20 Mayıs 2019

,

Film Köşemden Öneriler #5

Game of Thrones'un berbat ötesi final bölümünü henüz sindiremeyen Betül'den selamlar! Son zamanlarda izlediğim filmlerden ufak bir öneri listesi oluşturmak istiyordum ve daha önce de dört adet yazı yazdığım film öneri köşeme bir yenisini eklemeye karar verdim. Önceki listelerimi inceledim de daha çok herkesin bildiği ve beğendiği filmleri önermişim. Bu sefer çoğunuzun adını bile duymadığı, daha uçta kıyıda kalmış muhtemeşem filmleri önermeye çalışacağım. Ayrıca bu filmler belki de benim birkaç sene önce hiçbir şey anlamayıp kenara çekilebileceğim filmlerdi, fakat artık ufkumun da gelişmesiyle birlikte hem kitap hem film olarak bu dallarda bakış açımın biraz daha geniş bir yelpazeye ve beğeni seviyesine sahip olduğunu söyleyebilirim. O halde lafı uzatmadan son zamanlarda izlediğim ve ufkumu açan hatta sınırlarımı oldukça zorlayan birkaç filmi size de önermek istiyorum.

1. Girl (2018)
Belçika - Hollanda ortak yapımı olan bu ödüllü filmimiz erkek bedeniyle doğup bir kadına dönüşme isteğiyle hayatını değiştirecek büyük kararları alan ve en büyük hayali olan dansçılığı gerçekleştirmeye çalışan azimli bir genç kızın hikayesi. Dürüst olmam gerekirse ben filmi önyargılarımı yıkmak için izledim ve gerçekten ağzımın payını aldım. Film tek kelimeyle empatinizi ayağa kaldırıyor. Başrol oyuncusu olan Victor Polster'in oyunculuğu muazzam ötesiydi. İçinde hissettiği her duyguyu, ağzından dökülen her kelimeyi seyirciyi tam anlamıyla muhteşem geçiriyor. Filme baştan sona bayıldım fakat son kısımlarda hiç beklemediğim bir hareket karşısında gözyaşlarına boğuldum. Bana oldukça dokunan bir film oldu. Bence bir başyapıt olarak bile nitelendirilebilir, gerçekten ayakta alkışlamak istedim.
2. Us And Them (2018)
Bir cuma akşamı Netflix'de gezerkene bu filmi gözüme kestirerek izlemeye karar verdim. Oyunculardan da başroldeki kızımızı Alıç Ağacının Altında filminden tanıdığım için gözüm kapalı izlemeye başladım. Öncelikle çok uzun bir film, iki saati aşan bir süresi vardı fakat ben filmde gerçekten zerre sıkılmadım. Filmde karakterleri iki ayrı zaman diliminde görüyoruz. Bir yandan geçmişteki halleri ki o zamanları renkli izlerken, şimdiki hallerini siyah beyaz bir görüntüyle izliyoruz. Çok iyi arkadaş olarak başladıkları ilişkilerine zamanla birbirlerine aşık olarak, her daim aynı yolda yürümeye çalışarak devam etmeye çalışan iki gencin hem ailevi olaylarını, hem birbirlerine hislerini hem de pişmanlıklarını en derinden izliyoruz ve hissediyoruz. Bana sorarsanız Çin sinemasındaki en iyi romantik-dram türünde izlediğim filmdi. Filmin sonunda ben yine gözlerimden yaşları tutamadım çünkü uzun bir süre kesintisiz izledim ve açıkçası romantik olmasına rağmen çok dikkatli izledim ve anlamadan filme çok bağlandım. Bitişine doğru film yavaş yavaş sona erirken ben de yavaş yavaş ağlamaya devam ettim. Gerçekten çok güzel bir romantik-dram filmiydi. Kesinlikle önerilerim arasında..

