7. Bölüm
(Birinci ve ikinci bölümün linki
Üçüncü bölümün linki
Suratında
değişmeyen yüz ifadesiyle ağzından dökülen cümle sıradanlığıyla gözüme batacak
türdendi. Dudaklarını sıkıntıyla aralayarak, “Bir kız.” diye mırıldandı.
“Neden yalan söyledin? Yalanın ortaya
çıkmasaydı neler olacağını hiç düşünmedin mi? Yalanının sonuçlarının bana neler
mal olduğunu tahmin edemedin mi?”
Vezirin oğlu bıkkın bir tavırla bakışlarını
kaçırırken öfkem katbekat içimi yiyordu. “Öyle bir muameleden sonra Bay Sergei
ile bir daha yüz yüze geleceğinizi o anlık düşünemedim.”
Aklımdan geçenleri dilimden salıvermek için
kendimi tutamadım. “O anlık düşünemedin değil mi? Bana uygulamaya çalıştığın
tüm planlarının ne kadar sağlıksız olduğunu kavrayabildin mi peki? Seni o
suikastçının elinden kurtarmak haricinde zerre zararım dokunmadığı halde içeri
tıktın beni. Hem de saçma sapan bir kızın öne sürdüğü lafıyla. Sayende Bay
Sergei’den iliklerime kadar nefret ettim. Nasıl bir insana kin beslememe sebep
olduğundan haberin yok. Yalnızca kafandaki fikirler neyle örtüşürse öyle adım
atıyorsun. Öyle pervasız, öyle saçma bir aceleyle hareket ediyorsun ki yüzünde
gördüğüm olgunluğun kaynağını nereye sakladığını merak etmekten kendimi
alamıyorum.”
Sözlerimle katılaşan suratı çarpılıp tanıdık
bir ifadeye büründü. “Kızın kim olduğunu söyleyemem.”
Sahte kahkaham ağzımdan dökülürken moralim
gitgide dibe battı. “Ne önemi var ki? Bu saatten sonra kim olduğunu öğrenmemin
ne önemi var? Batağa saplandım bile. Kim olduğunu bilecek olmam neyi
değiştirecek?”
“Hiçbir şeyi!”
Yorgunlukla pes eden omuzlarımın düşmesiyle
iç çektim. Kısa bir sessizliğin ardından, “Kabul ediyorum.” dedim bahsettiği
dans gösterisini kast ederek. “Çalışmamız süresince kimsenin beni görmeyeceği
bir yerde olursak sevinirim. İki ayı eksilttiğine dair sözleşmemde bunu
belirtip tekrar imza atacaksın.” Başıyla onayladığında bir adım daha geri
atarak aramıza daha uzun bir mesafe koydum. Kollarımı göğsümde kavuşturdum.
“Senden ufak bir ricam olacak. Kabul edip etmemek sana kalmış. Karşılığında
eline hiçbir kazanç geçmeyecek.” Kaşları merakla kalkarken kararsızlıkla alt
dudağımı kemiriyordum. Nihayet kısık sesle cümleme başlarken keşke hiç
söylemeseydim diye pişman olmamayı diliyordum.
Sıkıntılı geçen uykum sayesinde keyifsiz bir
mahmurluğu zar zor üzerimden attıktan sonra sabah erken saatlerde yorgandan
sıyrıldım. Eve geç dönmediğim halde tüm gece yorganın altında ısınamamıştım.
Bir ara uykuya daldıktan sonra kabussuz geçtiği halde gecenin köründe
uyandığımda göz kapaklarımın etrafı nemli, parmaklarımsa normale göre çok
soğuktu. Leila’yı rahatsız etmemek için yavaş hareket ederken bir yandan
ısrarla kaşınan boynuma dokunmamak için kendimi zor tutuyordum. Aynanın önüne
geçip baktığımda yaranın etrafında hafif kabartılar çıktığını gördüm.
Tırnaklarımı hafifçe sürttüğümde parmak uçlarımı ıslatacak kadar sulu bir
yaraya dönüşmeye hazır beklediği ortadaydı.
Hazırlanıp evden çıktığımda yüreğimde hem
bir hafiflik hem de daralma vardı. Sırtımda kılıçların ağırlığını hissetmiyor
olmak ferahlamamı sağlıyor ama bir yandan nereye doğru kiminle ne yapmaya adım
atıyor olduğumu bilmek kalbimi sıkıştırıyordu. Nihayet Ladin Köşkü’ne varıp
kapıyı çaldığımda güler yüzle karşılandım. Henüz köşk canlanmaya başlamamıştı.
Sabahın sıcak güneşi pencerelerden içeri vururken etrafta kimseler yoktu.
Merdivenleri yavaş yavaş çıkarken parmaklarım ısrarla boynumdaki kabartıyı
kaşıyordu.
Son basamağı bitirip elimi pervazdan
çekerken vezirin oğlu bana doğru yürüyordu. “Heyecandan biraz erken gelmiş
olabilirim.” Cevap vermeden Bay Sergei’nin olduğu odaya ilerlemeye başladım.
Vezirin oğlu sıkıntıyla iç çekerken onu aldırmamaya devam ettim. “Sen alışık
olabilirsin ama bu benim için bir ilk.”
Tıklattıktan sonra içeriden gelen onay
sesiyle kapıyı açtım. Vezirin oğlu da hemen ardımdan içeride yerini aldı. Tüm
oda hazırlanmış bizi bekliyordu. Piyano kurulmuş, pencerenin perdesi yarı
yarıya çekilmiş, Bay Sergei’nin çizim malzemeleri ve tablo tutacağı piyanonun
tam ön hizasında yerini almış dokunuşlar için sabırsızca sırasını beklemeye
koyulmuştu. Bay Sergei ise piyanoya tüy dokunuşu inceliğinde çalarak bir
şeyleri kontrol ediyor edasına bürünmüştü.
Kafasını kaldırıp vezirin oğlunu gördüğü
gibi suratında şaşkın bir tebessüm peyda oldu. “Bay Farahani!”
Soyadını ilk defa duyduğum için dönüp vezirin
oğluna baktım. Onun suratında da beklenmedik ışıltı dolu bir ifade vardı.
Gerçekten bu tablo olayına heyecanlandığı ortadaydı. “Nasılsınız Bay Sergei?”
diyerek elini uzattı.
