1. Bölüm
Kulağıma dolan ayak sesleriyle ellerimi
süratsiz atmaya başlayan kalbimin üzerine yerleştirdim. Elbisemden hiçbir ipucu
belli olmasın diye yorgana daha da gömülürken gözlerimi heyecandan sımsıkı
yumdum. Sesler kapıya dayandığında yorganı hafifçe başımdan aşağı itip
gözlerimi daha naif bir şekilde yumarak nefeslerimi düzene koymaya çalıştım.
Suratımı daha da yastığıma gömdüğümde artık içim rahattı. Uzun süredir yağlanmadığı
için gıcırdayan kapının açılmasının ardından nihayet ağır adımlarla babam odaya
girdi. Yumulu gözlerimden hiçbir şey göremesem de yorgunluktan düşen yüzünü
hayal edebiliyordum. Bacaklarımı çektiğim yere bir ağırlık oturduğunda hareket
etmemek için put kesildim. Nasır ve yaralarla dolu eli alnımın üzerinde
gezinirken içimi can acıtan bir acı gıdıkladı. Her zaman izlenilmediğini
sandığı zamanlarda olduğundan daha sıcak davranırdı. Nasırlı elinin yerini
kurumuş dudakları alarak alnıma yumuşacık bir öpücük bıraktı. Yorganın
örtmesine güvenerek alt dudağımı hafifçe ısırdım. Sonunda başımdan ayrılıp aynı
sıcacık muameleyi kız kardeşime yaparken ısrarla ortaya çıkmak için tırmanan
gözyaşlarımın pınarlarını doldurmasına izin verdim.
Kapının aynı gıcırtılı tonla örtünmesinin
ardından yavaşça yerimden doğrulup bir elimi göğsüme koyup sakinleşmeye
çalışırken, diğer yandan birbirine girmiş saçlarımı omzumdan aşağı
savuruyordum. Babamı kandırdığım gerçeği tekrar kendini yüzüstüne çıkardığında
suçluluk hissi yüreğimi sarıp sol yanağımdan aşağı bir inci tanesi yuvarladı. Pencereden
soğuk rüzgarın kollarıma vurmasıyla ucuz ipekten dikilmiş turkuaz rengi dans
elbisemin çıplak bıraktığı yerleri titreme kapladı. Bacaklarımı kendime çekip
başımı üzerlerine yerleştirdim. Omuzlarım ısrarla üşürken yorgan sadece
ayaklarımı örtüyordu.
Adım seslerini duymadan saniyeler önce
yatağıma girmiştim. Dizlerim saatlerdir çalışmaktan hala zonkluyordu. Ayak
tırnaklarımdan birini kırmıştım ve bunun ceremesini uzun süre çekecektim. Daha
deminki heyecan dalgası geçtiği için sızlamayı bırakmış olan ayak parmağım
acısını serbest bıraktı. Suratımı buruşturarak parmağımı okşamaya başladım.
Freida bu kadar zorlamamı söylerken haklıydı. Gösteri cumartesi günüydü ve
babamdan izinsiz yapmaya çalıştığım kaçamaklar göze batmasın diye ancak
şafaktan sonra aralarına katılabiliyordum. Hal böyleyken babamın işinin bugün
sabaha kadar sürmesi eve girişimi keskin bir çıkmaza sokmuştu. Zarar verdiğim
takdirde yiyeceğim dayağın düşüncesi bile tüylerimi diken diken ederken
elbiseyi nazik adımlarla çıkarmayı başardım. Yünlü beyaz geceliğimi üzerime
geçirdikten sonra Leila’nın yatağına doğru muzip adımlarla ilerledim. Yorgun
nefeslerle inip kalkan vücudunu taşıyan yorganın altı sımsıcaktı. Yavaşça
omzundan dürtüp kulağına yılışık bir öpücük kondurdum.
Anında huylanarak kaşlarını çatmış komik bir
ifadeyle kafasını çevirdi. “Oldu olacak ıslak parmağını da soksaydın.”
