25 Ağustos 2016

, ,

The Raven King - Maggie Stiefvater | Kitap Yorumu

Kitap Adı: The Raven King (The Raven Cycle #4)
Yazar: Maggie Stiefvater
Dili: İngilizce
Sayfa Sayısı: 439
Goodreads Puanı: 4.35/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Nothing living is safe. Nothing dead is to be trusted.
For years, Gansey has been on a quest to find a lost king. One by one, he’s drawn others into this quest: Ronan, who steals from dreams; Adam, whose life is no longer his own; Noah, whose life is no longer a lie; and Blue, who loves Gansey… and is certain she is destined to kill him.
Now the endgame has begun. Dreams and nightmares are converging. Love and loss are inseparable. And the quest refuses to be pinned to a path.
Ah, ah! Bir seriye daha veda ediyorumm. The Raven Cycle serisi benim ingilizce okuduğum ilk fantastik seriydi, bu yüzden elbette zorlandım ama yine de akıcı bir şekilde okumayı amaçladım. Serinin dört kitabından ilk üçüne de tam puan vermedim çünkü bir türlü üçü de gözümde tam puanı hak etmedi. İlk üç kitapta bana göre hep kopmalar, üzerinden anlatmalar ve tam istediğim hissi alamama duygusu vardı. Bu yüzden final kitabını mükemmel bulacağımı biliyordum. Final kitabını üç kitaptır beynimi yakan olay örgüsünün sonunda mantıklı bir sonuca varacağı, ana karakterlerden herhangi biri veda edecek mi etmeyecek mi diye soralar aklımda fırıl fırıl dönerken büyük heyecanla okuduğum bir kitap oldu. İlk yarıya kadar tam istediğim gibi değildi. Son kitapta ilk bölümden itibaren olayları açıklamaya başlamasını bekliyordum. Ondan ziyade son yüz elli sayfa merak ettiğim konular hakkında bana bilgi verdi. Son yüz sayfayı resmen nefesimi tutarak okudum. Gelişen olaylar ağzımı açık bırakıp bir süre kapamamı engelledi. Zaten son üç dört bölümde öyle bir ağladım ki.. Ciddi anlamda ana kurguya inanmıyordum, yok canım öyle bir şey olamaz diyordum. Ama Stiefvater sayesinde resmen yanaklarımdaki yaşlar yarışa girdi.
“No homework. I got suspended,” Blue replied.
“Get the fuck out,” Ronan said, but with admiration. “Sargent, you asshole.” 
Bu kitapta şimdiye kadar tanıdığımız kalabalık karakter ailesinde herkes az çok yer verilmişti. Bazılarını belki de son kez okuyor olmamız, kurdukları cümleleri benim için daha unutulmaz yaptı. Gansey bölümleri zaten her daim favorim olmuştu. Blue ile aralarında gelişenler falan her ne kadar fakirin karnını doyurmayacak kadar az olsa da gözlerimden kalp çıkarmasını sağladı. Son kitap tahmin ettiğimden daha sade bir dille yazılmıştı. Seride açık ara eleştirebileceğim şey; yazarın çok fazla karakter vs. olay sokup aklınızı bulandırması. Hangisinden kurtulanacak, daha yeni kimler gelecek, neler yapacaklar derken bu kadar çok karakter girip çıkartılmasaydı bence daha net olabilirdi.
“You're asking me to define an abstract concept that no one has managed to explain since time began. You sort of sprang it on me," Gansey said. "Why do we breathe air? Because we love air? Because we don't want to suffocate. Why do we eat? Because we don't want to starve. How do I know I love her? Because I can sleep after I talk to her. Why?”
Son kitaba ayıla bayıla okudum. Gerçekten çok güzeldi. O ağladığım satırların bana nasıl dokunduğunu anlatamam. Karakterleri ne kadar sevdiğimi, bağlandığımı fena şekilde anlamamı sağladı. Ama şunu belirtmeliyim ki bu serideki olay örgüsünün arka planı o kadar karışık ve çok açık bir şekilde belirtilmeye o kadar muhtaç ki, son kitapta her şeyin önümüze koyulmasını bekleyerek hata yapmış oldum. Tam manasıyla istediğim gibi her şey önüme çıkmadı ve itiraf etmeliyim ki bazı konularda hala aklımda soralar mevcut. Ama hata bende mi demeliyim bilemiyorum çünkü Stiefvatar tam anlamıyla seriyi gizemli yazmış. Bu gizemin ucunu hiç bırakmamak için de son kitapta bile ucundan beynimizi yakmak istiyor yine.
“To think you could have been dreaming the cure for cancer," Blue said. "Look, Sargent," Ronan retorted, "I was gonna dream you some eye cream last night since clearly modern medicine's doing jack shit for you, but I nearly had my ass handed to me by a death snake from the fourth circle of dream hell, so you're welcome."
Blue was appropriately touched. "Ah, thanks, man."
"No problem, bro.” 
Her neyse dostlar! Anlayacağınız okuduğum en heyecanlı, en mükemmel fantastik serilerden biriydi. İlk kitaptan beri beni yerimden zıplatıp, sayfalarına sımsıkı sarılmamı sağlayan, karakterlerini büyük bir merakla ve aşkla okumamı sağladı her zaman. Ayrıca bir daha bu kadar garip isimler içeren bir seri okuyabileceğimi hiç sanmıyorum. O zaman kısa hüzünlü bir veda edelim. Raven boys'lara takılıp duran ama aslında içten içe her birini seven medyum ablalarımız Persephone ve Calla'ya. Dışarıdan her ne kadar çok derin gibi görünmese de aslında kızı Blue'yu ne kadar sevdiğini tüm samimiyetiyle bize ispatlayan Maura'ya. Kafamın etini yiyen ve anlayana kadar canımı çıkaran Glendower ve Cabeswater harikalarına. Aslında içinde ne kadar yalnız olduğunu bildiğimiz, kendini yavaş yavaş sevdiren, arkadaşları için ölüme bile yürüyebilecek Adam'a. Manyak kuzgunu Chainsaw ile beni güldüren, rüya hırsızı, serseri ruhlu dazlak Ronan'a. Serinin başından beri nedensizce kendisine dair her şeyi sevdiğim ve her bölümü geldiğinde şevkle okuduğum meşhur Jane'imiz Blue,'ya. Ve son olarak da en çok canımı yakan, hakkında her şey spoiler olan, en derinden sevgimi kazanan Gansey'ime. Söyleyebileceğim son şey; seriyi okuyun!
Continue reading The Raven King - Maggie Stiefvater | Kitap Yorumu