Kısa sohbetlerinin ardından Bay Sergei bana
dönerek omzuma sıcak bir dokunuş bırakmakla yetindi. Tablo tutacağının
arkasında her zamanki taburesinde yerini aldıktan sonra başı boş ayakta dikilen
ikimize döndü. Hayalperest bir edayla ellerini salladı. “Aklımda mükemmel bir
tablo var.” dedi coşkuyla. “İkiniz de piyano başına geçin lütfen.”
Vezirin oğlu kaliteli koltukta baş kısmında
yerini alırken aramıza mesafe koyarak yanına oturdum. Bacaklarımın ona
değmemesi için özen gösteriyordum.
Bay Sergei’yi beni işaret ederek, “Sen zaten
bu portrelere alışıksın. Bu seferki çok özel bir eser olacak, bu yüzden senden
özel müsamaha istiyorum.” dedi.
“Bana yalnızca piyanoyu içeren bir portre
olacağından bahsetmiştiniz.”
“Elbette öyle fakat eserimdeki oyuncuların
hislerini aklımdaki arka plana aktarabilmeleri çok önemli.”
Pes ederek, “Pekala, aklınızdakini dile
getirin.” dedim bezginlikle.
“Bu eserde ikiniz aşıksınız. Aşkın ve
müziğin duygularını harmanlayacağım bu eserde kız karakteri sevgilisinin
yanında onun müziğini dinlerken, erkek karakterimiz hem müziğini var edecek hem
de sevdiği kıza olan şefkatini onun yanağını okşayarak portrede gözler önüne
serecek. Tek elle çaldığı bu piyanoyla yorgunluğuna rağmen sırf sevdiği kızı
yakınında hissedebilmek için nasıl bir sabrı ve aşkı siniye çektiğine şahit
olacağız.”
“Dokunmak yok demiştim Bay Sergei.” diye
tısladım dişlerimin arasından.
“Yalnızca ufak bir saat dilimden
bahsediyorum. Suratının üzerinde oynamalar yapacağım. Kimse sen olduğunu dahi
bilmeyecek.” Sağ kaşını alayla kaldırdı. “Bu kadar itiraz etmene anlam
sığdıramıyorum.”
Dilimi ısırarak oturduğum yere daha çok
gömüldüm. Gözlerim öfkeyle sulanmak için sabırsızlanırken inatla kirpiklerimi
kırpıştırdım. Vezirin oğlunun saatlerce yanağıma dokunacağı, sıcaklığımı ve
tenimi hissedeceği bir eserde model olmayı kabul etmiştim. Bay Sergei’nin özel
talebi üzerinde şuanda bu koltuğun üzerinde oturuyordum. Vezirin oğlundan tabloda
bana eşlik etmesini tek bir cümleyle rica etmiştim. Sanki beni ilk gördüğü
andan beri böylesi bir rica bekliyormuşçasına hemen katılabileceğini söylemişti.
Bu tablo sonucunda Bay Sergei genel modellik ücretimden daha fazlasını vermek
üzere teklif sunmuştu. Geri çevirmeyi bir an aklımdan geçirsem de annemin
kendince biriktirdiği paraya katkı sağlayabilmek için yalnızca bir günü siniye
çekmem gerekiyordu. Her ne kadar aileme yararı dokunacak olsa da bir erkeğin
bana dokunduğu bir tablo sonucu kazanacağım paraya muhtaç olduğumu bilmek
durumumun altında ezilip dümdüz olmamı, böylece kendimi küçük hissetmemle
içinde boğulduğum hislerle gözlerimi öfkeyle sulandıracak kadar ileri gitmeme
neden olmak üzereydi.
Vezirin oğlu kaçamak bakışlarla beni
izlerken odada çıt çıkmıyordu. Bay Sergei eline fırçasını alarak boğazını
temizledi. “Bahsettiğim poza bürünürseniz sevinirim. Vaktimiz kısıtlı.”
Vezirin oğlunun omzunun sıcaklığını kendi
omzumda hissettiğimde sırtımdan yukarı bir şey tırmanırcasına şiddetle
titredim. Parmakları hafifçe irkilerek geri çekilecek gibi olsa da yavaşça
elini yüzüme doğru kaldırmaya devam etti. Sol eli piyanonun üzerinde sarsak bir
rahatlıkla sabit dururken sağ elinin sıcak parmakları yavaş yavaş yanağıma
uzandı. Avcunun bir kısmı çenemi tutarken piyanoda duran elinin aksine her
parmağını hissedebileceğim bir yakınlık ve yumuşaklıkla sağ yanağımı kondurdu.
Nefesimi tuttuğumun farkında dahi değildim. Ben kaskatı kesilip düzensiz
nefesler alırken bir zamandan sonra yanağıma dokundurduğu elini havada
tutmaktan kolu ağrıyacak kişi vezirin oğlu olacaktı.
“Mükemmel!”
Bay Sergei’nin bu aynı coşkuyla odada
yankılanan sesinin ardından henüz dakikalar geçmişti. Vezirin oğlunun omzunun
sıcaklığını kendi omzumda hissediyor olmak uykumu bastırıyordu. O omuza kafamı
sabitleyip uyumayı aklımdan geçireceğimi düşündüğüm gibi kendimi herhangi bir
koltukta uyurken hayal ediyordum. Saniyeler geçmez olmuştu. Vezirin oğlu
beklemediğim bir anda piyonun üzerinde hafifçe tuşlara bastırmaya başladı. Yavaştan
bir ritim tutturdu. Bu sayede kulaklarıma dolan müzikle daha çok uykum ağır
bastı. Bay Sergei ise yalnızca piyano sesinden memnun olduğuna dair boğazından
keyifli bir ses çıkardı.
Serbest ellerimle boğazımı kaşımak istesem
de başaramayacağım gün gibi ortadaydı. Burnumu hafifçe kaşıdıktan sonra
piyanonun sesini bastırarak, “Önce şu yanağımdaki eli çizin lütfen.” dedim
aksilikle. “Ardından sabaha kadar burada oturabilirim.”
Bay Sergei kafasını bile kaldırmadan
portreye gömülü kalmaya devam etti. “Merak etme. Yüzlerinizin taslağını
bitirdikten sonra hemen o kısma geçiyorum.”
Vezirin oğlunun eli yanağımda terlemeye
başlamıştı. Bundan kendi de rahatsız oluyordu ki nihayet elini yanağımdan
çekerek cebinden çıkardığı mendile sildi. Bundan istifade hemen boğazımı
kaşıdım. Ardından yanağıma uzanarak nemli kısmı silmek için mendilini
yaklaştırdığında elini ittim. Kafamı çevirip tuniğimin yakasıyla yanağımı silerken
teninden yayılan koku yanağıma çarpmış, dalga dalga burnuma varıyordu.
