23 Mart 2017

,

Kılıçların Dansı 5. Bölümü

5. Bölüm
(Birinci ve ikinci bölümün linki
Üçüncü bölümün linki
Dördüncü bölümün linki)

Sözlerini idrak etmemle beraber beni boğmaya yeltenmeyeceğini zar zor anlayabildim. Göğsüne koyduğum ellerimle vücudunu itip onu kendimden uzaklaştırırken içime derin bir nefes çektim ama bu hareketim hataya dönüştü. İçinde bulunduğum teslimiyetle ölümle burun buruna girme tehlikesinden kurtulmuş olduğum tüm hücrelerimde yankılanırken ayaklarım yerden kesildi. Böylece az önce beni sıkıca kavrayan kollar tarafından çökmeme izin verilmedi. Midem tiksintiyle düğüm düğüm oldu. Kollarından silkelenmek için başımın dönmesinin geçmesini bekledim. Saniyeler içinde öyle çok duygu tatmıştım ki artık her şeyin sessizliğe bürünmesini beklemek uzak bir umuttan farksızdı.
   Vezirin oğlu kendime gelmemi beklerken oldukça sabırlıydı. Onun bu tavrı beni daha çok hırçınlaştırıyor, artık nefes almadığı bir yerde bulunmanın hayalden gerçeğe dönmesini ümit ediyordum. Hissettiğim yorgunluk sesime öyle derinden yansıyordu ki buna şahitmiş gibi gözleri anlayışla kısıldı. “Benimle alay mı ediyorsun?”
   Ciddiyetle başını olumsuz sağladı. “Teklifimi bir kez daha sunmayacağım.”
   Bir adım geri atarak aramıza biraz daha mesafe koydum. “Kabul edersem elim kolum bağlı buradan çıkacak mıyım? Bundan sonra eskisi gibi sokaklarda özgürce yürüyebilecek miyim? Her an boğazıma bir şeylerin sarılmayacağından nasıl emin olacağım? Benimle alay edip seninle geçireceğim ilk derste beni öldürmeye kalkışmayacağını nereden bileceğim?” Sesim gitgide yükseliyordu. Gözlerim çakmak çakmak yanıyor olmalıydı. “Bunların garantisini nereden edineceğim?”
   Sağ kaşını cüretkar bir ifadeyle kaldırdı. “Vereceğim sözle.”
   İçimden yükselen kahkahayı tutamadım. Önce suratım ekşiyip rolü dudaklarımın kıvrılmasına devretti, ardından boğuk seslerle gülmeye başladım. Kıkırtılarım karnımın ağrımasını sağladı. Kesik kesik nefes alırken bulunduğum durumda gülebildiğim için akıl sağlığımı düşünmeye başlamıştım. Başımı kaldırdığımda vezirin oğlu şaşkınlığa bırakmamak için kendini zapt ettiği bakışlarıyla beni izliyordu.
   Nihayet konuşacak kadar kendime gelebildim. “Demek vereceğin sözle hayatım garanti altına girecek? Bir daha buraya tıkılmayacağıma, işlemediğim herhangi bir suçtan masum yere hüküm yemeyeceğim?”
   Dişlerini sıkarak ciddiyete büründü. “Sözümü tutacak kadar onurluyum.”
   Tekrar gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Aklına düşen bir düşünce sonucu değil, başkasından duyduğu tek bir ihtimal sonucu buraya tıkılmıştım. Karşıma geçip sözüne güvenmem için bana tavsiye veriyordu. “Kılıcı çektiğime dair tek bir sahneye şahit oldun. Kusursuz ya da bahsettiğin gibi fevkalade değilim.”
   Israrlı bir ifadeyle aynı ciddiyi devam ettirdi. “Ama ben seni istiyorum.”
   “Mühürlü bir anlaşma talep ediyorum.” Cümlemin devamında ona istediği eğitimi vereceğimi söyleyecektim. Kendimi tutarak geri çekildim. Bundan emin miydim? Ne kadar sürecek bir eğitimden bahsediyorduk? Bunları dile getirmeden anlaşma yaparak kendimi riske atamazdım. “Teklif ettiğin anlaşma ne kadarlık bir süreyi içeriyor? Daha önce kılıç eğitimi gördün mü?”
   Muzip bir tavırla, “İlk dersimizde sana ne kadar yetenekli olduğumu gösteririm,” diye cevapladı.
   Bir anda ortaya çıkan bu sahte samimiyet dolu halleri suratımı ekşitiyordu. “Ne kadarlık bir süreyi kast ettiğini de buyur edip söylersen sevinirim. Bahsettiğin sürenin ardından benimle işin her türlü bitmiş olacak. Bir daha karşına zorla çıkarılmayacağımın altının çizildiği bir anlaşma olmak zorunda.” Sessizliğinden yararlanarak devam ederek ortaya hafif bir yem attım. “Üç ay yeterli olacaktır.”
   Gözlerine acımasız bir mutluluk oturdu. Dudaklarını aralayıp en sevdiği tatlıyı telaffuz ediyormuş gibi, “Bir yıl.” diye mırıldandı.
   Buradan kurtulmamın başka bir yolu yoktu. Senelerdir babamdan gizli dans etmeyi başarabildiğim gibi bunu da başarabilirdim. Her halinden vezirin oğlunun beni boğmaktan vazgeçtiği gün gibi ortadaydı. Teklifini reddettiğim gibi tekrar portremi çizdirmeye başlayıp niyetini aksi halde gerçekleştirebilirdi. Böylece ailemin bu işin içine bulaştığı olaylar silsilesinin tedirginliği yine sırtımın ürpermesini sağlayacaktı. Teklifini kabul edecektim ve öne sürdüğüm şartlarla buradan elimi kolumu sallayarak çıkacaktım. Bir yıl çok uzun bir süreydi fakat diğer yandan da kılıcı birkaç kez tutmuş biri için ileri seviyeye adım atmak için çok kısa bir süreçti. Vezirin oğlu ya bu konuda cahildi ya da beni oltaya getirmeye çalışıyordu fakat diğer taraftan mühürlü bir anlaşma yapacaktım. Gözlerine baktığımda az önceki ölümcül tehlikenin gittiğini sezebiliyordum. Bir yıl sürecek bir sadakatin sonucunda öne süreceğim birkaç isteği sertçe reddetmeyebilirdi.