24 Ağustos 2016

Okuma Maratonu: 4. Gün - Bu Yıl İçinde Okuduğunuz En İyi Beş Kitap

Ağustos Ortası Okuma Maratonu / 4. Gün
Bu sene tamı tamına 275 kitap okuyan biri olarak yılın içinde okuduğum en iyi beş kitabı listelesem bile aynı derece gördüğüm başka kitap&seriler vardır elbette. Yine de sürekli övüp durduğum, en çok beğenimi alan kitaplardan beş tanesini listelemeye çalışacağım ve okuma sırama göre dizmeyeceğim, aklıma hangisi gelirse.

1. Cehennem Makineleri Serisi - Cassandra Clare
Sanırım kitap okuma serüvenim devam ettiği sürece övmeye, önermeye, son kitabını açıp ağlamaya doyamayacağım serilerin başında geliyor. Bu seriye olan aşkımı tekrar tekrar anlatıp sizleri sıkmak istemiyorum, sadece çok fena aşığım. Şu ana kadar her kitabına tam puan verdiğim ve gözümde bunu manyak hak ettiğini düşündüğüm tek seri. Sadece okuyun.

2. Küller ve Kor - Sabaa Tahir
Artık bu kitap hakkında ne laf edeyim ne de siz sorun. Bayılıp ayılıp, her yerini işaretlediğim, ağladığım, gülümsediğim, içimin titrediği, aşklı en ufak bir satırda bayılacak gibi olduğum bu kitap kesinlikle bu sene okuduğum en iyi kitaplardan.

3. Centilmen Piç Serisi - Scott Lynch
İlk epik fantastik serim olarak her kitabı birkaç günde bitirip mükemmel bulduğum bir seri. Özellikle son kitabında iki kitaptır kıvrandığım aşk dolu satırları okuduktan sonra da artık kimse önümü alamaz..

4. Kargalar Meclisi - Leigh Bardugo
Gölge ve Kemik serisi neeeerde bu seri neeerde. Kalite, kurgu, mükemmellik, karakterler, anlatım.. her şey mi bu kadar harika olur? Açıp açıp okuyup ikinci kitap çıktığında saatlerce sarılmayı düşündüğüm bir kitap. Tartışmasız bu senenin favorilerinden.

5. Efsane Serisi
Seriyi mart ayında okudum ve ikinci kitabı hariç her birine tam puan verip açık ara favorilerime koymuştum. Day&June konusunda ağır bir fangirl olabilirim. Son kitabında ne kadar ağladığımı hiç sormayın. Kesinlikle bu sene okuduğum en iyi beş seriden biri.
Continue reading Okuma Maratonu: 4. Gün - Bu Yıl İçinde Okuduğunuz En İyi Beş Kitap

Okuma Maratonu: 3. Gün - En Sevmediğiniz Beş Karakter

Ağustos Ortası Okuma Maratonu / 3. Gün
Okuduğum serilerde ve kitaplarda çok seçici olsam da gıcık bir şekilde hep en ufak bir karakteri bile sevecek bir kısım bulurum. Ama elbette gözüme sokulan kötülerin isimlerini çeteliyorum. O halde saymaya başlıyorum.

1. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Stefan Zweig
Bu kitapta bir kadının en derin hislerinin mektuplar boyunca bir erkeğe itiraf edilmesini okuyoruz. Ve bu hüzün dolu harika mektupların yollandığı kişiyi okudukça yerinizde kıvranıyorsunuz. O kadar vurdum duymaz, öyle bir karakter ki beni en çok öfkelendiren, en sevmediğim karakterlerden biridir kendisi kesinlikle.







2. Kızıl Yükseliş Serisi - Pierce Brown (Cassius)
Seriyi okumayanlar için ufak spoiler olabilirrr. Erkek kardeşini öldürmek zorunda kaldığı için Darrow'dan dibine kadar nefret eden Cassius, çok güzel benim de nefretimi de kazandı. Darrow kardeşini öldürmeseydi, Cassius'un kardeşi Darrow'u öldürecekti. Her ne kadar Darrow bu durumu geç itiraf etse de Cassius'un dostluğuna ne kadar değer verdiğini her satırda okuduk. O yüzden Cassius'un ısrarla bu nefreti devam ettirmesi ve Darrow'un kuyusunu açmak için elinden geleni yapması benim için en kötü karakterlerden biri olmasını sağladı.