Bay Sergei kafasını portreden kaldırmadan
vezirin oğlu çaktırmadan aynı yere tekrar elini sabitledi. Dakikalar birbirini
kovalarken aklımı meşgul edecek bir şeyler bulmak için ziyadesiyle uğraşıyordum
fakat aklımı onun ritmik nefes seslerinden koparıp zihnimdeki düşünceleri bir
araya getiremiyordum. Ömrümde ilk defa bir erkekle bu kadar dip dibeydim.
Çocukluğumdan beri Rapid’le dalaşır, sürekli talim yapardık. Onun bedeni defalarca
benimkine dokunup geçmiş, öfkeyle birbirimize vurup tenlerimiz kasıt
gütmeksizin temas etmişti fakat bu tamamen farklıydı. Zerre haz etmediğim bir
erkek dibimde oturmuş, omuzlarımız birbirine yapışık halde yanağımı
avuçlamıştı. En son beni boğmaya niyetlendiğinde tüm vücudunu benimkine
yapıştırdığında bu kadar bedeni benimle temasta bulunmuştu. Boğmaya
yeltenmesini hatırlamakla ürperdim. Oturduğum yerde başımı çarpan dönmeyle
sendeleyerek sabit durmaya çalıştım. Vezirin oğlu omuzlarımdan sıkarak beni
tuttuğunda ondan kurtulmak için yana kayayım derken koltuktan tamamen düşerek
yere yapıştım.
Ufak bir gürültünün ardından rezil hislerle
geri oturdum. Daha demin zihnimi dolduran anılarla şimdi kaskatı kesilmiştim.
Aradan dakikalar geçtikçe vezirin oğlu sıkıntılı nefesler almaya başladı. Bay
Sergei ise yalnızca yanağımdaki eli resmedeceği kısmın bitmesine ne kadar az
kaldığına dair kısa cümleler mırıldanıyordu. Ne ara bize baktığından emin bile
değildim, sürekli kafası tablosuna gömülü oturuyordu. Vezirin oğlunun
parmakları yanağımda titreyince önce elinin uyuştuğunu sandım ama aksine
parmakları hareket etmeye başlamıştı. Diğer parmakları sabit kalırken
başparmağı tenimde geziyordu. Burnumla üst dudağımın arasındaki boşluğa
geldiğinde kımıldamaksızın durdum. Elini itmek isterken aklından ne geçtiğini,
daha neler yapacağını görmek için anlam yüklemek istemediğim bir meraka
boğuldum. Gözlerinin benim üzerimde sabit durduğunu kafamın üstündeki bakışlarından
anlıyordum. Ona bakmak yerine piyanonun üzerinde duran eline bakmaya devam
ettim. Bu sefer başparmağı o boşluğu okşayarak geçti. Böyle bir şeye cüret edeceğine
ihtimal veremezken başparmağı üst dudağıma doğru kaydı. Kafamı çok hafifçe
çevirerek gözlerine baktığımda bakışlarına şaşırmamak elde değildi. Düzensiz
nefesi dudaklarının arasından salık verirken göz bebekleri heyecanla
titriyordu. Bakışlarında iğnelenen gözlerimde hangi manayı kendine kattıysa
başparmağı tam iki dudağımın ortasında takılı kaldı.
Nefesim kesilerek put kesildim. Vezirin oğlu
da aynı doruk hislere büründüğünün kanıtı parlayan gözlerle beni izliyordu.
Böylesine mahrem bir harekete hangi cüretle kalkıştığını düşünmeye dalmadan son
bir saniye daha tıpkı dans gösterisinde olduğu gibi gözlerimin tüm dikkatiyle
onun gözlerinde sabit durmasına müsaade ettim. Ardından başparmağını sertçe
dudaklarımın arasına alıp ısırmamla neye uğradığını şaşırarak gözlerini büyüttü
ve olduğu yerde acı dolu bir nidayla yerinden sıçradı.
Bay Sergei’nin bağırarak, “Aizhan!”
demesiyle hemen parmağını serbest bırakıp önüme baktım.
Vezirin oğlu ısırdığım parmağını tutarken
canının yandığını belirten sıkıntılı nefeslerle tamamen ayağa kalktı. Bay
Sergei elindeki fırçayı bırakarak yanımıza doğru yürürken alnıma düşen
saçlarımı geri yapıştırıyordum.
“Afrah!” diye bağırdı Bay Sergei öfkeyle.
“Biraz daha sabredemedin değil mi? Bitmek üzereydi.”
Omuz silkerek oturduğum yerde yanan gözlerle
vezirin oğluna bakmaya devam ettim. Bay Sergei, vezirin oğlunun parmağına
baktıktan sonra tekrar yerine geçmesini rica etti. Çekingen adımlarla koltuğa
oturduğunda bu sefer omuzlarımızın birbirine dokunmaması için özen gösterdim.
Elini tekrar yanağıma uzattığı gibi gözlerimi ona çevirdim. “Bir daha aynısını
yapmaya kalkışırsan kan gelene kadar ısırırım.”
Bu tehlikeli halim onu eğlendirmiş gibi
yaramazlık yapan ufak bir çocuk misali dudaklarının kenarları kıvrıldı. “Uslu
durmaya çalışacağım.”
Odanın sessizliğine eşlik eden tek şey ikimizin
düzenli nefesleri, tabloya vuran fırçanın darbe sesleriyle pencereden içeri
ulaşan cıvıl cıvıl kuşların ötüşüydü. Bu ritmik sesler eşliğinde gözlerimi
kapadığımda anlamadan yanağımda duran ele daha çok yaslandım. Uykuya dalmamak
için arada ısrarla gözlerimi aralıyordum. Her seferinde vezirin oğlu bana
değil, piyanoda asılı duran eline bakıyordu. Aynı şekilde kısa bir süreliğine
gözlerimi kapadığımda farkına varmadan uykunun pençesine takıldım.
Alnıma vuran sıcak nefeslerle olduğum yerde
sızlandım. Nihayet gözlerimi geri açtığımda kuş gibi hissiz bir uykuya
daldığımı fark ettim. Hala aynı pozisyonda vezirin oğlunun dibinde oturuyordum.
