5. Bölüm
(Birinci ve ikinci bölümün linki
Üçüncü bölümün linki
Dördüncü bölümün linki)
Sözlerini
idrak etmemle beraber beni boğmaya yeltenmeyeceğini zar zor anlayabildim.
Göğsüne koyduğum ellerimle vücudunu itip onu kendimden uzaklaştırırken içime
derin bir nefes çektim ama bu hareketim hataya dönüştü. İçinde bulunduğum
teslimiyetle ölümle burun buruna girme tehlikesinden kurtulmuş olduğum tüm
hücrelerimde yankılanırken ayaklarım yerden kesildi. Böylece az önce beni
sıkıca kavrayan kollar tarafından çökmeme izin verilmedi. Midem tiksintiyle
düğüm düğüm oldu. Kollarından silkelenmek için başımın dönmesinin geçmesini
bekledim. Saniyeler içinde öyle çok duygu tatmıştım ki artık her şeyin
sessizliğe bürünmesini beklemek uzak bir umuttan farksızdı.
Vezirin oğlu kendime gelmemi beklerken
oldukça sabırlıydı. Onun bu tavrı beni daha çok hırçınlaştırıyor, artık nefes
almadığı bir yerde bulunmanın hayalden gerçeğe dönmesini ümit ediyordum. Hissettiğim
yorgunluk sesime öyle derinden yansıyordu ki buna şahitmiş gibi gözleri
anlayışla kısıldı. “Benimle alay mı ediyorsun?”
Ciddiyetle başını olumsuz sağladı.
“Teklifimi bir kez daha sunmayacağım.”
Bir adım geri atarak aramıza biraz daha
mesafe koydum. “Kabul edersem elim kolum bağlı buradan çıkacak mıyım? Bundan
sonra eskisi gibi sokaklarda özgürce yürüyebilecek miyim? Her an boğazıma bir
şeylerin sarılmayacağından nasıl emin olacağım? Benimle alay edip seninle
geçireceğim ilk derste beni öldürmeye kalkışmayacağını nereden bileceğim?”
Sesim gitgide yükseliyordu. Gözlerim çakmak çakmak yanıyor olmalıydı. “Bunların
garantisini nereden edineceğim?”
Sağ kaşını cüretkar bir ifadeyle kaldırdı.
“Vereceğim sözle.”
İçimden yükselen kahkahayı tutamadım. Önce
suratım ekşiyip rolü dudaklarımın kıvrılmasına devretti, ardından boğuk
seslerle gülmeye başladım. Kıkırtılarım karnımın ağrımasını sağladı. Kesik
kesik nefes alırken bulunduğum durumda gülebildiğim için akıl sağlığımı düşünmeye
başlamıştım. Başımı kaldırdığımda vezirin oğlu şaşkınlığa bırakmamak için
kendini zapt ettiği bakışlarıyla beni izliyordu.
Nihayet konuşacak kadar kendime gelebildim.
“Demek vereceğin sözle hayatım garanti altına girecek? Bir daha buraya
tıkılmayacağıma, işlemediğim herhangi bir suçtan masum yere hüküm yemeyeceğim?”
Dişlerini sıkarak ciddiyete büründü. “Sözümü
tutacak kadar onurluyum.”
Tekrar gülmemek için dudaklarımı ısırdım.
Aklına düşen bir düşünce sonucu değil, başkasından duyduğu tek bir ihtimal
sonucu buraya tıkılmıştım. Karşıma geçip sözüne güvenmem için bana tavsiye
veriyordu. “Kılıcı çektiğime dair tek bir sahneye şahit oldun. Kusursuz ya da
bahsettiğin gibi fevkalade değilim.”
Israrlı bir ifadeyle aynı ciddiyi devam
ettirdi. “Ama ben seni istiyorum.”
“Mühürlü bir anlaşma talep ediyorum.”
Cümlemin devamında ona istediği eğitimi vereceğimi söyleyecektim. Kendimi
tutarak geri çekildim. Bundan emin miydim? Ne kadar sürecek bir eğitimden
bahsediyorduk? Bunları dile getirmeden anlaşma yaparak kendimi riske atamazdım.
“Teklif ettiğin anlaşma ne kadarlık bir süreyi içeriyor? Daha önce kılıç
eğitimi gördün mü?”
Muzip bir tavırla, “İlk dersimizde sana ne
kadar yetenekli olduğumu gösteririm,” diye cevapladı.
Bir anda ortaya çıkan bu sahte samimiyet
dolu halleri suratımı ekşitiyordu. “Ne kadarlık bir süreyi kast ettiğini de
buyur edip söylersen sevinirim. Bahsettiğin sürenin ardından benimle işin her
türlü bitmiş olacak. Bir daha karşına zorla çıkarılmayacağımın altının
çizildiği bir anlaşma olmak zorunda.” Sessizliğinden yararlanarak devam ederek ortaya
hafif bir yem attım. “Üç ay yeterli olacaktır.”
Gözlerine acımasız bir mutluluk oturdu.
Dudaklarını aralayıp en sevdiği tatlıyı telaffuz ediyormuş gibi, “Bir yıl.”
diye mırıldandı.
Buradan kurtulmamın başka bir yolu yoktu.
Senelerdir babamdan gizli dans etmeyi başarabildiğim gibi bunu da
başarabilirdim. Her halinden vezirin oğlunun beni boğmaktan vazgeçtiği gün gibi
ortadaydı. Teklifini reddettiğim gibi tekrar portremi çizdirmeye başlayıp
niyetini aksi halde gerçekleştirebilirdi. Böylece ailemin bu işin içine
bulaştığı olaylar silsilesinin tedirginliği yine sırtımın ürpermesini
sağlayacaktı. Teklifini kabul edecektim ve öne sürdüğüm şartlarla buradan elimi
kolumu sallayarak çıkacaktım. Bir yıl çok uzun bir süreydi fakat diğer yandan da
kılıcı birkaç kez tutmuş biri için ileri seviyeye adım atmak için çok kısa bir
süreçti. Vezirin oğlu ya bu konuda cahildi ya da beni oltaya getirmeye
çalışıyordu fakat diğer taraftan mühürlü bir anlaşma yapacaktım. Gözlerine
baktığımda az önceki ölümcül tehlikenin gittiğini sezebiliyordum. Bir yıl
sürecek bir sadakatin sonucunda öne süreceğim birkaç isteği sertçe
reddetmeyebilirdi.