3. Dikenler ve Güller Sarayı - Sarah J. Maas (Amarantha)
Bu kitapta öyle şirret bir karakter vardı ki öyle böyle değildi. Amarantha psikopatı diyerek susuyorum. O karakter hakkında konuşup, yaptıkları, başına gelenler falan hepsi spoilere giriyor. Sadece bu mükemmel kitabı okuyun ve Amarantha'dan dibine kadar nefret edin.







4. Locke Lamora'nın Yalanları - Scott Lynch (Bağlıbüyücü)
Ah Bağlıbüyücü ah! Hem üzülüyorum sana hem de ifrit oluyorum sana! Ne yapacağız biz senin bu lanet olası güçlü büyülerini? Bağlıbüyücü öyle bir karakter ki, kitabın ana konusunu tamamen bulamaç yapıp seriyi sakız gibi uzatıp yirmi kitap bile yaptırabilir. Locke'ma yaşattıklarından sonra en sevmediğim karakterlerden biri diyebilirim.







5. Ay Günlükleri - Marissa Meyer (Levana)
Her ne kadar novella kitabında Levana'nın neden böyle kötü biri olduğu bize gösterilmiş olsa da kendisini yine de sevememiştim. En sonunda Winter'da yediği haltların ardından kesinlikle en nefret karakterlerden biridir.
Continue reading Okuma Maratonu: 3. Gün - En Sevmediğiniz Beş Karakter

23 Ağustos 2016

, ,

Blue Lily, Lily Blue - Maggie Stiefvater | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Blue Lily, Lily Blue (The Raven Cycle #3)
Yazar: Maggie Stiefvater
Dili: İngilizce
Sayfa Sayısı: 380
Goodreads Puanı: 4.34/5
Benim Puanım: 4,5/5
Arka Sayfa;
There is danger in dreaming. But there is even more danger in waking up. 
Blue Sargent has found things. For the first time in her life, she has friends she can trust, a group to which she can belong. The Raven Boys have taken her in as one of their own. Their problems have become hers, and her problems have become theirs. 
The trick with found things though, is how easily they can be lost. 
Friends can betray. 
Mothers can disappear. 
Visions can mislead. 
Certainties can unravel.
Çok güzeldi, çok! İkinci kitaptan sonra üçüncüden büyük umutlarım vardı ve fena karşılandı. Gansey & Ronan hakkında psikopat derecede fangirl olsam da bu kitap yine onlar bakımından mahrumdu. Fakat bu durum çok gözüme batmadı çünkü gelişen olaylar sayesinde kitap o kadar güzel elimden aktı ki dördüncü kitabın bundan da harika olacağına eminim. Bu kitapta boğulmak istediğim tüm hislere boğuldum (aşk hariç). Bu sefer yazar tüm karakterlerin iç yüzleriyle tanışmamızı daha çok sağlamıştı. Zaten önce Blue'nun annesinin ortadan kaybolup yer altına gitmesiyle başlıyoruz. Blue ve annesi pek iyi geçinen, sıkı fıkı bir ikili değil. Aslında belki de öyleler ama bunu pek belli etmiyorlar. Fakat ne zaman ki Blue'nun annesi kayboluyor, bunun Blue'yu nasıl üzdüğüne defalarca kez tanık oluyoruz. Blue'yu zaten çok seviyordum, bu hislerini okuduktan sonra daha da çok sevdim. Diğer yandan Adam'ın aslında ne kadar yalnız biri olduğunu defalarca kez önümüze koyup bizi üzmesine de izin veriyoruz. Ha bir de Noah var elbette. Bir bölüm sonunda öyle bir isyan etti ki içim acıdı gerçekten. Onun hakkında konuşmak oldukça spoiler olduğu için neyin beni bu kadar üzdüğünü de geçiyorum.
"A coward's heart is no prize, but the man of valour deserves his shining helmet."
“I know when I'm awake and when I'm asleep," Ronan Lynch said.
Adam Parrish, curled over himself in a pair of battered, greasy coveralls, asked, "Do you?"
"Maybe I dreamt you," he said. 
"Thanks for the straight teeth, then," Adam replied.” 
Ayrıca bu kitapta Adam ve Ronan dostluk bakımından ilk defa gerçek anlamda yakınlaşıyorlar. Ve aslında üçlünün birbirine ne kadar bağlı olduğunu bu kitapta yazar çok daha samimi belirtmişti. Yalnız bu Adam ve Ronan bi halt yiyecek diye tahmin ediyorum ama bu spoileri şimdilik içime gömüyorum. En çok sevdiğim kısımlardan biri de aslında Blue ile hiç anlaşamayan Ronan'ın, Blue ortadan kaybolduktan sonra nasıl azimle onu aradığıydı. Bazı yaşadıkları sonucunda ona karşı sıcak davranması çok hoşuma gitti. Blue & Gansey sahnesi çok yoktu ne yazık ki. Artık şu lanet olası lanetin sahte olduğu falan ortaya çıksın da kavuşsunlar, yoksa orta yerimde çatlayacağım. Kitapta beni en çok etkileyen ve neredeyse gözlerimi dolduracak bir bölüm vardı ki... Blue, ilk kitapta öğrendiğinden beri ünlü dörtlü erkek grubumuzdan herhangi birine asla Gansey'in isminin bu sene içinde ölecekler listesinde olduğunu söylemedi. Bu kitapta üstüne gidilip defalarca kez aralarından birinin listede isminin yazıp yazmadığı sorulduğunda, yazar Blue'nun hislerini o kadar derin ve keskin belirtti ki çok beğendim o satırları. Ayrıca başka o kadar güzel satırlar vardı ki. Bu kitapta tüm karakterler gitgide birbirlerine bağlandılar.
“I'm glad you misdialed."
"Well. Easy mistake to make," she said. Might do it again." A very, very long pause. She opened her mouth to fill it, then changed her mind and didn't. She was shivering again, even though she wasn't cold with the pillow on her legs.
"Shouldn't," Gansey said finally. "But I hope you do.” 
Asıl olay örgüsüne geçersek bu seride arka planda tek bir şüpheli durum söz konusu ve üç kitaptır bu konu hakkında bir sürü şey öğreniyoruz ama asla tam olarak ortaya çıkıp bir sonuca varmıyor. İkinci kitapta bu durumdan hafif sıkılmıştım ama düşünüldüğünde üç kitap boyunca olayı ortaya çıkarmadan yazarın bunu çok sıkmadan büyük heyecanla anlatabilmesi de takdire şayan! Serinin her kitabında son elli sayfa çok heyecanlı geçiyor. Ama en heyecanlısı kesinlikle bu kitabın son elli sayfasıydı. Seriye bu kitapla beraber yine karakterler girdi ve ikisi de kötü. Son kitapta neler olacak, nasıl hislere bürünüp okuyacağım ve Gansey&Blue kavuşacak mı çok merak ediyorumm.
Continue reading Blue Lily, Lily Blue - Maggie Stiefvater | Kitap Yorumu

