Bu sene şubat ayı benim için aşırı yoğun geçmişti ve onu hiçbir şey geçemez derken Ekim ayını eklemeyi unutmuşum. Ekim ayı benim için gerçekten harika derecede yorucu, bol koşuşturmalı, uykusuz ve mükemmel kitaplarla geçen bir aydı. Öncelikle ilk olarak bu ayın başında Hacı Bektaş Veli kütüphanesine gitmek için Mescidi Selam tramvay hattında lanet olsun ki bir durak sonra inip Yenimahalle'den Ahmet Yesevi caddesine yürüdüm. Allah'ım o nasıl iğrenç bir gündü. Tamam, kehribardaki yufusçuk ve yolcu kitaplarını ve de kütüphanenin harikalığına hayran kaldım ama dostlarım o nasıl berbat bir gündü.
Elli dakika kesintisiz yürüdüm ve bu yollar öylesine düz değil yokuş dolu yollardı. Hiçbir Allah'ın kulu adam gibi kütüphaneyi bilmiyor, sürekli kütüphaneyi arayıp şuradayım nasıl geleceğim demeye utandım artık. En sonunda kütüphaneyi buldum ama üç buçukta vatan caddesinde olmam gerekiyordu. Eğer cildiye randevumu kaçırırsam da uzun süre alamayacaktım. O yüzden normalde yirmi dakika çıkılacak yokuşu on dakikada koşarak çıktım, sonrasında yanlış yöne gidip iki durak fazla gidip, tramvaydan inip olduğum durağa tekrar döndüm. On beş dakika gecikmeyle hastaneye vardım ama tekrar söylüyorum; O NASIL BERBAT BİR GÜNDÜ! :( Aylar sonra artık sinirden ağlayacak hale gelmiştim.
Sonra bir gün küçük kız kardeşimle akşamdan Miss Peregrine's Tuhaf Çocukları filmine gittik. Forum İstanbul'a gittik ve film tahmin ettiğimden daha geç bittiği için ilk defa saat on'da metroyla eve döndük ve annem telefonun diğer ucunda baya heyecan yaşattı. Ve asıl olay derslerim başladı. Haftanın ilk üç günü dikiş, perşembe ve cuma günleri de stilistlik kursum var. İki kursum da derslerim de çok güzel ama dikiş gerçekten zorluyor. Sürekli hocayı dinlemem ve iğneyi dikkatli kullanmam gerekiyor. Hatta bu hafta etek dikimine geçeceğiz, inşallah başarırım. İki gün sabah dokuzdan dörde kadar, çarşamba günü de on ikiye kadar, stilistlik kursum da perşembe ve cuma günleri aynı şekilde saat dokuzdan dörte kadar. Ama stilistlik hocamız çoğunlukla erken bırakıyor. Şu anlık ikisinde de güzel gidiyorum. Aldığım tüm malzemelere, boyalara, kumaşlara bayılmış durumdayım daha şimdiden. Zaten iki derste de yaptıklarımı snapchat'ten paylaşıyorum.
Tek sorun sabah yedi buçukta kalkıyorum çünkü üç vesaire ile ders yerlerime ulaşıyorum ve sabah kalkmaya alışmış olsam da kendime gelmek biraz zor oluyor. Yenikapı metro hattı, marmaray ve fıstıkağacı ile kültür merkezi otobüslerine binerek üç vesaire ile ulaşıyorum. Kahve ve yiyeceğimi kendim getiriyorum, bu yüzden de ayrı ağırlık oluyor. Dikiş dersim hemen Fethi Paşa korusuna yakın, stilistlik kursum da Nev Mekan'ın dibinde olduğu için çok mutluyum.
Sonracığıma bir cumartesi henüz daha yeni soğuklar başlamışken geçen sene yaptığımız gibi Gülhane'ye gidip ufak bir piknik yaptık. Yine ince giyindiğimiz için donduk ama baya güzel bir gündü.
