30 Kasım 2015

,

Benim Uzak Yıldızım - Meagan Spooner & Amie Kaufman | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Benim Uzak Yıldızım
Yazar: Meagan Spooner & Amie Kaufman
Orjinal Adı: These Broken Stars
Sayfa Sayısı: 520
Yayınevi: GO!
Goodreads Puanı: 3,96/5
Benim Puanım: 4,5/5

Arka Sayfa:
O gecenin, devasa uzay gemisi ikarus'taki diğer gecelerden hiçbir farkı yoktur. Ta ki o büyük felaket gerçekleşene ve İkarus yakınlardaki bir gezegene düşene dek. Elli bin yolcu kapasiteli gemiden yalnızca iki kişi kurtulmuştur: Evrenin en zengin adamının kızı Lilac LaRoux ve genç bir savaş kahramanı olan Binbaşı Tarver Merendsen.

Binbaşı Merendsen, Lilac gibi kızların insanın başına beladan başka bir şey getirmediklerini uzun zaman önce öğrenmiştir. Lilac da, Tarver'ın kendi iyiliği için, onu kendisinden uzak tutması gerektiğinin farkındadır. Ama ıssızlığın ortasında hayatta kalabilmek için birbirlerine ihtiyaçları vardır. Açlık, soğuk ve vahşi hayvanlara bir de Lilac'ın duyduğu fısıltılar eklenince birbirlerine güvenmekten başka çareleri kalmaz. Ne var ki çok geçmeden, onları birbirlerinin kollarına iten bu trajediden büyük bir aşk doğar. Artık kurtulup kendi gezegenlerinde bir ömür ayrı kalmaktansa düştükleri bu ıssız gezegende birlikte olmayı tercih ederler.

Ama her adımda onları takip eden gizemli fısıltıların ardındaki gerçeği öğrenmeleriyle her şey bir anda değişir. Lilac ile Tarver o gezegenden ayrılsalar bile artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Nefes kesen bilim kurgu üçlemesinin ilk kitabı, Benim Uzak Yıldızım, zaman ve mekân tanımayan sonsuz bir aşkın hikâyesi…
"Ben de bundan korkuyorum." diye fısıldadım.
Öne eğildim, saçlarım yüzüne düştü ve dudaklarım onun dudaklarını buldu.
Bir anlığına, bana uzandığını hissettim. Tek istediğim ona yaslanmak, bana sarılmasına, beni yakınında tutmasına izin vermekti. Kimse onu benden almasın yeterdi.
Merhabalar! Dün söylediğim gibi Bıçak Sırtı blog yazım bittikten sonra hemen gidip Benim Uzak Yıldızım’ı okumaya devam ettim. Zaten sadece 20 sayfa okumuştum ve geriye kalan 500 sayfayı bir oturuşta bitirdim. Düşünün yani o kadar güzel, akıcı ve heyecanlı bir kitaptı. Tarver ve Lilac karakterlerine bayıldım gerçekten. Lilac’ın içinde yaralı ama kendini bilmiş bir kız gibi gösteren havasına, Tarver’ın ise mesafesini koruyarak yavaştan yavaşa kıza karşı artan ilgisini okumak çok güzeldi. Konuda bahsedilen uzay gemisi düştükten sonra bunlar nasıl yakınlaşacak diye çok merak ettim çünkü ikisi de birbirlerinden nefret ettiklerini sanıyorlardı.
Benim Uzak Yıldızım’ı okurken saçma bir hataya düştüm. Onu da belirteyim. Kitabın konusunda üçlemeden birincisi denildiği için ben de Tarver ve Lilac’ın hikayesi üç kitapta anlatılacak sandım. Bu yüzden ilk kitaptan çok beklentim yoktu. Ama ne yazık ki son yüz sayfada aklıma ikinci kitabın konusuna bakmak geldi. Meğerse diğer iki kitap başka karakterlerin hikayesini anlatıyormuş.
 Kitabı genel olarak aşırı beğendim. Beni fena ağlattı bir ara. Kitabı sadece romantik olarak düşünmeyin. Bilim kurgu içeriği de vardı. Konuda söz edilen fısıltıları da hafife almayın. Kitabın romantizmden kalan kısmında o fısıltılar işleniyor. Ama şunu demeliyim ki ikisinin yakınlaşması o kadar tatlıştı ki elimden bırakamadım doyamadım.
Ayrıca GO! yayınlarını ayakta alkışlıyorum. Hem böyle mükemmel bir kapak yapıp hem de bu fiyata satmaları harika gerçekten. GO! yayınlarına ait elimde Yabancı ve İşgalci kitapları da var. Onları da aralık ayında okuyacağım. GO! yayınları daha fazla kitap çıkarsın. Hem kapakları mükemmel, hem de fiyatları uygun. Bu üçlemenin diğer iki devam kitabını dört gözle bekliyorum. Spoiler kısmı yapmak isterdim ama neyse deyip geçiyorum. Keşke bu kitaplarla ilgili uzun uzun yorum yapabileceğim dostlarım olsa. Ne yazık ki şu anda yorum yapabileceğim tek kişi deli gibi üniversite sınavına hazırlanıyor.
Kitaba belki siz benim gibi tam puan vermezsiniz. Onun nedeni de kitabın sonlarına doğru gerçekleşen olay olur muhtemelen. Öyle bir şeydi ki benim bile tüylerim diken diken oldu. Kitap benim beklentilerimin double üstünde oldu. Yirmi sayfada bir hep sticker yapıştırıp beğendiğim yerleri işaretledim ama sonunda sticklerim bitti ne yazık ki. Aralığın girmesiyle birlikte kitap siparişi vereceğim. Annem de biraz katkı da bulunsun diye yalvarmakla meşgulüm bugünlerde. Harika on kitap var aklımda. Ayrıca muhtemelen yarın mutfağa girip bir şeyler pişirmeyi sevenler için malzemelere dair bir yazı yazacağım. Son olarak da şunu söyleyeyim. Bugün kısmetse kasım 2015’in son kitabını okuyacağım. O da Her Şeyin Başlangıcı olacak. Zaten 350 sayfa kadar. Anlayacağınız hemencecik bitiririm.
Benim Uzak Yıldızım kitabını kesinlikle alın ve okuyun. Ben kitaplığımda olduğu için çooook mutluyum. Görüşmek üzere.
Continue reading Benim Uzak Yıldızım - Meagan Spooner & Amie Kaufman | Kitap Yorumu

29 Kasım 2015

,

Bıçak Sırtı - Michelle Hodkin | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Bıçak Sırtı
Yazar: Michelle Hodkin
Orjinal Adı: The Evolution of Mara Dyer
Sayfa Sayısı: 488
Yayınevi: Pegasus
Goodreads Puanı: 4,37/5
Benim Puanım: 5/5


Arka Sayfa:

Mara Dyer bir zamanlar geçmişinden kaçabileceğini sanıyordu. Ama kaçamayacaktı. Sorunları kendi kafasında yarattığını düşünüyordu. Ama yanılıyordu. Yaşadığı onca şeyden sonra, sevdiği çocuğun artık sır saklayamayacağına inanıyordu. Ama aldanıyordu. Gerçekler ortaya çıkmaya ve seçimler ölümcül sonuçlar doğurmaya başladığında Mara bu karmaşadan aklını yitirmeden çıkmayı başarabilecek mi?
Evet, geldik dananın kuyruğunun koptuğu yere! Henüz bir kitabı okurken hem bir yandan tırsıp hem de deli gibi merakla okumamıştım. Meğer bu Mara Dyer serisine kısmetmiş. Birinci kitap da beni çok etkiledi hele de sonu şoka uğrattı ama bu kitap gerçekten kendimi soru yağmuruna tutmama sebep oldu.
Öncelikle bir öveyim sonra spoiler kısmında içimi dökeyim. Mükemmel bir kitaptı ikincisi. Birincisine göre daha iyiydi çünkü daha çok şey açıklandı. Mara Dyer'in neden öyle bir özelliği olduğuna dair biraz daha açıklayıcı cevaplar aldık ve Noah'ın özelliğini de biraz daha yakından tanıdık. Tabii asıl şoka uğratan diğer karakterlerdi.
Bu kitapları şöyle başımın üstünde taşımak istiyorum. Raflarım bir yapılsın da sizi baş köşeme koyayım canlarım ballarım. Spoiler bölümüme geçmeden önce son kez size Bıçak Sırtı'nı ne zorlukla bitirdiğimi anlatayım. Son yüz elli sayfasını. EVET, YANLIŞ DUYMADINIZ! Son yüz elli sayfasını kuzenlerim patır patır sohbet ederken okudum. Birinci neden; okurken tırstığım için tek başıma odaya gidemedim. İkinci neden; yanlarında oturup kitap okusam bile varlığımdan dolayı bana kızmıyorlardı. Bazı satırları defalarca kez okusam da bir süreden sonra alıştım. Hele o son elli sayfa var ya. Suratım şekilden şekle girdi. Kitabı sımsıkı tuttum parçalayacaktım resmen! Bu mükemmel ikiliyi hemen alın kesinlikle! Mara Dyer 3 de muhtemelen iki aya çıkar. Çıktığı gibi anında alacağım. Üçüncü kitabın orjinal adı ise The Retribution of Mara Dyer. İnsan bu kitabın adını duyunca nasıl dört gözle beklemesin. Kız intikamını alacak resmen mübarekler!
Ayrıca son olarak şunu demeliyim ki. İki kitap da arada olayların bu kadar ağır olması sebebiyle canınızı sıkmaya başlayabiliyor. Ama başladığı gibi hemen Noah karşınıza çıkıyor ve Mara ile yakınlaşmalarını okuyup araya romantizm kattığı için yazarımız Michelle'ye teşekkür ediyorsunuz.
Evetttttttt, geldik spoiler bölümüme. Önce ikinci kitapla beraber aklımda oluşan soruları dizeyim. Mara Dyer, büyük annesinden mi bu özelliğini almış? Büyük annesi de aynı şekilde insanları aklında hayal ettiği şekilde öldürmeyi başarabiliyor muymuş? Mara'nın büyük annesi ve Noah'ın annesi nasıl tanışmışlar? Neden Mara'nın büyük annesindeki özellik Mara'nın annesinde yok? Noah'ın annesi aslında bir özelliği olduğu için mi öldürülmüş? Allah'ın belası Jude'a bu özellik nereden geçmiş? Eğer Noah da Jude gibiyse Mara onu öptüğünde neden Mara, Noah'ı öldüreceğini düşündü? Çünkü Mara, Jude'u öldüremiyor. Sonunda Mara kendini kanıtlayabilip ailesine deli olmadığını ispatlayabilecek mi? Soru yağmuruma kısa bir ara verip şunu diyorum; Noah'ın adı kitabın sonunda merhum olarak geçtiğinde sinirden gözlerim doldu. Öldüğüne inanmıyorum çünkü Jude da enkazın altında kalıp özelliği sayesinde ölmemişti ama yine de Noah'ın merhum olarak geçmesi aşırı zoruma gitti. Sorularıma devam ediyorum. Eğer Mara Dyer'in özelliği insanları zihninde öldürebilmekse ve şayet deli değilse o zaman neden o kadar güçlü bir halisülasyon görüp birinci kitapta kolunu küvetin içine sokup küpeleri deli gibi aradı? Ayrıca özelliği sadece insanları zihninde öldürebilmekse neden kolunun yanığı o kadar kolay iyileşti ve arkadaşlarının öldüğü enkazdan binanın yıkılmasına rağmen sağ çıkabildi? Bu da demektir ki Mara'nın tek özelliği insanları zihninde öldürmek değil. Ve ayrıca o doktor bozuntusu şerefsiz herif neden Mara ve ona benzeyenleri test etmek istiyor? Noah, Mara'nın nefes alış verişinden bile neler hissettiğini anlıyor. Bu gerizekalı Jude'da da Noah'ın özellikleri varsa niye Mara'nın özelliği olduğunu anlayamadı? Allah aşkına bu kız ailesine deli olmadığını nasıl kanıtlayacak? Aklımda deli sorular... nolur üçüncü kitap bir an önce çıksın.
Yazılarımın sonuna geldiğimize göre Yalova'ya giderken yanıma aldığım halde bir türlü okumak kısmet olamayan ve şu anda çok merak ettiğim Benim Uzak Yıldızım kitabını okumaya gidiyorum.. Görüşmek üzere. 
Continue reading Bıçak Sırtı - Michelle Hodkin | Kitap Yorumu
,

Eksik Parça - Michelle Hodkin | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Eksik Parça
Yazar: Michelle Hodkin
Orjinal Adı: The Unbecoming of Mara Dyer
Sayfa Sayısı: 424
Yayınevi: Pegasus
Goodreads Puanı: 4,11/5
Benim Puanım: 5/5

Arka Sayfa:

Bir gün uyandığında son birkaç gününü hatırlayamadığını düşün... Mucizevi bir şekilde kurtulduğun kazada tüm arkadaşlarını kaybettiğini, Ailenin yeni bir sayfa açmak için taşınmak zorunda kaldığını, Kendi geçmişinle ilgili senden daha fazlasını bilen bir çocukla tanıştığını, Tüm yaşadıklarından sonra yeniden âşık olabildiğini, Gerçek olması imkânsız halüsinasyonlar gördüğünü, Aklını kaçırdığından endişelenmeye başladığını düşün. Ne yapardın? Mara Dyer işte bu sorunun cevabını öğrenmek üzere…
Ah be ah! Bu nasıl kitap yahu?! Böyle yorumlarımı araya katacağım. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Michelle Hodkin'in Mara Dyer serisiyle ilgili en ufak bir spoiler yememiştim, şükürler olsun. O yüzden kitabı beş katı merakla okudum. Yalova'ya gideceğimi söylemiştim ve Allah'ın izniyle gittik. Yanıma da üç kitap aldım ama gel de oku! Kuzenlerim yanlarından ayrılıp biraz okumaya başlasam beni taşa tutmaya başladılar. Ciddi anlamda sinir krizi geçirdim. Kitabı okumama bir türlü izin vermediler ama buna rağmen ben allem ettim kallem ettim kitabı bir günde bitirdim. Ama ne bitirmek. Sürekli sessiz ortam yapmak için kapıları kapatmaktan, milletten kaçmaktan gına geldi. İlk defa bir kitabı bu kadar zorluklarla bitirebildim.
Kitap o kadar mükemmel ki ben ne diyeyim yani? Öve öve bitiremem. Okurken tamam şöyle diyorsunuz, sonra hadi ya meğer böylemişmiş diyorsunuz sonra. Açıkçası itiraf etmek gerekirse ben okurken biraz tırstım çünkü Mara'nın ağzından her şeyi yaşadığım için beni baya etkiledi başına gelenler.
Ayrıca bir de Noah vardı tabii. Ona ayrı bayıldım diğer tüm okuyucular gibi. Tavırları, esprileri ve özellikle giyim tarzı baya eğlenceli bir mizahın oraya çıkmasını sağladı. Eksik Parça yorumum biraz kısa olacak çünkü spoiler yazmayacağım. Bıçak Sırtı yorumum biraz fazla uzun olabilir. Geriye övmek kalıyor sanırım. Kitap beni oradan oraya vurdu. Kafamı allak bullak etti ama çok da güzel etti! Eksik Parça ve Bıçak Sırtı benim kitaplığıma aldığım ilk kitaplar arasındaydı. Hatta normal bir kitapçıdan alıp güzel kazık yemiştim o zamanlar. Tuttum tuttum kendimi okumadım en sonunda yolculuğa çıkarken yanıma aldım ama keşke almasaydım. Sakin kafayla okumayı o kadar çok isterdim ki anlatamam.
Son olarak şunu söyleyeyim ki Mara Dyer serisi kalbimin köşkünde olacak. Defterimde on tane yıldız atmak istiyorum verdiğim puanın yanına. Bir oturuşta yüz sayfa okumadan bırakamadım bazen. Doyamadım yani. Üçüncü kitabın çıkmasını double dört gözle bekliyorum.
Continue reading Eksik Parça - Michelle Hodkin | Kitap Yorumu

24 Kasım 2015

,

Mucize - R.J. Palacio | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Mucize
Yazar: R.J. Palacio
Orjinal Adı: Wonder
Sayfa Sayısı: 336
Yayınevi: Pegasus
Goodreads Puanı: 4,42/5
Benim Puanım: 5/5

Arka Sayfa:
Kaderinde Sıradışı Olmak Varsa Sıradan Kalamazsın…

Merhaba, adım August. Size nasıl göründüğümü anlatmayacağım. Aklınıza ne geliyorsa muhtemelen ondan daha kötü görünüyorumdur.