22 Ağustos 2016

Okuma Maratonu : 2. Gün | En Sevdiğiniz Beş Arkadaşlık

Ağustos Ortası Okuma Maratonu / 2. Gün

Benim kitaplarda en çok sevdiğim, okumayı en çok samimi bulduğum kısımlar da değindiği arkadaşlıklardır. O yüzden bu listelediklerimi özenle seçmeye dikkat edeceğim çünkü arkadaşlık kavramına çok güzel işlediğini düşündüğüm bir sürü kitap var.

1. Mucize - R. J. Ralacio
Bu kitabı henüz okumadıysanız lütfen hatrım için üstüne zıplayın. Aggue'nin ilk defa okula gittiğinde nasıl dostluklar edindiğini anlatan bu kitabı o kadar severek okumuştum ki aklıma geldikçe sıcacık gülümserim.








2. Aristotle and Dante Discover The Secret of Universe - Benjamin Alire Saenz
Okuduğum en güzel gençlik kitapların başında geliyor. Çok sade bir anlatımı olduğu halde sizi baya derinden etkileyip, iki karakteri de ayrı sevmenizi sağlar. Her ne kadar dostluktan ilerisini görsek de bana göre kitabın en güzel yanı işlediği dostluk kavramıydı.








3. Mekanik Melek - Cassandra Clare
Bu kitaptaki Will ve Jem'in dostluğu der susarım. Birbirleri için yaptıkları fedakarlıklar, aynı kızı sevmelerine rağmen ona korka korka yaklaşmaları ve diğer her şeyiyle asla unutamayacağım bir arkadaşlıktı bu seride okuduğum..








4. Locke Lamora - Scott Lynch
İlk defa epik fantastik okuyup hayran kaldığım bu seride en, en çok sevdiğim ve bayılarak okuduğum en önemli şey kesinlikle içindeki arkadaşlıklardı. Asıl efsane tabii ki Locke ve Jean'ın derin arkadaşlığıydı. Birbirlerini defalarca kez ölümden kurtarmaları, şakalaşmaları, geçmişleri, çocuklukları her şey kitaptan okurken en sevdiğim kısımdı.






Cennet Ateşi Şehri - Cassandra Clare
Aslında ben bu serinin ilk üç kitabını yerden yere vurmuştum. Ama son üç kitabı, özellikle de son iki kitabı parmak ısırtacak güzellikteydi. Seride en çok sevdiğim şey de kalabalık bir karakter ailesi olması ve herkesin birbirini derinden önemsemesiydi. O yüzden en sevdiğim serilerden biridir.




Continue reading Okuma Maratonu : 2. Gün | En Sevdiğiniz Beş Arkadaşlık

Okuma Maratonu: 1. Gün | En Kötü Sonlu Beş Kitap

Ağustos Ortası Okuma Maratonu / 1. Gün
Uzun zamandır herhangi bir maratona veya mime katılmıyorum. Eski blogger hallerimi özlemeye başlamıştım ki sonunda inat edip laptopun başına uzun süreli oturdum. Bu maratonu çok severek takip ettiğim Gözde'nin Okuyan Muggle blogunda ne yazık ki dün gece rastladım, o yüzden aslında ilk günü kaçırmış durumdaydım ama dayanamayıp bana göre en kötü sonlu beş kitabı özetlemek istedim.


Bugüne kadar blogumda Colleen Hoover'un neredeyse tüm kitaplarını yorumladım. Bu da yazarın en son çıkan ve benim okumak için kıvrandığım harika kitabıydı. Fakat kitabın sonunda o kadar ağladım, bana o kadar dokundu ki, keşke başka bir sonla bitse de beni mutlu edip kitabın sonunu hatırladıkça böyle içimi hüzünle doldurmasaydı..







