20 Eylül 2015

Film Köşemden Öneriler #1

En son ki yazımda önerdiğim filmlerden sonra izlediğim, beğendiğim ve önereceğim filmleri burada bir arada toplayacağım.
Yaz boyunca izlemek için 100'e yakın film indirmiştim. Bunların çoğu eski yapımlardı ama ben daha çok konusuyla beni cezp edenlere öncelik verdim. İlk olarak film indirmeye başladığımdan beri izlemeyi en çok istediğim filme öncelik verdim. Bu filme uygun altyazı bulacağım diye baya kriz geçirmiştim hatta iki kez torrent indirmek zorunda kalmıştım.

1. İşte Daniel Brühl'e hayran olmamı sağlayan film; Good Bye Lenin.

Bu filmi ne zaman bir yerde görsem hep övüldüğüne şahit oldum. Bu yüzden ilk önce bu filmi izledim. Konusuna gelirsek; Doğu Almanya yıkılmadan önce kalp krizi geçiren ve 8 ay komada kalan anneleri dışarıda olup bitenlerden habersizdir. Doktor en ufak bir şokta annenin ölebileceğini söyler. Bunun üzerine oğlu ona yapay bir dünya oluşturur. Hatta bunun için arkadaşıyla birlikte çektiği haber bültenlerini annesine izletir. Doğu Almanya'nın yıkılması ile sosyalizme inanan insanların hayallerinin yıkılışına dikkat çeken film dünyadaki politik sistemleri de eleştirmektedir.

Çok sürükleyici, hiç bitmesini istemediğim bir filmdi. Ayrıca filmin içinde işlenen tatlı aşk ve Chulpan Khamatova'nın duru sevimliliği ayrı bir güzel.
Filmin müzikleri ise Amelia'nın film müzikleriyle ünlü sanatçi Yann Tiersen'a ait. Müzik parçaları filmde o kadar güzel yerlerde kullanıp harmanlanmış gibi hayran kaldım. En beğendiğim parçaysa bu oldu; 
2. Children of Heaven

Uzun zamandır kapağıyla ve İran yapımı olmasıyla dikkatimi çeken bir filmdi. Sonunda izlemek kısmet oldu. Konusu: Onlar karşılaştıkları ve yaşadıkları sorunları aileleriyle paylaşmıyorlar, kendileri çözmeye çalışıyorlar. Aslında sorunları Zahra'nın kaybolan ayakkabılarıyla ilgili. Abisi Zahra'nın ayakkabılarını kaybettiği için kendi ayakkabılarını kardeşiyle paylaşmak zorunda kalıyor. Çünkü yeni bir çift ayakkabı alamayacak kadar yoksullar. İki kardeş günlerini tek bir çift ayakkabıyı paylaşarak geçirmeye çalışıyorlar.
Anlayacağınız filmin öyküsü bir çift ayakkabıya ve kardeş ilişkisine bağlı. Ayrıca çocuk oyuncuların oyunculuğuna hayran kalmamak elde değil. Ali'nin her an ağlayacakmış gibi duran dolu dolu gözleri ve titreyen kaşları. Zehra'nın ise güler yüzlü halleri filmi favorilerime taşıdı.

3. Nuovo Cinema Paradiso
Sinema severler arasında bu filmin kapağını görmeyen namını duymayan yoktur sanırım. Aldığı ödüllerle dikkatimi çeken filmi ben de izlemeye koyuldum sonunda.
Konusu: Artık ünlü bir yönetmen olmuş Salvatore, 30 yıl sonra bir arkadaşının öldüğü haberi üzerine doğduğu kasabaya geri döner. Kasabaya geldiğinde eski anıları canlanan Salvatore, Cinema Paradiso isimli sinemada projeksiyoncu olarak çalışan Alfred ile ilişkilerini hatırlar. Küçük bir çocuk olan Salvatore, günlerini Alfred’in yanında geçirmekte, filmlerle ilgili konuşmakta ve Alfred’in sinema konusunda deneyim ve bilgilerinden yararlanmaktadır. Babacan tavırlarıyla Salvatore’nin hayatında önemli bir yere sahip olacak Alfred sayesinde sinemaya olan aşkını ve tutkusu keşfedecektir.Sıcaklığı ve anlattığı yazlık sinema kültürüyle de Türk sinema kültürüne yakın bir noktada duran Giuseppe Tornatore’un başyapıtı Cennet Sineması, 1989 Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanmasının ardından Yabancı Dilde En İyi Film Oscarı'nı da ülkesine götürmüştü.
Filmde bu ikilinin dostluğu çok hoştu. Ayrıca oğlanın konuşma şekli, haylazlıkları ve sevimliliğini ayrı sevdim.
Son olarak oğlanın gençlik hallerinde ilk aşkını yaşaması da çok güzeldi. Ayrıca filmin final sahnesi gerçekten harikaydı. İzlemenizi öneririm.