   “Öncelikle mühürlü bir anlaşma imzalayacağız. Bir yıl süresince haftada bir kere belirlediğin günde ve mekanda kılıç eğitimin için istediğin yere geleceğim. Aksini yapmam ihtimaline karşı beni bulman için portreyi bitirmene izin vereceğim. Böylece anlaşmayı ihlal etmemle beraber hem ailemi hem de beni bulabileceksin. Şehir dışına çıkmamı bekleme. Sınırların ne kadar ağır korunduğunu benden daha iyi biliyor olmalısın. Buradan özgür bir şekilde ayrılacağım. Hiçbir muhafızının beni takip etmediğinden ve etmeyeceğinden emin olarak içim rahat dışarı adım atacağım. Sana istediğin kılıç eğitimini verdiğim bir senenin sonunda portreyi de bana teslim edeceksin ve yollarımızı ayıracağız. Bu süreç içerisinde eğitimi kaçırmadığım sürece asla izimi sürmeyeceksin. Kişisel hayatım üzerine bana baskı kurmayacaksın.”
   Vezirin oğlunun kaşları çatıldı. Günlerdir hakkında düşünmemek için aklımı bulandırdığım yüzüne dair kendime kısa bir izin verdim. Yeşil tanelerin süslediği gözleri kısıktı. Kirpikleriyse seyrek ama bir erkeğe göre fazla kıvrıktı. Kuzgun karası saçları parlarken kaşları saçlarına eşlik eden aynı tonla asilliğine şahitlik yapan bir kanıt misali hafif kalınlıkta şekilliydi. Burnu düzgün, dudakları kıvrımlıydı. Gözlerimin dudaklarına kaydığını fark ettiğimde yanaklarıma bir sıcaklığın oturduğunu hissettim. Dünkü saldırısının ardından bunu düşünmek ağzımı defalarca kez çalkalama isteğimi arttırıyordu.
   Benim kısa süreliğine daldığım süre boyunca kararını vermiş olmalıydı ki elini uzattı. “Kabul ediyorum.”
   Elini tutmak yerine iki kolumu da yanlarıma yapıştırdım. “Son bir şey eklemek zorundayım. İki gündür gördüğüm muameleye tekrar maruz kalmak istemiyorum.” Anlamadığını gösteren bir hareketle alnını kırıştırdı. “Gereksiz temas yok.” dedim en açık şekilde. “Çenemi kaldırmak, belime dokunmak ve diğer hiçbir şey yok. Sana kılıç tutmanın ayrıcalıklarını ve rakibini nasıl izlemen gerektiğini göstereceğim. Bunun dışında aramızda en ufak bir fiziksel temas olmayacak. Kabul ediyor musun?”
   Gerçekçi olmadığını inkar etmek için deli olunacak sıcak bir tebessümle dudakları kıvrıldı. “En azından son kez el sıkışalım.”
   Elimi kaldırmaya başladığımda yarım bir adım daha geri gittim. Vezirin oğlunun biraz öncesine kadar ölümüm olacak ellerinden biri parmaklarımı kavradı. Tiksintiyle titremeye başlayan elimi durdurmak çok güçtü. Vücudunun bana temas ettiği her anda dün boğuştuğumuz dakikalar perde misali gözlerimin önünde esip duruyordu. Nefes boğazıma tıkanıyor, boğazımdaki acı birden canımı yakmaya başlarken üzerine tekrar hamle yiyecekmişim gibi boynumdaki yarayı parmaklarımla örtmek istiyordum.
   Kolumu hemen geri çektiğimde vezirin oğlunun yüzünde mimikler yer değiştirdi. Ortaya çıkardığı tablo karşısında pek memnun durmuyordu. Beni parçalara ayırmak üzereydi ve bu durum keyifle yüzüne oturan itici bir ifadeyle sonuçlanmadı. Gereksiz bir dikkatle gözlerine odaklandım. Bu sefer yeşil düğmelerin sıkıntıya benzer bir duyguyla gölgelenmesine şahit oldum.
   Omuzlarımdaki ağırlık şimdiden balon olup uçmaya başlamıştı. Üzerimdeki rehavet yerini sakinleşmeye verirken uyandığımdan beri meydana gelen olaylar zinciri tekrar zihnimde canlandığında aklıma üst üste sorular yığıldı. “Peki ya suçunu itiraf eden suikastçıya ne olacak?”
   Sorum karşısında hafif bir şaşkınlığa uğrayan vezirin oğlu oldukça sıradan bir tavırla konuştu. “Hak ettiği ceza neyse onu alacak.”
   “Onu öldürmeyeceksin değil mi? En azından suçunun arka planını öğrenene kadar hapiste tutmalısın. Kimsenin hayatı bu kadar hızlı karar kılınacak kadar değersiz olamaz.”
   Alay dolu kahkahası odada çınladı. “O kadar yakınıma girdikten sonra beni öldürmeye nasıl susadığını kendi ağzıyla itiraf etti. Daha neyin kanıtını arayıp arka yüzünü öğrenmeye çalışmalıyım?”
   İçimde köpürmek için sabırsızlanan öfke karşısında suratıma aksi bir ifade otururken elimi yumruk haline getirdim. “Asıl öfkenin susuzluğunu unutuyor olmalısın. Belki de amacı yalnızca ortalığı karıştırmaktı.”
   Keyiflendiğini belirten tebessümü dudağının kıvrılmasıyla kesinleşti. “Daha ilk dersimizi bile gerçekleştirmedik. Ne ara dostça tavsiyelerde bulunacak kadar beni tanıdığına emin oldun?” Önüne doğru bir adım atarak boynumdaki yaraya elini uzattığında hemen geri çekildim. “Onu böylesine savunman aklımı karıştırıyor. Sana böyle bir yarayı bırakan bir suçluyu savunmanı salaklığına mı vermeliyim yoksa her şey istediğin şekilde ilerlerken yine de ortağın olabilecek adamı savunmanı suçlu olduğun ihtimalini tekrar su yüzüne mi çıkarmak için mi kullanmalıyım?”