“Öncelikle mühürlü bir anlaşma
imzalayacağız. Bir yıl süresince haftada bir kere belirlediğin günde ve mekanda
kılıç eğitimin için istediğin yere geleceğim. Aksini yapmam ihtimaline karşı
beni bulman için portreyi bitirmene izin vereceğim. Böylece anlaşmayı ihlal
etmemle beraber hem ailemi hem de beni bulabileceksin. Şehir dışına çıkmamı
bekleme. Sınırların ne kadar ağır korunduğunu benden daha iyi biliyor olmalısın.
Buradan özgür bir şekilde ayrılacağım. Hiçbir muhafızının beni takip
etmediğinden ve etmeyeceğinden emin olarak içim rahat dışarı adım atacağım. Sana
istediğin kılıç eğitimini verdiğim bir senenin sonunda portreyi de bana teslim
edeceksin ve yollarımızı ayıracağız. Bu süreç içerisinde eğitimi kaçırmadığım
sürece asla izimi sürmeyeceksin. Kişisel hayatım üzerine bana baskı
kurmayacaksın.”
Vezirin oğlunun kaşları çatıldı. Günlerdir
hakkında düşünmemek için aklımı bulandırdığım yüzüne dair kendime kısa bir izin
verdim. Yeşil tanelerin süslediği gözleri kısıktı. Kirpikleriyse seyrek ama bir
erkeğe göre fazla kıvrıktı. Kuzgun karası saçları parlarken kaşları saçlarına
eşlik eden aynı tonla asilliğine şahitlik yapan bir kanıt misali hafif
kalınlıkta şekilliydi. Burnu düzgün, dudakları kıvrımlıydı. Gözlerimin
dudaklarına kaydığını fark ettiğimde yanaklarıma bir sıcaklığın oturduğunu
hissettim. Dünkü saldırısının ardından bunu düşünmek ağzımı defalarca kez
çalkalama isteğimi arttırıyordu.
Benim kısa süreliğine daldığım süre boyunca
kararını vermiş olmalıydı ki elini uzattı. “Kabul ediyorum.”
Elini tutmak yerine iki kolumu da yanlarıma
yapıştırdım. “Son bir şey eklemek zorundayım. İki gündür gördüğüm muameleye
tekrar maruz kalmak istemiyorum.” Anlamadığını gösteren bir hareketle alnını
kırıştırdı. “Gereksiz temas yok.” dedim en açık şekilde. “Çenemi kaldırmak,
belime dokunmak ve diğer hiçbir şey yok. Sana kılıç tutmanın ayrıcalıklarını ve
rakibini nasıl izlemen gerektiğini göstereceğim. Bunun dışında aramızda en ufak
bir fiziksel temas olmayacak. Kabul ediyor musun?”
Gerçekçi olmadığını inkar etmek için deli
olunacak sıcak bir tebessümle dudakları kıvrıldı. “En azından son kez el
sıkışalım.”
Elimi kaldırmaya başladığımda yarım bir adım
daha geri gittim. Vezirin oğlunun biraz öncesine kadar ölümüm olacak ellerinden
biri parmaklarımı kavradı. Tiksintiyle titremeye başlayan elimi durdurmak çok
güçtü. Vücudunun bana temas ettiği her anda dün boğuştuğumuz dakikalar perde
misali gözlerimin önünde esip duruyordu. Nefes boğazıma tıkanıyor, boğazımdaki
acı birden canımı yakmaya başlarken üzerine tekrar hamle yiyecekmişim gibi
boynumdaki yarayı parmaklarımla örtmek istiyordum.
Kolumu hemen geri çektiğimde vezirin oğlunun
yüzünde mimikler yer değiştirdi. Ortaya çıkardığı tablo karşısında pek memnun
durmuyordu. Beni parçalara ayırmak üzereydi ve bu durum keyifle yüzüne oturan
itici bir ifadeyle sonuçlanmadı. Gereksiz bir dikkatle gözlerine odaklandım. Bu
sefer yeşil düğmelerin sıkıntıya benzer bir duyguyla gölgelenmesine şahit
oldum.
Omuzlarımdaki ağırlık şimdiden balon olup
uçmaya başlamıştı. Üzerimdeki rehavet yerini sakinleşmeye verirken uyandığımdan
beri meydana gelen olaylar zinciri tekrar zihnimde canlandığında aklıma üst
üste sorular yığıldı. “Peki ya suçunu itiraf eden suikastçıya ne olacak?”
Sorum karşısında hafif bir şaşkınlığa
uğrayan vezirin oğlu oldukça sıradan bir tavırla konuştu. “Hak ettiği ceza
neyse onu alacak.”
“Onu öldürmeyeceksin değil mi? En azından
suçunun arka planını öğrenene kadar hapiste tutmalısın. Kimsenin hayatı bu
kadar hızlı karar kılınacak kadar değersiz olamaz.”
Alay dolu kahkahası odada çınladı. “O kadar
yakınıma girdikten sonra beni öldürmeye nasıl susadığını kendi ağzıyla itiraf
etti. Daha neyin kanıtını arayıp arka yüzünü öğrenmeye çalışmalıyım?”
İçimde köpürmek için sabırsızlanan öfke
karşısında suratıma aksi bir ifade otururken elimi yumruk haline getirdim.
“Asıl öfkenin susuzluğunu unutuyor olmalısın. Belki de amacı yalnızca ortalığı
karıştırmaktı.”
Keyiflendiğini belirten tebessümü dudağının
kıvrılmasıyla kesinleşti. “Daha ilk dersimizi bile gerçekleştirmedik. Ne ara
dostça tavsiyelerde bulunacak kadar beni tanıdığına emin oldun?” Önüne doğru
bir adım atarak boynumdaki yaraya elini uzattığında hemen geri çekildim. “Onu
böylesine savunman aklımı karıştırıyor. Sana böyle bir yarayı bırakan bir
suçluyu savunmanı salaklığına mı vermeliyim yoksa her şey istediğin şekilde
ilerlerken yine de ortağın olabilecek adamı savunmanı suçlu olduğun ihtimalini
tekrar su yüzüne mi çıkarmak için mi kullanmalıyım?”