Yanağı elime bu sefer daha kuvvetli bastırılmış, geriye yaslanıp düşmemem için piyanonun
üzerinde duran elini değiştirerek kolunu belime sarmıştı. Silkelenerek iki
elinden de kurtuldum. Tarafına bakmadan Bay Sergei’ye, “Bitti mi?” diye sordum.
Tabloya nasıl bir eser döktüyse keyfi her
halinden belli oluyordu. Dudaklarına çalan mutlu tebessümle başını onayladı.
Yerimden ani bir şekilde kalktığım için başım dönse de sarsak adımlarla yanına
varmak üzere ilerledim. Tam tabloya bakacaktım ki geri adım attım. Piyanonun
başında vezirin oğluyla geçirdiğim dakikaları zaten unutamayacaktım. Her şeyi
yutup asla unutmama izin vermeyen hafızama yeni bir zafer kazandırıp bu tabloda
can bulan ikimizin resmini de zihnime gömmeyi reddettim. Tabloya ucundan bile
bakmayarak, “Elinize sağlık Bay Sergei.” dedim içten olmayan bir tonla. Kafamı
çevirip pencereden baktığımda kuş seslerinden ikindi vaktinin yaklaşmak üzere
olduğu ortadaydı.
“Dikiş makinesini aldın mı?”
Sorusu karşısında bir anda neşem yerine
geldi. Suratım gülümsemeyle aydınlandı. “Henüz değil. Hemen ilk gördüğümü almak
istemiyorum.”
Arkamdan gelen adım sesleriyle tebessümüm
silindi. Vezirin oğlu tam yanımda dikildi. “Ufak bir gösteri hazırlamam
gerekiyor Bay Sergei. İkimizin birlikte hazırlanacağı gösterişsiz bir piyano
performansı. Acaba köşkünüzde herhangi bir odayı kısa süreliğine kullanabilir
miyiz?”
Onun bu yüzsüzlüğü öfkeyle burnumdan
solumamı sağlıyordu. Beni gammazlayan kişi olarak Bay Sergei’yi ileri atmıştı.
Şimdiyse sanki böyle bir husumet hiç mevzu bahis olmamış gibi oldukça normal
davranıyordu. Bay Sergei de beklediğimin aksine vezirin oğluna karşı soğuk
değildi.
Bay Sergei elbette önerisini zevkle kabul
etti ve hatta piyano da bu odada olduğu için burayı kullanabileceğimizi
söyledi. Konuşmanın bittiğini tahmin ederek odadan çıkmak üzereydim ki vezirin
oğlu hayran gözlerle tabloyu incelemeye başladı. Gözlerindeki samimiyet ve
içtenlik yine aynı gerçekliğiyle çarpıcı bir edayla tüm mimiklerinden
okunuyordu. Tabloya bakmayı aklımın ucundan geçirmesem de onu böylesine hayran
bırakan fırça darbelerinin bütününü merak etmiştim. Bu düşüncemi acımasızca
yarıda keserek hışımla kapıya vardım. Vezirin oğlu arkamdan seslenecek gibi
oldu ama çoktan çıkmıştım. Merdivenleri inerken ona veda etmediğim için pişman
değildim. Haftaya görüşürüz gibi gereksiz cümlelerde bulunmama lüzum yoktu. Ne
de olsa bir dahaki cuma yine aynı yere zincirlenmiş gidecektim.
İçimde tutamadığım özlemle dans odasına
doğru ilerledim. Bay Sergei’nin özel kızları prova yapıyordu. Elbiselerinin
karın kısımları çıplaktı. Tenlerini kapatmaktan ziyade rengini daha koyu
göstermeye yarayan şeyse tüm giysilerini saran perde misali tüldü. Gözüme ilk
çarpan Yasmin oldu. Sırtımı dayadığım duvardan kızları izlerken yine ayak
parmaklarım kıpırdanıp dans etmek için sızladı. Vezirin oğlunun eline
yaslanmış, belime doladığı kolu sayesinde içinde yüzdüğüm hissiz uyku üzerine
kafa yormamak için zihnimi meşgul tutmaya çalışıyordum fakat kulağıma çalan ney
sesi ve parkede çınlanan ayak sesleriyle bastıran dans özlemim bile o anları
aklımdan atmama yardımcı olmuyordu. Teninin sinmiş olduğu terli elinin izleri
hala tüm yüzümde asılı kalmış, kokusu buram buram burnuma çarpıyordu.
Parmağının mahrem bir okşayışla dudaklarımın üzerinde gezindiğini düşünmek
kirpiklerimi titretiyor, o sıcak parmakların ben uyarken kolunun ağrımasına rağmen
saatlerce yanağımda sıkıca sabit durduğunu biliyor olmanın anısı midemi düğüm
düğüm yapıyordu.
Parkede dalan gözlerim nihayet Yasmin’in
bana doğru yaklaşmasıyla odağını buldu. İki elimi de avuçları arasına alarak
buruk bir ifadeyle gülümsedi. “Konuşabilir miyiz?” diye sordu her zamanki
çekingen tavrıyla.
Cevap vermek yerine koluna girerek bu köşkte
oturmaktan en çok zevk aldığım yere doğru onu sürüklemeye başladım. Arka
bahçenin en uç kısmına vardığımızda kışın habercisi yapraklar havada
uçuşuyordu. Taburelerden birine oturduğumuzda aynı sıcaklıkla elimi omzuna
koydum. “Bana içinden geçen sıkıntı neyse anlatabilirsin.” Bakışlarını
kaçırarak gözlerine dolan yaşları gizlemeye çalıştı. Göz pınarları öyle büyük
bir kederle titriyordu ki kalbim adeta sıkıştı. “Sırrın benle gizli kalacak
Yasmin.”
“Kimse burada kalıcı değil Afrah. Herkes
yavaş yavaş ömrünün geri kalanını geçireceği evlere yollanıyor.”
Cümlesinin vardığı yere anlam yüklediğim
gibi diklendim. “Fakat sen o kızlardan değilsin. Dans gösterilerine katılman
karşılığında burada kalıyorsun.”
Alayla dudağı kıvrıldı. “Öyleydi fakat Bay
Sergei’nin hayırseverliği buraya kadarmış. En başından beri burada kalıcı
olmayacağımı tahmin etmeliydim.”
“Nereye gideceksin?”
“Gitmiyorum, gönderiliyorum. Senenin sonunda
seçme şansının bana verilmediği haremlerden birine katılacağım.”
“Buradan çıktığında köy pazarında herhangi
bir yerde çalışabilirsin.”