August (Auggie) Pullman yüzünde fiziksel bir bozuklukla doğduğu için, normal bir okula gidemiyordu… şimdiye kadar. Yakında Beecher Ortaokulu'nda beşinci sınıfa başlayacak ve ömrünüzde bir kere bile "yeni çocuk" olduysanız, bunun ne kadar zorlu olduğunu tahmin edebilirsiniz. Dondurma yemek ve Xbox'ında oyun oynamak gibi sıradan şeyleri seven Auggie aslında sadece sıradışı yüzü olan, sıradan bir çocuk. Peki, yeni sınıf arkadaşlarını, görünüşünün ardında kendisinin de onlar gibi olduğuna ikna edebilecek mi?
Merhabalar! Size harika bir kitap önereceğim! Mucize, Tüyap'dan alıp okuduğum ikinci kitaptı. Tek kelimeyle mükemmeldi! Genel olarak bir çocuğun okul hayatını anlatıyor ama öyle bir merakla okudum ki anlatamam. Sanki bu merakımdan herkesin haberi varmış gibi ikidebir kitabı okumam bölünüp durdu. Kitabın konusunu kısacası özet geçersem August yüzündeki bir hastalık yüzünden küçüklüğünden beri insanların uzak durduğu bir çocuktur. Ailesinin ısrarıyla ortaokula normal okula gitmeye başlar. Kitapta August'un arkadaşlık bağlarından ve insanların zamanla onu tanımasından bahsediliyor. Sırf August'un ağzından değil, ailesindeki kişilerin ve okuldaki dostlarının ağzından da anlatılıyor. Bu yüzden kitaba ayrı bir bayılıyorsunuz. Hele August'un kendisiyle barışık olmasına ve espri anlayışına ayrı bayılacaksınız. Bu kitapta bazı sahneler de August'la birlikte üzüntüden benim bile yüzüm kıpkırmızı oldu, içim burkuldu. Sonunda kocaman gülümsedim.
Demem o ki harika bir kitaptı ve ben her sayfasına bayıldım! Kesinlikle satın alın ve kitaplığınızda olsun. Böyle gördükçe suratınızda sıcak bir gülümseme oluşsun. Ayrıca lütfen R. J. Palacio kitapları daha çok çevrilsin. Bu Mucize kitabı tüm övgüleri kelimenin tam anlamıyla hak ediyor! Böyle bir sürü bir sürü sayfaya stickerla işaretledim ve sizler için o sayfaları işaretledim. Hepsini gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz. Ayrıca bir pişmanlığım var ki dile getireyim. Pazar günü Florya'ya giderken bu kitabı yanıma aldım ama şanstır ya makinemi almayı unuttum. Eğer alsaydım inanın bu kitapla o kadar güzel resimler çekecektim ki şansıma küs :(
"When given the choice between being right and being kind. Choose kind."
Alttaki replikler gibi içinizi acıtacak yerler az çok vardı. Kitap size güzel bir ders veriyor ayrıca. İnsanları yargılamanın sizce ne kadar kolay olduğunu karşınızdaki kişi tarafından ne kadar zor olduğunu bir kez daha idrak ediyorsunuz.
Ve inanın August'un dostu Jack'i çok seveceksiniz.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yarın Yalova'ya gidiyorum İNŞALLAH! Lodos olmaması için dua ediyorum. Eğer yarın gidersek inanın yılın en iyi haftasını bile geçirebilirim. Görüşmek üzere!
Continue reading Mucize - R.J. Palacio | Kitap Yorumu

21 Kasım 2015

,

Sen Gittiğinde - Gayla Forman | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Sen Gittiğinde
Yazar: Gayla Forman
Orjinal Adı: Where She Went
Sayfa Sayısı: 280
Yayınevi: Pegasus
Goodreads Puanı: 4,10
Benim Puanım: 4/5
Arka Sayfa:

Her şey bitti derken... Sadece bir tesadüf yetebilir...

"Ben bir nehrin akıntısına kapılmıştım, o ise kıyıda kalmıştı." Adam'ın, Mia'yı aşkıyla hayata döndürmesinin ve Mia'nın, onun hayatından çıkmasının üzerinden üç yıl geçmiştir...

Artık ülkenin bir ucunda yaşayan Mia'nın Juilliard'da yıldızı gittikçe parlamaktadır. Adam ise Mia'nın gidişinin ardından onun için yazdığı şarkılarla grubunun dünya çapında ünlenmesini sağlamıştır. Fakat elde ettiği başarılar, içindeki boşluğu doldurmaya yetmez.

Sonunda şans, sadece bir geceliğine yollarını kesiştirir. Mia'nın, evi gibi gördüğü New York'u gezerlerken birlikte geçmişe gidip kalplerini geleceğe... ve birbirlerine açacaklardır.
Gelelim Adam'ın ağzından yazılmış olan ikinci kitaba. Kitap aynı Eğer Yaşarsam da olduğu gibi bir buçuk gün içinde geçiyor ve her bölüm sonunda Adam'ın Mia'yla tanışması ve ondan sonraki hayatı anlatılıyor. Bu kitapta daha az gözlerim doldu. Adam'ın Mia'dan sonraki hayatı biraz sıkıcı olsa bile günümüz olan kısımları yani Adam ile Mia'nın New York'da karşılaştığı kısımları okurken çok heyecanlandım. O sayfalar çok güzeldi. Bu kitapla ilgili spoiler bölümüm olmayacak. Sadece şunu söylemeliyim ki Mia neden Adam'dan ayrılmış diye deli gibi merak edeceksiniz ve sebebini öğrendiğinizde gözleriniz dolacak. İki kitabı da kesinlikle alın ve okuyun. Yazarın harika kalemine, Mia ve Adam'ın ağzından sayfaları okumaya bayılacaksınız.
Ben bir nehrin akıntısına kapılmıştım, o ise kıyıda kalmıştı.
Bundan sonraki replikler spoilerrr;
"Çünkü senden nefret ediyordum."
"Benden nefret mi ediyordun? Ama neden?"
"Çünkü sen benim hayatta kalmamı sağladın." dedi Mia sessizce. "Sen benim hayatta kalmamı sağladın!"
işte. Kalbimde açılan boşluk, bana ruhumun bir parçasının hep bildiği bir şeyin doğru olduğunu söylüyordu.
Mia, komadayken ona söylediklerimi duymuştu.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Sesi sonuna dek açtım ve müzik, yıpranmış kulak zarlarımı bile titretmeye başladı. Bu ses yeni birgüne uyanan Brooklyn şehrinin şamatasıyla - üzerine basılan metal ızgaralar ve vızır vızır işleyen otobüsler- birleşip kulakları sağır edecek bir gürültüye sebep oluyordu. bütün bu uğultunun arasından sıyrılan sesi neredeyse duyamayacaktım. Ama işte bunca yıldır duymayı beklediğim ses, beni çağırıyordu.
"Adam!" diye haykırdı.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Mia'ya baktım. Çellosunu bacaklarının arasına almış karşımda oturuyordu. Gözleri kapalıydı ve yine aynı şeyi yaptığını, sessizliğin içindeki bir şeyleri duymaya çalıştığını biliyordum. Sonra birden peşinde olduğu şeyi duydu. Gözlerini açtı ve sanki onları hiç üzerimden ayırmamış gibi tekrar bana baktı. Yayını aldı ve hafifçe başını sallayarak bana gitarımı işaret etti. "Hazır mısın?" diye sordu.
Ona söylemek istediğim çok şey vardı ve listenin başında, her zaman hazır olduğumu söylemek geliyordu. Ama bunu yapmak yerine amfiyi açtım, cebimden bir mızrap çıkardım ve sadece evet dedim.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Tüm gücümle şarkıyı söyledim. Ardından nakarat kısmına geldik: Benden nefret et. beni perişan et. beni imha et. Beni baştan yarat. Beni, beni, beni baştan yaratmaz mısın?
Continue reading Sen Gittiğinde - Gayla Forman | Kitap Yorumu
,

Eğer Kalırsam - Gayla Forman | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Eğer Yaşarsam
Yazar: Gayla Forman
Orjinal Adı: İf I Stay
Sayfa Sayısı: 256
Yayınevi: Pegasus
Goodreads Puanı: 3,96/5
Benim Puanım: 4/5
Arka Sayfa:

Sıradan bir günde...
On yedi yaşındaki Mia, bir genç kızın isteyebileceği her şeye sahiptir: sevgi dolu bir aile, ona âşık bir erkek arkadaş, müzik ve olasılıklarla dolu parlak bir gelecek...
... bir saniyede her şey değişir...
Bir sabah ailesiyle yolculuğa çıkan Mia'nın hayatı bir anda altüst olur. Kendini, kaza geçirdikleri arabanın enkazından yaralı bedeninin çıkarılışını izlerken bulan genç kız, parçaları yavaş yavaş birleştirince neler kaybettiğinin ve geride bıraktıklarının farkına varacaktır. Hayat ve ölüm, mutlu bir geçmiş ve bilinmezliklerle dolu bir gelecek arasındaki ince çizgide yürüyen Mia, bir günde hayatının en önemli seçimini yapmak zorunda kalacaktır.
Eğer Yaşarsam, aşkın gücünün, ailenin gerçek anlamının ve yaptığımız seçimlerin dokunaklı hikâyesi…
Merhabalar! Eğer Yaşarsam ve Sen Gittiğinde serisini dün bitirdim. İki kitaba ayrı blog yazısı ayıracağım çünkü fikirlerim farklı. Öncelikle kitabı baya baya beğendim. Yirmi sayfada bir sticker yapıştırarak beğendiğim sayfaları işaretledim. Bundan sonra da öyle yapacağım. Eskiden kitapta beğendiğim sayfaların ismini kitabın en arka sayfasına not ediyordum ama sticker yapıştırmak çok daha mantıklı. Eğer Yaşarsam kitabının filmini altyazısı çıktığında izledim ama ne zaman hatırlamıyorum. Sanırım baya oldu. Filmi öyle çok beğenememiştim ama kitabını baya beğendim.
"Ben seni böyle de beğeniyorum. Bu gece elbette daha seksiydin ve sarışındın. Ama tek fark bu. Benim için hâlâ aynısın. Dün seni seviyordum, yarın da seveceğim. Senin hem kırılgan hem de sert hallerine bayılıyorum. Sen tanıdığım en havalı kızsın, ne tür müzik dinlediğin, ne giydiğin umurumda bile değil."
Hoşuma giden ve kalbimi burkan o kadar çok satır vardı ki defalarca kez gözlerim doldu. Sessiz sessiz ağladım resmen. Birinci kitapta tüm olay bir buçuk gün içerisinde gelişiyor ve her bölümden sonra Mia geçmişiyle ilgili şeyler anlatıyor. Kitap baya sürükleyiciydi. Hatta çok yerde gözlerim doldu. Çok dokunaklıydı. Gayla Forman'ın kalemine de bayıldım. Diğer iki kitabını da yakın zamanda alacağım.
Spoiler: Kitabı okuyan dostlar. Önce şöyle güzel bir içimi dökeyim. Kızımız hayalet gibi etrafta gezdiği için ve hiçbir acı çekmediğinden ailesinin ölümüne olan üzüntüsünü çok az anlayabildik. Ben en çok Teddy yüzünden ağladım. İçim çok fena burkuldu onun da öldüğünü okuyunca. Ve ayrıca şunu da anladım ki bir şey ne kadar berbat olursa olsun kitapta o şey hakkında kişinin hislerinin ne kadar acı verici ve üzücü olduğu anlatılmadıkça insan zor etkileniyor. Mia tarafından ailesinin kaybının acısına çok az şahit olduğumuz satırlar vardı ama büyükbabası, sevgilisi Adam ve en yakın dostu Kim'in konuşmaları ağlamama yetti. Aşağıdaki replikler de spoiler'dir.
Babam yanılmıştı. İnsanın kendi cenazesini kontrol etmesi mümkün değildi ama bazen ölüm şeklinizi kendiniz seçebilirdiniz. Annemin isteğinin bu kısmı gerçekleşmişti. Gerçekten de babamla birlikte ölmüştü. Ama diğer isteğini gerçekleşmeyecekti, onların cenazesinde çalamayacaktım. Çünkü büyük olasılıkla onun cenazesi ile benimki aynı zamanda olacaktı. Aslında bu rahatlatıcı bir şeydi. Geride kimse kalmayacaktı. Ama annemin bundan hiç mutlu olmayacağını adım gibi biliyordum. Anne Ayı bugün olanlara kesinlikle çok öfkelenmiş olmalıydı.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
"Eğer gitmek istiyorsan, tamam. Ama herkes senin kalmanı istiyor. Ben kalmanı hayatımdaki her şeyden çok istiyorum. Ama bu benim isteğim ve senin bunu neden istemeyeceğini tahmin edebiliyorum. O yüzden eğer gitmek istersen bunu anlayışla karşılayacağımı bilmeni istiyorum. Eğer bizi bırakman gerekiyorsa, savaşmaktan vazgeçmek istiyorsan sorun değil."
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Bir şeyler mırıldanmaya başladı. Kısık sesle. Hep aynı şeyi söylüyordu. Lütfen, Lütfen, Lütfen, Lütfen, Lütfen, Lütfen, Lütfen, Lütfen, Lütfen. Sonunda durdu ve yüzüme baktı. "Lütfen, Mia." diye yalvardı. "Bana şarkı yazdırma."
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Bir daha babamın piposunun dumanını koklayamayacaktım. Annemle yan yana mutfakta bulaşık yıkayıp yine sessizce dedikodu yapamayacaktım. Teddy'ye Harry Potter'ın diğer bölümünü okuyamayacaktım. 
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Teddy hiç T-ball'dan beyzbola geçemeyecek, bıyık bırakamayacak, dövüşemeyecek, geyik avlayamayacak ya da bir kızı öpemeyecekti; sevişemeyecekti veya birine aşık olup evlenip kendisi gibi sarı bukleli saçlı çocukları olamayacaktı. Ondan sadece on üç yaş büyüktüm ama ondan çok fazla yaşamıştım. Bu haksızlıktı. eğer sadece birimizin geride kalması ve diğerinden daha fazla yaşama şansı yakalaması söz konusuysa bu Teddy olmalıydı.

Continue reading Eğer Kalırsam - Gayla Forman | Kitap Yorumu

19 Kasım 2015

,

Lola ve Komşu Çocuk - Stephanie Perkins | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Lola ve Komşu Çocuk
Yazar: Stephanie Perkins
Orjinal Adı: Lola and the Boy Next Door
Sayfa Sayısı: 320
Yayınevi: Yabancı
Goodreads Puanı: 4,02/5
Benim Puanım: 4/5

Arka Sayfa:
Lola ve Komşu Çocuk, hem tatlı bir aşk hem gerçekçi bir dostluk hem de John Green ve Rainbow Rowell sevenlerin zevkle kucak açacağı bir kendini bulma hikâyesi.

Geçmişinde kalan çocuk, gelecekteki aşkı olabilir mi? Henüz kendini geliştirme aşamasındaki tasarımcı Lola Nolan modaya inanmıyordu... O, kostümlere inanıyordu. Kıyafet ne kadar parıltılı, eğlenceli ve farklı, yani etkileyiciyse o kadar iyiydi. Ve Lola'nın hayatı, özellikle de seksi rockçı erkek arkadaşı varken mükemmele gayet yakındı. Ta ki Bell ikizleri olarak da bilinen Calliope ve Cricket mahalleye tekrar taşınıp Lola'nın derinlere gömdüğünü düşündüğü acı verici geçmişini gün yüzüne çıkarana kadar.
Tüyap'dan aldığım kitaplardan ikincisine gömüldüm bugün. Aslına bakarsanız Lola ve Komşu Çocuğu hemen okumayı istemiş olmamın sebebi böyle bir tanıtım fotoğrafı çekmekti. Kitabı almış olmamın sebebiyse kapağının harika oluşu ve ayrıca ciltli olmasıydı. Yani konuyu bile okumadım alırken. Ama beni hayal kırıklığına uğratır mı? Elbette hayır! Kitap çok hoştu. Bir günde bitirdim. Bu kitap da arapça dersimi beklerken okumaya başlayıp akşam eve gelince bitirdiklerim arasında yerini aldı. Yazar çok hoş yazmış. Nasıl desem, okudukça okuyasım geldi. Hiç sıkılmadım. Ayrıca ne olacak falan diye de çok merak ettim.  Lola karakterini sevdim ama nedense o kadar da ısınamadım. Biraz garip geldi bana. Cricket'i çok sevdim. Lola'nın asıl sevgilisi olan Max'i de baya çekici buldum ve ilişkileri nasıl devam edecek diye meraklandım. Hatta kitabın birkaç sayfası o kadar heyecanlıydı ki kız kardeşimin sesi yüzünden deliye döndüm.  Bir de yazar sürekli büyük harflerin bulunduğu yüksek sesle söylenen ve şok ifadesi kullanılan satırlar yazmış. Kitap elimde bir diğer sayfaya geçince gözlerim hemen oralara kayıp daha hızlı okumamı sağlıyordu. Kitabı genel olarak baya beğendim. Beni içten etkiledi. Tatlı ve sürükleyici anlatım tarzıyla hep aklımda kalacak. Gönül tam 10 puan vermek isterdi ama kaderde yokmuş. Puanını beni çoook çoook etkileyemediği için kırdım. Sonuna kadar sırıttığım çok güzel sayfaları vardı.  Sonunu da ayrı beğendim zati.  Kitabı alın okuyun ve kitaplığınızda dursun kendi hikayesini saymazsak çok hoş da bir kapağı var. 
Zaten bir bu kitaba bir de Şeftali Kokan Bir Yaz'ın kapağına tutuldum resmen. Onu da yakın zamanda okuyacağım. Bugün Eğer Yaşarsam'a başladım. Kuvvetli ihtimal yarın biter ve hatta ikinci kitabı da bitirebilirim çünkü cumartesi tatil. Beni asıl bugünlerde heyecanlandıran ne size söyleyeyim. Haftaya Yalova'ya kuzenlerimle gidiyorum ve yanıma Eksik Parça, Bıçak Sırtı ve Benim Uzak Yıldızım kitaplarını alacağım. Düşünsenize deniz kenarında oturup deli gibi kitap okuyacağım ve harika resimler çekeceğim. Haftaya çarşambayı iple çekiyorum.. 
Continue reading Lola ve Komşu Çocuk - Stephanie Perkins | Kitap Yorumu