Sesim çıkmasın diye soğuk parmaklarımı
ağzıma bastırıp güldüm. “Sonradan yiyeceğim cimciği hesaba kattım.”
Uykulu ifadesi geri gelirken kolunu belime
dolayıp uzanmamı sağladı. Ben de ses çıkarmadan kafamı yastığı yerine onun
göğsüne dayadım. Kolumu sıkı bir şekilde karnının üzerinden dolarken çoktan
düzenli nefesler almaya başlamıştı. Oysa saatlerdir öğrenmek için kıvrandığım
figürleri anlatmak istiyordum. Ne kadar yorgun olduğunu fark etmemle üstüme bir
ağırlık oturdu. Kafamı hafifçe kaldırdığımda komodinin üzerinde işlenmesi daha
yeni bitmiş mendiller bana göz kırpıyordu. Derin bir nefes vererek kafamı tekrar
göğsüne yatırdım. Sabaha kadar elişlerini bitirmekle uğraştığı gözlerinin
altındaki morluklardan bariz ortadaydı. Benim tek bir gösteriden alacağım
karşılığın Leila için ayları kapsayan mendiller olduğunu bilmek öfkemi
arttırıyordu. Leila demek gözlerini kör edercesine el işi yapmak, asla bir
dikiş makinesini hak edemeyerek haftalarını tek bir elbiseye vermekti. Uzun
zamandır annemlere yeni bir kaban için dırdır ediyordum. Hatta bu durum daha da
ciddiye bindiğinde kendimi bu gösteriden alacağım ücretle içinde sıcacık
gezeceğim kabanın hayalleriyle süslemiştim. Freida ile kesin olarak dansa
katılacağımıza karar verdiğimiz günün akşamında Leila elinde yeşil tonlarında
kaşe kumaştan bir kabanla karşıma çıkmıştı. Gördüğüm gibi daha mutluluktan
ağlayamadan direk parmaklarına bakmıştım. Günlerdir iğne iplik tutmaktan zedelenmiş
parmaklarından iki tanesini bağlamıştı. Bunun karşılığını sadece sözlere
dayanan bir teşekkürle vermemek için gösteriden alacağım ücretle ona yeni bir
dikiş makinesi almay kendime söz vermiştim.
Bazı geceler eve geldiğimde hınzırlıkla
soğuk ayaklarımı sıcacık karnına yaslayıp onu da uykusundan uyandırıp
kahkahalara boğulmak isterdim. Uzun zamandır bu yorgunluğuna şahit olduğum için
kendimi ısıtmamı umursamayarak birkaç saat buz gibi yorganın altında vücudumun
ısınmasını bekleyen berbat bir uyku çekiyordum. Leila bana karşın o kadar naif
ve sessizdi ki herkes ilk görüşte onun benim ablam olduğunu sanırdı. Annemler
de sürekli abla olduğum için daha oturaklı olmamı söylerlerdi. Ben de
karşılığında beni erken doğurmasının onun suçu olduğunu araya iliştirirdim.
Aklım babama kaydığında içimi dolduran korku karışımı hüzünle gözlerimi daha
sıkı yumdum. Leila’nın eli saçıma dolanıp daha da rahatlamamı sağlarken sonunda
kısa bir uykuya dalıyordum.
Yorganın üzerimizden çekilmesiyle Leila’ya
daha da sokuldum. Mızmız mırıldanmalarla yorgana asılmaya çalışıyordum. Annemin
tiz sesi tüm odada yankılandı. “Hemen ayağa dikiliyorsunuz!”
İlerleyen saatlerde anca ev işlerini
bitirebilmiştik. Leila elişlerinin başına geçmiş, annem de yemek pişiriyordu.
Babam geç geldiği için hala uyku çekiyor olmalıydı. Mutfağa girip muhtemelen
evde son kalan meyvelerden birini soyarken anneme yanaşmaya başladım. “Daha
hiçbir şey pişmemiş bile. Beni hamal olarak kullanmana çok var. İkindi
olmadan eve gelsem,” derken bir yandan yanağından makas almaya çalışıyordum.