   Belki de haklıydı fakat suikastçının gözlerinde bir şeye tanık olmuştum. Vezirin oğlu odada yalnız kalmamızı istediğinde kafam o sırada öyle doluydu ki suikastçının kapıdan çıkarken sergilediği hırçınca boğuşmalar çok az görüş açıma takılmıştı. Beni kurtarmak için kendi hayatını ölümcül bir tehlikeye atmıştı. Vezirin oğlunu gözünü kırpmadan öldürecek olan bir adamın, burada suçsuz yere haksızca tutulduğum için beni kurtarmaya gelmesi öyle karışık bir tezat oluşturuyordu ki aklımı nereye yormam gerektiğine şaşırdım. Başımı kaldırdığımda vezirin oğlu dikkatle beni izliyordu. Gözlerimden kafamdan geçenleri okumaya çalıştığı öyle belliydi ki hemen bakışlarımı kaçırdım. Buradan kurtulmama çok az kalmıştı ama hala aklımda cevabını almam için çırpınan bir soru daha vardı. Boğazımı temizleyip çenemi kaldırdım. “Son bir sorum var.”
   “Yalnızca sen de benimkine dürüstçe cevap verirsen.” diyerek vereceğim cevabı güvence altına almayı amaçladı.
   Cüretkar bir bakışla dudaklarımı araladım. “Yalnızca soruma dürüst cevap verdiğine beni inandırırsan aynı şekilde karşılık veririm.” Devam etmemi istediğini baş hareketiyle onayladı. “Dans gösterisinde sana suikast niyetiyle yaklaştığımı hala öne sürüyor musun?”
   Hiç düşünmeden yanıtladı. “Elbette tam anlamıyla masumiyetini kanıtlamadın fakat burada teşhir ettiğin tüm tavırlar bu sınavda sergilediğin cevap anahtarlarıyla doluydu. Aksi halde zaten bu kadar az güvence üzerine kurulu bir anlaşmaya imzamı atmayı asla öne sürmezdim.” Sözlerini idrak ettiğimi belirttiğime dair başımı oynattım. Bu aynı zamanda sorusuna eşit dürüstlükle cevap vereceğim anlamına geliyordu. “Suikastçı olmadığını bu kadar kesin savunuyorken ailenin masum olduğun bu işe karışmasına neden böylesine karşısın? Ölümle yüzleşecek kadar geriye adım atmamaya kararlı olman o kadar tutarsız ki tam anlamıyla masum olduğunu düşünmem tüm mantık kurallarına aykırı.”
   Suratım alayla buruştu. “Çünkü bu şehirde her şey tahminlerin doğrultusunda o kadar uçta keyif sürerek yaşanmıyor. Ailemin suçsuz olduğum bu suikast olayına karışması belki de üzerimizden hiç atamayacağımız bir leke olarak bize yapışacak.”
   Cevabımın dürüstlüğüne inanmışa benziyordu. Kafasını sallayarak kapıya doğru yan döndü. “Umarım bir gün böylesine büyük bir fedakarlığı hak eden ailenle tanışma şerefine nail olurum.”
   Bu ihtimalin imkansızlığı öyle keskindi ki yanıt verme boşluğuna düşmeye yeltenmedim. Vezirin oğlu parmağını kaldırarak beni işaret ederken suratında tekrar şiddetli bir tabir belirdi. “Anlaşmamız ufak durabilir ama uymadığın takdirde tekrar acımasız yüzümle çok kolay karşılaşırsın. Elime geçecek portren sayesinde seni bulmak öyle kolay olur ki inan şaşırırsın. Derslerden birini atlaman sonucunda yapacaklarımdan ben sorumlu değilim.”
   Bu tehditi karşısında hemen atladım. “Bazı istisnai durumlar söz konusu olamaz mı? Sana mektup yazamaz mıyım? Böylece ertelediğim ders olursa haftada iki kereye çalışabiliriz?”
   Suratında hiçbir mimik yerinden oynamadı. “Sana özgürlüğünü vadediyorum. Önümüzdeki bir senenin her haftasında bir gününü bana adayacağını şimdiden kabullenmeye başla. Öbür türlü nelerle yüzleşeceğini tekrar dile getirerek yorma beni.” Sessizliğimden anladığı kadarıyla bu konuşma sona ermişti. Avuçlarını birleştirerek şak diye bir ses çıkardı. “O halde Bay Moaadi’yi geri buyur edelim.”
   Akşam vaktinin habercisi bulutlar renk değiştirmeye başlamıştı. Gökyüzü kızıllığa bürünmeye yüz tutarken üzerimdeki kalın hırkaya daha çok sarıldım. Göğsüme sıkıştırdığım mühürlü kağıdın rahatlığıyla yürürken vezirin oğlunun kaçırılmamı sağladığı kestirmeyi kullanmadan pazara doğru ilerledim. Pazara vardığımda dükkanlar akşam vaktinin habercisi kuşların ötmesiyle beraber kapatmaya başlamıştı. Kalabalık çoktan dağıldığı için daha rahat yürüyordum. Demirci dükkanını gördüğümde içeride kimin olduğunu seçmeye çalıştım. Adımlarım gitgide daha yakına varırken içimde korku ve heyecanla sarmalanmış özlem duygusu filizlendi. Dükkanın içinden sesler geliyordu ama dışarıda görünürdü kimse yoktu. İçeri girmek için adım atmak istiyordum. Bunun yerine sırtımı duvara verip öylece bekledim. Birkaç dakika geçmeden Rapid dışarı çıktı. Beni gördüğü gibi “Afrah!” diye bağırarak şaşkınlığını dile getirdi. İsmimi değer verdiğim bir insanın ağzından duymak öyle tatlı gelmişti ki suratımda tebessüm canlandı. Rapid’in mutluluğu yüzüne yansırken bana doğru gelmeye başladı. Onu bir daha göremeyeceğim ihtimali aklıma vururken gözlerim istemsizce doldu. Rapid aramızdaki boşluğu kapatırken bana sarılmak üzere kollarını uzatmak üzereydi ki gözüme başka bir gölge takıldı.