Gelecekteki Betül

                         
Bu aralar blogumda ne kadar aktif olduğum kimsenin gözünden kaçmamıştır sanırım. Zaten kaçacak gibi değil. İlk defa bir ay içinde bu kadar çok yazım oldu. Kasım 2015 şu anda 9 yazıyla zirvede ama kasımın sonuna kadar aklımda olan okuyacağım kitaplara göre 12'yle falan kapatırım sanırım. Meğer bloggerda aktif olmak için kitap okumam gerekiyormuş. Bu yazı ne hakkında mı? Bu yazı gelecekteki ben hakkımda.
                       
"Öncelikle size büyük hayalimden bahsedeceğim. Şimdi gözlerinizi kapatın ve... evet, şimdi açın. Bulutların en açık ve en hayran olunası rengine en açık mavi tonuna ya da sade ve göz alıcı bir krem tonuna boyanmış bir odaya giriyorsunuz. Önce duvar rengi gözünüze çarpmıyor çünkü gözünüze çarpması için duvardan duvara beyaz raflardan oluşan bir kitaplık yapmışım. Hayalimdeki kütüphanemde ise okumayı isteyebileceğiniz her türden kitaplar var. Bir tarafta Cemal Süreyya, Tarık Buğra, Oğuz Atay, Sabahattin Ali klasikleri dizilirken diğer tarafta günümüz romanlarını görüyorsunuz. Ya da bir tarafta Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi göze çarparken bir taraftan da Kristin Hannah'ın gökyüzü ve denizin tonlarında tam da duvar rengime uyan kitap dizisini görüyorsunuz. Hepsi özenle dizilmiş. Kitaplığımın önünde de bir tane çift kişilik moderne bir koltuk var. Orası da okuma köşem işte. Sonra kafanızı çeviriyorsunuz ki henüz fark etmediniz belki de kulağınızı tüm odayı huzurla dolduran piyano sesine veriyorsunuz. Piyanonun başında ay kuyruğu yapmış üzerinde gri kalın bir kazak ve altında en sevdiği kadife eteği giymiş beni görüyorsunuz. Kendimi müziğe kaptırmışım, başımı hafifçe melodiyle birlikte sallıyorum. Tiz sesim tüm odada tatlı bir şekilde yankılanıyor. Sanırım İngilizce şarkı söylüyorum ama Fransızca da olabilir. Sonra bir başka tarafa bakıyorsunuz ki duvara dayılı dikiş makinasını ve makinanın yanında özenle art arda dizilmiş olan irili küçüklü kumaşları görüyorsunuz. Sonra başınızı piyanomun ucundaki masaya çeviriyorsunuz. Geniş sade ve bir masa. Üzerinde arada sırada canım sıkkınken içimi döktüğüm daktilomu görüyorsunuz. Tam yanında da sık sık kullandığım diz üstü bilgisayarım duruyor. Sonra gözleriniz yine beni buluyor ve piyanonun dayalı olduğu duvarın üstüne bakıyorsunuz. En iyi dostlarımla, en güzel zamanlarımda, 32 diş sırıttığım ve çok mutlu olduğum zamanları kolaj yaptığım duvara üçer ipin ucuna minik mandallarla tutturulmuş olan kare fotoğraflarımı görüyorsunuz. Gülünce gözlerinin içi parlayan bir kız diyorsunuz benim için. Sonra odanın içine güneş vuruyor ve ben piyanomun başında son notalarım için parmaklarımı şefkatle tuşların üzerinde gezdiriyorum. Güneş hala üzerime vururken sonunda kafamı kaldırıp suratımdaki sıcak gülümsemeyle size bakıyorum. İşte gelecekteki Betül."
Ona şimdiden selam olsun. Anladığınız kadarıyla işte bahsettiğim oda benim büyük hayalim. Bu seneki dikiş isteğimin yerini kitaplar aldı. Halimden pek bir memnunum. Seneye inşallah dikiş kursuna gidebileceğim. Ayrıca bir daha ki seneyle ilgili beni heyecanlandıran tek şey dikiş kursu değil, Fransızca kursuna gidebilecek olmam. Küçüklüğümden beri hayranım bu dile. Bu sene Arapça lisan kursuna gidiyorum ama inanmazsınız kendimi çok da güzel tanıtıyorum. Her ne kadar haftanın üç günü bugün de mi Arapça diye yataktan kalksam da dersler çok güzel geçiyor ve her gün daha da verimli oluyor. Geçen sene İngilizce kursuna giderken o kadar çok gitmemezlik yapmama rağmen çok şey öğrenmiştim. Arapça kursuna ise gitmesem olmaz çünkü alt yapım olmadığı için bir dersle kaybedeceğim açık çok büyük. Piyano çalmaya gelince onu seneye öğrenebilir miyim bilmiyorum. Sanırım zaman bulamayacağım ama eninde sonunda piyano çalmayı öğrenip herkese bu yeteneğimi kanıtlayacağım çünkü inanın bir enstrüman çalmak benim küçüklükten beni istediğim bir şeydi. Hem piyano parçalarını dinlemek bana bu kadar zevk verirken kendim çalmak nasıl bir şeydir hayal dahi edemiyorum. Aslında aklımdaki yazı da nelerden hoşlandığımı nelere gıcık olduğumu yazacaktım ama sanırım Gelecekteki Betül bu yazı için yeterli olacaktır. Söz, bir gün de kendimle ilgili içimi dökeceğim. Ayrıca sözüm olsun ki bu odayı kendime yaptırmak için elimden geleni yapacağım. İçimdeki deli dolu, kitap sever, dil sevdalısı, meraklı, film kolik, müzik aşığı, yazar ve düşünür Betül asla ölmesin.
Continue reading Gelecekteki Betül

Betül Mutfakta/ Sütlaç Tarifi

Merhabalar. Öncelikle kısaca özetleyeyim. Bir süredir hatta iki aydır mutfağa yeni bir şey yapmak için girdiğim yok. En son yakın arkadaşımın doğum günü için cupcake yaptım ama onu da saymıyorum çünkü benim mutfağa girmekten kastım "daha önceden hiç denemediğim ve deli gibi yapmayı istediğim" oluyor. Mesela onlar neler diye sorarsanız pasta kremasıyla yapacağım harika bir çilekli pasta, ıspanaklı pandispanya, vişneli turta ve benzerleri. Ama ne yazık ki hiç birini yapamıyorum çünkü ben de kendime bir sınır koydum. Sanırım on beş tatile kadar da böyle gidecek.

Aslında şundan yirmi dakika öncesine kadar Eğer Kalırsam kitabını okuyordum. Ama aklımdaki blog yazıları o kadar çok düşüncelerimi engelledi ki baktım kitaptan bir şey anlamıyorum bir bölüm okuyup ayaklandım. Ben bir sütlaç aşığıyım! Ciddi anlamda küçüklüğümden beri açık ara en sevdiğim sütlü tatlı kesinlikle sütlaçtır. Rekorum günde dört kase yemek ama beş de olabilir emin değilim. Hatta sütlaç aşkımla da meşhurumdur. Bol fındıklı tarçınlı bayılırım. Annemin senelerdir hayranı olduğum bir tatlısıdır. Aslında yapması da çok basitmiş.
Tarifi;
1 kilo süt
1 su bardağı şeker
1 su bardağı pirinç
1 yemek kaşığı nişasta
Öncelikle pirinci biraz suyla birlikte tencereye alıp pişirmeye koyuyoruz. Piştikten sonra sütü ekliyoruz. Kaynadıktan sonra şekeri ekliyoruz. Ardından da 1 su bardağı su veya sütle nişastayı karıştırdıktan sonra son olarak onu ilave ediyoruz. Yani gayet basit. Ardından kaynayınca da kaselere ilave ediyoruz. Eğer fırına verecekseniz fotoğraftaki kalıplara döktükten sonra isteğinize göre üzerine yumurta sarılarını sütlaçların üstüne hafifçe sürün ve 150 derecede fırına verin. Yumurta sarısı sürerseniz ve üzerine fındık serpmeden yerseniz ağzınıza yumurta tadı geliyor ama sürmeseniz de üzeri kararıyor zaten. Üzerlerinin karardıktan sonra fırından çıkarın. Fırına vereceğiniz sütlacın asıl özelliği normale göre daha az pirinçli olup daha sıvı olması. Çünkü asıl sütlacı çok pirinçli yapınca fırına da vermekle beraber sütlaç iyice katılaşıyor. (Denedim bir kere, siz yapmayın :)