3. Dogthooth (2009)
Evet, sırada bir tık daha sınırları zorlayacak bir film var. Köpek Dişi filmini ben senelerdir izlemek istiyordum ama asla cesaret edemiyordum. Bir şekilde filmden sürekli olumsuz bir tepkime alıp kendimi uzak tuttum. İyi ki öyle yapmışım yoksa filmi ilk indirdiğimde izleseydim filme yazık etmiş olacağımı düşünüyorum. Yunan sinemasından ilk filmim olabilir ve bu filmi Yunan sınırına çok yakın bir yerde bulunurken izlemem de ayrı bir tezattı.. Filmi genel olarak rahatsız edici irrite hisleriyle izliyorsunuz ama bir yandan da oluşturulan düzen sayesinde ağzınız açık kalıyor. Sonunda insanın doğası yine ortaya çıkıyor ve ben böylece filme gerçekten hayran kalıyorum. Çok derin incelemelerini okuduğumda filmi çok daha beğendim. Sizlere sınırlarınızı zorlatacak ve yaşadığımız dünyadaki kuralları sorgulatacak bu film için çok keyifli olmasa da iyi seyirler dilerim..
4. I Killed My Mother (2009)
Bu listede sizi iki tane Xavier Dolan filmi bekliyor çünkü diğer filmini de başka bir liste yazana kadar bekletemem. İlk defa Mommy filmiyle tanıştığım sonrasında Tom Çiftlikte filmiyle gitgide hayran kaldığım muhteşem çocuk Dolan'dan kendisine ait ilk yapımlardan birini izleyebildim. Yine senaryoyu kendi yazıyor ve yönetiyor. Bize de oradan oraya savrulan hislerle izlemek kalıyor. Mommy'den tanıdığımız başrol oyuncusunu da koluna takmış seyrine doyum olmaz bir dram filmi çekmiş. Ergenlik dönemizi çoktan atlatmış olabilirsiniz ama sonuçta hepimiz bir ebeveyn adayıyız. Bu filmi bence ebeveyn olmak isteyen herkesin izlemesi gerekir ve tabii sinema severlerin hemen üzerine atlaması..
5. Tokyo Godfathers (2003)
Son yıllarda daha çok üzerinde durduğum anime manga sevdamdan sizlere nacizane bir öneride bulunmak istedim. Benim dolanıp durduğum imdb öneri listelerinde hep önüme çıkan ama hep ertelediğim bir yapımdı. Nihayet izlediğimdeyse sahneleri tekrar tekrar izlediğim için filmi bir seferde iki kere izlemiş kadar oldum. Sıcacık bir hikayeye, harika bir mizah anlayışına ve muhtemeşem karakterlere sahip bu animasyonu bence şimdiye kadar izlemeyen herkes farkında olmadan pişman.. Daha fazla uzatmadan kesinlikle önerimdir. Sanırım yakın zamanda tekrar izleyeceğim. Bazı sahnelerini hatırladım da şu anda çok canım çekti izlemek :)
6. Juste La Fin Du Monde (2016)
Bu filmi ben ilk çıktığı zaman hakkında hangi yoruma rastladım, hiçbir fikrim yok ama bir şekilde indirdim, hatta indirme tamamlanınca şöyle bir göz gezdirdim fakat filmi açıp baştan sona izlemedim. Hatta sonradan filmi hangi akla hizmetse sildim. Son zamanlarda birkaç kez karşıma çıkmaya başladı, önce o indirip sildiğim film olduğunu hatırlamadım. Hatta ben filmi izlemeye karar verdiğimde Xavier Dolan'ın filmi olduğuna bile dikkat etmemiştim. Her neyse bir gece yarısı filmi izlemeye başladım, ufak da bir beklentim var. Herkes son sahnenin çok dram yüklü olduğundan bahsetmiş yorumlarda. Böylece ben de güzel bir merak duygusuyla izlemeye devam ettim. Daha yarıya gelmeden filme tutuldum tabii ki. Ailedeki çarpık, soğuk ilişkinin sadece sözlerden değil, bakışlarla bile içinize aktığını söyleyebilirim. Filmde Lea Seydoux'un karakterini kendimle çok fazla özdeştirdim. Her şeye hızlı parlaması, sonra çabuk affetmesi tıpkı beni yansıtıyordu. Böyle olunca bu kıza ne zaman bir şeyler dokunsa zoruna gitse bana da bir şeyler olmaya başladı. Film baştan sona benim için bir başyapıttı. Bu abartıyı dile getiriyorum çünkü filmi bitirdikten sonra duygulandığım duygulanmadığım sahneleri tekrar tekrar izledim ve bir aile dramının bundan daha iyi aktarılamayacağını düşünmeye başladım. Filmin sonlarına yaklaşmadan bendeki beğeni arşa çıkmıştı zaten, final sahnesine geldiğimizde kendimi tutamadım. Bıraksalar hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım. Yalnızca bir veda sahnesiydi, ama karakterlerin gözlerinden okunan o hüzün, kesik kesik konuşmalar beni mahvetti. Film bitti ve ben uzun bir süre ost parçalarını dinleyerek ağlamaya devam ettim. Film tam anlamıyla kalbime çok ince ama iğne gibi batan bir dokunuş yaptı. Filmi izlerken Xavier Dolan'dan bir şeyler izlediğinizi en iyi şarkıların kullanımından anlıyorsunuz. Hele son sahnedeki zeminin üzerindeki kuşun göğüs çırpınışları meğer orijinal şarkıda olan bir sesmiş. Sen orijinal ost parçasını değiştirme, öyle anlam dolu bir kuş sahnesi koy. Bu zekayı alnından öpmek istiyorum. Dolan'ın sıradaki filmi The Death and Life of John F. Donovan filmini ne kadar merak ettiğimi keşke bir bilseniz.. Son olarak izlemeyen çok şey kaçırır. Seneler sonra hafızamdan film yavaş yavaş silineceği için tekrar aynı hislerle izleyecek olmaktan büyük kıvanç duyacağım..