Yanaklarından yaşlar süzülürken başını sağa
sola salladı. “Babamın adı ihanetten çıkmışken beni kim yanına sokar
sanıyorsun?”
Yasmin’in çektiği acıların şiddetini
düşünürken dudaklarım büzüldü. Ailesini teker teker kaybetmiş, kimsesiz ve
damgalanmış bir acizlikle ortada kalmıştı. “Bay Sergei ile konuşacağım.”
Öne atılarak şiddetle ellerimi sıktı. “Sakın
Afrah! Daha ne kadar bedava karnımı doyurabilirdi? Hem senin kadar iyi bir
dansçı da değilim, öyle aham şaham bir güzelliğim de yok.”
Sözlerine karşı çıkmak yerine düşünmeye
koyuldum fakat o anlık bu durumdan kurtulmanın bir yolu yoktu. Yasmin’in
özgürlüğünü satın alacak parayı bulsam bile bundan sonra onu kimse yanında
istemezdi. Suratını örtüp baş gösterdiği danslarda olduğu gibi gizli kalamayacaktı.
Ya bir hareme girip kim olduğunun zerre umursanmadığı ömrünün en küçük düşürücü
muamelesine razı kalacak ya da özgürlüğü satın alınıp halkla yaşamaya
başlamakla beraber insanların yüz çevirmeleriyle tekrar tekrar acizliği
iliklerine kadar tadacaktı. Yine de ısrarla, “Bir yolunu bulacağım.” diye
söyleyip durdum tekrar tekrar.
O sırada Yasmin sessiz sessiz ağlamaya devam
ediyordu. Aklıma düşen soruyla çenesini tutup başını kaldırdım. “Peki ya hangi
vezir?”
Titreyen dudaklarıyla, “Kura… kura çoktan
çekildi.” diye kekeledi. “Senenin başında yenilenecek olan iki vezirden
birisine.”
İhtimali bile tiksintiyle ürpermemi sağladı.
Fısıltı misali bir sesle soracakken Yasmin dudaklarını ıslattı. “Sıradaki maliye
vezirinin haremine katılacağım.”
Tepki vermeyi aklımdan geçirsem de vücudum
hissizleşmiş gibiydi. Aynı tiksinç dolu iğrenme tüm bedenimi kavururken buradan
uzaklaştığım gibi derimi deşercesine yanağımı silmek istiyordum. Vücudumun
titremesini sesime yansıtmamaya çalışırken ürperdim. “Bir yolunu bulacağım
Yasmin. Daha fazla acı çekmene müsaade etmeyeceğim.”
Umut dolu gözlerle bana bakarken içim
kıyıldı. Onu kendime çekerek sıkıca sarıldım. İkimiz de aynı hafif şiddetle
titriyorduk. Onun titremesinin nedeni hüzün dolu bedenine eşlik eden
hıçkırıklarıyken, benimkiyse tiksintiyle tüylerimi diken diken eden iğrenmeydi.
Eve vardığımda kapıdan girdiğim gibi Leila
beni karşıladı. Kafamı çevirip ondan kaçınmaya çalıştığımı anladığında hemen
suratıma uzandı. Gözleri dehşetle büyürken fısıltıyla, “Birisi sana tokat mı
attı?” diye sordu.
Tüm yol boyunca derisini kazdığım yanağım
alev almış durumdaydı. Mutfaktan bulduğum buzu yanağıma yapıştırıp hızlı
adımlarla odamıza geçtim. Yatağımın üstüne oturduğum gibi yıkanmak için
soyunmaya giriştim. Leila da hemen arkamdan geldi. Soru yağmurundan kaçınarak,
“Kimse bana tokat atmadı.” dedim kısaca.
Yaklaşıp yanağıma dokunmak için buzu itti.
“Ne yaptın o zaman kendine?”
“Leila.” dedim alçak bir tonla. İçimdeki
acının sesime çarptığı her halimden belliydi. “Hepsi tabloya modellik yapmam
karşılığında bana vereceği para yüzündendi.” Saçlarımı avuçlarımın içine
alırken, “Keşke kabul etmeseydim.” dedim pişmanlıkla.
Gözleri büyürken suratı karardı. “Ne yaptın
sen Afrah?”
Aklına gelen ihtimalin ne olduğunu tahmin
ederek eline vurdum. “Saçmalama, öyle bir şey değil. Bay Sergei’nin modellik
teklifini kabul edip vezirin oğlundan bana eşlik etmesini rica ettim. Bay
Sergei eğer ikimiz birlikte gelirsek ücreti ikiye katlayacağını söyledi.
Öylesine basit bir tablo çıkaracağını zannetmiştim. Oysa aklındakiler buram
buram aşk kokuyordu. O…” Dudaklarım ince bir çizgi halini aldı. “O pisliğin eli
saatlerce yüzüme yapışık kaldı. Dibimdeydi ve teninden yayılan kokuyu hala
alıyorum.” Gözlerim öfkeyle dolarken omuzlarım yenik düştü. “Harem kuracakmış
kendine. Sıradaki maliye veziri olduğunda harem kuracakmış kendine.” diye
tekrarladım aptalca. “Yasmin de hareminde olacak. Onu bu bataktan kurtaramayacağımı
bilmek beni delirtiyor. Öyle bir pislikle geçireceğim daha sekiz buçuk ayım
olduğunu bilmek beni çıldırtıyor. Ben onunla sabah talim yaparken akşamında
Yasmin gibi aciz kızlara…”
Ben farkına varmadan parmaklarım
dudaklarımın üstüne kapanmışken hunharca başparmağının izlerini silmeye
çalışıyordum. Leila elimi iterek sıkıca tutup sessizliğe gömüldü. Kafamı
kurcalayanlara anlam verdiği bakışlarından okunuyordu, kelimelere gerek yoktu.
Tüm bedenimi aşındırarak ovaladıktan sonra
banyodan çıktım. Sabah kahvaltı etmemiştim ama yine iştah denen şeyi zerre
hissetmiyordum. Yatağıma yatıp öylece uzanacakken Leila’yı da kendi yatağında
oturur vaziyette buldum. Davetkar bakışını görünce hemen yanına kıvrıldım.
Başımı göğsüne yerleştirdiğimde nihayet rahat nefes alabildim. Kısa bir süre
sonra gün batarken ikimiz de hala uyumamıştık. Kendi gürültü nefeslerimden
Leila’nın soluğunu duyamıyordum. Boynuna süzülen ıslaklıkla ağladığını fark
ettim. Yattığım şekli değiştirip yukarı tırmandım. Bu sefer onun başını göğsüme
yaslayıp saçlarını okşamaya başladım. Neden ağladığını sormamak için
dudaklarımı kenetledim. Leila canı fiziksel yanmadığı sürece öyle nadir ağlardı
ki bazen inada bindirdiğini düşünürdüm.