Bu kadar işte. Size sütlaç aşkımı da anlattım. Şimdi bu tarifi ingilizceye çevirip bir dostuma atacağım. O da benim gibi sütlaç manyağı. Bir daha ne zaman mutfağa girerim bilinmez :)
Continue reading Betül Mutfakta/ Sütlaç Tarifi

18 Kasım 2015

,

Hiçliğin Kıyısında - J.A Redmerski | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Hiçliğin Kıyısında
Yazar: J. A. Redmerski
Orjinal Adı: The Edge of Never
Sayfa Sayısı: 472
Yayınevi: Ephesus
Goodreads Puanı: 4,30/5
Benim Puanım: 5/5

Arka Sayfa:
Yirmi yaşındaki Camryn, alışılmışın dışında bir yaşam tarzı düşlemektedir. Fakat başına gelen trajediler bu yaşamı kendisinden zorla çekip alınca, ilk bulduğu otobüse atlayarak varış noktasını bilmediği bir yolculuğa çıkar. Çıktığı bu kendini yeniden keşfetme yolculuğunda, kendisi gibi nereye gideceğini bilmeyen, Andrew Parrish adında biriyle tanışır. Fakat Andrew'un da bazı karanlık sırları vardır…

Andrew yolculukları esnasında Camryn'e kimseye bağlı kalmadan, içinden geldiği gibi yaşama, en derin ve kuytu arzularına teslim olma sanatını öğretir. Ancak Andrew'un ondan gizlediği sır yolun sonunda kendisini beklemektedir. Bu sır ikiliyi bir araya getirebilecek midir, yoksa onları sonsuza dek birbirlerinden ayrılmaya mı mahkum edecektir?

Ahhh ahh bu kitap var ya! Bir Artı Bir'den bu yana okuduğum en iyi kitap! Hatta bir tarafım o kitaptan daha iyi dese de nedense diğer tarafım öyle demeye kıyamıyor çünkü Jojo Moyes da harika bir yazar! Her neyse, önce size kitabı nasıl aldığımı kısaca özet geçeyim. Takip ettiğim yorumculardan bu kitabın baya övüldüğünü gördüm. Ben de ilk kitapyurdu siparişimde listeme ekledim. Büyük bir heyecanla diğer kitapların arasında bunun da gelmesini bekliyordum ama meğerse tükenmiş! Deli gibi kolinin içini aradım ama bulamadım. Belki daha sonra tek olarak yollarlar dedim ama faturaya ve mail adresime bakınca ciddi ciddi tükendiğini gördüm. Sonra Tüyap'a gittiğimde büyük bir heyecanla Ephesus yayınlarına kitabı sordum ama onlar da ellerinde olmadığını söyleyince ikinci hayal kırıklığını yedim. Ne zaman bir daha basılacağını da bilmiyorlarmış. Ben de ne yapayım ne zaman çıkarsa o zaman alırım dedim. Ama durur muyum birkaç yorumcunun daha kitabı paylaştığını görünce ne kadar olursa olsun normal bir kitapçıdan almaya karar verdim. Güzel kazık yedim ama var ya kitap o kadar güzeldi ki iyi ki beklemeyip kazık yemişim. Zaten kitapçıdan almam da ayrı bir komediydi. Görünce çok sevindim benim için ayırır mısınız basımı bitti ama yanımda para yok dedim. Çünkü tüm harçlığımı kuruşuna kadar Tüyap'da harcadım. Gidip annemden para aldım ki o da kolay olmadı çünkü kitaplara bu kadar para yatırmama hala alışamadı. Sonunda parayı kopardım ve gidip aldım. Dün akşam İlk Aşk yorumumu yazdıktan sonra hemen okumaya başladım.
"The heart always wins out over the mind. The heart although reckless and suicidal and mosochist all on its own, always gets it way. The mind may be what's best, but I don't give a shit what my mind is telling me anymore. Right now, I want to live in the moment."
Ona sarılmıştım ve asla bırakmak istemiyordum. Uyuyup kalana kadar saçlarının yumuşaklığına yüzümü yaslayıp sessizce ağladım. 
Şimdi biraz kitaptan bahsedelim. Farkındaysanız kitabı bir günde bitirdim. Tabii baş nedenlerinden biri çarşamba günleri dersim olmaması da. Ama dersim olsa da kesin ikiye kadar oturup bitirirdim bu kitabı, o kadar yani. Gerçekten mükemmel! Valla okurken kendimden geçtim. Öyle bir heyecanla okuyordum ki spoiler olmasın diye sol sayfayı okurken gözümün sağ sayfaya kalmasına izin vermedim. Ayrıca bir Andrew'in bir Camryn'in ağzından anlatılması çok güzeldi. İkisinin de hislerini okumak çok güzeldi. Bu kitapla ilgili spoiler yazıp içimi dökeceğim. Ama önce almanız için sizi ikna etmeliyim. (Nasıl alacaksınız bilmiyorum ama basımı çıkınca hemen alın ya da benim gibi kitapçılarda aratın.) Kitap gerçekten harika! Okudukça özette bahsedilen Andrew'in sırrını deli gibi merak ettim. Ciddi anlamda çok beğendiğim bir kitap oldu. Andrew ile Camryn'in ilişkisine bayıldım! Andrew'in şakacı, Camryn'in sevimli tavrı çok hoştu. Ayrıca Camryn'in en yakın arkadaşı Nat'le olan dostluğu da beni baya güldürdü. Daha ne diyeyim yani? Tamam, tamam biraz ağlamış olabilirim. Hatta sonunda baya ağladım. Kesin sizin de gözleriniz dolar. Okuduğum kitapların listesini tuttuğum bir liste var. 10 puan (defterimde puanlamayı 10'dan başlatıyorum) verdiğim kitapların bazıları beni o kadar çok etkiliyor ki sadece 10 puan vermekle kalmıyorum yanına bir de yıldız atıyorum. Bu kitap da yıldız alanlardan işte. Kesinlikle okuyun. Olur da kitabı bulamazsanız tahminimce yakında pdf hali çıkar.
"I think that if past lives are real then we have been lovers in every single one of them. I've known you for a short time, but I feel like I've known you forever."
Ayrıca yazar kitabın ikincisini de yazmış. Double double double umuyorum ki hemen çıkar! Kitabın ikincisinin orijinal ismi de The Edge of Always'miş! Allah cezanızı vermesin! :(
Hiçliğin Kıyısında'dan sonra ne okuyacağıma henüz karar vermedim. Aslında yarın Yalova yolcusuydum ve yanıma 5 günlük tatilimiz için üç kitap alacaktım ama haftaya gitmeye karar verdiğimiz için o kitapları o zamana ayırıyorum. Muhtemelen cuma gibi bir kitap yorumumla daha karşınızda olurum.
Onu sevdiğimi haykırmak geliyordu içimden ama yapmadım. Onu bütün kalbimle seviyordum ama içten içe bunu yüksek sesle söylersem her şey çökecekmiş gibi geliyordu. Belki içimde tutarsam bu kelimeleri hiç telaffuz etmezsem, hikayemiz asla sona ermezdi. O iki kelimeyi söylemek bir başlangıç olabilirdi ama Andrew'la bir sonumuz olmasından korkuyordum.
Ağır spoiler; Birlikte olmaya başladıklarında her şey o kadar mükemmel gidiyordu ki ciddi anlamda Andrew'in nasıl bir sırrı olabilir ki ilişkilerini bozmak için diye deli gibi meraklanmaya başladım. Harbiden de iyi bir sebebi varmış. Spoiler kısmına yazıyor olmama rağmen sırrını söylerken çekiniyorum. O yüzden double ağır spoiler; Kızımızın yolculuğa çıkmasının sebebi sevgilisi Ian'ın mezuniyetten bir hafta önce ölmesinden sonra içinde büyüyen boşlukla birlikte arkadaşından da kazığı yeyince her zaman yapmak istediği şeyi gerçekleştirmeyi istemek. Oğlumuz da babasını ölüm döşeğinde görmeye giderken otobüs yolculuğunu tercih ediyor. Böylece tanışıyorlar işte. Kitabın son otuz sayfasında sonunda (Andrew'in sırrını) yani beyninde tümör olduğunu okuyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Resmen kitabı parçalarcasına sıktım çünkü her şey o kadar mükemmel gidiyordu ki sinirim çok bozuldu. Andrew'a mı üzülsem yoksa kızın ikinci kez çok sevdiği birinini kaybedecek olmasına mı üzülsem duygularım karman çorman oldu. Kendimi zar zor tutarken Andrew'in Camryn'e yazdığı mektubu okuyunca koyverdim gözyaşlarımı. Kendimi kötü sona öyle bir hazırladım ki artık ihtimal vermiyordum mutlu sona. Yazar da sağ olsun son bölümü önce Andrew ölmüş gibi yazınca ağlamam daha da fenalaştı. Sonra hastalığı yendiğini okuyunca mutluluktan ağladım resmen. Bu kitabı hiç unutmayacağım ve kesinlikle aradan zaman geçtikten sonra (mesela kitaplığımdaki tüm kitapları okuduktan sonra) tekrar okuyup yine ağlayacağım.
"Live in the moment, where everything is just right, take your time and limit your bad memories and you'll get wherever it is you're going a lot faster and with less bumps in the road along the way."
Continue reading Hiçliğin Kıyısında - J.A Redmerski | Kitap Yorumu

