
Bir anda suratım düşerken midemdeki acı tat
tekrar aynı yerde birikti. “Duymadım.”
“Sanatla alakalı hangi yetenekleri varsa onu
kanıtlayacakları kısa gösteriler olacak. Halktan çok az katılım var. Maliye
Veziri’nin oğlunun kutlaması gibi kalabalık olmayacakmış.”
“Sen nereden biliyorsun?”
Omuz silkti. “Biliyorsun, babam birkaçının
yakın dostlarıyla ahbap.”
Keyfim kaçtığı için sessizliğe büründüm.
Freida da son günlerde yaptıklarından bahsederken dikkatle onu dinliyormuş gibi
yaptım. Çok yavaş yürüdüğümüz için başım onun omzundaydı. Gece karası
saçlarının yüzüme değmesi hoşuma gidiyordu. Pazarın başını gördüğümüz gibi
kolumdan çıkarak koşmaya başladı. Terzinin vitrinine yeni konulan takıma
yakından bakmak için parmak uçlarında koşarken öyle mutlu görünüyordu ki en son
dikiş makinesini alabileceğimi öğrendiğimde böyle neşeli olduğumu hatırladım.
Fakat o mutluluğumun altında bile başıma gelenlerin sonucu bir burukluk vardı.
Böylesi saf bir mutluluğu aramak için dans gösterisinden öncesine dair hafızamı
yoklamalıydım. Dans gösterisine hazırlanırken ne kadar stresli bir zaman
diliminde koşuşturduğumu hatırlayınca yine saf bir mutluluk bulamayarak düş
kırıklığına uğradım. Hüzünle oflarken arkamdan rüzgarın fazla keskin bir ses
çıkarmasıyla surat mimiklerim dondu.
Aynı anda dikkatle önüme baktığımda önümdeki
kavşakla başlayan pazara kadar sokakta çıt çıkmadığını fark ettim. Belimdeki
hançeri almak için hamle yapacakken tam karnımın ortasından sertçe kavranarak
arkamdaki vücuda yapıştım. Panik içimde dalga dalga yükselip başıma gelecekleri
tahmin etmeme izin vermeyecek kadar nefesimi kesti. Kollarım saf dışı kalırken
ayaklarımla debelenmek üzereydim ki burnuma dolmasıyla hatıralarımı baş
kaldıran kokuyla bilincim ufka karıştı.
İsmimin üst üste mırıldanmasıyla gözlerimi
açmam gerektiğini anladım. Günlerdir içinde bulunduğum bu uyku uyuşukluğu huy
olmuştu. Birkaç gün birkaç saat uykuyla ayakta durup kendime gelmek istiyordum
artık. İsmim okşar gibi yumuşak namelerle, bir erkeğin ağzından hiç duymadığım
bir tatla söylenirken gözlerimi aralayacak gibi oldum. Bastırılmış olduğum
sıcak vücuttan kayarak yumuşak bir yere yatırıldım. Beni daha deminden beri
taşıyanın yatağa oturmasıyla onun olduğu tarafa yuvarlandım. Gözlerimi
aralamaya çalıştığımda nemden her zamanki gibi kirpiklerimin ıslanıp
birbirlerine yapıştığını fark ettim. Elimi kaldırıp gözlerimi avuşturduğumda
hareket ettiğim için karnıma tanıdık olmayan bir ağrı saplandı. Yüzüme dokunan
parmaklarımı hissettiğimde ateşimin de güzel bir dereceye ulaştığını anlamamak
imkansızdı.
Üst üste yutkunarak Leila’yı görmek üzere
gözlerimi araladım. Önce odanın tuhaf tahta kokusu burnuma çarptı. Sonra
yattığım yatağın gereğinden fazla yumuşak olduğunu sırtımda hissetmemle daha
demin beni taşıyan kolların babam olmadığına emin oldum. Doğrulmaya
çalıştığımdaysa en büyük kabusum yanı başımda oturuyordu. Vezirin oğlu tereddüt
dolu kaygılı bakışlarıyla beni izliyor, sıcak çikolatayı andıran gözlerinin
kahverengiliğinde boğulmamı sağlayacak kadar derin bakıyordu bana. Suratında
kararsız, çarpık bir tebessümle ellerini adeta zar zor yorganın üzerinde
tutuyordu.