Ve asıl bomba benim biricik Fighting'im bu ay evlenecekti. Bugüne kadar hiç horon oynamadım fakat Beyza çok yakınım olduğu için öğrenmeyi çok istiyordum. Bu lider görevi Havvanur üstlendi. Kendisi imamhatip'te maşallah tüm oyun çeşitlerini öğrenmiş. Fakat ne yazık ki her ne kadar olayı kapsam da çok doğal bir şekilde oynamayı bir türlü başaramadım. En azından bu eziklikle cüret edip herkesin önünde oynadım, tabii sürekli ayaklarıma bakıp dursam da. Kız kardeşim bu özgüveni gösteremedi ne yazık ki. O kına ve düğün koşuşturması beni öldürdü. Kına için elbise ve hazırlanmak gerçekten çok yorucuydu. Bu süreç içinde Beyza ile bol bol görüştük, bizde kaldı, çok güzeldi her şey.
İlk ders günlerimde çıkışlarda sürekli Fethi Paşa'ya gittim fakat sonradan bu olay beni yormaya başladı, artık çoğunlukla direk evin yolunu alıyorum. Stilistik dersinde hocamız alacaklar listesini verince o gün Üsküdar'dan Sirkeci'ye oradan tekrar Üsküdar'a dönüp, kuzenimle Hüsna'yı sahilde bekleyip birlikte Çengelköy'e Çikolata Kahve'ye gittik. Senelerdir yemediğim tavuklu döneri tekrardan tattım ama bir daha yiyeceğimi sanmıyorum, pek özlediğim bir tat değilmiş. Aslında bu yazımda buna değinmeyi düşünmüyordum ama artık biraz kendimi rezil etmek geldi içimden. Çengelköy'e gittiyseniz denize sıfır ünlü Çınaraltı Çay Bahçesi'ni biliyorsunuzdur. Ben oranın manzarasını çok sevdiğim için döneri dışarıdan alalım dedim. "Havvanur sen çay içersin ben de dışarıdan ayran alayım, orası dışarıdan yiyecek kabul ediyor" dedim. Neyse ben bir güzel ayranımı bir buçuk liraya aldım. Kusura bakmayın ama o günlerde gerçekten harçlığım çok mühimdi çünkü sürekli boya, kumaş ve dikiş malzemelerine para yetiştiriyordum. Her neyse, tam dönerlerimizi sıvadık ısıracağız, ben de tam o anda dışarıdan ayranımı açacaktım ki garson adam başımıza dikilip "Açmayın açmayın bayan! Burada dışarıdan içecek yasak!" diye kulağımın dibinde cırlamasın mı... Tabii ki ayranı kapadım ve lanet ki döneri kuru kuru ayranla bakışarak yedim. O gün baya bir güldüm. Kızlar benimle dalga geçtikçe daha çok güldüm. sonra da oradan kalkıp Çikolata Kahve'ye gidip sıcak çikolata içtik. Tasarımı, manzarası her şeyi muazzam olmuş kafenin. Eskiden bu kadar büyük değildi, içeri girmek için sıra beklerdik.
Sonraki cumartesi sabahı benim gözüm için randevum vardı. Sağ gözümde hafif bir ağrı oluyor ama çok sinir bozucu bir şey. Ben de sonunda annemi ikna edip randevu aldırttım. Doktora gittik ama gözümde bir şey çıkmayınca tekrar damla sıkıldı. Allah'ım o damla beni kör eyledi. Yakından hiçbir şeyi göremiyorum, telefonumda en ufak bir şeyi okuyamıyordum. Elimi kaldırıp parmaklarımı bulanık görmek çok tuhaf bir histi. Elbette o gün akşama kadar ne telefonumu elime aldım, ne de kitap okuyabildim. Akşamında sonunda körlüğüm geçince yine Zeynep'i peşime takıp önce Sirkeci'ye gidip boya takımı aldım, sonra da Taksim'e gittik. Kendisi ilk defa gidiyordu, ee benim onun yaşındayken Taksim'in nerede olduğuna dair bir fikrim bile yoktu. O akşam önce kütüphaneye kitabımı geri verdim, sonra da D&R'ye gidip indirimli kitapları gezdik. Sonra dondurma yiyip metroyla döndük. Zeynep daha yeni iyileşmişti, o yüzden ılık su içirttim. Kötü bir abla değilim yanlış anlaşılmasın. Bu arada gözümde hiçbir şey çıkmadı ama şükürler olsun o damlalardan beri hiç ağrım olmadı.