7. Bir Zamanlar Anadolu'da (2011)
Evet, sizler için belki de çok bilindik ama benim için sinemaya bakış açımı değiştirmemde en büyük payı olan yönetmenlerden biri Nuri Bilge Ceylan. Sinemasına ilk olarak geçen yaz izlediğim Ahlat Ağacı filmiyle atıldım, sonrasında Kış Uykusu'nu izleyerek hayran kaldım ve en son da Bir Zamanlar Anadolu'da filmiyle beğenimin büyüklüğü günden güne artıyor adeta.. Kitap zevkimi değiştiren, geliştiren bazı kitaplar varsa film zevkimi de geliştiren bir film olarak Ahlat Ağacı'nı ve yönetmenin diğer filmlerini söyleyebilirim. Eğer hala izlemediyseniz ve en ufak bir önyargınız bile varsa gerçekten bu ülkeyi en güzel şekilde temsil eden ve insanını bu kadar çeşitli ve çıplaklığıyla gösteren filmlerinin hepsini ağzım açık bayılarak izledim. Adeta bir el sanki ruhumu okşuyordu izlerken. Rica ederim izleyiniz..



8. Ce Que Le Jour Doit A La Nuit (2012)
Filmi izleyeli biraz oluyor o yüzden hakkında çok net bir şeyler yazamayacak olsam da yine bir şekilde adını sanını bulduğum ve merak edip izlediğim bir film olmuştu. Torrent izlemenin gafletine düşerek sanırım Farsça dublaj izlemiştim fakat bu dublaj o kadar iyiydi ki uzun süre sanki aslında Fransızca konuşmuyorlarmış gibi filmi izlemeye devam etmiştim. Gerçekten farklı bir öyküsü, çok güzel bir işlenişi ve harika bir final sahnesine sahip aklımda yerini edinen romantik-dram türünde bir Fransız filmi oldu. Özellikle bana kazandırdığı Idir - A Vava Inouva parçası sağolsun o bile yeter. Farklı bir film arayanlar için güzel bir tavsiye olduğunu düşünerek bu listenin kıyı köşesine sıkıştırmak istedim.

9. Manbiki Kazoku (2013)
Arakçılar ismiyle Türkiye'de vizyona giren ve Cannes ödüllü bu Japon filmini afişiyle hemen gözüme kestirmiştim. Hatta şöyle olmuştu ki; tam da Roma filmini izledikten sonra sinemalar.com sitesinde vizyondaki filmler arasında görmüştüm. Roma filminin afişi kumsalda geçiyor, Arakçılar'ın da afişini kumsal temalı görünce hemen izlemek istemiştim. uzun süre film nete düşmedi tabii ki ama ben hep aklımın bir köşesinde bekletiyordum ve nihayet izleyebildim. Aslında çok sıradan yaşıyormuş gibi görünen Japon bir ailenin etrafında şekillenen filmde sokakta buldukları sahipsiz küçük bir kızı genellikle çalarak geçindirdikleri ailelerine katmalarına tanıklık ediyoruz. Bu süreçte ailenin küçük kızı benimsemesi, küçük kızın üvey abisinden bakkallardan bir şeyler çalmaya dair taktikleri öğrenmesi ve büyükanneden diğer aile fertlerine kadar yaşamlarını izlerken bir zaman sonra ailenin asıl iç yüzü ortaya çıkıyor. Aslında çok da masum olmayan aile üyelerinin geçmişleri ve şu anda kurdukları ailenin alt yapısı ortaya çıkınca ipler kopuyor. Aile kavramını, iyi bir ebeveyn olmayı sorgulatan ve bunu gerçekten çizgisi farklı karakterler üzerinden anlatan bir filmdi. Filmde Japon dünyasının kadınların açısından iş sektörüne de ne yazık ki şahit oluyoruz. Japon kültürüne sevdalı biri olarak elbette bayılarak izledim. Sizlere de de kesin önerimdir.