Her şeyi kavradığımda ağzıma dolan çığlığı
serbest bırakarak yataktan fırladım. Öylesine hızlı hareket etmiştim ki başım
fırıl fırıl dönerken sendeleyerek uzun sehpaya tutunmaya çalıştım. Sehpanın
yere devrilip büyük bir patırtı koparttı. Zar zor duvara tutunduğumda
nefeslerimi dengelemeye çalışırken hemen belimdeki hançerin yerinde olup
olmadığını kontrol ettim.
Yine bu odaya tıkıldığımı fark ettiğimde
sanki zihnimde bir düğüm koptu. O suikastçının bu odaya girdikten sonra
öldürüldüğünü düşünmek, bu sefer beni bu odadan kimsenin kurtarmayacağını
bilmek, vezirin oğlunun çoktan ailemi bulduğu ihtimaliyle çarpışırken başıma
taşıyamayacağım ağırlıkta bir ağrı saplandı. Dişlerimi sertçe sıkıp inlememeye
çalışmak, yere çöküp başımı kollarımın arasına alıp acıdan kurtulmaya çalışmamak
gitgide imkansızlaşıyordu.
Vezirin oğlunun yataktan kalktığını
duyduğumda içime son kez titrek bir derin nefes çektim. Belki de ciğerlerimi
son kez şenlediğimi düşünmek tüm yüreğimde zonklayan ağır bir darbe daha almamı
sağladı. Bir hışımla önüme dönüp dimdik ayakta durduğumda vezirin oğlunun
gözleri öyle bir irilikle büyüdü ki bu kadar şaşırdığını gördüğüm için gücüm
olsa kahkahayla gülecektim.
“O hançeri hemen indir Afrah.” dedi
emretmekten uzak, yalnızca tehlikeli bir tonla.
Belimden çıkardığım hançeri tüm kararlığımla
boynumda tutmaya devam ettim. Yara izimin aksine diğer tarafa sabitlemiştim. “O
suikastçı gibi senin pis ellerinle ölmektense burada kendi hayatıma kendi
bıçağımla son veririm.”
Ne demek istediğimi anladığında kaşları
kalktı. “Onu ben öldürmedim.” Suratımda hiçbir değişiklik görmeyince daha
kararlı bir sesle bağırdı. “Onu ben öldürmedim dedim!”
Titrememi durdurmaya çalışmak için kendimi
daha çok kasıyordum. Böylece başım daha çok ağrıyordu. “Bu oyuna son veriyorum.
Burada kendimi öldürmemin ardından ailemin kim olduğunu öğrensen bile ancak
intiharımın gerekçelerini açıklarsın onlara. Ya da cesedimi babanla öyle bir
yere saklarsınız ki bu suç ikiniz arasında asılı kalır.”
Kurduğum cümlenin kastıyla boğazım
düğümledi. Tüm vücudumda beni titreten acının kaynağı yüreğimden yayılıyordu.
Baş ağrım artık arka planda kalmıştı. Cesedimin soğuk bir toprak parçasının
altında olduğunu düşünmek gözlerimi sıcak yaşlarla doldurdu. İçimi günlerdir
bağlayan buz bu düşüncelerle çoktan aleve dönüp eriyip gitmişti. Babamın
zorbalıklarından, hiçbir zaman istediklerimi yapamayacağım bu hayattan, başıma
bela olan bu sözleşmeden bıkmıştım. Yine o dans gösterisinde boğazıma inen
kılıcın daha derine gelmesiyle çoktan hayatımı kaybettiğimi hayal ettim. Ya da
herhangi bir göle düşüp boğulup çoktan ölmüş olma ihtimalimi düşündüm.
Zar zor yutkunarak başımı sağa sola
salladım. Aklımdan ne geçerse geçsin, hangi ihtimale kafa yorarsam yorayım bunu
kendime yapmayacaktım. Karşımda ölüm tehditi olmadan asla kendimi
öldürmeyecektim. Bunun bir blöften farkı yoktu.
“Niye tıktın beni buraya? Hangi suçlamayla
beni yine bayıltıp buraya soktun?” Bana doğru bir adım atacağını anladığım gibi
tısladım. “Sakın.”
Gözlerinden okunan korku karşısında alay
edercesine histeri krizine girene kadar gülmek istiyordum. Bir adım daha
atmasıyla hançeri boynuma daha çok yanaştırdım. Bir santim daha kımıldatırsam
yavaştan etimi kesecekti.