Bu kitabı beğenerek okumayı çok fazla umuyordum ama yazarın kalemi, melankolik karakterler falan beni kitaptan aşırı soğutmuştu. Bir tek sonundan umudum vardı ama sonu o kadar, o kadar klişe, o kadar melodram yazılmıştı ki beni büyük hayal kırıklığına uğratmıştı. Aslında kitabın tam da son cümlesi baya hoşuma gitmişti çünkü ikinci kitaba dair umut vadediyordu. Ama lütfen, ne olursa olsun o klişe lunapark sahnesini zihnimden silemem.






Leigh Bardugo, Kargalar Meclisi'yle birlikte kalemine manyak aşık olduğum bir yazar. Fakat Gölge ve Kemik serisi açık ara en sevmediğim fantastik serilerden biriydi. Seride en çok sevdiğim ve beni son kitapta fena ağlatan tek karakter Karanlıklar Lordu'ydu. Onun dışında ne işlenişini, ne de baş karakterlerini beğenmiştim. O yüzden bana göre de her ne kadar sonu kötü bitmese de benim zannımca kötü bir sonud.




Herkesin övmelere doyamadığı ve popülerliği sayesinde ülkemizde çok fazla kişinin ilk İngilizce kitaplarından biridir. Fakat benim okurken zorlama betimlemeleri ve ilerleyişi bakımından beğenmediğim bir kitaptı. Kitabın asıl ilgilendirmesi gereken konu karakterlerin düşünceleri olması gerekirken, sürekli başka şeylerden söz etmeleri ve özellikle de sonunu aşırı kötü bulduğum için bu kategoriye koymasam olmazdı.







En, en, ennn nefret ettiğim yeni yetişkin serisidir kendisi kesinlikle. Sonu normal olarak kötü bitmemişti ama bu iki gerizekalının ayrılmasını her şeyden çok isterdim. Fakat bu mümkün  değil, çünkü ikisi de aşk sandıkları şeyin şehvet olduğundan habersiz, saçma bir yazarın elinden çıkma iki karakter. Sonundan, başından, karakterlerinden her şeyinden nefret ediyorum bu serinin.


Continue reading Okuma Maratonu: 1. Gün | En Kötü Sonlu Beş Kitap
,

İkinci Şans - Robyn Schneider | Kitap Yorumu

Kitap Adı: İkinci Şans
Orijinal Adı: Extraordinary Means 
Yazar: Robyn Schneider
Sayfa Sayısı: 336
Yayınevi: Pegasus
Goodreads Puanı: 4.01/
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
EN ÖLÜMCÜL VİRÜS BİLE UMUT VE AŞK KARŞISINDA YENİK DÜŞER. ÇÜNKÜ İKİNCİ ŞANSLAR BUNU GEREKTİRİR.
Derslerinde son derece başarılı olan Lane, on yedi yaşına geldiğinde kendini, tedavi edilemeyen tüberkülozdan mustarip halde, Latham Yurdu sanatoryumundaki gençlerin arasında bulur. Yarı hastane yarı yatılı okul olan Latham, katı kurallar ve kafa karıştırıcı uygulamalarla doludur; öğrencilerin kahvaltıyı kaçırınca ceza almaları, Fransızca dersinden çakmalarından daha kolaydır. 
Lane çocukluğundan tanıdığı utangaç ve yalnız Sadie’yle Latham’da karşılaştığında, belalı bir arkadaş grubuna katılmış olan genç kızın esprili, korkusuz ve son derece ilgi çekici bir karaktere büründüğünü şaşkınlıkla fark eder. 
Zaman geçtikçe Lane de Sadie’nin grubunun bir parçası haline gelir. İki genç sonunda hastalıklarının aslında sadece bir başlangıç olduğunu; hastalığın insanın gerçek kişiliğini belirlemediğini ve aşkın, onun ilacı olduğunu keşfedecektir. 

Uzun zamandır kalbim ağrıyor diyerek yorumlarıma başlamıyordum ve buyurun işte kalbimi çok güzel ağrıtan bu mükemmel kitaba.. Kitabı beğeneceğimi tahmin ediyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Yazarın bundan önceki Herşeyin Başlangıcı kitabını okumuştum fakat pek beğenmemiştim. O kitaptan dolayı buna karşı da beklentiler içinde değildim ama bayıldım. Konu itibariyle zaten farklı bir kitaptı. Günümüzde geçen her ne kadar çok güzel bir dram barındırsa da gençlik türünde olduğu için seçici bir okuyucu olarak tam puan vererek kalbimi kazanmasını beklemiyordum. Fakat karakterlere, işlenişe ve sonuna her şeyine bayıldım. 

Sadece Marina, hikayenin içinde vombatlar ve zeplinlerin de yer aldığı uydurma bir versiyonu da olsa, ikimizin Lizzie ve Bay Darcy olduğumuzu düşünerek yanıldığı için kızgındım. Çünkü geçen seneden bu yana emin olduğum tek bir şey varsa o da Şatham'da aşk hikayelerinin hep aynı biçinde sona erdiğiydi: Mutlaka biri geride kalıyordu.