10. Kosmos (2009)
Nuri Bilge Ceylan'ın filmlerinden sonra elbette Türk yönetmenlere daha çok yer vermem gerektiğini düşünerek kendime ufak çaplı bir liste oluşturdum. Tabii ki bu listede daha önce adını ve filmlerini duyduğum fakat izlemeyi hiç düşünmediğim Reha Erdem de vardı. Kosmos filmini ben büyük beklentilerle izlemeye başladım ve yorumlarına baktığımda herkesin kesin fikirler yürütemediğini gördüm. Herkes tarafından onaylanacak belli başlı sahnelere yer verilmediğini anladım. Ama kendime ve sinema izleyiciliğime güvenerek filmi izlemeye devam ettim fakat benim de diğer herkes gibi "ya şu kesin bu anlama geliyordur" şeklinde yargılarım olmadı. Hatta öyle bir film ki Kosmos sahneleri bittiğinde ve sıradan bizim gibi insanların konuşmalarına rastladığımda içim rahatlıyordu. Çünkü Kosmos kendi aleminde, her sözünün arkasında derin bir mana barındırdığı bariz, karşılaştığım en kendine has karakterlerden biriydi. Baktığım yorumlarda herkes filmdeki hayvan sahnelerin neden konduğunu merak etmiş. Ben şu şekilde yorumladım; Kosmos'un da dediği gibi insanların da hayvanlardan farkı yok aslında.. Ee tabi bu filmin kadrosu da insanlardan oluşuyor, böyle olunca bence yönetmen en az insanlar kadar hayvanları da göstermek istemiş. Bu yüzden o güzel gözleriyle bize bakan ineklerin olduğu sahneleri bolca görebildik diye düşünüyorum. Filmi genel olarak çok mu beğendim diye sorarsanız kesin bir şey diyemem ama bir yerlerde bana bir şeyler kattığını düşünüyorum. Nuri Bilge Ceylan'ın sessiz ama bir şekilde anlatmak istediğini belli eden sinemasının yanında Reha Erdem'in sineması tahmin ettiğimden çok daha uç noktalardaydı. Farklı bir bakış açısı için size de filmi öneririm.

11. Border (2019)
Son sıraya bu listede izlenmesi en zor filmi sakladım. Belki listeye sonuna kadar göz gezdirmeyenler hiç göremeyecek bile.. Norveç yapımı bu filmi sanırım Girl filmini izledikten sonra ödüllü filmlere göz gezdirirken buldum. Filmleri izlemeden önce fragmanlarını izlemediğim için ve konusunu da baştan savma okuyunca pek fikrim olmadan filmi açtım. Ama böyle gecenin bir yarısı, tabii ben normal bir film sanıyorum. Meğerse filmde troller başrolde, ben bunları görünce bir tırs, çünkü pat diye karşıma çıktı. Tabii o gecenin sessizliğiyle biraz fazla etkilenerek filmi "bu ne be" deyip sinirle silip geri yattım. Hatta geri dönüşümden de sildim. Sonra sabah güneşiyle filmi biraz araştırdım, fragmanını falan izledim. Hakkında çok da iyi yorumlar var ve normalde asla izlemeyeceğim bir film. Akşam vakti gelmeden filmi tekrar indirdim ve oturup izledim. Hakkında okuduğum yorumlar kadarıyla epey rahatsız edici sahnesi olduğunu biliyordum ve kendimi biraz zorlamak istedim. Ama bir ara elimle laptopun ekranını kapadığım oldu. Filmi şu açılardan beğendim ki ana trol karakterin iç dünyasını anladığınız zaman insan kendi doğasını sorgulamaya başlıyor. Benim sorgum şöyle oldu ki; eğer masum bir insan kadar normal bir yaratıksa neden sırf normal insan statüsünden bir tık daha çirkin diye insanları sınıflandırıyoruz ki? Zaten filmde de görebilirsiniz ki başroldeki trol karakterin gayet sizin bizim gibi bir hayatı var ve insanların da bazıları ona öyle davranıyor. Diğer yandan filmde etkilendiğim sahneler de oldu. Aslında kendinden başka her şeyi küçümseyen insanoğlunun da nasıl şeytan kadar kötü olabileceğini yine gözler önüne seriyor. Oldukça tüyler ürpertici, irrite edici sahne sizi bekliyor. Ama Cannes da tam bu nokta üzerinden ödül vermiş ya filme; "Belirli Bir Bakış" ödülü. Biraz araştırınca gördüm ki daha önce film önerilerimde de bahsettiğim White God filmi de bu adaylıkta ödül almış. Border'i pek izlemesi keyifli sayılmaz ama siz yine de bir şans vermeye çalışın. İyi seyirler dilerim..