   Babamın dudaklarından bir teslimiyet gibi ismim yankılanırken yanaklarım ıslandı. Rapid geri çekilirken babama doğru sarsak bir adım atmaya çalıştım ama çoktan önümde belirmişti. Kendimi güçlü kolları arasında göğsüne yaslanmış halde bulduğumda içimde biriktirdiğim bütün acıları saldım. Sessiz hıçkırıklarım onun da titremesini sağlıyor, bıkmadan saçlarımı okşarken dua misali ismimi telaffuz ediyordu. Kollarımı ona daha sıkı sararken suratımı tamamen göğsüne gömdüm. Saçlarımın üstünden başıma ardı kesilmeyen öpücükler kondururken ağlamam sayesinde tahriş olan boğazım daha çok canımı acıtıyordu. Babamı bir daha göremeyeceğimi düşünmek kalbime öyle bir ağrının saplanmasını sağlıyordu ki sanki yüreğim acımasız parmaklar arasında ölümüne sıkılıp kalmıştı. Demir ve kor ateşin sindiği kokusunu içime çekerken kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.
   Başımı kaldırıp inci taneleriyle dolu gözleriyle karşılaştığımda ben de ağlamaya devam ettim. Beni kendine çekerek dükkana doğru yürümeye başladı. Sarsak adımlarla ona eşlik ederken kollarından hiç ayrılmamayı diliyordum. Alt kata inip koltuğa oturduğumda ellerimi avuçlarının içine alıp gözlerimin içine baktı. Rapid’in getirdiği su bardağı dudaklarıma konarken hala ağlamamı durduramıyordum. Yavaş yudumlarla suyu içerken acıyan boğazım sonucu öksürmemek için kendimi zor tuttum. Babam yanaklarıma dokunup yaşları sildiğinde hatırladıklarım sonucu bir an bunu sonlandırması için eline vuracaktım. Son damlalar da yanaklarıma süzülüp ağlamamın yerini suskunluğa bıraktı. Ağzımdan çıkacak tek bir kelime için yalvaran bakışlarla babam beni izliyordu. Nihayet tereddüt dolu sesi hıçkırıklarımın ardından odada çıkan ilk ses oldu. “Neredeydin Afrah?” Sessizliğimi sürdürürken ısrarla cevabımı bekliyordu. Nereden başlayıp hangi kısımları atlayıp ona nasıl bir açıklama sunacağımı düşünmüştüm ama beni kollarına almasıyla birlikte aklımdaki her şey allak bullak olmuştu.
   Yüzüne zerre öfke barındırmayan bir ifade oturdu. “Son katıldığın dans gösterisini biliyorum.” Kaşlarımın kalktığını görünce devam etti. “Leila bana söylemek zorundaydı. İki gündür ortada yoksun.” Nasırlı eli okşamak için yanağıma kondu. “Nasıl korktuğumu biliyor musun?”
   Dudaklarımı ıslatarak tekrar belirmeye başlayan susuzluğumu bir nebze dindirdim. Bu cümleyi kurarak onu üzmek istemiyordum ama bir şekilde öğrenirse artık bazı şeyler daha kolay olabilirdi. “O benim son dans gösterimdi.” Ona kızmak ve ne kadar mutsuz olduğumu görmesini istiyordum ama öyle yorgundum ki suratımda hiçbir mimik oynamadan devam ettim. “Artık mutlu olmalısın. Bundan sonra böyle bir endişen olmayacak.”
   Gözlerinde pişmanlık gölgeleri parlarken bakışlarını kaçırdı. Konuyu değiştirerek asıl merak ettiği soruya aydınlık getirdi. “Neden suikast olayına karıştın?”
   “Sen olsan ne yapardın baba? Gerçekleşeceğini bildiğin kaçınılmaz bir cinayeti engelleyeceğini bilerek öylece oturur muydun?”
   Soruma cevap vermek yerine yine geçiştirdi. “Seni her yerde aradık. Eğer bugün de ortaya çıkmasaydın vezir konaklarından birine gidip seni bulmak için elimden geleni yapacaktım.”
   Elini sıkarak başımı olumsuz anlamda salladım. “İyi ki yapmamışsın. Bu işe karışsaydınız kim bilir başımıza neler gelecekti.”
   “Tahmin ettiğim gibi değil mi? Seni suikast suçundan alıkoydu?” Başımla onayladığımda hararetle devam etti. “Peki nasıl geri salındın?”
   Burada işin içine daha fazla irdelememesi için yalan katmak zorundaydım. “Zaten başından beri zayıf bir ihtimal üzerine beni tutuyordu. Asıl suikastçı ortaya çıkıp suçunu itiraf ettiğinde beni tutmak için nedeni ortadan kalkmış oldu.”
   Sıkıntıyla alnı kırıştı. “Peki sana ya da bize dair bir şey biliyor mu? Buraya gelirken seni takip ettiler mi?”
   Sorduğu şeyin cevabını vezirin oğluna vermemek için göze aldığım ölümü düşününce tekrar ürperdim. Babamın bu soruyu sorarken sesinde titreyen sıkıntıyı görmek beni elimde olmadan üzmüştü. Ailemi bu işe karıştırmamak için bir anlaşma bile imzalamıştım ama bunun aksini yapıp onların karşımda diz çökmelerini sağladığım takdirde benim açımdan hayal kırıklığına uğrayacakları aşikardı. Babamın bu tavrı onu bu suça bulaştırmadığım için ne kadar rahatladığını gösteriyordu. Bu da sırf benim kurtulmam için ne kadar az şeyi göze alacağı ihtimaline kafa yormamı sağlarken içimde alev denli sıcak bir şey taştı. Belirttiği endişeyi dile getirip hislerini daha açık söylemesini talep etmek istiyordum ama düşündüğüm şekilde cevap vereceğinden de korkuyordum. “ Dans gösterisinden sonra olanları detaylı düşündüğünde suikastçıya ortak olabileceğimi düşünmüş. Bu ihtimale varmak için geç kaldığı için hakkımda hiçbir şey bilmiyordu. Pazarda gezerken beni tanıyınca adamları sayesinde kolayca bulunmamı sağladı. Asıl suçlunun ortaya çıkması için beni alıkoydu ve dans gösterisinde bu suçu işlemeye kalkışan suikastçı bugün her şeyi itiraf etmek için teslim olunca beni salıverdi.”