Ben sormadan ağlamaktan boğuklaşan sesiyle
kendi mırıldandı. “Çok özlüyorum Afrah.” Bu özlemeni nereye yormam gerektiğini
çok iyi biliyordum. Burnumun direği sızlarken saçlarını daha büyük bir şefkatle
okşadım. Sessiz kalacağımı anlayınca aynı sesle devam etti. “Ev öyle eksik
geliyor ki bazen ben de kaçıp gitmek istiyorum. Babama sabrettikçe sınama
gücüme bir gün yenik düşeceğim diye korkuyorum.”
“Bir gün… bir gün umarım eski tadımıza
kavuşuruz.” demekle yetindim.
Uzun zamandır aklımı meşgul etmeyen bir
burukluktu Leila’nın değindiği. Yarayan kanam kısa süreliğine kapanmışken
tekrar sızlamaya başladı. Babama olan öfkem hatırladıklarımla daha derin bir
çukura dönüştü. Akşam yemeğinde kupkuru boğazımdan aşağı inen çorbanın tadını
alırken yemek masamızdaki boş sandalyelere gözlerim dalıp duruyordu. Eski muhabbetlerimizin
coşkusunu, annemin suratındaki sürekli çiçek açan tebessümü, babamın
kahkahalardan kırışan gözlerinin kenarlarının hatırası sürekli başa sarıp
canımı yakarken yine ne yediğimden anlamadığım tatsız tuzsuz bir akşamı
ardımızda bırakmıştık.
Günler
birbirini kovalarken bu yanağımı sıvazlama huyunu abartmıştım. Bu sayede
kızarıklık bir türlü geçmek bilmez oldu. Leila’ya haber vermeden şehir pazarına
inip dikiş makinelerinin fiyatlarını araştırdım. Ertesi günlerde annemi
sevindireceğimi bildiğim için Ladin Köşkü’ne keyifle yürürken diğer tarafım
Yasmin’in o köşkte nasıl sıkışıp kaldığını düşünerek sıkıntıya büründü.
Akşamında anneme tablodan kazandığım ücreti verdiğimde paranın geldiği yer
ikimizin arasında ağır bir sır olarak kalacaktı. Annemin mutluluğu suratında
açan gülücüklerinden kendini belli ederken ertesi sabah ben Rapid’le talim
yapmak üzere demirci dükkanına giderken Leila ile annem uzun zamandır alınması
gereken ihtiyaçları karşılamak üzere köy pazarına gittiler. Perşembe akşamı
sulu yemeğe katılmış et sayesinde herkes aynı sessizliğe eşlik eden gizli bir
iştahla yemeklerini yedi. Gece yatağa girdiğimde kaç gündür Rapid’le kıyasıya
dövüştüğümüz için ağrıyan kollarımı okşayıp durdum. Nihayet uykuya daldığımda
yarın kimi göreceğimin habercisiymiş gibi günler sonra aynı kabusu görerek kan
ter içinde uyandım. Nemli gözlerimi silerken bir daha bu gece uykuda
kaybolamayacağımı bildiğimden elimi sızlayan yanağıma koyup pencereden bakarak
Yasmin’i ayağını kaptırdığı bataklıktan nasıl kurtarabileceğime dair akıl yorup
durdum.
Sabah yine aynı sırt çantasıyla yürürken
belimdeki kılıcın yenini de güç almak istercesine sıkı sıkı tutuyordum. Bu
hafta tahta kılıçlarla yapacağımız son talimdi. Açıklığa vardığımda vezirin
oğlu yine benden önce gelmişti. Her zamanki asil kıyafetlerinden hiç görmediğim
bir takımla büyük bir taşın üstünde oturuyordu. Geldiğimi duymamış olmalıydı ki
hala elini bir çocuk gibi çenesinin altına dayamış etrafı seyrediyordu.
Bakışlarında donuk bir tedirginlik vardı. Sırt çantamı yere fırlattığım gibi
kafasını kaldırıp bana baktı. Ayağa kalkıp bana doğru gelirken suratındaki
ifade rahatlamayla aydınlandı. Haftalardır aşığını görmemiş bir edayla parlayan
ifadesini silip ciddiyete büründü. “Geldin.”
Her seferinde bu tarz bir cümle kurmasa
olmazdı. Muhtemelen en son birlikte modellik yapmamızın ardından onunla daha
yakın olacağımı, daha çok muhabbet edeceğimizi tahmin ediyordu. Kılıçları
çıkarak onunkini ayağının dibine attım. Kaçamak bir bakışla boynuna baktığımda
hala yanık izinin üzeri bandajlıydı. Günlerdir kızarık duran yanağımı kaşıyarak
kendi kılıcımı elime aldım.
Kılıcını kavrayıp tam karşımda dikildi.
Boştaki elini sallayarak yanağımı gösterdi. “Babandan tokat mı yedin?”
Alaylı ses tonuna elimde olmadan şaşırdım.
Son görüşmelerimizden bu yana böyle bir tavır sergilemeyi bırakmıştı.
Değiştiğini düşünmemiştim, yalnızca bu ukala tavrı geride bıraktığını tahmin
etmiştim fakat aksini tekrar ve tekrar kanıtlamaktan gocunmuyordu. Sorusuna
cevap vermek yerine ilk hamlemi yaparak kılıcımı tahta kılıcına çarpmak üzere
ileri atıldım. Etrafında dönerek beni taklit ediyormuşçasına hamlemden
kıvraklıkla kaçtı. Şaşkınlığımı suratıma dökmeden hamle savurmak yerine onu
beklemeye koyuldum. İkimizin kılıcı da uzun bir süre asla birbirine çarpmadı.
Her seferinde ya o ya ben önceden seziyormuşçasına hamleden sıyrıldık.
“Kaç gün geçti hala yemek ve demir kokun
burnumda.”
Sözleri karşısında öfkeyle yanaklarım
ısındı. “Nereden biliyorsun? O gün beni alıkoyduğunda Bay Sergei’nin sana benim
sürekli kendimi hırpalayan ve yara izleriyle ona yalvardığımı bildiğini neye
dayanarak söyledin? Bay Sergei söylemediyse o aptal kız mı söyledi sana
bunları?”