Hiç sıkılmadan okudum. İşlediği dostluk kavramından, Lane ve Sandie arasında doğan aşkın dibine kadar çok severek okudum. Sonunu böyle düşünmüyordum, en azından düşündükçe gözlerimi dolduracak kadar değil. Aşırı güzel paragraflar içeriyordu, ayrıca acımasız bir şekilde gerçekçi olması da ayrı takdir ettiğim bir artıydı. Sonunda baya ağladım ve alıntılarını okuduğumda gözlerim rahatça dolabilir. Ben çok ama çok beğendim. Olumsuz yorumlar varsa da bir kitabı çok beğendiysem sadece kendi görüşüme bakarım. Bana sorarsanız yazar duygu geçişlerini mükemmel yakalamıştı. Dram romantik türünde My heart and other black holes kitabından sonra son zamanlarda okuduğum en iyi kitaptı. Bana ziyadesiyle duygu yoğunluğu yaşattı. Sıradaki kitaplarını çok merak ediyorum, artık kesinlikle favori yazarlarımdan

Continue reading İkinci Şans - Robyn Schneider | Kitap Yorumu

21 Ağustos 2016

, ,

P. S. I Still Love You - Jenny Han | Kitap Yorumu

Kitap Adı: P.S. I Still Love You (To All the Boys I've Loved Before #2)
Yazar: Jenny Han
Sayfa Sayısı: 337
Goodreads Puanı: 4.16/5
Benim Puanım: 2/5
Arka Sayfa;
Lara Jean didn’t expect to really fall for Peter.
She and Peter were just pretending. Except suddenly they weren’t. Now Lara Jean is more confused than ever.
When another boy from her past returns to her life, Lara Jean’s feelings for him return too. Can a girl be in love with two boys at once?
In this charming and heartfelt sequel to the New York Times bestseller To All the Boys I've Loved Before, we see first love through the eyes of the unforgettable Lara Jean. Love is never easy, but maybe that’s part of what makes it so amazing. 

İlk kitabın Peter'a yazılan mektubun başlangıcıyla biten sonunun ardından ikinci kitabın daha dolu dolu olmasını bekliyordum. Belki hem ailevi hem de Lara Jean'ın ilişkisi bakımından en az ilki kadar hoşuma gidebilirdi. Fakat tüm hislerim geri tepti çünkü bu kitap ilkine göre yavan, kendini sıyıracak şekilde yazılmamış bir halde bariz klişe ve ilk kitabın tam aksi üzerine sizi Lara Jean'dan da meşhur erkek karakterimizden de soğutmak üzere yazılmış. Öncelikle hafiften konuyu spoiler vermeden ele alırsak ilk kitabın sonlarına doğru itirafların ardından ikili arasında gelişenler çok hoşuma gitmişti. Fakat sanki Gen belası ilk kitapta yetmemiş gibi yazarın sürekli bunu araya sokup Lara'yı gaza getirmesi sıktı. Ayrıca bu dedikodu olayı falan lise klişe dizilerinde izleyin diye önümüze atılan basit olaylardandı.

Daha marjinal bir şey yazılmasını beklememek elde değil. Ve de Lara Jean karakteri bu kitapta gözüme çok battı. Verdiği kararlar ve söylememesi gerektiği şeyleri pat diye söylemesi çok saçmaydı. Özellikle de ablasının ona söylediği "sen aşık olmaya aşıksın" lafı aşırı doğruydu çünkü bi insan bu kadar kolay aşk acısını tamamen unutmadan başka birine şefkatle yönelebilir. Bu durum baya rahatsız etti beni. Bunların dışında benim görüşümce keşke yazar ilk kitapla bitirseymiş, böyle sakız gibi uzatıp konuyu saptırıp okuyucuyu üzmek niye? Bir de üçüncü kitabı yazacakmış. Hadi ikinci kitabın sonu böyle bitmeseydi üçüncü kitapta Lara Jean'ın yeni aşkını okuyabileceğimizi tahmin ederdim ama üçüncü kitapta neyin devamını okuyacağız anlamış değilim. Kitapta sevdiğim kısımlarsa ancak yine Kavinsky sayesinde birazcık olabilir ama ona da kızgınım. Her ne kadar sana ihtiyaç duysa da ne zaman çağırsa eski sevgilisinin burnunun dibinde bitmesi falan canımı sıktı. Yine bazı kısımlar hoştu elbette ama ilk kitabın farklı tatlı büyüsü yoktu ne yazık ki. O yüzden üçüncü kitap da çıkarsa konusu ilgimi çekerse okurum. Ayrıca en çok gözüme batan kısımlardan birisi de mektup yazdığı beş kişiden birinin gey olması haricinde üçünün de mektuplar ellerine geçtikten sonra Lara Jean'e karşı duygular beslemesi pek normal değildi. Bi insan ne kadar ballı olabilir ki sonuçta..
Continue reading P. S. I Still Love You - Jenny Han | Kitap Yorumu

20 Ağustos 2016

,

Sarai - J. A. Redmerski | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Sarai
Orijinal Adı: Killing Sarai (İn the Company of Killers #1)
Yazar: J. A. Redmerski
Sayfa Sayısı: 420
Yayınevi: Ephesus
Goodreads Puanı: 4.19/5
Benim Puanım: 3,5/5
Arka Sayfa;
Soğukkanlı bir katil olan Victor da tıpkı Sarai gibi çocukluğundan beri hep ölüme ve şiddete tanık olmuştur. Victor öldüreceği yeni hedefiyle ilgili bilgi almak için Sarai’ın bulunduğu yere geldiğinde genç kız ,buradan kaçabilmek için elindeki tek fırsatın bu adam olduğunu anlar.  Ne var ki, işler Sarai’ın planladığı gibi gitmez ve tehlikeli bir adamın elinden kaçarken, kendini Tucson’a giden bir kamyonun arkasında değil, bambaşka tehlikelerin içinde bulur.
             Firar sırasında Victor içgüdülerinin etkisindeki kişiliğinden sıyrılır, vicdanının sesini dinler ve Sarai’a yardım etmeye karar verir. Çift birbirine gittikçe yakınlaşırken, Victor kızı korumak için her şeyini, hatta herkes gibi Sarai’ın ölmesini isteyen erkek kardeşi Niklas’la aralarındaki ilişkiyi bile tehlikeye atar.
            Victor ve Sarai birbirlerine olan güvenlerini arttırırken, aralarındaki uyuşmazlıklar da zamanla azalmaya başlar. Peki Victor’un kaba kuvvete dayanan yetenekleri ve tecrübesi Sarai’ın hayatta kalmasına yetecek midir?
Bu kitap Sarai ve Victor’un hikâyesidir.