“O suikastçıyı ben öldürmedim Afrah.” İsmimi
bu kadar çok söylemesi, aramızda samimiyet varmış gibi bu kadar pervasız ağzına
alabilmesi sinirime dokunuyordu. “Sen de kendini öldürmeyeceksin çünkü benim
seni asla öldürmeyeceğimi biliyorsun.”
Bir adım daha attığını görmemle hançeri
boynuma kesecek kadar yakınlaştırmak üzere hamle yapacaktım ki kesiğin acısının
tadını tekrar alacağımı düşünmek başıma yeni bir ağrı sapladı. Gözlerim kararır
gibi oldu. Hançerin elimden koparılıp alınmasıyla boşluk hissiyle duvara
tutundum.
Hançerin fırlatılma sesiyle odada tekrar bir
çınlama sesi dalgalandı. Vezirin oğlu öfkeyle soluyarak elini saçlarının
arasından geçirdi. Tekrar karşıma geçip omuzlarımdan kavradığında karnımdaki
ağrı sayesinde inledim. Bunu fark etmemiş olacak ki başımı kaldırıp beni
çenemden tutup gözlerine bakmaya zorladı. “Seni öldüreceğimi nasıl düşünürsün?”
Sesindeki yenik düşmüş haline az daha gülecektim.
Beni omuzlarımdan duvara mıhlayıp ayakta
durmamı sağladı. Baş ağrım yavaştan diniyordu ama ateşim su yüzüne çıkmaya
başlamıştı. “Çok uzak bir ihtimal değil. Her seferinde beni küçük gören, ufak
bir isteğime karşılık haremine katılmamı teklif eden iğrenç birinin
yapabileceği bir şey olduğunu düşündüğüm için hatalıysam özür dilerim.”
Vezirin oğlu yumruk yaptığı eliyle duvara
asılı olan tablonun altına sertçe vurdu. Başını oraya dayayıp hırıltı nefesler
verdikten sonra dönüp tekrar bana baktığında hala sakinleşmemişti.
“Sana bir şey oldu sandım! Dört gündür
ortalıkta yoksun ve asla haber vermedin.” Gözleri bir yerime bir şey olmuş mu diye
tüm vücudumu dikkatle süzdü. “Dövüşürken biri daha kılıcını boynuna geçirdi
diye düşünerek günlerimi geçirdim. Asla ortaya çıkmadın. Günlerce adamlarımı
pazarda gezdirdim. Hiçbir yerde yoktun!”
Sözlerine aldırmadan alayla dudağımın kenarı
kıvrıldı. “Portremi gösterseydin insanlara. Hemen birileri haber uçururdu.”
Kaşlarını çatarken suratı karardı. “Portreni
gösterseydim, öyle mi?”
“Mühürlü anlaşmamızda öyle yazmıyor mu? O
yüzden delirmedin mi? Kurallarına uymadığım için, gururunu zedelediğim için
çıldırmadın mı? Harem teklifini reddedip, kılıcımla ufak bir yerini kestiğim
için buna nasıl cüret ettiğimi düşünüp delirmedin mi?”
Sesi gitgide tehditkar bir tona büründü. “Mühürlü
anlaşma öyle mi?” Vezirin oğlu hırçın hareketlerle odanın diğer ucuna gitti.
Elindeki parşemön kâğıdıyla geri döndüğünde gözleri kahverengi değil, adeta
simsiyahtı. Parşemön kâğıdının yırtılma sesini duyduğumda kulaklarım uğuldadı.
Mühürlü anlaşmamız parçalara ayrılıp her yırtılma sesiyle hükmünü kaybederken
şok olmuş onu izliyordum.
Bir şey söylememe, tepki vermeme izin
vermeden üzerime yürümeye başladı. İtmeye fırsat bulamadan kollarını bana o
kadar sıkı doladı ki karnımdaki acı teklerken şaşkınlığımdan onu bile
hissedemedim. Daha çok sokuldu, bir eli belimde, bir eli sırtımda göğüslerimiz
bir bütün oldu. Boynumla omzumun arasındaki yara izimin olduğu yere başını koydu.
“Seni o nefret ettiğin mühürlü anlaşmadan özgür bırakıyorum.” Saçlarımın
kokusunu derin derin içine çekti. Onun hayatını koruma pahasına ölümü göze alıp tüm bu oyunun başlangıcının imzasını taşıdığım yara izimi öpmesiyle tüm bedenim baştan aşağı titredi.
“Ama benden yalnız ben istediğimde özgür kalırsın.”