   Gözleri hırkanın sıyırdığı boynuma kayarken yanağında kasını seğirtecek kadar şiddetli bir öfke suratına kondu. “Bunu vezirin oğlu mu yaptı?” Cevap vermek için dudaklarımı araladığımda daha yüksek sesle bağırdı. “O piç kurusu Aizhan mı yaptı?!”
   Düşünmeden öne atlayıp onu sakinleştirmek için tekrar ellerini tuttum. “Hayır baba!” dedim sertçe. “Adamlarından biri yaptı. Beni muhafızın elinden kurtaran da vezirin oğluydu.”
   Göz bebekleri öyle titriyordu ki bu konuyu nasıl kapatacağımı şaşırdım. “Kim yaptı Afrah?!” diye kükredi. “Suratını hatırlıyor musun?”
   Telaşla cevapladım. “Muhafızların hepsi birbirine benziyordu. Dikkat edemedim.”
   Bir anda öne atılıp hırkamı sıyırmaya başladı. Ellerimi ve kollarımı kontrol ettikten sonra tekrar boynuma baktı. Sıcak parmaklarıyla dokunurken hırkayı daha da yana çektiğinde alt dudağımı ısırdım. Yara izimi örten pansumanı görünce duraksadı. Pansumanı çıkaracağını anlayınca elini tutarak onu durdurdum. “Ciddi bir şey değil yemin ederim.”
   Susmamı emreden gözlerle baktıktan sonra pansumanı yavaşça çıkarmaya koyuldu. Yara izimi gördüğünde dudaklarından şaşkınlık nidasına benzer bir nefes yankılandı. Pansumanı tekrar üzerine örtene kadar ağzından çıt çıkmadı. Ardından hırkamı sıkıca üzerime sarıp gözlerini zorla boynumdan alıkoydu. “Bunu suikastçı mı yaptı?”
   Başımı sallamakla yetinecek kadar yorulmuştum. Babamın suratı hala öfkeyle kararmış haldeydi. Elimi tutup beni kaldırmaya yeltendiğinde olduğum yere sabitlendim. “Eve şimdi gitmesek olmaz mı? Annemin beni bu kadar harap görmesini istemiyorum. Bir iki saat uyuduğum sürece sen de yarının işlerini yaparsın, olur mu?”
   Üzerime serilen yorganın yumuşaklığı altına sığınırken koltuğa kıvrılıp derin nefes aldım. Yukarıdan babamın ritmik demire vurma seslerini işitirken yavaştan uykuya çekiliyordum. Zihnimde son dalgalanan düşünce ise vezirin oğlunun ismiydi. Demek adı Aizhan’mış diye düşünürken bilincim havada süzülmeye başladı.
   Her şeyi en ufak ayrıntısına kadar anlatabileceğim tek kişi Leila’ydı. Yine de tam anlamıyla emin olamıyordum. Leila’ya her şeyi eksiksiz anlatmam sonucunda yaptıklarımı sorgulayacak, sırf onları ortaya çıkarmamak için imzaladığım anlaşmaya kafa yorup duracaktı. Niçin bu kadar ileri gittiğimi soracak, ortaya çıksalar bile hiçbir şey olmayacağını çünkü suçsuz olduğumu savunacaktı. Sonuçta ona her şeyi anlatırken vezirin oğlunun yaptıklarını atlamadan iletecektim. Böylece neden böyle bir adım attığıma anlam vermesi gerekiyordu. Eve girdikten sonra tahmin ettiğim gibi bir posta daha ağladım. Annemin yemek kokusu burnumu doldurduğunda kendime gelmem çok zor oldu. Leila’ya saymayı unuttuğum bir süre boyunca sarılı kaldım. Şimdi de üstümde sadece ince bir gecelikle küvetin içinde oturuyordum. Leila tırnaklarıma kadar her yerimi nazikçe ovalarken kız kardeşimle tekrar aynı odada nefes alabildiğim için şükrediyordum.
   Anneme de babama açıkladığım gibi başıma gelenleri detaysız şekilde özetledim. Odaya girdiğimiz gibi Leila’ya sorma fırsatı bırakmadan her şeyi eksiksiz anlatacağıma dair söz verdikten sonra ağır sürecek bir uyku için yatağa sürüklendim. Odaya karışan yemek kokusunu ciğerlerimde solurken hemen gözlerim daldı. Kâbus görmeyeceğim bir uyku geçirmeyi dilemiştim ama boğuk bir çığlıkla ellerim boğazıma sarılı ter içinde uyandığımda aksine en büyük kâbusumu yaşadığımı anladım. Leila başımda durmuş endişeyle sakinleştirici sözler mırıldanıyordu. Nefeslerim düzene girerken yanıma kıvrılıp beni göğsüne bastırdı. Bir daha gözüme uyku girmedi. Leila tatlı nefesleriyle bana sarılmış uykuda yüzüyordu. Normalde onu uyandırmak için kulağına ıslak parmağımı soktuğumu düşünmekle suratıma buruk bir tebessüm yansıdı. Tekrar aynı kâbusu göreceğimi bildiğim için kendimi ayık tutmak adına kafamı bir sürü düşünceye meşgul tuttum. Aklımdan düşen her fikir atlaya atlaya vezirin oğluyla yaşadıklarıma ve önümdeki bir sene boyunca yaşayacaklarıma kayıyordu.
   Güneşin doğduğunun habercisi kuşlar öterken Leila dar yatakta dönüp durdu. Nihayet gözlerini araladığında uyuyor numarası yapacaktım ki beni yakaladı. Gözlerine uzun süre bakmak istemediğim için başımı göğsüne koyarak suratımı ondan kaçırdım. Uzun bir sessizliğin ardından kıpırdandı. “Dans gösterisinden babama bahsettiğim için bana kızgın mısın?”
   Başımı olumsuz anlamda sallamakla yetindim. Leila omzumdan tutarak başımı göğsünden çekti. Sıcacık kahverengi gözlerinde keder öyle bariz yankılanıyordu ki içim acıdı. Fısıltı kadar alçak bir tonla, “Boğazındaki izleri vezirin oğlu yaptı, değil mi?” diye sordu. Sükunetimden cevabı anlayarak boynumdaki yara izini okşadığında aklıma dolan yüz sayesinde tiksintiyle titredim. Hatırladığım anılarla gölgelenen suratım tam bir korku misali olmalıydı. Leila acıyan gözlerle beni izlerken gözleri doldu dolacaktı. “Oradan nasıl kurtuldun Afrah?” diye sordu hüsranla tınlayan sesi.