Klasik bir pazar deyip geçmek isterdim ama aylardır hayalini kurduğum o dürüm arası döneri yedim ve tadını hala unutamıyorum, çoook güzeldi. Sonra aynı şekilde ders haftam başladı yine. Çizimler, dikimler derken yoğun bir haftaydı ama asıl yoğunluğu düğünün yaklaşmasıydı. İşte o hafta sonu düğün vardı. Ve benim biricik elbisem düğünün sabahında teslim edildi. Durun anlatacağım (şerefsizim :D) ağlamamak için kendimi zor tuttuğum o günü. Terzimiz Hüsna'nın elbisesini bir günde bitirdi. Bu cuma gününden önceki gün de kınaydı ve ölümüne yorulmuştum. Ertesi günü sen sabahın yedisinde kalkıp Üsküdar'a geç ve otobüste ders iptal yazılsın. Önce bir hiddetlendim, sonra kaç gündür kitap okuyamadığımı düşününce eve dönüp kahveyle kitap okudum. Akşamında yedi gibi terziye gittim, aslında saat on gibi dönmeyi düşünüyordum fakat öyle olmadı :(
O nalet gelesi elbise o kadar o kadar uzun sürdü ki beni şoklara soktu. Çok güzel oldu ama gece iki buçuğa kadar terzide durdum. Sonra koşarak karşı sokaktaki dayımlara gittim. Veee elbise henüz bitmemişti. Sabah yedide kalkıp terziye geri koştum ve elbiseyi alıp eve döndüm. Eve geldiğimde dokunsan yorgunluktan ağlayacaktım. Öğlenden sonra Ataşehir'e doğru yol aldık. Düğün çok güzeldi ama bir salaklık yapıp takıları ben toplayabilirim dedim ki bu; gelin ve damatla beraber tüm masaları tavaf edeceğiniz anlamına geliyordu. Hüsna, Beyza'nın gelinliğinin eteğini kaldırırken vefat etti, ben de takıları toplarken. Sakın ama sakın bu iğrenç işe kalkışmayın. Bir şey takacak mı takmayacak mı diye mekik dokurken orayı yığılasım vardı artıkın. Bir daha asla böyle bir saçmalığa kalkışmam. Ama sonuç olarak düğün çok güzeldi, çünkü elbisem çok güzeldi, çünkü Beyza çok güzeldi, çünkü o bizim canımız.
Bu arada annemler bana yeni dikiş makinası aldı. Babam da epey hevesli ne dikeceğimi görmek konusunda. Son olarak da annaneme gidip orada kalabalık bir şekilde kahvaltı yaptık. Bu ay pek arkadaşlarımla da görüşemedim çünkü hepsinin dersleri başladı. Sürekli karşıda olduğum için eve dönünce de koltuğa yayılıp takılmak istiyorum. Haftasonu da anca kumaş ve terzi işleriyle yoğunduk. Unutmadan harika ağır bir nezle geçirip dikişte yanımda olan biricik Merve'ye de bulaştırdım.
Oraya koştum, buraya koştum ama yine de on sekiz kitap bitirdim. Metroda, otobüste, ne zaman dışarı çıksam kalınlığı ne olursa olsun çantama bir kitap attım ya da kucağımda taşıdım. Bu kadar okumama ben de şaşırdım, hatta hafta sonları bile bu yorgunlukla erken saatlerde uyudum. Ama başardım ya siz ona bakın :)
Dolu dolu bir ay olmuş. Yine de 18 kitap okumayı başarmışsın ki aralarında çok kalın kitaplar var. Tebrikler :-)
YanıtlaSilElbisen seni çok yormuş ama bence değmiş. Çok güzel görünüyor.
Çok teşekkür ederim :)
SilÖncelikle söylemeliyim ki blogun çok tatlı,insanın içini açıyor:)Okuduğun kitapları ve yorumlarını çok seviyorum,yeni yazılarını en kısa zamanda okumak dileğiyle,mutlu kal:)
YanıtlaSilGüzel yorumların için teşekkür ederim, çok sevindim :)
Sil