3. Mommy
Ah bu film var ya bu film. Nasıl beğendim nasıl defalarca izledim kelimelere sığmaz. Bu sene izlediğim en iyi yapımların başında geliyor. Unutmadan şunu da söyleyeyim. Filmleri izleme sırama göre numaralardırıyorum, beğenime göre değil.
Konusu: Sorunlu bir çocuk olan ve hiperaktivite ile mücadele eden Steve, dul annesi Die tarafından bir enstitüye yatırılmıştır. Ancak bir yasa değişikliği sonucunda oğlunu yanına alması gerekir. Birlikte yaşamakta ilk başta zorlanan ikili, aralarındaki sevgi ve iyi yürekli komşuları Kyla'nın da yardımlarıyla hayata tutunmaya çalışırlar.


Xavier Dolan'ın yönetmenliğini taşıyan izlediğim ilk filmiydi ve hayran kaldım. Çevirilerimden ve okuduğum kitaplardan ara bulduğum gibi diğer filmlerini indirmeye başlayacağım. Film o kadar güzel, o kadar sürükleyici ki bayıldım. O kadar ödülü hak etmiş kesinlikle. Hele de Ludovico Einaudi'nin Experience parçasının çaldığı bir parça vardı ki bir parça bir sahneye bu kadar mükemmel uyabilir!

Filmi izlemeden bu sahneyi izlemeyin çünkü filmde o kadar güzel geçiyor ki sanırım otuza yakın kere izledim abartmıyorum. Beni çok duygulandıran bir sahne kesinlikle. Şiddetle öneriyorum.

4. Warrior

İzlemeyi bu kadar geciktirdiğime bin pişman olma duygusunu özlemişim ve bu filmle bu pişmanlığı tekrar yaşadım. Büyük bir Tom Hardy fanıyımdır. Adamın tüm filmlerini titizlikle takip ediyorum.
Bu filmi de listemin içine koymuştum ve sonunda izleyebildim.
Konusu: Alkolik bir boksör eskisinin oğlu Tom Conlon evine döner ve çeşitli dövüş sporlarının bir arada bulunduğu bir turnuva için babası tarafından hazırlanmaya başlar. Bu turnuva onu abisiyle karşı karşıya getirecektir.
Filmi öyle bir heyecanla izledim ki unutamıyorum. Sonu mükemmeldi. Tüğlerim diken diken oldu ve ağladım resmen. Tom Hardy'i kadar diğer adama da hayran kaldım. Kesinlikle izleyin derim.

5. Rush
Bu filmi de Daniel Brühl aşkına izledim gerçekten ve filmi baya beğendim yalan değil. Rekabete dayalı olması ve gerçekten hayattan kesitler barındırması.

Konusu: Formula 1 yarışlarının ihtişamlı döneminde geçen Rush dünyanın şimdiye kadar gördüğü en büyük rakiplerin ikisinin (yakışıklı İngiliz Hunt ve disiplinli, zeki rakibi Lauda’nın) heyecan verici gerçek hikayesini anlatıyor. Özel hayatlarına da dahil olduğumuz filmde iki yarışçının zafere ulaşmak için bir kısa yolun bulunmadığı ve asla hataların asla düzeltilemediği bir ortamda fiziksel ve psikolojik dayanıklılık sınırlarını nasıl zorladığını göreceğiz.

Olivia Wilde (TRON: Legacy) ve Alexandra Maria Lara’nın da (The Reader) rol aldığı Rush’ın yapımcılığını Andrew Eaton (A Mighty Heart), Howard, Oscar ödüllü Brian Grazer (Apollo 13, A Beautiful Mind), Eric Fellner (Senna, Tinker Tailor Soldier Spy), Morgan ve Brian Oliver (Black Swan), idari yapımcılığını ise Cross Creek Pictures, Exclusive Media, Todd Hallowell ve Tim Bevan üstleniyor. 
Ben de asıl bu ikilinin aşkına ve kadının duru harika güzelliğine hayran kaldım. Bu filmi de izlemenizi öneririm. Kadro, konu ve işleniş gerçekten iyiydi.