Belki de haklıydı fakat suikastçının
gözlerinde bir şeye tanık olmuştum. Vezirin oğlu odada yalnız kalmamızı
istediğinde kafam o sırada öyle doluydu ki suikastçının kapıdan çıkarken
sergilediği hırçınca boğuşmalar çok az görüş açıma takılmıştı. Beni kurtarmak
için kendi hayatını ölümcül bir tehlikeye atmıştı. Vezirin oğlunu gözünü
kırpmadan öldürecek olan bir adamın, burada suçsuz yere haksızca tutulduğum
için beni kurtarmaya gelmesi öyle karışık bir tezat oluşturuyordu ki aklımı
nereye yormam gerektiğine şaşırdım. Başımı kaldırdığımda vezirin oğlu dikkatle
beni izliyordu. Gözlerimden kafamdan geçenleri okumaya çalıştığı öyle belliydi
ki hemen bakışlarımı kaçırdım. Buradan kurtulmama çok az kalmıştı ama hala
aklımda cevabını almam için çırpınan bir soru daha vardı. Boğazımı temizleyip
çenemi kaldırdım. “Son bir sorum var.”
“Yalnızca sen de benimkine dürüstçe cevap
verirsen.” diyerek vereceğim cevabı güvence altına almayı amaçladı.
Cüretkar bir bakışla dudaklarımı araladım.
“Yalnızca soruma dürüst cevap verdiğine beni inandırırsan aynı şekilde karşılık
veririm.” Devam etmemi istediğini baş hareketiyle onayladı. “Dans gösterisinde
sana suikast niyetiyle yaklaştığımı hala öne sürüyor musun?”
Hiç düşünmeden yanıtladı. “Elbette tam anlamıyla
masumiyetini kanıtlamadın fakat burada teşhir ettiğin tüm tavırlar bu sınavda
sergilediğin cevap anahtarlarıyla doluydu. Aksi halde zaten bu kadar az güvence
üzerine kurulu bir anlaşmaya imzamı atmayı asla öne sürmezdim.” Sözlerini idrak
ettiğimi belirttiğime dair başımı oynattım. Bu aynı zamanda sorusuna eşit dürüstlükle
cevap vereceğim anlamına geliyordu. “Suikastçı olmadığını bu kadar kesin
savunuyorken ailenin masum olduğun bu işe karışmasına neden böylesine karşısın?
Ölümle yüzleşecek kadar geriye adım atmamaya kararlı olman o kadar tutarsız ki
tam anlamıyla masum olduğunu düşünmem tüm mantık kurallarına aykırı.”
Suratım alayla buruştu. “Çünkü bu şehirde
her şey tahminlerin doğrultusunda o kadar uçta keyif sürerek yaşanmıyor.
Ailemin suçsuz olduğum bu suikast olayına karışması belki de üzerimizden hiç
atamayacağımız bir leke olarak bize yapışacak.”
Cevabımın dürüstlüğüne inanmışa benziyordu.
Kafasını sallayarak kapıya doğru yan döndü. “Umarım bir gün böylesine büyük bir
fedakarlığı hak eden ailenle tanışma şerefine nail olurum.”
Bu ihtimalin imkansızlığı öyle keskindi ki
yanıt verme boşluğuna düşmeye yeltenmedim. Vezirin oğlu parmağını kaldırarak
beni işaret ederken suratında tekrar şiddetli bir tabir belirdi. “Anlaşmamız
ufak durabilir ama uymadığın takdirde tekrar acımasız yüzümle çok kolay
karşılaşırsın. Elime geçecek portren sayesinde seni bulmak öyle kolay olur ki
inan şaşırırsın. Derslerden birini atlaman sonucunda yapacaklarımdan ben
sorumlu değilim.”
Bu tehditi karşısında hemen atladım. “Bazı
istisnai durumlar söz konusu olamaz mı? Sana mektup yazamaz mıyım? Böylece
ertelediğim ders olursa haftada iki kereye çalışabiliriz?”
Suratında hiçbir mimik yerinden oynamadı.
“Sana özgürlüğünü vadediyorum. Önümüzdeki bir senenin her haftasında bir gününü
bana adayacağını şimdiden kabullenmeye başla. Öbür türlü nelerle yüzleşeceğini
tekrar dile getirerek yorma beni.” Sessizliğimden anladığı kadarıyla bu konuşma
sona ermişti. Avuçlarını birleştirerek şak diye bir ses çıkardı. “O halde Bay
Moaadi’yi geri buyur edelim.”
Akşam vaktinin habercisi bulutlar renk
değiştirmeye başlamıştı. Gökyüzü kızıllığa bürünmeye yüz tutarken üzerimdeki
kalın hırkaya daha çok sarıldım. Göğsüme sıkıştırdığım mühürlü kağıdın
rahatlığıyla yürürken vezirin oğlunun kaçırılmamı sağladığı kestirmeyi
kullanmadan pazara doğru ilerledim. Pazara vardığımda dükkanlar akşam vaktinin
habercisi kuşların ötmesiyle beraber kapatmaya başlamıştı. Kalabalık çoktan
dağıldığı için daha rahat yürüyordum. Demirci dükkanını gördüğümde içeride
kimin olduğunu seçmeye çalıştım. Adımlarım gitgide daha yakına varırken içimde
korku ve heyecanla sarmalanmış özlem duygusu filizlendi. Dükkanın içinden
sesler geliyordu ama dışarıda görünürdü kimse yoktu. İçeri girmek için adım
atmak istiyordum. Bunun yerine sırtımı duvara verip öylece bekledim. Birkaç
dakika geçmeden Rapid dışarı çıktı. Beni gördüğü gibi “Afrah!” diye bağırarak
şaşkınlığını dile getirdi. İsmimi değer verdiğim bir insanın ağzından duymak
öyle tatlı gelmişti ki suratımda tebessüm canlandı. Rapid’in mutluluğu yüzüne
yansırken bana doğru gelmeye başladı. Onu bir daha göremeyeceğim ihtimali
aklıma vururken gözlerim istemsizce doldu. Rapid aramızdaki boşluğu kapatırken
bana sarılmak üzere kollarını uzatmak üzereydi ki gözüme başka bir gölge
takıldı.