Değiştirdiğim konu karşısında şaşırarak tek
kaşını kaldırdı. “Demek asılsız ortaya attığım bu cümleler doğruydu.”
Sorusuna cevap vermeden kılıcını
geçiştirmeye devam ettim. Dünün yorgunluğuyla omuzlarım sızlamaya başlamıştı.
Bugünkü talimi bir an önce bitirip defolup gitmek istiyordum. Bugün haftaya ne
zaman Ladin Köşkü’nde prova yapacağımızı belirleyecektik. Hakkında
duyduklarımdan sonra tiksintim katbekat artarken onunla böyle açık bir ortamın
aksine bir odaya tıkılarak ömrümde en sevdiğim şeyi icra edeceğimi düşünmek
boğazımı düğümlüyordu.
“Seni az çok tanımaya başladım. Yine bana
alınacak bir şey bulmuşsun.”
Sessizliğe gömülmeye devam ederken gözden
kaçırdığım hamlesi sayesinde kılıcını sertçe benimkiyle çarpıştırdı. Hemen geri
çekilerek hamlesini geçiştirdim. Tekrar kimsenin kılıcı diğerininkine
değmiyordu. Vezirin oğlu da asil kıyafetlerini uçuşturarak etrafımda dönüyordu.
Çok yakınımdan geçmesiyle elim üzerindeki kıyafete sürtündü. İpeksi dokunuşu
hissettiğimde kendi gardırobuma kaydı aklım. Onun bu zenginliği, asilliği,
kılıç tutmayı gayet bildiği halde sırf kediyle oynayan fare misali benimle alay
ediyor oluşu tek tek öfkemi kora çevirirken dikildiğim yerde sendeledim.
Kılıcımı o anlık savurmayacağımı gördüğünü umarak kafamı çevirdiğimde vezirin
oğlu güçlü bir edayla çoktan hamlesini yapmıştı. Yana kaçmaya çalışmama rağmen
tahta kılıcı tüm gücüyle belimin kenarına yedim. Anında acıyla gözlerim
yaşarırken ayakta durmam güçsüzleşti.
Vezirin oğlu parmaklarını koluma saplayıp
beni tutarken, “Afrah!” diye bağırdı telaşla.
İsmimin ağzından döküldüğünü anladığımda
sarsıldım. Parmağını ısırdığımda Bay Sergei ismimi söylemişti ama o anın
galeyanıyla farkına varmamıştım. Şimdi vezirin oğlu elinde en büyük kanıtı olan
portrem yetmezmiş gibi benim için en mahrem olan şeyi; ismimi de öğrenmişti.
Silkelenerek elinden kurtulurken acıyla alt
dudağımı dişledim. Böyle darbeleri sürekli aldığım halde bu kadar hassas
davranmama mantık yükleyemedim. Kendime gülmek isterken boğuluyormuşum gibi
sesler çıkardım. Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda pişmanlık ve hüzünle
renklenen yüzünü görünce hislerim donuklaştı. “İsmimi öğrenmen işine yaradı
değil mi? Belki benim de özgür bir kız olmadığımı araştırıp haremine katmaya
karar verirsin.”
Sözlerimle kaşlarını çattığında kahverengi
gözleri karardı. “Öyle bir şey asla aklımdan geçmedi.”
“Bu kadar iyimsersen reddetsene tüm bunları.
Masum kızların adını lekeleyeceğin o haremin kurulmasına engel olsana.”
Kollarıma uzandığında geri çekilmedim. Ne
yapacağını, nasıl cevap vereceğini sabırla bekledim. Elleri omuzlarıma tırmanıp
beni sıkıcı tutarak hafiften sarstı. “Gelenekler böyle. Benden neye karşı
çıkmamı istiyorsun?”
“Aynı hükmü sürmek için mi o konuma
geçeceksin? Hiçbir işlevin, hiçbir farklılığın olmayacak mı? Yalnızca kuşak
değişikliği için bu göreve atanıp babanın piyonu mu olacaksın?”
Suratı iyice kararırken gitgide dibime
girmeye başladı. Omzumu tutan eli kayarak sırtıma kondu. Hala sancıyan acımın
neden olduğu bulanıkla kendimi ağır bir durumun içine itmiştim. Elimi uzatarak
kaliteli ipek gömleğini sertçe kavradım. “Senden hiçbir şey istemedim. Masum
olduğumu bildiğin bu anlaşmaya beni tabii tuttun. Zaten kılıç tutmayı bildiğin
halde yalnızca benimle alay ettiğin bu eğitimin sonucunda kuruş zırnık
istemedim.”
Üst dudağı kıvrıldı. Sesi baştan çıkarıcı
bir fısıltıdan farksızdı. “Şimdi sun teklifini o halde. Tüm bu anlaşmanın
karşılığında ne istiyorsun?”
Gömleğini serbest bırakarak kirpiklerimin
üstünden gözlerine kenetlendim. “Aralarından birini serbest bırak. Yalnızca
bunu istiyorum.”
Yüzünü yaklaştırırken nefeslerim sıklaştı. Alnıma
vuran soluğu yanağımda son buldu. Vücudunu tüm gücümle itmemek için avuçlarımı
yumruk yaptım. Vezirin oğlu sırtımdaki elini indirerek belime koydu. Dudakları
okşarcasına yanağımdan geçti. Tablonun fırça darbelerinden oluştuğu süreç
boyunca tuttuğu yanağımı değil, kızarık olmayana kondu dudakları. Sadece
konmakla kalmayıp öpücük bıraktığında tüm bedenim titredi.
Kollarımı kaldırıp hışımla üzerimden
itecektim ki anında ellerimi avuçlarının arasına aldı. “O zaman eksiği kapamak
için koynuma sen mi gireceksin?”
Ağzından çıkan sözlerin kastının tiksinçliği
suratıma tokat gibi çarparken düştüğüm durumun acizliğiyle gözlerim doldu. Yasmin
kadar olmasa da ben de ağır bir bataklıkta boğuluyordum. Daha fazla rezil olmanın
sınırında yalpaladığımı bilerek kızaran yanağıma gözyaşımın düşmesine izin
verdim. Vezirin oğlunun alaycı sesi içine kaçmış gibiydi. Gözlerini bir an
olsun benimkilerden ayırmıyordu. Yanağıma düşen gözyaşını silmek için elini
uzattığında geri çekilmedim. Aynı o gün yüzümü okşayan parmaklarının
yumuşaklığında ıslaklığı silip aldı.