   Leila’ya her şeyi sessizce anlatırken istemsizce ellerimi titreme aldı. Anlattıklarımla birlikte sesimin rengi değişiyor, histen hisse bürünüyordum. Leila ağzımdan çıkanları pür dikkatle dinlerken bu kadar uzun konuşmaktan boğazım ağrımaya başlamıştı. Bitirdiğimi anladığı gibi lafa girdi. “Hangi gün?”
   Neyi kast ettiğini anladığımda şımarık bir çocuk misali gözlerimi devirdim. “Her cuma sabah dokuzda.”
   “Evden çıkmak için babama ne diyeceksin?”
   Sorusu karşısında omzuna vurup güldüm. “Senelerdir dans ettiğimi ruhu duymuyor. Ayarlayacağım artık.”
   Neşelendiğimi görünce mutlu olduğu her halinden belliydi. Kulaklarıma dokunup küpeleri çıkarıp ona uzattım. “Senin sıran.”
   Küpelerden birini alıp geri taktı. “Bir tanesi sende kalsın.”
   Günler birbirini kovaladı ve her gün diğerinin tekrarı gibi geçiyordu. Eve döndüğüm akşamdan itibaren aynı kabusu üç kere daha gördüm. Her seferinde sırtım ter içinde ellerim boğazımda boğuşarak kendime geldim. O odada yaşadıklarımın anısını bu kadar ağır çekeceğimi hiç düşünmemiştim ama tüm boğuşma süreci adeta bir travma misali vücudumda iz bıraktı. Leila dahi birisi bana dokunduğunda ani tepkiler veriyor, artık uykuya dalmaya bile korkar halde geç saatlere kadar oturuyordum. Ne zaman Freida’yla kol kola pazarda gezmeye çıksak arkama bakmadan duramadım. Yemek dağıtımı için Leila’ya eşlik etmediğim günler dışında sabahları erken kalkıp demirci dükkanına gidiyordum. Babam talep etmese bile kendiliğimden gelmeme şaşırmışa benziyordu. Evde kalıp dinlenmem yalnızca bir gün sürmüştü. Ardından kılıcı elime aldığım her gün bir yandan kendimi daha güçlü hissediyor, diğer yandan her seferinde ürkekçe boynumu korumak için elimi oraya örtme isteğini zorla bastırıyordum.
   Cuma sabahı uyandığımda kâbusa dair hiçbir şey hatırlamıyordum ama yine de parmaklarım boğazıma tırmanmış yatakta ter içinde kıvranıyordum. Leila’yı uyandırmamak için sessizliğe gömülürken nefeslerimi düzene koymaya çalıştım. Boynumdaki yara kabuk bağlamaya başlamış, boğazımdaki morluklar yerini yeşil rengine bırakmıştı. Bugün erkenden Freida ile görüşeceğime dair babama haber vermiştim. Hazırlanıp evden çıkarken içimde yeşermeye başlayan endişeyi bir türlü yutamıyordum. Vezirin oğluyla görüşeceğimize dair sözleştiğimiz açıklığa yürürken yenine koyduğum kılıcı öyle sıkı kavramıştım ki parmaklarım zonkluyordu. Aklımdan geçtiğinde onu adıyla düşünmek istemiyordum. Onu adıyla aklımdan geçirmek bana sanki yakınmışız gibi bir varsayım doğuruyordu.
   Sözleştiğimiz açıklığa vardığımda etrafta kimse yoktu. Bulduğum bir taş kütlesinin üzerine otururken sırtımdaki çantayı yere bıraktım. Atkuyruğumu tutan lastiği daha da sıkarken çalıların hışırtısı kulaklarıma ulaştı. Ayaklanmak yerine oturduğum yerde dikkat kesildim. Oltaya gelebileceğim ihtimali aklıma vurduğu gibi yerimden fırlayarak kılıcımı çektim. Vezirin oğlu tüm asaletiyle karşımda dikiliyordu. Üzerinde oldukça sıradan olduğu halde yine de kaliteli duran bir takım vardı. Benim üzerime giydiğim tuniğin altına geçirdiğim bol pantolonun yanında elbette şaşırılmadığı gibi çok daha şıktı.
   Aynı mimiklere bugün de katlanacak olmam şimdiden canımı sıkarak keyfimi iyice kaçırdı. Vezirin oğlu suratında kendini beğenmiş bir sırıtışla olduğum yere doğru yürümeye başladı. “Formundan hiç düşmemişsin bakıyorum.” Gereksiz bir dikkatle baştan aşağı beni inceledi. “Suratına renk mi gelmiş yoksa güneşten yanlış mı görüyorum?”
   Onu umursamadan kılıcımı yenine sokup sırt çantama sıkıştırdığım tahta parçalarını çıkardım. Tahmin ettiğim gibi tahtadan kılıçları görmesiyle ağzı tekrar açıldı. “Beni baya dalgaya almışsın. İlk dövüşümüzü bunlarla yapacak kadar acemi değilim.”
   Kılıçlardan birini ona uzatırken, “Aylarca bu tahta kılıca bile dokunmadan sadece dövüş izleyerek eğitime başladım. Biraz aceleci davranmıyor musun?” diye söylendim. Sahte olduğu her halinden belli olan bir tonla güldüm. “Daha önümüzde bir sene var, değil mi? Niye bu kadar sabırsızsın?”