Babamın dudaklarından bir teslimiyet gibi
ismim yankılanırken yanaklarım ıslandı. Rapid geri çekilirken babama doğru
sarsak bir adım atmaya çalıştım ama çoktan önümde belirmişti. Kendimi güçlü
kolları arasında göğsüne yaslanmış halde bulduğumda içimde biriktirdiğim bütün
acıları saldım. Sessiz hıçkırıklarım onun da titremesini sağlıyor, bıkmadan
saçlarımı okşarken dua misali ismimi telaffuz ediyordu. Kollarımı ona daha sıkı
sararken suratımı tamamen göğsüne gömdüm. Saçlarımın üstünden başıma ardı
kesilmeyen öpücükler kondururken ağlamam sayesinde tahriş olan boğazım daha çok
canımı acıtıyordu. Babamı bir daha göremeyeceğimi düşünmek kalbime öyle bir
ağrının saplanmasını sağlıyordu ki sanki yüreğim acımasız parmaklar arasında
ölümüne sıkılıp kalmıştı. Demir ve kor ateşin sindiği kokusunu içime çekerken
kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.
Başımı kaldırıp inci taneleriyle dolu
gözleriyle karşılaştığımda ben de ağlamaya devam ettim. Beni kendine çekerek
dükkana doğru yürümeye başladı. Sarsak adımlarla ona eşlik ederken kollarından
hiç ayrılmamayı diliyordum. Alt kata inip koltuğa oturduğumda ellerimi
avuçlarının içine alıp gözlerimin içine baktı. Rapid’in getirdiği su bardağı
dudaklarıma konarken hala ağlamamı durduramıyordum. Yavaş yudumlarla suyu
içerken acıyan boğazım sonucu öksürmemek için kendimi zor tuttum. Babam
yanaklarıma dokunup yaşları sildiğinde hatırladıklarım sonucu bir an bunu
sonlandırması için eline vuracaktım. Son damlalar da yanaklarıma süzülüp
ağlamamın yerini suskunluğa bıraktı. Ağzımdan çıkacak tek bir kelime için
yalvaran bakışlarla babam beni izliyordu. Nihayet tereddüt dolu sesi
hıçkırıklarımın ardından odada çıkan ilk ses oldu. “Neredeydin Afrah?”
Sessizliğimi sürdürürken ısrarla cevabımı bekliyordu. Nereden başlayıp hangi
kısımları atlayıp ona nasıl bir açıklama sunacağımı düşünmüştüm ama beni
kollarına almasıyla birlikte aklımdaki her şey allak bullak olmuştu.
Yüzüne zerre öfke barındırmayan bir ifade
oturdu. “Son katıldığın dans gösterisini biliyorum.” Kaşlarımın kalktığını
görünce devam etti. “Leila bana söylemek zorundaydı. İki gündür ortada yoksun.”
Nasırlı eli okşamak için yanağıma kondu. “Nasıl korktuğumu biliyor musun?”
Dudaklarımı ıslatarak tekrar belirmeye
başlayan susuzluğumu bir nebze dindirdim. Bu cümleyi kurarak onu üzmek
istemiyordum ama bir şekilde öğrenirse artık bazı şeyler daha kolay olabilirdi.
“O benim son dans gösterimdi.” Ona kızmak ve ne kadar mutsuz olduğumu görmesini
istiyordum ama öyle yorgundum ki suratımda hiçbir mimik oynamadan devam ettim.
“Artık mutlu olmalısın. Bundan sonra böyle bir endişen olmayacak.”
Gözlerinde pişmanlık gölgeleri parlarken
bakışlarını kaçırdı. Konuyu değiştirerek asıl merak ettiği soruya aydınlık getirdi.
“Neden suikast olayına karıştın?”
“Sen olsan ne yapardın baba?
Gerçekleşeceğini bildiğin kaçınılmaz bir cinayeti engelleyeceğini bilerek
öylece oturur muydun?”
Soruma cevap vermek yerine yine geçiştirdi. “Seni
her yerde aradık. Eğer bugün de ortaya çıkmasaydın vezir konaklarından birine
gidip seni bulmak için elimden geleni yapacaktım.”
Elini sıkarak başımı olumsuz anlamda
salladım. “İyi ki yapmamışsın. Bu işe karışsaydınız kim bilir başımıza neler
gelecekti.”
“Tahmin ettiğim gibi değil mi? Seni suikast
suçundan alıkoydu?” Başımla onayladığımda hararetle devam etti. “Peki nasıl
geri salındın?”
Burada işin içine daha fazla irdelememesi
için yalan katmak zorundaydım. “Zaten başından beri zayıf bir ihtimal üzerine
beni tutuyordu. Asıl suikastçı ortaya çıkıp suçunu itiraf ettiğinde beni tutmak
için nedeni ortadan kalkmış oldu.”
Sıkıntıyla alnı kırıştı. “Peki sana ya da
bize dair bir şey biliyor mu? Buraya gelirken seni takip ettiler mi?”
Sorduğu şeyin cevabını vezirin oğluna vermemek
için göze aldığım ölümü düşününce tekrar ürperdim. Babamın bu soruyu sorarken
sesinde titreyen sıkıntıyı görmek beni elimde olmadan üzmüştü. Ailemi bu işe
karıştırmamak için bir anlaşma bile imzalamıştım ama bunun aksini yapıp onların
karşımda diz çökmelerini sağladığım takdirde benim açımdan hayal kırıklığına
uğrayacakları aşikardı. Babamın bu tavrı onu bu suça bulaştırmadığım için ne
kadar rahatladığını gösteriyordu. Bu da sırf benim kurtulmam için ne kadar az
şeyi göze alacağı ihtimaline kafa yormamı sağlarken içimde alev denli sıcak bir
şey taştı. Belirttiği endişeyi dile getirip hislerini daha açık söylemesini
talep etmek istiyordum ama düşündüğüm şekilde cevap vereceğinden de
korkuyordum. “ Dans gösterisinden sonra olanları detaylı düşündüğünde suikastçıya
ortak olabileceğimi düşünmüş. Bu ihtimale varmak için geç kaldığı için hakkımda
hiçbir şey bilmiyordu. Pazarda gezerken beni tanıyınca adamları sayesinde kolayca
bulunmamı sağladı. Asıl suçlunun ortaya çıkması için beni alıkoydu ve dans
gösterisinde bu suçu işlemeye kalkışan suikastçı bugün her şeyi itiraf etmek
için teslim olunca beni salıverdi.”