Yine mükemmel bir bölüm bence daha sık bölüm yayınlamalısın 😂
YanıtlaSilBence de 😁Ama yavaş olunca daha çok aklımda oturtarak yazıyorum. Ben de tekrar tekrar okudum satırları. Beğenmene sevindimm💐💐
SilDaha ustalaşmış bir bölüm okudum.Anlatım daha da heyecanlı, betimlemeler insanı illaki olayın içine itiveriyor.Çok güzel olmuş.Tek sıkıntı bölümler biraz daha hızlı yola çıkmalı.Bir önceki bölümü okumadan, yeni bölümü okumak istemiyorum ki aradaki yeni bölüme geçiş mükemmel olsun diye.Bence bu bölüm ile pişmeye başlamışsın.Hayalgücün çok güzel Betül.Anlatımın çok akıcı ve bana kesinlikle hikayeyi geçirebiliyorsun.Meraklandırıyorsun.Ciddi anlamda birileri incelemeli.Keşif olacaksın bence.Abartnadığımı düşünüyorum.Yeni yazanları da bazen okuyorum.Bir dolu hata buluyorum.Özentiye ve mahalle ağzı konuşmaya , tekrar eden bir harekete çok rastlıyorum mesela (hangi kitapta daha çok kullanılmıştı, Grinin Elli Tonu muydu, yoksa Alacakaranlık Serisi'nde miydi hatırlatamadım."Gözlerini devirdi" ifadesi birçok kitapta sürekli rastladığım sıkça yapılan bir hareket oldu.)Çok yorumladım galiba.Kusura bakma, biraz başkalarına da yer kalsın. En kısa zamanda yeni bölüm özlemiyle...
YanıtlaSilGeciktiği konusunda hak veriyorum. Bundan sonra daha sık bölüm yayınlıycam. Senin yorumlarına bayılıyorum, paragraflarca yazsan okurum. Yazdıklarımı en çok inceleyen iki kişisen birisin. İnşallah birilerinin incelediği kitap olarak elimize geçeceği günleri de görürüz. Bir iki güne yeni bölüme başlıyorum, kurgusu aklımda. Umarım beğenirsin onu da <3
SilBen de sıkılıyorsundur diye neresini kısaltacağımı bilemeden, silip silip yazıyorum.Yazılı birşey okurken, kafamda onu canlandırarak okuyorum.Afrah ağacın altındaysa mesela, o ağacın yeri,şekli bile film gibi içimdeki perdede canlanıyor.Afrah hayalimde , Afganlı bir kız vardı, dergiye kapak olmuştu...Öyle bir tip mesela.Bunu daha önce yazmış mıydım bilmiyorum.Yazıp, yorumumu silmiş olabilirim.Sosyal medya hesabı kullanmıyorum.Burada da uzun uzun yazıp, herkesi sıkmayayım diye düşüyorum.İstersen e-mail olarak ilerleyen bölümlerin ile ilgili sana yazabilirim.Çok teşekkürler...
YanıtlaSilEvet söylemiştin ve sahnelerin aklında oluşması benim için mükemmel bir şey. İstersen yorumuma da uzun uzun yazabilirsin istersen bana mail de atabilirsin. Nasıl canın isterse :)
SilMailim: ohyoulovemetoo@gmail.com
Merhaba Betül, yazmaktan vaz mı geçtin?Uzun zamandır yeni bir bölüm gelmedi, umarım devam edersin.Beklenti içindeyim.Görüşmek üzere.
YanıtlaSilSelam Betül, Kavuştuk nihayet.Özlemişiz seni.Pekiii yazmaya devam edecek misin?. Bu arada yanılıyorsun, dikiş dikebilen insanlara pek çok kişi imrenerek bakıyor ve yeniden keşfedilmiş bir meslek gibi gerçekten. Üniversite sınavı bölümünü okudum, yıpranmışsın. Kılıçların Dansını bitirip yayınlayabilmeni çok isterdim .Görüşürüz yine.
YanıtlaSilMerhaba, moonlight. Bazen öyle bir esiyor ki aklıma yazmaya devam etmek anlatamam. Ama son birkaç senede kafamda çok şey değişti ve muhtemelen bu yazdıklarımı çok da beğenemeyeceğim. O yüzden eğer yazarsam sıfırdan başlarım diye düşünüyorum. Bu sıralar oturtmaya çalıştığım bazı şeyler var, eğer her şey yolunda giderse belki kendimi tekrar yazarken bulabilirim. Umarım iyisindir, görüşmek üzere :)
Sil