19 Ocak 2017

,

Saka Kuşu - Donna Tartt | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Saka Kuşu
Orijinal Adı: The Goldfinch
Yazar: Donna Tartt
Yayınevi: Pegasus
Sayfa Sayısı: 864
Goodreads Puanı: 3.87/5
Benim Puanım: 3/5
Arka Sayfa;
İlgisiz bir babanın ve hayatını ona adayan bir annenin oğlu olan on üç yaşındaki Theodore Decker bir patlamanın ardından mucize eseri hayatta kalır. Ancak New York gibi koca bir şehirde kimsesiz bir çocuk olarak felaketin ardından hayatta kalmak yeni bir felaketin içine düşmek gibi olur onun için. Bu yangın yerini andıran hayatın içinde ona annesini hatırlatan tek bir şeye tutunur Theo: küçük, sarı bir kuş; bir saka… 
Büyüdükçe zenginlerin tablolarla dolu odalarında ve çalıştığı antikacının tozlu koridorlarında hayatın çok daha farklı yönlerini keşfeder genç adam. Aşkı bulur ama tılsım gibi yanından ayırmadığı Saka Kuşu tablosu kadar kırılgan ve ürkektir bu aşk. Ve onun kadar yakın ama bir o kadar da uzak…
Saka Kuşu ruhani bir yolculuk gibi. Oradan oraya sürüklenen bir hayatın, kaybın, ölümün, takıntının, bağımlılığın, aşkın, kaderin ve kadersizliğin romanı. Tablonun içinden bakan o küçük kuş, size evreni, iyiyi, kötüyü, güzeli, benliğin ve zaman kavramının derinliklerinde yatan sırrı sorgulatacak kadar güçlü ve tüneğine zincirlenmiş olmasına rağmen alabildiğine özgür. 