   Cevap bulamayarak uzattığım kılıcı kavradı. Ayaklarımı sertçe yere sabitlerken ilk hamlemi gerçekleştirmek için kılıcımı kaldırdım. Önce basit atışmalarla başlayarak gücümüzü sınadık. Vezirin oğlu tahmin ettiğim kadar atik değildi. Gözleri sürekli yüzüme takılıyor, böylece çoğu hamlemi kaçırmak üzereyken son anda toparlıyordu. Tahtaların üst üste birbirlerine vurma sesinden şimdiden bıkmıştım. Dans yeteneklerimi yavaştan işin içine katarak parmak uçlarımda kılıcı savurmaya başladım. Havada süzülen hareketlerimi görünce hafif bir şaşkınlığa uğradı. Gözlerinin yüzümden ayrılmayacağını anladığımda çevremde dönerek arkasına dolandım. Ayağına attığım çelmeyi fark edeceğini sanmıştım ama çok fena yanıldığımı gördüm. Vezirin oğlu yere serilirken ağzından öfke hırıltıları fırladı. Bu düşüşü karşında gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Böyle keyifli süreceğini hiç tahmin etmemiştim. Vezirin oğlu ayaklandığı gibi kılıcını kaldırmak yerine asilliğini kanıtlayan bir hareketle üzerine yapışan yaprak tanelerinden silkelendi.
   İkinci turda ilkinde onu gözlemlediğim kadarıyla seviyesini bildiğim için çok zorlamadım. Benzer hamlelerle devam ediyor, ikimiz de ölümcül bir adım atmıyorduk. Vezirin oğlu beklemediğim bir güçle kılıcını savurduğunda kolumu darbesini bloke edecek bir pozisyona getirdim. İki tahta şiddetle birbirine çarparken yere yapıştırdığım bacaklarım da titredi. Bu kuvvetli darbesi öfkelenmemi sağlarken onu daha dikkatli izlemeye koyuldum. Sıradaki darbesine hazırlıklı olduğum için kılıcımı daha çabuk savuşturdum. Vezirin oğlu da benden kaptığı üzere etrafında dönmeye başladı. Arkama dolandığını hissettiğimde kılıcının üst üste havada çıkardığı sesle kulağım uğuldadı. Asıl yeteneğini göstermeye başlaması dişlerimi sıkacak kadar hırsa boğulmamı sağlarken kılıcıma verdiğim güç bu sefer zihnimde yankılandı. Az önce yaptığı gibi üst üste öne savurduğum hamleler sonucu nihayet kafası karışarak gözlerini kaçırdı. Böylece kılıcı yeni bir hamle için yerden havalanacakken çoktan tahta kılıcım boynunda yerini almıştı.
   Dudakları ince bir çizgiye dönerken suratı hiddetle sarsıldı. Onu bu kadar öfkelendirmeyi başarabilmem içimde keyif balonları patlatırken hakiki bir tebessüm dudaklarıma yapıştı. “Ne olursa olsun bakışlarını bir an olsun rakibinden ayırma. Beni taklit etmeye çalışırken böyle galip olursun sonra.”
   Tahta kılıcımı eliyle savuştururken aramıza mesafe koyarak kılıcını tekrar kaldırdı. “Bakıyorum da yanında gerçek bir kılıç taşıdığında hem çenen hem özgüvenin sınırını aşıyor. Benim çok sinirlenmemi ikimiz de istemeyiz, değil mi?”
   Lafı nereye dokundurmaya çalıştığını anladığımda kaşlarımı çattım. Tekrar kılıcımı kaldırırken gözlerimi bir an onunkilerden ayırmadım. İkimizin hiddeti de kılıçlara etkisini gösteriyordu. Bu sefer hamlelerini savururken benimkinin üzerine konan kılıcını öyle bir güçle itiyordu ki bileğim hafiften acıdı. Normal şartlarla dövüşmediğimiz için boşluğunu gördüğüm anda savuşturabileceğim bir tekme en azından şimdilik mümkün değildi. Bu yüzden ne zaman böyle bir aralık görsem havaya kaldırıp onu itemediğim için bacağım kaşınıyordu.
   Eşitliğimiz karşısında mutluluğu gözlerinden okunuyordu. “Böyle çok zevksiz olmuyor mu? Biraz muhabbet etsek olmaz mı?” Her zamanki gibi sessiz kaldığımı görünce bıkkın bir ses çıkardı. “Hep böyle sıkıcı mısındır yoksa bana mı özel?”
   Suratımı ekşiterek, “Bilmem, sen tahmin et.” diye homurdandım.
   “Ailen seni bulduğunda çok sevindi mi bari?” Tekrar susarak savurduğu hamleyi geçiştirdim. “Bu kadar sessiz çıkacağını bilseydim anlaşmamıza senin konuşmana dair zorunlu bir şart getirirdim.”
   Değindiği konunun aksine farklı bir soru yönelttim. “Suikastçıya ne yaptın?”
   Yüzünde bakışları değişti. “Senin çok değerli tavsiyelerin doğrultusunda bir süre hapishanede dinlenmesine müsaade ettim.”
   Sesindeki tılsımdan alaya vurduğu halde doğruyu söylediğini anlayabiliyordum. Bana göstermediği yüzü kalkmamıştı. Suikastçıyı öldürseydi bunu gururla dile getirecek kadar leş bir insandı.
   Kılıçlarımızın savrulması hız kesmeden devam ederken adeta dansa tutulmuştuk. “Bay Sergei’ye olan borcunu hallettin mi?”
   Sorusu karşısında öyle afalladım ki bir anda nefesim kesildi. Duraksamama karşın kılıcımı kolayca savuşturmak yerine olduğu yerde dikilerek hareketsiz kaldı. “Sanırım tamamen aklından çıktı.”
   Bay Sergei’nin ismini bile duymak ihanetini hatırlattığı için ağzım ekşi bir tatla kirlendi. Günlerdir evdeydim ama ondan ses seda çıkmamıştı. Hoş kapıma dayanıp borcu ödememi istemesini beklemiyordum ama sanki unutmuş gibi Freida veya başka birisiyle haber yollamaya kalkışmamıştı. Eve döndüğümden beri günlerin nasıl ruhsuz geçtiğini düşündüğümde bunun nasıl hiç aklıma konmadığını anlayabiliyordum.
   Vezirin oğlu boğazını temizleyince dikkatim dağıldı. Ayaklarına baktığımı fark ettiğimde ne kadar daldığımı kavrayıp hemen suratına döndüm. Kılıcı tutan koluma güç veriyordum ki sesi tekrar yankılandı. “Bu derslerin karşılığında borcunu ödeyebilirim.”