17 Kasım 2015

,

İlk Aşk - John Green | Kitap Yorumu


Kitap Adı: İlk Aşk
Yazar: John Green
Orjinal Adı: An Abundance of Katherines
Sayfa Sayısı: 320
Yayınevi: Pegasus
Goodreads Puanı: 3,70/5
Benim Puanım: 4/5

Arka Sayfa:

Konu ilişkiler oldu mu, Colin Singleton'ın tipi Katherine isimli kızlar… Ve konu Katherine isimli kızlar oldu mu, Colin her seferinde terk ediliyor. Tam sayı vermek gerekirse, on dokuz kere. Bir yol macerasına atılan, evden kilometrelerce uzaktaki bu anagram âşığı, hali harap, üstün zekâlı gencin cebinde on bin dolar, peşinde kana susamış bir yaban domuzu ve hemen yanında televizyon bağımlısı, şişman dostu vardır… Ama bir tane bile Katherine yoktur. Yarattığı formülle tüm romantik ilişkilerin geleceğini hesaplamayı uman Colin, Katherine Öngörülebilirliği Teoremi'ni ispatlamak için debelenmekte, tüm Terk Edilenler'in öcünü almanın ve sonunda kızı kapmanın peşindedir. Aşk, dostluk ve ölü bir Avusturya-Macaristan arşidükü, insanın kendisini yeniden keşfetmesini konu alan bu çok katmanlı romana şaşırtıcı bir son ve sıcacık bir yön katıyor.

Hayır, bu yazı cheescake tarifi değil, kitap yorumu :) Öncelikle Bir Artı Bir yazımda sırada okuyacağım kitap için harika fotoğraflar çektim demiştim. Eh işte o fotoğraflarla aslında kast ettiğim şey şu harika çilekli cheescake'di! Kendisini özenle ve sabırla yaptım. Blogumda bir yerlere koymazsam içimde kalırdı. Evettt, asıl konumuza dönersek kitaplığımda romanlar arasında ilk yerini almış olan İlk Aşk'ı sonunda okuyabildim. Açıkçası kitap için kendimi hayal kırıklılığına hazırlamıştım ama tahminimden çok daha iyi çıktı. Öncelikle Colin'i çok sevdim. Dahiyane kişiliği ve duygusal yapısı hoşuma gitti. Tabii ben daha çok Hasan'a bayıldım. Kitabında Müslüman birine yer verilmesi çok ilgimi çekti. Hele de Hasan'ın sürekli Colin'e "kafir" demesine ayrı güldüm. Hasan ile Colin'in dostluğu baya eğlenceliydi.
"Evet. Öncelikle ikimiz de Hristiyan değiliz. İkincisi, yaz aylarını aptal yol kenarı saçmalıklarının peşine düşerek geçirmek hiçbir işe yaramayacak. Üçüncüsü haçlar bana onu hatırlatıyor."
"Kimi?"
"Onu."
"Hatun ateistti be, kafir!"
John Green'in ilk defa iki sene önce Aynı Yıldızın Altında kitabını okumuştum ama nedense (ki muhtemelen pdf olarak atlayarak okumam büyük nedenlerinden biri) çok da beğenememiştim. Muhtemelen şimdi tekrar okusam daha çok hoşuma gider. Filmini de sinemada izlemiştim ama kimse kusura bakmasın bana çok klişe gelmişti. Tabii kitapla film bir olmayabilir, tahminimce kitap daha iyiydi. Önceki yaz böyle konulara dair o kadar çok Kore filmi izlemiştim ki artık hasta kız duymak istemiyordum. John Green serüvenimi ikinci kitabını okumakla bitirmeyeceğim. Alaska'nın Peşinde ve Tek İsim Tek Kader kitaplarını da satın almayı düşünüyorum. Kağıttan Kentler kitabını almayacağım çünkü filmini izledim ve gördüğüm yorumlara göre sıkıcı birçok yeri varmış. Filmi de aham şaham değildi açıkçası.
Ve hikayeden çıkarılacak ders şu ki neler olduğunu hatırlamıyorsun. Hatırladığın şey, gerçekleşen şey haline geliyor. Ve hikayenin ikinci dersi de, tabii bir hikayede birden çok ders olabiliyorsa, Terk Edenler'in tabiatları gereği Terk Edilenler'den daha kötü olmadığı. Terk etmek, sana yapılan bir şey değil; seninle olan bir şey.
Takip ettiğim yorumcuların bazılarında John Green okumayı sevenler diye ayrı bir kısma ayrıldığını gördüm. Aslında önce kesin ben de kitaplarını okumaktan zevk alamayacağım dedim. Ama şu Hasan'dan mı yoksa Colin'in aciz halinden mi neyse kitabı baya beğendim. Biraz puan kırdım çünkü istediğim kadar sürükleyici değildi. Mesela kitabı anca üç günde bitirdim çünkü defalarca elimden bıraktım. Kitabın ciltli halinden çok ciltsiz siyah haline bayıldım. Evet, bu yazımda spoiler yok çünkü bu kitapla ilgili spoiler yapacak öyle pek şey de yok.
Aslında sadece cheescakeli fotoğrafı ekleyecektim ama sonra tüm kitabı siyah kapaklı haliyle okuduğum için bir de böyle çekeyim dedim. Ve ayrıca yanlış görmediniz! Arkadaki ciltli kitap da Hiçliğin Kıyısında! Bu yazım bittiği gibi hemen okumaya başlayacağım.

Evet, ne diyordum? Lafın kısası John Green'in anlatım tarzını beğendim. Kitabın kendine has bir espri anlayışı var. Ayrıca sayfaların altındaki ayrıntılı satırları okumak ayrı bir eğlence! Kitaba dair yorumlarda aşkı matematik yoluyla anlatmak diye yorumlar gördüm ama kitabının tamamın bununla alakası yok. Bizim Colin'in tek derdi neden hep terk edildiğine dair bir Matematik denklemi oluşturmak. Ayrıca An Abundance of Katherines ismini niye gidip de İlk Aşk diye çevirmişler anlam veremedim. Eğer 19 Başarısız Denemeden Sonra İlk Aşk diye tersten okursak tamam mantıklı derim.
Colin'in teni, o an arabada olan ve olmayan herkesle hissettiği bağla canlanmıştı sanki. Ve olabilecek en müthiş şekilde, kendini eşsiz hissetmiyordu.
Anlayacağınız bu klasik Betül bu kitapta içtenlikle gülebildi ve saf saf sırıtabildi. Kısacası kitabı baya beğendim! Buyurun siz de okuyun.
Continue reading İlk Aşk - John Green | Kitap Yorumu

13 Kasım 2015

,

Zaman İpliği - Nathan Filer | Kitap Yorumu

Kitap Adı: Zaman İpliği
Yazar: Nathan Filer
Orjinal Adı: The Shock of Fall
Sayfa Sayısı: 320
Yayınevi: Pegasus
Goodreads Puanı: 3,80/5
Benim Puanım: 4/5
Arka Sayfa:
Ben benim. Evimdeyim, kolları kabartma kumaşla kaplı koltuğumda oturuyorum. Akşam oluyor. Uzun zamandan beri daktiloda yazı yazıyorum, yorgunum.