Continue reading Film Köşemden Öneriler #5

15 Mayıs 2019

Ufak Bir İç Döküş...

Evet, bir zamanlar bu blogda içinden geçen her şeyi, hayatından parçaları yayımlayan, okuduğu kitapları, filmleri, dinlediği müzikleri her şeyi aktif bir şekilde yorumlayan bir Betülcük vardı. Sonrasında bir şekilde kitapları yorumladığım instagram hesabım internette en çok vakit ayırdığım mecra oldu. Aslında kitap hesabına vakit ayırmayı kısmaya çalıştım ve böylece sosyal medyadan biraz elimi ayağımı çekerek bloguma ayırdığım vakti de geri çekmeye çalıştım. Buna pişman mıyım?Evet, gerçekten biraz pişmanım çünkü ben bloggerda aktif olmayı bırakırken zaten çok az kişi vardı burada. Artık eski bloggerlardan kim kaldı ki gerçekten? Bu bakış açısından bakınca instagram tam anlamıyla bir canavar gibi.. Aslında böyle bir yazı yazmak hiç aklımda yoktu hatta beş dakika içinde karar verip laptopun başına oturdum cidden. Peki neyi içimden dökmek istiyorum, neyle bu kadar doluyum? Bu sene geçen yazki Betülle şu an bu masanın başında oturan kişi kesinlikle aynı kişi değil. Bir sene içerisinde kafa yapım nasıl bu kadar değişti, kendimi bazı yönlerden nasıl bu kadar geliştirdim, nasıl bu kadar geniş bir bakış açısı yelpazesine sahip oldum kendime sorduğumda tüm cevapları bulabiliyorum. Meğerse 21 yaşımın sonları kendimi bulacağım bir yaşmış benim için.

Aslında her şey benim üniversite hedefimle başladı. Ama bu hedefi oluşturan şeyler kendimi geliştirmeyi istememden ziyade etrafımdaki insanların saçma sapan tavırları yüzünden oldu. Bu ülkede ön yargılar o kadar ağır ki bunu değiştirmeyi başarmaya ufak bir adımla denemeye çalışsanız da hep tökezliyorsunuz. Yeni bir ortama girildiğinde yanınızdaki kişi kendini şu üniversite okuyorum diye tanıtıp size gelindiğinde kendinizi en bariz tanıtabileceğiniz şey "özel dikim terziliği yapıyorum" olduğunda karşınızdaki insanın bakışı da küçümser oluyor. Ama aslında bazen yanımda oturan kızın benden o kadar farkı oluyor ki.. buna zamanla gözlemleyebiliyorum. Ben kendimi tanıtırken şöyle bir kitap hesabım var, aslında bir yabancı dilim daha var, ya da şöyle hobilerim var diye anlatamıyorum. Ki elimde olsa bile anlatmam. Bazı arkadaşlarım benim hala İngilizcemin gerçekten iyi olduğunu bilmiyor ki bu ülkede gerçekten ikinci dil küçümsenmemeli çünkü yerinde seken bir ülke sayılırız, bazı sanat kurslarında kitap hesabımı öğrenenler şaşırıyorlar. Ben de anladım ki bu ülkede üniversite okumadan kendimi hissettiğim konuma asla getiremeyeceğim. Çünkü gerçekten okumayan insanın değerinin olmadığı bir ülkedeyiz. İnsanlar okumadan meslek sahibi olduklarında da taşlanıyor, okumayı seçmek yerine başka ilgi alanlarına yöneldiğinde de küçümseniyor. Ben de bu duruma baş eğmek zorunda kaldım. Eğer kendimi o gelişmişlik seviyesinde hissediyorsam ama etrafıma bunu kanıtlayamıyorsam okumak zorundayım dedim. Bu yüzden ben de geç değil diyerek bu hedefi kendime koydum. Ha sorarsanız milletin görüşleri mi seni bu kadar etkiledi diye evet bir yandan öyle çünkü şuan düşünüyorum da bu kadar donanımlıyım ama dünyaya benden daha az meraklı insanların ceplerinde diploma var. İtiraf etmek gerekirse bu durum canımı yakıyor, kendime daha ağır yüklenmemi sağlıyor. Diğer yandan benim hep bir üniversite hayalim vardı. Sonunda bunu başarabilmek için adım atmış oldum.