Kendi kendimi nasıl bir beklenti girdabına sürükledim emin değilim ama beklediğim kitap kesinlikle bu değildi. Öncelikle bu kitabı bitirebildiğim için kendimi kutluyorum çünkü bu kadar kalın olmasına rağmen benim de ısrarla daha ince olmasını dilediğim bir kitap oldu. Eğer beğendiğim takdirde harika bir anlatımla devam etseydi bin küsür sayfayı bile mızmızlanmadan okurdum ama bu kitap beni sürekli soyutlayan ve bu kadar uzatmaya ne gerek vardı tarzında cümlelerle kafamın kurcalanmasını sağlayan boğucu bir anlatıma sahipti. Kitaba dair aklımda nasıl bir hava hayal ettiğimi hemen dile getireyim. Bir tablo üzerinden kurulacak olan bir kurgunun kesinlikle kaliteli olacağını biliyordum. Peki kurgu kaliteli miydi diye sorarsanız; evet layığıyla kaliteliydi, en azından alt yapısı.
Kitabın geçmiş zamanda geçiyor olduğunu ve buna artı olarak kesinlikle beni hayran bırakacak bir olay örgüsüyle yazıldığı da tahminlerim arasında güçlü olasılıklardı. Kitap boyunca gerçekten garip hislere boğuldum ve bunlardan en çoğu da öfkemi nasıl dile getireceğimi izah etmeyi düşünmek oldu. Okuyorum, okuyorum fakat içimde sinsi bir şey fırlayıp "benim beklediğim bu değildi" deyip moralimi bozup durdu. Kitaba Theo karakterinin annesiyle beraber ünlü bir müzeyi gezerken uğradıkları terör saldırısının sonucunda hayatta kalmasıyla annesiz yaşamına nasıl devam ettiğini okumakla başlıyoruz. Yazar en başlarda Theo'nun on üçlerinde yaşadığı bu acının üzüntüsünü o kadar güzel, detaylı, harika betimlemelerle süslü hislerle yazmış ki hayran kaldım. İlerledikçe Theo'nun çaresizliği sizi de içine çekiyor ve başka bir ailenin yanında sığıntı gibi yaşamasını büyük bir merakla okuyoruz. Onun bu sürekli kendini ezen tavırlarını okumak benim açımdan harika bir duygu yoğunluğuydu. Edindiği yüzük sayesinde Pippa ve Hobie tanışmasını okumakla güzel bir yolda ilerleyeceğini ısrarla düşünerek ilerde yaşayacaklarını zevkle tahmin ediyordum. Fakat ne zaman ki olay Theo'nun Las Vegas'a taşınmasına ve orada Boris ile aralarındaki dostluğun detaylı bir anlatımına geçti; ben de büyük bir şaşkınlığa uğradım. Çünkü benim istediğim detay bu değildi.
Evet, Boris karakteri Theo'nun hayatını geri dönülemez bir yola sokuyor fakat dostluklarına dair her şeyi inatla yazmak şart mıydı emin değilim. Genen olarak da Theo'nun çocukluğuna değinen kısma bu kadar uzun bir sayfa aralığı verilmesini manasız buldum. Boris ile arasında geçen gündelik olaylar, babasıyla yaşadıkları ve benzeri durumların çoğundan bazıları büyük beğenimi kazanabildi. Ve elbette bir de Theo'nun hayatıyla umarsızca oynayan bir tablo mevcut. Bu tablo gerçekten Theo'nun annesinin ölümünden sonraki hayatını yöneten tek piyon oluyor. Çoğu belaya, dönülmez yollara bu tablo yüzünden sapıyor. Bu yüzden tablo da ismi de kitap için böylesine önemli. Hislerimi daha açıklayıcı belirtmeyi amaçlarsam söyleyebileceğim en öz cümle; bir türlü kitabın içinde istediğim tutkuya şahit olamadım. Daha parçalayıcı, daha keskin olmasını diledim ama bir türlü yüzüme gülmedi. Theo'nun daha baskın bir karakter olmasını, deli gibi bir tutkusu varsa bunu o kişiye itiraf etmesini ve buna benzer kendini açıklamak konusunda hep ağır basmasını bekledim. Ama ne zaman ki kitap Boris'le tanıştığı zamanlarda bulaştığı içki ve uyuşturucu pisliğine bulandı, benim de beklentilerim balon olup uçtu. Çünkü bu girdap her seferinde beni de çaresizliğiyle yakıyor. Kitabın sonlarına doğru artık elimde sıkı sıkı tutacak kadar beni heyecana boğması son umudumdu.
Ama her yeni eklenen ve devam eden bölüm "kitabın bu kadar kalın olmasına anlam veremiyor olmama" yeni bir neden ekledi. Theo'nun Boris'e neden uyuşturucuyu bırakmadığını sorması karşısında verdiği cevapsa basitliğiyle insanı altında kalacağı türden ağırdı. Bir tablodan bahsediyorsak bu ana karakterin hayatını değiştirebilir. İlla da geçmişte değil, günümüzde geçen bir kurguya da sahip olabilir. Fakat bana sorarsanız bir tablo yüzünden bir sürü olay geçiyorsa bunlar daha açıklayıcı nedenlerle ortaya çıkmalı ya da girip çıkan karakterlerle aklımız bulanmamalı. Bir aşk geçiyorsa bu aşk hisleriyle beni yakmalı ve edindiği dostluğun samimiyetiyle beni vurmalı. Olay örgüsü öyle bir yere bağlanmalı ki ister kötü olup beni küfrettirecek raddeye gelsin; yine de içimde doldurup taşırdığı hislerle bir yandan çok hoşuma gittiğini itiraf ettirecek kadar güzel olmalı. Anlayacağınız Saka Kuşu layık olduğunu düşündüğüm beğeni hissini benden alamadı. Sizden alır mı bilemem ama bundan sonra yazara ait çevrilecek kitaplara ön yargıyla yaklaşacağımı inkar edemem.

1 yorum:

  1. Düşüncelerime tercüman olmuşsunuz.. 200.sayfadayım ama bırakıp direk filmini izlemeyi düşünüyorum..yarı sanat tarihi yarı polisiye gibi bir şey beklemiştim..şimdi okumak zaman kaybı geliyor

    YanıtlaSil