Gözleri hırkanın sıyırdığı boynuma kayarken yanağında
kasını seğirtecek kadar şiddetli bir öfke suratına kondu. “Bunu vezirin oğlu mu
yaptı?” Cevap vermek için dudaklarımı araladığımda daha yüksek sesle bağırdı.
“O piç kurusu Aizhan mı yaptı?!”
Düşünmeden öne atlayıp onu sakinleştirmek
için tekrar ellerini tuttum. “Hayır baba!” dedim sertçe. “Adamlarından biri
yaptı. Beni muhafızın elinden kurtaran da vezirin oğluydu.”
Göz bebekleri öyle titriyordu ki bu konuyu
nasıl kapatacağımı şaşırdım. “Kim yaptı Afrah?!” diye kükredi. “Suratını
hatırlıyor musun?”
Telaşla cevapladım. “Muhafızların hepsi
birbirine benziyordu. Dikkat edemedim.”
Bir anda öne atılıp hırkamı sıyırmaya
başladı. Ellerimi ve kollarımı kontrol ettikten sonra tekrar boynuma baktı.
Sıcak parmaklarıyla dokunurken hırkayı daha da yana çektiğinde alt dudağımı
ısırdım. Yara izimi örten pansumanı görünce duraksadı. Pansumanı çıkaracağını
anlayınca elini tutarak onu durdurdum. “Ciddi bir şey değil yemin ederim.”
Susmamı emreden gözlerle baktıktan sonra pansumanı
yavaşça çıkarmaya koyuldu. Yara izimi gördüğünde dudaklarından şaşkınlık
nidasına benzer bir nefes yankılandı. Pansumanı tekrar üzerine örtene kadar
ağzından çıt çıkmadı. Ardından hırkamı sıkıca üzerime sarıp gözlerini zorla
boynumdan alıkoydu. “Bunu suikastçı mı yaptı?”
Başımı sallamakla yetinecek kadar
yorulmuştum. Babamın suratı hala öfkeyle kararmış haldeydi. Elimi tutup beni
kaldırmaya yeltendiğinde olduğum yere sabitlendim. “Eve şimdi gitmesek olmaz
mı? Annemin beni bu kadar harap görmesini istemiyorum. Bir iki saat uyuduğum
sürece sen de yarının işlerini yaparsın, olur mu?”
Üzerime serilen yorganın yumuşaklığı altına sığınırken
koltuğa kıvrılıp derin nefes aldım. Yukarıdan babamın ritmik demire vurma
seslerini işitirken yavaştan uykuya çekiliyordum. Zihnimde son dalgalanan
düşünce ise vezirin oğlunun ismiydi. Demek adı Aizhan’mış diye
düşünürken bilincim havada süzülmeye başladı.
Her şeyi en ufak ayrıntısına kadar
anlatabileceğim tek kişi Leila’ydı. Yine de tam anlamıyla emin olamıyordum.
Leila’ya her şeyi eksiksiz anlatmam sonucunda yaptıklarımı sorgulayacak, sırf
onları ortaya çıkarmamak için imzaladığım anlaşmaya kafa yorup duracaktı. Niçin
bu kadar ileri gittiğimi soracak, ortaya çıksalar bile hiçbir şey olmayacağını
çünkü suçsuz olduğumu savunacaktı. Sonuçta ona her şeyi anlatırken vezirin
oğlunun yaptıklarını atlamadan iletecektim. Böylece neden böyle bir adım attığıma
anlam vermesi gerekiyordu. Eve girdikten sonra tahmin ettiğim gibi bir posta
daha ağladım. Annemin yemek kokusu burnumu doldurduğunda kendime gelmem çok zor
oldu. Leila’ya saymayı unuttuğum bir süre boyunca sarılı kaldım. Şimdi de
üstümde sadece ince bir gecelikle küvetin içinde oturuyordum. Leila
tırnaklarıma kadar her yerimi nazikçe ovalarken kız kardeşimle tekrar aynı
odada nefes alabildiğim için şükrediyordum.
Anneme de babama açıkladığım gibi başıma
gelenleri detaysız şekilde özetledim. Odaya girdiğimiz gibi Leila’ya sorma
fırsatı bırakmadan her şeyi eksiksiz anlatacağıma dair söz verdikten sonra ağır
sürecek bir uyku için yatağa sürüklendim. Odaya karışan yemek kokusunu ciğerlerimde
solurken hemen gözlerim daldı. Kâbus görmeyeceğim bir uyku geçirmeyi dilemiştim
ama boğuk bir çığlıkla ellerim boğazıma sarılı ter içinde uyandığımda aksine en
büyük kâbusumu yaşadığımı anladım. Leila başımda durmuş endişeyle
sakinleştirici sözler mırıldanıyordu. Nefeslerim düzene girerken yanıma
kıvrılıp beni göğsüne bastırdı. Bir daha gözüme uyku girmedi. Leila tatlı
nefesleriyle bana sarılmış uykuda yüzüyordu. Normalde onu uyandırmak için
kulağına ıslak parmağımı soktuğumu düşünmekle suratıma buruk bir tebessüm
yansıdı. Tekrar aynı kâbusu göreceğimi bildiğim için kendimi ayık tutmak adına
kafamı bir sürü düşünceye meşgul tuttum. Aklımdan düşen her fikir atlaya atlaya
vezirin oğluyla yaşadıklarıma ve önümdeki bir sene boyunca yaşayacaklarıma
kayıyordu.
Güneşin doğduğunun habercisi kuşlar öterken
Leila dar yatakta dönüp durdu. Nihayet gözlerini araladığında uyuyor numarası
yapacaktım ki beni yakaladı. Gözlerine uzun süre bakmak istemediğim için başımı
göğsüne koyarak suratımı ondan kaçırdım. Uzun bir sessizliğin ardından
kıpırdandı. “Dans gösterisinden babama bahsettiğim için bana kızgın mısın?”
Başımı olumsuz anlamda sallamakla yetindim.
Leila omzumdan tutarak başımı göğsünden çekti. Sıcacık kahverengi gözlerinde
keder öyle bariz yankılanıyordu ki içim acıdı. Fısıltı kadar alçak bir tonla,
“Boğazındaki izleri vezirin oğlu yaptı, değil mi?” diye sordu. Sükunetimden
cevabı anlayarak boynumdaki yara izini okşadığında aklıma dolan yüz sayesinde
tiksintiyle titredim. Hatırladığım anılarla gölgelenen suratım tam bir korku
misali olmalıydı. Leila acıyan gözlerle beni izlerken gözleri doldu dolacaktı.