   İma ettiği teklif karşısında olduğum yerde kalakaldım. Dikiş makinesinin sesi uzaktan kulaklarıma dolmaya başlarken şiddetle kafamı salladım. “Senden zırnık para istemiyorum. Hiçbir şey için sahte acımana muhtaç değilim.”
   Daha demin rahatlamış olan surat hatları tekrar keskinleşti. Cevabım karşısında alnı kırıştı. “Sahip olduğum paranın da kirli olduğunu düşünüyorsun, değil mi?” Yanıtım dilimin altında oturmuş çıkmak için çırpınıyordu ama o kadar cüretkar davranamazdım. Zar zor sustuğumu anlamış gibi, “İtiraf et.” diye ısrarla üzerine düştü. Kılıcımı iterek kendininkini ayırırken üstüme yürümeye başladı. “Aklında ne dolanıyorsa söyleyemeyecek kadar aciz bir korkak mısın?”
   Parasını kabul etmememin onu bu kadar öfkelendireceğini düşünmemiştim. Sanki gerçekten bu tavrım ona dokunmuş gibi davranıyordu. Aynı sessiz rolüme devam ederken yeni bir hamle için kılıcımı kaldırdım. Vezirin oğlu ısrarla üstüme yürürken aynı istikrarla geri adım attım. Hiddetinin derinliğini kanıtlayan bir kas fırlamış yanağında seğiriyordu. Bir eli kılıcını tutarken omuzlarıma yapışmak üzere kollarını havaya kaldırıp uzattığında hiç düşünmeden tahta kılıcımı kollarından birine indirdim. Ne yaptığımı fark ettiğimde dönerek arkasına dolandım. Kılıcını kaldırarak üst üste sert darbeler indirmeye başladı. “İtiraf et dedim.”
   Sonunda dayanamayarak içimdeki zehir dudaklarıma ulaştı. “Halktan topladığınız faizli vergilere bulaşmış lekeyle sürdüğünüz keyfin parçası olan paraya dokunmamayı her şeye yeğlerim.”
   Cümlemi bitirdiğimde tekrar etrafında dönmeye hazırlandım ama bu sefer o kadar yakınından geçtim ki atkuyruğumun suratına denk gelmek üzere olduğunu anlayınca kafamı daha büyük bir şiddetle çevirdim. Tokada benzer bir ses yanağında çınlarken zaferle gülecektim ki kafa derime acıyla zonklamaya başlayan bir ağrı girdi. Tüm uzuvlarım aynı anda çırpınırken saniyeler içinde havada süzülerek sırtımın tamamı yere yapıştı. Neye uğradığımı anlayamadan tüm bedenimin üzerine konan ağırlığı hissetmemle göğüs kafesim deli gibi sıkıştı. Vezirin oğlu bütün gücüyle üzerime abanırken korku boğazımı tırmanıyor, vücuduma değen her hücresini hissederken kalbim ağzımda atıyordu. Koruma içgüdüsüyle ellerim boğazımı kavrarken baştan tırnağa bedenim durmaksızın kıvranıyordu. Boynundan yayılan koku burnuma çarparken yediklerim adeta boğazıma dizildi. “Kalk üzerimden!” Ellerimle ulaşabildiğim her yerine vurmaya çalışırken gözlerim bulanıklaşmaya başladı. Parmaklarım bıraksam kaskatı kesilmek üzereydi. Üst üste çığlıklarla göğü yırtarken nefes almakta zorlandım.
   Üzerime abanan vücut yana kayarken tekrar ve tekrar, “Sakin ol.” diye mırıldandı. Vezirin oğlu göğsüme verdiği yükü kaldırırken ellerini başımın iki yanına sabitleyerek beni izliyordu. Nefes alabildiğimi fark ettiğimde aceleyle içime çekebildiğim kadar havaya nüfus etmeye çalıştım. Ellerimin vezirin oğlunun göğsünü sıkıca kavradığını gördüğümde şaşkınlıkla geri çekildim. Gözlerine baktığımda bakışları adeta yüzümü delmek istiyordu. Daha demin öfkeyle kararan suratı yerini afallamış bir ifadeye bırakırken o gün şahit olduğum keder kırıntıları tekrar göz bebeklerine oturdu.

   Onu hiç bu kadar kararsız görmemiştim. Yüzü şekilden şekle giriyor, söyleyecekleri dile gelmek için beklerken ısrarla sükunete boğuluyor gibi tutarsızca duraksıyordu. Nihayet pişmanlıkla gölgelenen yüzünde dudakları aralandı. “Sana bir daha zarar vermeyeceğim.” O gün odada suratıma tanıyormuş gibi bakmıştı. Yine aynı şekilde kaşları değişken parıltılarla çatıldı. Pes ettiğine yorabileceğim derin bir nefes verdi. Sesi rahatlamayla yankılanıyordu. “Bu gözleri tanıyorum. O tablolarda defalarca kez denk geldiğim ve hep görmeyi umduğum bal rengi gözler bunlar.” Çarpık bir rehavet yüzüne yayılırken utanmasa tebessüm edecekti. “Bunca zamandır seni arıyordum.”

Not: Pek sevgili dostlarım zaman ayırıp bu bölümü de okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Umarım bu uzun bölümden keyif almışsınızdır. Sizden ufak bir ricam var. Beşinci bölümü de bitirdim ve artık romanın ismi için aklımda birkaç şey oluştu. Kılıçların Dansı veya Kılıçların Son Dansı isimleri arasında gidip geliyorum. Kılıçların Dansı'na daha sıcak bakıyorum fakat kararsızım. Hangisinin olmasını daha çok yakıştırırsınız ya da Kılıçların Dansı ismini beğendiniz mi; buna dair aşağıya yorum bırakırsanız çok sevinirim. Ayrıca okuduğunuz bölümler boyunca aklınıza takılan ya da beğenmediğiniz yorumlarınız varsa bana mail hesabım (ohyoulovemetoo@gmail.com) üzerinden ya da (betultsun) veya (harmonyofbooks) instagram hesaplarımdan dm üzerinden mesaj atabilirsiniz. Aklınıza takılan kısımlar üzerinde düşündüğümde sıradaki bölümlere farklı yön veriyorum. Bir daha ki bölümde görüşmek üzere :)

0 yorum:

Yorum Gönder