Sigarayı koluma bastırıp söndürdüm. Kolumda kabarcık oluştu. Acının beni uyanık tutacağını sandım ama ipi tutamıyorum. Zaman parmaklarımın arasından kayıp gidiyor.

Size ne olduğunu anlatacağım çünkü ağabeyimi anlatmanın en iyi yolu bu. Adı Simon. Bence onu seveceksiniz ama birkaç sayfa sonra o ölmüş olacak. Ve bir daha asla eskisi gibi olmayacak.

Tüyap alışverişimden sonra en çok merak ettiğim kitaplar arasında ilk beşin içindeydi Zaman İpliği. Hele de kitabı okuyanların çok duygulandığını öğrenince merakım ikiye katlandı. Böylece perşembe günü elime aldım kitabı. Arapça dersimi beklerken okudum, evde okudum, tekrar arapça dersini beklerken okudum ve sonunda bugün evde bitirebildim. Kitabın arkasındaki özeti zaten insanı okumaya şevklendiriyor. Hele kapağı! Gerçekten harika bir kapağı var. Kitap hakkında genel görüşümü yaptıktan sonra izninizle bir de spoiler içerikli yorumu yapacağım. Öncelikle hani demiştim ya ben kitabı okurken merakla sayfaları çevirmeyi, gözlerimin dolmasını, sırıtmayı isterim diye. Alın size Zaman İpliği! Bir kitabı böyle merakla okumayalı baya oldu. Tüm olaylar sonunda ortaya çıkacak diye sabırsızlıkla çevirdim sayfaları. Ama Matthew'in yani kitabı kendi ağzından anlatan ana karakterimizin anlatım şekline, doğallığına ve argo konuşma tarzına bayıldım. Çok içtendi gerçekten. Kitabı okurken kafanız çok karışabilir. Şurada 9 yaşında olduğu yazıyor, şurada 19 diyor derken benimki çok karıştı açıkçası. Bir de olaydan olaya atlıyor. Öyle olduğu için sonunda her şeyin berrak bir şekilde açıklanmasını daha büyük merakla bekliyorsunuz. Sorarsanız kitabı bitirdiğimde bir boşluğa düştüm. Gözlerim doldu ama istediğim gibi rahatlayamadım. Nasıl desem bunca sayfadır okuyup dört gözle beklediğim final bu muydu dedim ne yazık ki. Ama (elbette ama) diyeceğim. Ama sonradan kitabı araştırdım ve İngilizce yorumcuların videolarını daha izledim (hatta berbat bir İngiliz aksanına dahi katlandım). Meğer yazar bu kitapla ilgili bir de kısa film çekmiş ve ödül kazanmış. Kısa film ise harika! İzledikçe hüzünleniyorum. Sakın kitabı bitirmeden izlemeyin. Sonra kitabın birkaç özetini daha okuduktan sonra aklımda soruların çoğu gitti, azı kaldı. Bu yüzden 8,5 verdim. Ama bana sorarsanız Matthew'in anlatım tarzı ve o koca merak için kesinlikle okuyun derim!

"Bu sayfaları da diğerlerinin arasına katıp her şeyi arkamda bırakacağım. Geçmişi yazmak onu yatıştırmanın, eski defterleri yeni baştan açmanın bir yol. Anıları her zaman var olacaklarını bildiğimiz kağıt parçalarının üzerine yerleştiriyoruz. Fakat bu hikaye hiçbir zaman bir hatıra özelliği kazanmadı, kendini koyvermenin bir yolunu buluyor. Sonunu bilmiyorum ama bundan sonra neler olacağını biliyorum. Koridor boyunca, veda partisi seslerinin geldiği yere doğru yürüyorum. Fakat daha ileriye gitmeyeceğim. Önce sola, sonra sağa döneceğim, ardından da çıkış kapısını iki elimle ardına kadar aşacağım. Bugün yapacak başka bir işim yok. Bu bir başlangıç!"

Spoiler bölümüme geçiyorum. Açıkçası kitabı okurken aklımdan yüzlerce şey geçti. Şimdi spoiler olarak şunu söylüyorum ki Matthew, down sendromlu abisi Simon'un ölümüne şahit oluyor. Hatta sadece şahit olmakla kalmıyor, bir bakımdan onun yüzünden ölüyor. Matthew bu suçluluk hissiyle şizofreniye kadar kafayı yiyor. Kitapta hem geçmişten hem de şu anki Matthew'den karışık bir şekilde bahsediliyor. Kitabın bir bölümünde Matthew'in daktilo yazılarını okuyoruz. O kısımları da beğendim. Okudunuz mu bilmiyorum ama Calia Read'in Kördüğüm adında mükemmel bir kitabı var. Mesela o kitap da kafamı çok karıştırmıştı. Hatta bir ara o kitaptan esinlenerek Matthew, aslında Simon mu diye bir sürü düşünce geçti aklımdan. Anlayacağınız bir ara Matthew'e takılıp ben de kafayı yiyordum, o kadar aklım karıştı. Olayların en sonunda berrak bir şekilde açıklandığı kısımda kitabı öyle sıkı sıkı tutuyordum ki sonunda istediğim satırlar gelmişti! Kitabı beğenmemek elde değil ama bir yandan da diyorum ki keşke bu kadar karman çorman yazmasıydılar. Belki bir gün tekrar baştan sona okur ve aklımdaki tüm soruları okuyup da o zaman anlam veremediğim satırlarda bulurum, kim bilir? Şimdi izninizle o videodaki harika sahnelerden fotoğraflarla kitaptan replikleri art arda dizerek yazıma son vereceğim.
"Annemin deli olduğunu söylemiştim. Evet dedim ama bunu fark edemeyebilirsiniz. Yani size söylediğim hiçbir şey onun deli olduğunu ispatlayamayabilir. ancak deliliğin farklı türleri vardır. Bazı delilikler ilk başta delilik belirtisi göstermezler, bazen kibarca kapıyı çalarlar ve siz içeri kabul ettiğinizde odanın bir köşesinde oturup büyürler."
"Karanlık, gece vakti, ağzım, gözlerim, çamur içinde, hala yağmur yağıyor. Onu sırtlamaya çalışıyorum ama yerler ıslak. Onu kaldırıyorum, düşüyorum, bir daha kaldırıyorum, yine düşüyorum, sesi çıkmıyor. Cansız kolları iki yanında sallanıyor. Konuşması için yalvarıyorum. Lütfen! Bir şey söyle! Tekrar düşüyorum, ona sarılıyorum, yüzünü yüzüme yaslıyorum, ona o kadar sıkı sarılıyorum ki vücudunun soğuduğunu hissediyorum, konuşması için yalvarıyorum. Lütfen. Lütfen. Konuş benimle."
"Şişşt. Şişşt. Geçecek. Sesi o kadar olgun ve nazikti ki... Hayatımda ilk kez bir ağabeyin varlığını hissettim."
"Aptalcaydı. Onu duyabiliyordum. Arabada yanında oturuyordum, üstelik sesli ağlıyordu. Babam da öyle. Hem araba kullanıyor hem de ağlıyordu. Acaba ben de ağlıyor muydum, gerçekten bilemiyorum ama anladığım kadarıyla ağlıyordum. Görünüşe göre ağlıyor olmam gerekirdi. Yanaklarımı dokundum ama kuruydular. Ağlamıyordum."
"Anlatmaya devam edebilirim ama beni artık tanıyorsunuz. Daktilonun şeridindeki mürekkep kuruyor. Burası kapanıyor. Bu herkesin düşünmesini yetecek kadar küçük puntolu bir yazı."
"MERHABA. İsmim Simon Homes. Bana kardeşim diyebilirsin. Beni unutmandan korkuyorum. Buradaki insanların başına bu geliyor. Bizi unutuyorlar. Bundan nefret ediyorum. Sabahları neler yaptığımızı hatırlıyor musun? Babam gelene kadar kapının arkasında saklanır sonra da onunla güreşirdik. Eğlenceliydi. Birlikte ne güzel eğlenirdik. Unutacağım hiç aklıma gelmezdi. Bir seferinde seni okyanus kıyısındaki kayalıklardan yukarı taşımıştım, zordu ama başarmıştım ve benimle gurur duymuştun, beni unutmana izin vermeyeceğim Matthew. Beni unutmana asla izin vermeyeceğim. Gelip benimle oyun oynamak zorundasın."

Kitabı okuduktan sonra buyurun bunu izleyin.

İşte kitap hep böyle repliklerle dolu. Haftaya çok fazla kitap okuyamayacağım yani blogum pek bir sakin olacak. Görüşmek üzere.
Continue reading Zaman İpliği - Nathan Filer | Kitap Yorumu