“Oradan nasıl kurtuldun Afrah?” diye sordu hüsranla tınlayan sesi.
Leila’ya her şeyi sessizce anlatırken
istemsizce ellerimi titreme aldı. Anlattıklarımla birlikte sesimin rengi
değişiyor, histen hisse bürünüyordum. Leila ağzımdan çıkanları pür dikkatle
dinlerken bu kadar uzun konuşmaktan boğazım ağrımaya başlamıştı. Bitirdiğimi
anladığı gibi lafa girdi. “Hangi gün?”
Neyi kast ettiğini anladığımda şımarık bir
çocuk misali gözlerimi devirdim. “Her cuma sabah dokuzda.”
“Evden çıkmak için babama ne diyeceksin?”
Sorusu karşısında omzuna vurup güldüm.
“Senelerdir dans ettiğimi ruhu duymuyor. Ayarlayacağım artık.”
Neşelendiğimi görünce mutlu olduğu her
halinden belliydi. Kulaklarıma dokunup küpeleri çıkarıp ona uzattım. “Senin
sıran.”
Küpelerden birini alıp geri taktı. “Bir
tanesi sende kalsın.”
Günler birbirini kovaladı ve her gün
diğerinin tekrarı gibi geçiyordu. Eve döndüğüm akşamdan itibaren aynı kabusu üç
kere daha gördüm. Her seferinde sırtım ter içinde ellerim boğazımda boğuşarak
kendime geldim. O odada yaşadıklarımın anısını bu kadar ağır çekeceğimi hiç
düşünmemiştim ama tüm boğuşma süreci adeta bir travma misali vücudumda iz bıraktı.
Leila dahi birisi bana dokunduğunda ani tepkiler veriyor, artık uykuya dalmaya
bile korkar halde geç saatlere kadar oturuyordum. Ne zaman Freida’yla kol kola
pazarda gezmeye çıksak arkama bakmadan duramadım. Yemek dağıtımı için Leila’ya
eşlik etmediğim günler dışında sabahları erken kalkıp demirci dükkanına
gidiyordum. Babam talep etmese bile kendiliğimden gelmeme şaşırmışa benziyordu.
Evde kalıp dinlenmem yalnızca bir gün sürmüştü. Ardından kılıcı elime aldığım
her gün bir yandan kendimi daha güçlü hissediyor, diğer yandan her seferinde
ürkekçe boynumu korumak için elimi oraya örtme isteğini zorla bastırıyordum.
Cuma sabahı uyandığımda kâbusa dair hiçbir
şey hatırlamıyordum ama yine de parmaklarım boğazıma tırmanmış yatakta ter
içinde kıvranıyordum. Leila’yı uyandırmamak için sessizliğe gömülürken
nefeslerimi düzene koymaya çalıştım. Boynumdaki yara kabuk bağlamaya başlamış,
boğazımdaki morluklar yerini yeşil rengine bırakmıştı. Bugün erkenden Freida
ile görüşeceğime dair babama haber vermiştim. Hazırlanıp evden çıkarken içimde
yeşermeye başlayan endişeyi bir türlü yutamıyordum. Vezirin oğluyla
görüşeceğimize dair sözleştiğimiz açıklığa yürürken yenine koyduğum kılıcı öyle
sıkı kavramıştım ki parmaklarım zonkluyordu. Aklımdan geçtiğinde onu adıyla
düşünmek istemiyordum. Onu adıyla aklımdan geçirmek bana sanki yakınmışız gibi
bir varsayım doğuruyordu.
Sözleştiğimiz açıklığa vardığımda etrafta
kimse yoktu. Bulduğum bir taş kütlesinin üzerine otururken sırtımdaki çantayı
yere bıraktım. Atkuyruğumu tutan lastiği daha da sıkarken çalıların hışırtısı
kulaklarıma ulaştı. Ayaklanmak yerine oturduğum yerde dikkat kesildim. Oltaya
gelebileceğim ihtimali aklıma vurduğu gibi yerimden fırlayarak kılıcımı çektim.
Vezirin oğlu tüm asaletiyle karşımda dikiliyordu. Üzerinde oldukça sıradan olduğu
halde yine de kaliteli duran bir takım vardı. Benim üzerime giydiğim tuniğin
altına geçirdiğim bol pantolonun yanında elbette şaşırılmadığı gibi çok daha
şıktı.
Aynı mimiklere bugün de katlanacak olmam
şimdiden canımı sıkarak keyfimi iyice kaçırdı. Vezirin oğlu suratında kendini
beğenmiş bir sırıtışla olduğum yere doğru yürümeye başladı. “Formundan hiç
düşmemişsin bakıyorum.” Gereksiz bir dikkatle baştan aşağı beni inceledi.
“Suratına renk mi gelmiş yoksa güneşten yanlış mı görüyorum?”
Onu umursamadan kılıcımı yenine sokup sırt
çantama sıkıştırdığım tahta parçalarını çıkardım. Tahmin ettiğim gibi tahtadan
kılıçları görmesiyle ağzı tekrar açıldı. “Beni baya dalgaya almışsın. İlk
dövüşümüzü bunlarla yapacak kadar acemi değilim.”
Kılıçlardan birini ona uzatırken, “Aylarca
bu tahta kılıca bile dokunmadan sadece dövüş izleyerek eğitime başladım. Biraz
aceleci davranmıyor musun?” diye söylendim. Sahte olduğu her halinden belli
olan bir tonla güldüm. “Daha önümüzde bir sene var, değil mi? Niye bu kadar
sabırsızsın?”
Cevap bulamayarak uzattığım kılıcı kavradı.