6. The Painted Veil
Ah, ah bu filmi defalarca televizyonda vermişlerdi de burun kıvırıp izlememiştim. Ne bileyim bu kadar harika olacağını? Bu film beni çok yaraladı gerçekten. Harika bir aşk hikayesiydi. Bayıldım!
Konusu: The Painted Veil’e dayanan film 1920’lerde genç bir İngiliz çift arasında geçen bir aşk hikayesini konu alıyor: Üst sınıfa mensup bir kadın olan Kitty, orta sınıfa mensup bir doktor olan Walter’la yanlış nedenlerden ötürü evlenmiştir. Çift Şanghay’a gider ve genç kadın burada bir başkasıyla aşk yaşar. Walter karısının bu sadakatsizliğini öğrenince, intikam almak amacıyla, Çin’in ölümcül bir salgının kol gezdiği, ücra bir kasabasından gelen iş teklifini kabul eder ve karısını da beraberinde götürür. Yaptıkları bu yolculuk sayesinde ilişkileri bir anlam kazanır ve dünyanın bu en uzak ama en güzel köşelerinden birinde ortak bir amaç edinirler. Kitty, Londra’nın üst sınıfında yer alan genç bir bayan için uygun olan evlenme yaşına yaklaşmaktadır. Sosyeteye aşırı derecede önem veren annesi için Kitty’nin evlenmemesi hem çok yakışıksız hem de çok küçük düşürücü bir durum olacaktır. Ayrıcalıklı yaşam biçiminden sıkılmış olan Kitty, ciddi bir bakteriyolog olan Dr. Walter Fane’in yaptığı evlilik teklifini kabul eder. Genç çift Şanghay’a taşınır. Fane çifti, Çin’in popüler kültürünün, siyasi entrika ve ahlaksızlığının merkezi olma yolunda ilerleyen bu tuhaf şehirde, İngiliz koloni topluluğuna dahil olurlar ve İngiliz Elçi Yardımcısı Charles Townsend’le tanışırlar. Walter kendini işine ve yeni eşine adarken, Kitty kocasını Charlie’yle aldatır. Walter karısının sadakatsizliğini öğrenince, Çin’in ölümcül kolera salgınının hüküm sürdüğü ücra bir köşesinden gelen iş teklifini kabul eder ve umutsuzluk içindeki Kitty’yi de kendisiyle birlikte gitmeye zorlar. Mei-tan-fu köyüne gelişlerinden sonra, Fane çiftinin dış dünyadan kopuk, soğuk birliktelikleri devam eder. Bir süre sonra, Kitty, komşuları olan Komiser Yardımcısı Waddington’la arkadaş olunca, önceki yaşantısının duygusal tuzaklarından yavaş yavaş sıyrılır ve içinde bulunduğu çevrenin gerçekleriyle yüzleşmeye başlar. Fane çiftinin iki bireyine de yeni bir yaşam amacı sunan kolera salgınının ortasında, Kitty ve Walter bağışlamayı, anlayışı, ve hatta şefkati öğrenirken, bir yandan da birbirlerini yeniden keşfederler. 

İzlemeyen varsa bir an önce hemen izlemesini öneririm. Edward Norton'u ayrı severim zaten. Hele de filmde bir parça vardı ki ona ayrı bayıldım. Ne zaman dinlesem duygulanıyorum çünkü bu film beni çok ağlattı.
İzleyin izlettirin. Böyle güzel aşk filmini sakın kaçırmayın diyerek film öneri kısmıma son veriyorum. Niye bu kadar az olduğunu sorarsanız en çok beğendiklerimi sundum. Bunlar dışında çok fazla film izledim ama kesinlikle baş favorilerim bunlar oldu.

Ayrıca bu yaz boyunca dinlediğim şarkıları da eklemek isterim. Belki şarkı arayışında olanlar vardır.

Ludovico Einaudi - Experience
Birdy- Shelter
Birdy - Skinny Love
Çok aşığın var diyorlar (İnce Saz)
Ed Sheeran - I see fire
Erkin Koray - Sevince
Florence the machine - Rabbit heart
Gabrielle Aplin- The power of love
John Newman - Cheating
John Newman- Out of my mind
John Newman- Come and get it
Lana Del Rey- Carmen
Mabel Matiz- Gel
Sam Smith- Stay With Me
The Lumineers- Stubborn Love
Tom Odell- I know
Yalın- Bir bahar akşamı

Görüşmek üzere..

0 yorum:

Yorum Gönder