Çok fazla detaya girmek istemiyorum ama bu hedefi koymak öyle çok kolay olmadı. Hem de hiç kolay olmadı. Ailem zaten bir mesleğim olduğu konusunda beni ikna etmeye çalıştı. Evet, dikiş dikmek gerçekten bilekte altın bilezik. Ama ben senelerimi evde kitap okuyup, kurstan kursa koşup, bir yandan müşteri beklemekle geçirmek istemiyorum. Her neyse hedefimden ben pes etmedim. Gittiğim gelinlik tasarım kursunu bırakmak zorunda kaldım, dershaneye yazıldım. Ne okumak istediğime karar verip dikim ve tasarıma olan merak ve yeteneğimden ötürü güzel sanatlar fakültesine karar verdim. Bu sefer önüme başka bir taş takıldı. Tekstil okumak istiyorsam yetenek sınavına hazırlanmak zorunda olduğumu kabullendim. Böylece yetenek sınavına hazırlık kursuna başladım, dershaneyi bıraktım ve üniversite sınavına kendim çalışmaya başladım. Benim meslek olarak amacım başından beri kendi giyim markamı oluşturup bir atölye açabilmek. Belki inşallah okula başlarsam okulun ortasında bile bu işi bir yandan götürebilirim. İşler şuan nasıl gidiyor diye sorarsanız, istediğiniz kadar hocanın çizdiği resimleri izleyin. Kendiniz oturup eliniz kopana kadar çizmedikçe o figürler beyninize yerleşmiyor. Eğer tabii gerçekten bu işte ciddi yeteneğiniz yoksa. Çünkü benim için resim aslında tekstil bölümü için bir basamak..