Ayaklarımı sertçe yere sabitlerken ilk hamlemi gerçekleştirmek için kılıcımı
kaldırdım. Önce basit atışmalarla başlayarak gücümüzü sınadık. Vezirin oğlu
tahmin ettiğim kadar atik değildi. Gözleri sürekli yüzüme takılıyor, böylece çoğu
hamlemi kaçırmak üzereyken son anda toparlıyordu. Tahtaların üst üste
birbirlerine vurma sesinden şimdiden bıkmıştım. Dans yeteneklerimi yavaştan
işin içine katarak parmak uçlarımda kılıcı savurmaya başladım. Havada süzülen
hareketlerimi görünce hafif bir şaşkınlığa uğradı. Gözlerinin yüzümden
ayrılmayacağını anladığımda çevremde dönerek arkasına dolandım. Ayağına attığım
çelmeyi fark edeceğini sanmıştım ama çok fena yanıldığımı gördüm. Vezirin oğlu
yere serilirken ağzından öfke hırıltıları fırladı. Bu düşüşü karşında gülmemek
için dudaklarımı ısırdım. Böyle keyifli süreceğini hiç tahmin etmemiştim.
Vezirin oğlu ayaklandığı gibi kılıcını kaldırmak yerine asilliğini kanıtlayan
bir hareketle üzerine yapışan yaprak tanelerinden silkelendi.
İkinci turda ilkinde onu gözlemlediğim
kadarıyla seviyesini bildiğim için çok zorlamadım. Benzer hamlelerle devam
ediyor, ikimiz de ölümcül bir adım atmıyorduk. Vezirin oğlu beklemediğim bir
güçle kılıcını savurduğunda kolumu darbesini bloke edecek bir pozisyona
getirdim. İki tahta şiddetle birbirine çarparken yere yapıştırdığım bacaklarım
da titredi. Bu kuvvetli darbesi öfkelenmemi sağlarken onu daha dikkatli
izlemeye koyuldum. Sıradaki darbesine hazırlıklı olduğum için kılıcımı daha
çabuk savuşturdum. Vezirin oğlu da benden kaptığı üzere etrafında dönmeye
başladı. Arkama dolandığını hissettiğimde kılıcının üst üste havada çıkardığı
sesle kulağım uğuldadı. Asıl yeteneğini göstermeye başlaması dişlerimi sıkacak
kadar hırsa boğulmamı sağlarken kılıcıma verdiğim güç bu sefer zihnimde
yankılandı. Az önce yaptığı gibi üst üste öne savurduğum hamleler sonucu
nihayet kafası karışarak gözlerini kaçırdı. Böylece kılıcı yeni bir hamle için
yerden havalanacakken çoktan tahta kılıcım boynunda yerini almıştı.
Dudakları ince bir çizgiye dönerken suratı
hiddetle sarsıldı. Onu bu kadar öfkelendirmeyi başarabilmem içimde keyif
balonları patlatırken hakiki bir tebessüm dudaklarıma yapıştı. “Ne olursa olsun
bakışlarını bir an olsun rakibinden ayırma. Beni taklit etmeye çalışırken böyle
galip olursun sonra.”
Tahta kılıcımı eliyle savuştururken aramıza
mesafe koyarak kılıcını tekrar kaldırdı. “Bakıyorum da yanında gerçek bir kılıç
taşıdığında hem çenen hem özgüvenin sınırını aşıyor. Benim çok sinirlenmemi
ikimiz de istemeyiz, değil mi?”
Lafı nereye dokundurmaya çalıştığını
anladığımda kaşlarımı çattım. Tekrar kılıcımı kaldırırken gözlerimi bir an
onunkilerden ayırmadım. İkimizin hiddeti de kılıçlara etkisini gösteriyordu. Bu
sefer hamlelerini savururken benimkinin üzerine konan kılıcını öyle bir güçle
itiyordu ki bileğim hafiften acıdı. Normal şartlarla dövüşmediğimiz için
boşluğunu gördüğüm anda savuşturabileceğim bir tekme en azından şimdilik mümkün
değildi. Bu yüzden ne zaman böyle bir aralık görsem havaya kaldırıp onu
itemediğim için bacağım kaşınıyordu.
Eşitliğimiz karşısında mutluluğu gözlerinden
okunuyordu. “Böyle çok zevksiz olmuyor mu? Biraz muhabbet etsek olmaz mı?” Her
zamanki gibi sessiz kaldığımı görünce bıkkın bir ses çıkardı. “Hep böyle sıkıcı
mısındır yoksa bana mı özel?”
Suratımı ekşiterek, “Bilmem, sen tahmin et.”
diye homurdandım.
“Ailen seni bulduğunda çok sevindi mi bari?”
Tekrar susarak savurduğu hamleyi geçiştirdim. “Bu kadar sessiz çıkacağını
bilseydim anlaşmamıza senin konuşmana dair zorunlu bir şart getirirdim.”
Değindiği konunun aksine farklı bir soru
yönelttim. “Suikastçıya ne yaptın?”
Yüzünde bakışları değişti. “Senin çok değerli
tavsiyelerin doğrultusunda bir süre hapishanede dinlenmesine müsaade ettim.”
Sesindeki tılsımdan alaya vurduğu halde
doğruyu söylediğini anlayabiliyordum. Bana göstermediği yüzü kalkmamıştı.
Suikastçıyı öldürseydi bunu gururla dile getirecek kadar leş bir insandı.
Kılıçlarımızın savrulması hız kesmeden devam
ederken adeta dansa tutulmuştuk. “Bay Sergei’ye olan borcunu hallettin mi?”
Sorusu karşısında öyle afalladım ki bir anda
nefesim kesildi. Duraksamama karşın kılıcımı kolayca savuşturmak yerine olduğu
yerde dikilerek hareketsiz kaldı. “Sanırım tamamen aklından çıktı.”
Bay Sergei’nin ismini bile duymak ihanetini
hatırlattığı için ağzım ekşi bir tatla kirlendi. Günlerdir evdeydim ama ondan
ses seda çıkmamıştı. Hoş kapıma dayanıp borcu ödememi istemesini beklemiyordum ama
sanki unutmuş gibi Freida veya başka birisiyle haber yollamaya kalkışmamıştı. Eve
döndüğümden beri günlerin nasıl ruhsuz geçtiğini düşündüğümde bunun nasıl hiç
aklıma konmadığını anlayabiliyordum.
Vezirin oğlu boğazını temizleyince dikkatim
dağıldı. Ayaklarına baktığımı fark ettiğimde ne kadar daldığımı kavrayıp hemen
suratına döndüm. Kılıcı tutan koluma güç veriyordum ki sesi tekrar yankılandı.
“Bu derslerin karşılığında borcunu ödeyebilirim.”