Hiçliğin Kıyısı'nı okuduktan sonra bu yazar ne yazsa üstüne atlarım diyordum ve bu kitap da öyle oldu. İlk çıktığından beri tam konusunu bilmesem de bir an önce okumak için sabırsızlanıyordum. Kitabın konusu zaten tam benim bayılacağım türdendi. Victor soğuk ve acımasız bir katil, Sarai ise onun elinde kısa süreliğine de olsa mahkum. Bu yazarı ana karakterlerin her ikisinin ağzından da bölümler okumamızı sağladığı için ayrı seviyorum. Victor bölümleri biraz geç geldi ama beklediğim kadar iyiydi. Fakat kitabı tahmin ettiğim kadar beğenemedim. Özellikle o çok merak ettiğim aşkın gelişme aşaması bende büyük bir etki bırakmadı. Evet severek okudum ve aşırı akıcıydı. Pat pat okudum resmen. Victor'u da Sarai'yi okumaktan hiç sıkılmadım ve merakla okudum ama konu itibariyle daha derin ve güçlü bir işlenişi olmasını bekliyordum. Ayrıca bu kitabıyla beraber yazarın kalemine dair kesin bir detaya vardım. Ne yazıkki yazarın betimlemeleri süslü ya da okuyucuya geçecek türden değildi. Bu kitabında da şu satırın altını işaretlesem diyemedim. Çok sade bir anlatım tarzı var. Sonuç olarak beğendim ama o kadar çok beğenemedim. Bu arada seriyi internet araştırdım ve henüz altı kitabı çıkmış olan seriden ikincisi de Victor ve Sarai'yi konu alıyor. Altı kitaplık seride iki kitapta bir ana karakterler ve ana konu değişiyor. İlk kitabı aham şaham beğenseydim hemen ikincisini ingilizce okuyacaktım ama şimdilik çok heyecanlı değilim ikinci kitap konusunda. Önümüzdeki ay muhtemelen ikinci kitabını da yorumlarım..
Not: Ekitabı indr.in sitesinden indirdim.

"Bunun sözünü veremem," dedi. "Ama sana orada durup birinin beni öldürmesine izin vermeyeceğimin sözünü verebilirim." Kalbim işte o an paramparça oldu.

Continue reading Sarai - J. A. Redmerski | Kitap Yorumu
,

Simyacı - Paulo Coelho | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Simyacı
Orijinal Adı: The Alchemist
Yazar: Paulo Coelho
Sayfa Sayısı: 184
Yayınevi: Can Yayınları
Goodreads Puanı: 3.79/5
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Simyacı, Brezilyalı eski şarkı sözü yazarı Paulo Coelho'nun, yayınlandığı 1988 yılından bu yana dünyayı birbirine katan, eleştirmenler tarafından bir `fenomen' olarak değerlendirilen üçüncü romanı. Simyacı, altı yılda kırk iki ülkede yedi milyondan fazla sattı. Bu, Gabriel Garcia Marquez'den bu yana görülmemiş bir olay. Yüreğinde, çocukluğunu yitirmemiş olan okurlar için bir `klasik' kimliği kazanan Simyacı'yı Saint-Exupery'nin Küçük Prens'i ve Richard Bach'ın Martı Jonathan Livingston'u ile karşılaştıranlar var (Publishers Weekly). Simyacı, İspanya'dan kalkıp Mısır Piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago'nun masalsı yaşamının felsefi öyküsü. Sanki bir `nasihatnâme': `Yazgına nasıl egemen olacaksın, mutluluğunu nasıl kuracaksın?' sorularına yanıt arayan bir hayat ve ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen romanın altı yılda, yedi milyondan fazla okur bulmasının gizi, kuşkusuz, onun bu kılavuzluk niteliğinden kaynaklanıyor. Simyacı'yı okumak, herkes daha uykudayken, güneşin doğuşunu seyretmek için şafak vakti uyanmaya benziyor.

"Sana hayatının çok basit bir yasasını göstermek için: Gözümüzün önünde büyük hazineler olduğu zaman asla göremeyiz onları. Peki, neden bilir misin? Çünkü insanlar hazineye inanmazlar."