Bugünlerde pek sağlıklı bir ruh halinde olduğum söylenemez. Ama bir şekilde çalışmaya devam ediyorum. Yaz geldiğinde bu sınavlar için başka şeylerden feragat etmem de gerekecek. Ailem tatil yaparken ben muhtemelen sabah dokuz akşam dokuz atölyede olacağım. Bu sene bu üniversite sınavı karmaşısında bile araya ehliyet almayı koyabildim. Ayrıca dört senelik bir özel tezhip kursunun ilk senesini başarıyla tamamlamak üzereyim. Peki yazımın başında bahsettiğim kendimi geliştirdiğim şeyler neler? Geçen sene yaz tatilindeki bakış açımla şu ankinin bir olmadığını biliyorum. Bu aslında bir anlamda yaşadığım hayatın farkına varmak gibi bir şey. Gözlerimin biraz kapalı olduğunu düşünüyorum, ya da büyüdüğüm tarz sayesinde karşı tarafa sadece belirli bir saygı çerçevesi içinde baktığımı düşünüyorum. Lise eğitimini örgün görmenin aslında kendini bilen genç bireyler için aslında asla hafife alınmaması gereken bir şey olduğunu biliyorum. Hiçbir siyasi idolojinin körü körüne savunulmaması gerektiğini biliyorum. Bu hayattan ne istediğimi biliyorum. Yeni bir şeyler öğrenmekten asla pes etmeyeceğimi biliyorum. Tezhip sanatında eser vermek ve ileride en azından bir kere de olsa sergi açmak istediğimi ve bunu gerçekten istersem başarabileceğimi biliyorum, üniversitede öğrenmek istediğim şeyi biliyorum, belki kaleme alıp yayınlacağım bir kitap, daha önümde gezilecek çok yer, okuyacak çok kitap, giydireceğim çok insan, saygı duyacağım ve empati duygumun kabaracağı bir çok insanla tanışacağımı biliyorum, dikiş dikmeyi basit gören insanları bu dar görüşleri yüzünden hep karşı çıkacağımı biliyorum, mutfakta bir şeyler yapmaktan hep zevk duyacağımı, çilekleri üzerine dizdiğim bir tarta sanat eseri muamelesi yapacağımı biliyorum, aslında pek de harika bir ülkede yaşamadığımızı ve günden güne daha kötü duruma geldiğimizi biliyorum, izlediğim filmlerle ilgili de bakış açımın değiştiğini biliyorum, insanları artık daha iyi gözlemlediğimi biliyorum, bilinçsiz bir sosyal medya kullanıcı olmadığımı düşünüyorum, daha bir çok dil öğrenmek istediğimi ve bunlar için de kendimle cebelleşeceğimi biliyorum. Kendimle en çok gurur duyduğum şeyin özgüvenli duruşum olduğunu biliyorum. Bu kadar çok şeyin farkına varmanın insana bazı yerlerden yaralayacağını biliyorum. Kafa yapıma göre birini bulmamın zor olabileceğini biliyorum. Kendimi bu kadar geliştirirken dini yönden gerilediğimi bu yüzden kesinlikle baştan sona tefsir dersi almak istediğimi biliyorum. Ama herkes gibi bilmediğim hakkında atıp tutmaktansa İncil'i bile orijinal dilinde okumayı istediğimi biliyorum. Zaten etrafım kendi görüşümü savunan insanlarla doluyken, bir de diğer tarafın benim görüşüme nasıl baktığını bilmenin insana çok şey kattığını biliyorum. Ne kadar bilmiş bir kız oldum ya..

Sonuç olarak kendimi bulduğum bu zaman dilimini kelimelere dökmek istedim. Açıkçası artık sadece boş muhabbet ettiğim arkadaşlarımdan biraz uzaklaşmaya çalışıyorum. Etrafımdaki hep olmasını istediğim arkadaşlarıma önerilerde bulunuyorum. Bol bol kitap okumalarını hatta daha geniş yelpazeli bakış açıları için distopik klasikleri okumalarını, insanın yaşadığımız dünyaya dair en çok bilgi edinip kendimizi geliştirecebileceğimiz coğrafyaya ilgi göstermelerini, dünya olaylarını takip etmelerini, sadece kendi savundukları görüşün insanlarını değil, diğer tarafı da takip etmelerini, farklı görüşlere empatiyle karşılaşmalarını, gereksiz insana hiçbir şey katmayan saçma sapan insanların ünlü olmasına meşale tutmamalarını öneriyorum. Ama istediğiniz kadar kitap okuyun, istediğiniz kadar film izleyin, istediğiniz kadar okul bitirin. Bize insan olmayı, düzgün bir birey olmayı, etrafındaki dünyanın farkına varmanda öncü olan, karakterinin oluşmasında, empati duygunun gelişmesinde en büyük nimetin kesinlikle AİLE olduğunu biliyorum. Her ne kadar benim ailem üniversite konusunda çekingelere sahip olsa da fark ediyorum ki bizi öyle farkındalıklı yetiştirmişler ki etrafımdaki diğer ailelerle karşılaştırdığımda (bizdeki diğer örneklerin kötü olması da bir sebep ki) kendiminkine şükrediyorum. Hani çok küçük gördüğümüz hayvan sevgisi, büyüklere saygı, anne babaya saygı ve sevgi, inancın doğrultusunda hangi sınırı geçmemen gerektiği, bu inancı manipüle etmemen gerektiği, yaşadığın yere saygı ve sevgi gösterme kavramları var ya aslında insanı insan yapan en nice şeyler bunlar. İşte bunları bilerek yetiştiğinde karakterin oluşuyor ve kendini nelerden törpülemen gerektiğini, o çok ince kalite çizgisinde nerede yürüyeceğini biliyorsun. Umarım bu yazım size en azından ufacık bir şey katmıştır da değerli vaktiniz boşa gitmemiştir. En yakın zamanda da eski zevkime göre ters düşen bir kaç film önerisi yapacağım. Görüşmek üzere..

Continue reading Ufak Bir İç Döküş...