İma ettiği teklif karşısında olduğum yerde
kalakaldım. Dikiş makinesinin sesi uzaktan kulaklarıma dolmaya başlarken
şiddetle kafamı salladım. “Senden zırnık para istemiyorum. Hiçbir şey için
sahte acımana muhtaç değilim.”
Daha demin rahatlamış olan surat hatları
tekrar keskinleşti. Cevabım karşısında alnı kırıştı. “Sahip olduğum paranın da
kirli olduğunu düşünüyorsun, değil mi?” Yanıtım dilimin altında oturmuş çıkmak
için çırpınıyordu ama o kadar cüretkar davranamazdım. Zar zor sustuğumu anlamış
gibi, “İtiraf et.” diye ısrarla üzerine düştü. Kılıcımı iterek kendininkini
ayırırken üstüme yürümeye başladı. “Aklında ne dolanıyorsa söyleyemeyecek kadar
aciz bir korkak mısın?”
Parasını kabul etmememin onu bu kadar
öfkelendireceğini düşünmemiştim. Sanki gerçekten bu tavrım ona dokunmuş gibi
davranıyordu. Aynı sessiz rolüme devam ederken yeni bir hamle için kılıcımı
kaldırdım. Vezirin oğlu ısrarla üstüme yürürken aynı istikrarla geri adım attım.
Hiddetinin derinliğini kanıtlayan bir kas fırlamış yanağında seğiriyordu. Bir
eli kılıcını tutarken omuzlarıma yapışmak üzere kollarını havaya kaldırıp
uzattığında hiç düşünmeden tahta kılıcımı kollarından birine indirdim. Ne
yaptığımı fark ettiğimde dönerek arkasına dolandım. Kılıcını kaldırarak üst
üste sert darbeler indirmeye başladı. “İtiraf et dedim.”
Sonunda dayanamayarak içimdeki zehir
dudaklarıma ulaştı. “Halktan topladığınız faizli vergilere bulaşmış lekeyle
sürdüğünüz keyfin parçası olan paraya dokunmamayı her şeye yeğlerim.”
Cümlemi bitirdiğimde tekrar etrafında
dönmeye hazırlandım ama bu sefer o kadar yakınından geçtim ki atkuyruğumun
suratına denk gelmek üzere olduğunu anlayınca kafamı daha büyük bir şiddetle
çevirdim. Tokada benzer bir ses yanağında çınlarken zaferle gülecektim ki kafa
derime acıyla zonklamaya başlayan bir ağrı girdi. Tüm uzuvlarım aynı anda
çırpınırken saniyeler içinde havada süzülerek sırtımın tamamı yere yapıştı. Neye
uğradığımı anlayamadan tüm bedenimin üzerine konan ağırlığı hissetmemle göğüs
kafesim deli gibi sıkıştı. Vezirin oğlu bütün gücüyle üzerime abanırken korku
boğazımı tırmanıyor, vücuduma değen her hücresini hissederken kalbim ağzımda
atıyordu. Koruma içgüdüsüyle ellerim boğazımı kavrarken baştan tırnağa bedenim durmaksızın kıvranıyordu. Boynundan yayılan koku burnuma çarparken yediklerim adeta boğazıma dizildi. “Kalk üzerimden!” Ellerimle ulaşabildiğim
her yerine vurmaya çalışırken gözlerim bulanıklaşmaya başladı. Parmaklarım bıraksam
kaskatı kesilmek üzereydi. Üst üste çığlıklarla göğü yırtarken nefes almakta
zorlandım.
Üzerime abanan vücut yana kayarken tekrar ve
tekrar, “Sakin ol.” diye mırıldandı. Vezirin oğlu göğsüme verdiği yükü
kaldırırken ellerini başımın iki yanına sabitleyerek beni izliyordu. Nefes
alabildiğimi fark ettiğimde aceleyle içime çekebildiğim kadar havaya nüfus
etmeye çalıştım. Ellerimin vezirin oğlunun göğsünü sıkıca kavradığını
gördüğümde şaşkınlıkla geri çekildim. Gözlerine baktığımda bakışları adeta
yüzümü delmek istiyordu. Daha demin öfkeyle kararan suratı yerini afallamış bir
ifadeye bırakırken o gün şahit olduğum keder kırıntıları tekrar göz bebeklerine
oturdu.
Onu hiç bu kadar kararsız görmemiştim. Yüzü
şekilden şekle giriyor, söyleyecekleri dile gelmek için beklerken ısrarla
sükunete boğuluyor gibi tutarsızca duraksıyordu. Nihayet pişmanlıkla gölgelenen
yüzünde dudakları aralandı. “Sana bir daha zarar vermeyeceğim.” O gün odada
suratıma tanıyormuş gibi bakmıştı. Yine aynı şekilde kaşları değişken
parıltılarla çatıldı. Pes ettiğine yorabileceğim derin bir nefes verdi. Sesi
rahatlamayla yankılanıyordu. “Bu gözleri tanıyorum. O tablolarda defalarca kez
denk geldiğim ve hep görmeyi umduğum bal rengi gözler bunlar.” Çarpık bir
rehavet yüzüne yayılırken utanmasa tebessüm edecekti. “Bunca zamandır seni arıyordum.”
Not: Pek sevgili dostlarım zaman ayırıp bu bölümü de okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Umarım bu uzun bölümden keyif almışsınızdır. Sizden ufak bir ricam var. Beşinci bölümü de bitirdim ve artık romanın ismi için aklımda birkaç şey oluştu. Kılıçların Dansı veya Kılıçların Son Dansı isimleri arasında gidip geliyorum. Kılıçların Dansı'na daha sıcak bakıyorum fakat kararsızım. Hangisinin olmasını daha çok yakıştırırsınız ya da Kılıçların Dansı ismini beğendiniz mi; buna dair aşağıya yorum bırakırsanız çok sevinirim. Ayrıca okuduğunuz bölümler boyunca aklınıza takılan ya da beğenmediğiniz yorumlarınız varsa bana mail hesabım (ohyoulovemetoo@gmail.com) üzerinden ya da (betultsun) veya (harmonyofbooks) instagram hesaplarımdan dm üzerinden mesaj atabilirsiniz. Aklınıza takılan kısımlar üzerinde düşündüğümde sıradaki bölümlere farklı yön veriyorum. Bir daha ki bölümde görüşmek üzere :)
0 yorum:
Yorum Gönder