Şu kitabı okuyabildiğim için çok mutluyum. Sakin bir kafayla satırları güzelce anlamak adına yavaş yavaş okudum. Kitapta İspanyol Santiago'nun bir hazineyi keşfetmek uğruna çobanlığı bırakıp Mısır piramitlerine uzanan çıktığı uzun yolculuğu okuyoruz. Kitabın arkasında yazdığı gibi gerçekten büyüleyici bir anlatımı vardı. Özellikle içinde geçen kısa hikayeleri okumak çok ama çok hoşuma gitti. Santiago desen insanın sevmeden duramayacağı bir karakterdi. Gerçekten ruhuma dokunan büyük bir zevkle okuduğum bir kitaptı. Santiago'nun başından geçen her olayı, yüreğiyle konuşmasını ve başına gelenlere sabretmesi kitabı her seferinde içime çekerek okumayı istememi sağladı. En çok sevdiğim kısımsa suratımda sıcacık bir tebessüm bırakan sonuydu. Kitabın içindeki çizimler muazzamdı. Ne zaman hayal gücümle bir şeyleri aklımda oluşturmaya çalışsam karşıma çıkan harika çizimleri şevkle inceledim. Bundan sonra bu tür kitaplara daha çok öncelik vermeye çalışacağım. Popüler kesim kitapları çok sevdiğiniz halde bu kitabı da merak ediyorsanız kesinlikle alın ve sakin kafayla satırları derinliğiyle anlamaya çalışarak okuyun. Umarım siz de içinde geçen onlarca dersten bir tanesini havada yakalayıp kendinize saklayabilirsiniz.

Continue reading Simyacı - Paulo Coelho | Kitap Yorumu

19 Ağustos 2016

,

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Stefan Zweig | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Yazar: Stefan Zweig
Sayfa Sayısı: 68
Yayınevi: Türkiye İş Bankası
Goodreads Puanı: (Bulamadım)
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı uzun öyküsünü 1920'li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek için kaleme aldığı bu mektubun "gönderen"inin adı yoktur. Mektubun başında tek bir hitap vardır: "Sana, beni asla tanımamış olan sana". Kadın büyük tutkusunu hep bir "bilinmeyen" olarak, yani tek başına yaşamaya razıdır, bu aşk öyküsünde "taraflar" değil, sadece tek bir "taraf" vardır. Böylesine, gerçek anlamda aşk denilebilir mi? Zweig okurunu, bir kez daha, insan psikolojisinde eşine pek rastlanmayan bir yolculuğa davet ediyor. Bu yeni yolculuğun sonunda "mutlak aşk" kavramının şimdiye kadar bilinmeyen kıyılarına varmayı amaçlamış olması da bir ihtimal!

Fakat kim... evet, şimdi, bundan sonra kim yaş günlerinde sana beyaz güller yollayacak?

Gözlerim yaşlı bu yorumu yazarken içinde geçen öyküyü barındıran mektubu düşünerek kitabı daha çok beğendiğimi anlıyorum. Genç kızlığından beri bir adama önüne geçilemez bir şekilde aşık olan bir kadının, o adama son armağını olan uzun mektubunu okuyoruz. Kitabı bir solukta bitirdim. Yarıdan sonrasında beni etkileyen satırlara varmamla beraber sürekli gözlerim yaşlı okudum. Mektubu okumaya devam ettikçe mektubu yazanın büyük bir aşk duyduğu adama 'sevgilim' diye hitap etmeye devam etmesiyle sarsılarak öfkelendim. Sizi hem hüzne hem öfkeye hem de şaşkınlığa uğratmayı hiç elden bırakmayan hatta böyle bir aşk karşısında hayrete uğratan, mektubu birirmenizle içinizde büyük bir boşluk hissetmenizi sağlayan mükemmel bir kitaptı. O kadar beğendim ki tek diyebileceğim şey hala okumadıysanız, kitabı elinize geçirip bitirdiğinizde şimdiye kadar okumadığınız için pişman olacağınız.
Continue reading Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Stefan Zweig | Kitap Yorumu
,

Olağanüstü Bir Gece - Stefan Zweig | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Olağanüstü Bir Gece
Yazar: Stefan Zweig
Sayfa Sayısı: 80
Yayınevi: Türkiye İş Bankası
Goodreads Puanı: (Bulamadım)
Benim Puanım: 5/5
Arka Sayfa;
Olağanüstü Bir Gece, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimin hikâyesidir. Sıradan bir Pazar gününü at yarışlarında geçirirken, belki de ilk kez burjuva ahlakından saparak “suç” işler. Böylece yeniden “hissetmeye” başladığını, kötücül ve ateşli hazları olan gerçek bir insan olduğunu fark eder. İçindeki haz dolu esrime, aynı günün akşamında onu gece âleminin son atıklarının arasına, “hayatın en dibindeki lağımlara” sürükleyecek, varış noktası ise ruhani bir uyanış olacaktır.

Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.

Stefan Zweig'in kaleminden ilk bu kitabı okuduğum için çok mutluyum. Aslında bu kitap sadece onun sayesinde yayınlanan aslı Baron Friedrich Michael'in mükemmel saydamlığıyla hislerini belirttiği düşüncelerinden oluşuyor. Kitabın arkasında geçen burjuvo bir adamın suç işlemekten zevk alacağı düşüncesi beni merakla kitaba çekerken, bir yandan tahminim doğrultusuda ilerlerken bir yandan da bu suç sayesinde kendisine büyük bir armağan çıkaran düşünceleri okumak tıpkı olayı yaşayan kişi kadar duygu yoğunluğuna bürünmemi ve heyecanlanmamı sağladı. Kısacık bir kitap olduğu halde ciddi anlamda içinize dokunan ve sizi düşünmeyi sevk ederken biraz da empati kurmanızı sağlıyor. Kitabı çok ama çok beğendim. Yazan kişinin yaşadığı duygu harmanını belirttiği uzun cümleleri okurken kitapla kayboldum diyebilirim. Merak ediyorsanız bir an önce okuyun ve gerçekten Olağanüstü Bir Gece'ye hazırlıklı olun.

Continue reading Olağanüstü Bir Gece - Stefan Zweig | Kitap Yorumu