Birkaç adım geri atıp aramıza eski mesafeyi
koydu. “Afrah…” dedi çaresizlikle yankılanan sesiyle. Dudakları açıp kapanıyor
ama hiçbir açıklama yapmıyordu. Dile dökmek istediği kelimeler onunla akıl
oyunu oynuyor, adeta emin misin diyerek zehrinin üzerine kapamasına izin
vermiyordu.
“Bu sondu.” diye mırıldandım. Arkamı dönüp
yürümeye başlarken toplamadığım tahta kılıçlar zerre umurumda değildi. Aceleci
adımlar yerine yavaş yavaş ilerliyordum.
“Nasıl son!” diye bağırdı. “Haftaya çarşamba
günü Ladin Köşkü’nde beni o odada bekliyor olacaksın.”
Onu takmadan yürüyor olmam öfkeye
boğulmasını sağlamış olacak ki haşin adımlarla arkamdan geldi. Havada savrulan
elinin kulağıma çalmasıyla yine bana dokunmaya çalışacağını anladığım gibi
olduğum yerden anında dönerek kılıcımı yeninden çıkardım. Keskin kılıcın sesi
havada şaklarken bugün beni taklit ettiği kıvrak dönüşlerde ona ders
veriyormuşçasına defalarca kez durmaksızın etrafımda döndüm. Kılıcı da aynı
şevkle döndürüyorken yakınımda olması, kılıcın ona zarar verme ihtimali
umurumda değildi. Nihayet durmayı göze aldığımda başımı döndürecek bir
sertlikle olduğum yerde dikilerek kılıcımı koluna hizaladım. İpek gömleğinin
yırtılma sesi kulağıma dolarken etini çok az dağlayacak kadar kılıcımı keskin
bir açıyla sıyırdım.
Vezirin oğlu neye uğradığını şaşırarak üst
üste geri adımlar attı. Bir eli kolundaki kesiği tutarken, “Buna nasıl cüret
edersin?” diye inledi.
Suratımda zafer dolu bir gülümseme peyda
oldu. Hatta dişlerimi gösterip gözlerimi kısacak kadar güzel bir gülümsemeydi.
“Bir daha beni öpmeyi geç, dokunmaya bile kalkışırsan bu sefer koynuna
alabileceğin tüm kızları senden kurtarırım.” İşaret parmağımla kast ettiğim
yeri işaret ettim. “Böyle bir hasarı kızın tekinden aldığının öğrenilmesindense
ölmeyi tercih edeceğini düşünüyorum. Böylece ortadan kaybolsam bile bir daha
beni aramak için zerre uğraşamazsın.”
Kılıcımı yenine sokarken vezirin oğlunun öfkeli
nefes sesleri kulaklarımda çınlıyordu. Tahta kılıçları gösterip, “Onlarla
işimiz bitti. Haftaya en kaliteli, en asil kılıcını yanında getir.” dedim
tebessümümü yavaştan silerek. “Bu seferki talimimiz sahte kılıçlarla olana
benzemez. İkinci kez gerçek bir kılıç elimdeyken neler yapabildiğime şahit
oldun.” Arkamı dönüp yürürken dudaklarımı son kez, “Haftaya görüşürüz Bay
Farahani!” demek için araladım.
Not: Umarım keyif alarak okumuşsunuzdur. Nisan ayı benim için biraz fazla dolu geçtiği için bölüm de haliyle gecikti. Sıradaki bölümün sonunu çoktan kurguladığım için önümüzdeki bölüm daha hızlı gelecek. Fark ettiyseniz ilk bölümlerde Aizhan'ın göz rengini yeşil yazmıştım fakat değiştiriyorum; bildiğimiz sıradan kahverengi ^^
Çok güzeldi.Afrah'ın son teklifi sunduktan sonraki kısmı benim boğazımı da düğümledi.Sıradaki bölüm lütfen...
YanıtlaSilÇok sevindim beğenmene :) Umarım sıradaki bölümü de hızlı yazarım
SilOkurken bir yandan bende Aizhandan nefret ediyor bir yandan Afrah gibi aklım allak bullak oluyor bu karakter ne siyah ne beyaz gri bir karakter yine de şimdilik Aizhana olan nefret duygum ağır basıyor gibi. Sıradaki bölümü sabırsızlıkla bekliyorum O.o
YanıtlaSilAizhan'dan çok nefret etme. Sekizinci bölümün sonu aklımda öyle güzel ki :D
SilBetül yaa! Çok merak ettim şimdi
SilAizhan Afrah'ı sınava tabii tutuyor gibi...Onun doğru kişi olduğundan emin olmak için, Afrah'ın sınırlarında geziniyor sanki...Kendisine Afrah'ın farklı ve aradığı kişi olduğunu ispatlamak zorunda.Bu daonun yöntemi.Afrah'ın Aizhan'ın sınavını geçmesi gerekiyor.Ben böyle algıladım.Öte yandan Aizhan'ın da Afrah'ın sınavını geçmesi gerekeceği bir zaman dilimi gelecektir.Hayat böyle, sıra ile...Benim düşüncelerim...
YanıtlaSilValla böyle dikkatli okuman beni ayrı şevke koyuyor. Çok teşekkür ederim böyle düşüncelerini paylaştığın için <3
SilPek çok yorum yapmak istiyorum.Çünkü gerçekten hep yazmanı istiyorum.Benim yapmak isteyipte yapamayacağım birşey.Eksik ve güzellik bulmak daha yapabileceğim birşey doğrusu.Peki yeni bölümlerrr?Sınavların vardır diye soramıyorum.Ama hergün bakıyorum.Haftasonları da okumak için çok müsait bir zamanım oluyor.Bekliyorum.
YanıtlaSilPek çok yorum yapmak istiyorum.Çünkü gerçekten hep yazmanı istiyorum.Benim yapmak isteyipte yapamayacağım birşey.Eksik ve güzellik bulmak daha yapabileceğim birşey doğrusu.Peki yeni bölümlerrr?Sınavların vardır diye soramıyorum.Ama hergün bakıyorum.Haftasonları da okumak için çok müsait bir zamanım oluyor.Bekliyorum.
YanıtlaSilBölümler geç geliyor ama geliyor yine de çünkü bu benim kararlı bir şekilde yazmaya devam ettiğim ilk kurgu. Bakalım inşallah sonunu beraber göreceğiz :) Yeni bölüm de geldi <3
Sil