Suratını çevirerek, “Babanın uyanmasını
bekle. Bugün işiniz varmış.” dedi gıcık edici ciddi bir tonda.
Bir anda zihnime tahminler üşüşmeye başladı.
En son babamla demirci dükkanına gittiğimde akşamında sol yanağımda harika bir
kırmızılıkla eve dönmüştü. Sonraki gün zar zor Sergei Bey’in evine gittiğimde
bu şekilde portre çiziminde ona yardımcı olamayacağımı söylemişti. Kendi
sağlığımı umursamadığım halde herhangi bir hasar karşısında dans da edemezdim.
Aklıma daha ağır bir tahmin düşerken olduğum yerde sendeledim.
Güçlükle şakaya vurmaya çalışarak, “Temizlik
yapmamı isteyecek herhalde.” dedim turunç meyveyi soymaya devam ederken.
“Bir süredir egzersiz yapmıyoruz Afrah.”
Kafamı çevirdiğim gibi zoraki bir tebessümle
bana bakan babamla karşı karşıyaydım. Aniden ellerim hain bir titreme
sahiplenmişti. Ne diyeceğimi düşünürken daha da keskin bir çıkmaza giriyordum.
Suratıma rahat bir ifade koymaya çabalarken aklıma gelen ilk şeyi ortaya attım.
“Bugün anneme yardım edeceğim. Böylece siparişleri daha erken teslim
edebilirim.”
Anında kaşları çatıldı. “Annen akşama kadar
yapabildiği kadar yapar. Bugün benimle geliyorsun.”
Çaresizlikle alt dudağımı dişledim. “Geçen
gün elime kaynar su döküldü. Acısı hala geçmedi. Bu halde kılıç tutmayı geç,
kaldırıp egzersiz bile yapamam.”
Güçlü adımlarla daha da dibime girip elimi
alıp incelemeye başladığında kalbim süratsiz bir heyecanla atmaya başladı. Daha
yakından incelemesini engelleyerek hızla, “Birazdan hazır olurum.” dedim.
Babam mutfağı terk ettiği gibi çaresizlikle
anneme yapıştım. “Lütfen bir şey yap! Yorgunluktan ölüyorum. Babamı ikna
edersen yemin ederim sözünden çıkmam.”
Annem kafasını çevirip bana keskin bir bakış
fırlattı. Bu bakışın altında bile ışığı sönmüş gözlerinde bir hüzün yatıyordu.
“Elbiseyi gördüm. Eğer ikisini bir arada yürütmek istiyorsan buna baş eğmek
zorundasın.”
Gözlerim kararır gibi oldu. Tezgâha
tutunarak inatla anneme bakmaya devam ettim. Beni tehdit mi ediyordu, şevk mi
veriyordu kararsızdım. Sormaya ihtiyaç duymadan yenilmiş adımlarla mutfağı terk
ettim. Babamla beraber hazin kış havasına çıkmadan önce içime giyebileceğim
kadar kalın giyindim. Demirciye yürürken tek kelime etmedik. İkimiz de her gün
şahit olduğumuz aynı köy pazarını alışmış gözlerle izleyerek yolumuza devam
ettik. Sanki saatler önce saçlarımı okşayıp alnıma öpücüğü koyan sıcacık adam
değilmiş gibi o kadar ciddi yürüyordu ki koluna girmeye bile çekiniyordum.
Sonunda dükkâna ulaştığımızda çırağa selam vererek bahçeye çıktık. Beni
bekleyen günün yorgunluğu çoktan omuzlarıma binip suratımın çökmesini
sağlamıştı. Daha şimdiden yamuk dururken babamdan yiyeceğim azarı erkenden
görüp duruşumu düzeltmeye çalıştım. Kendi kılıcını biledikten sonra büyük bir
özenle benimkini de biledi. Kendimi güçlü hissedip kılıcı gerektiği gibi
kaldırmayı düşünmek bile içimin şimdiden pes etme hissiyle dolduruyordu.
Ayaklarımı daha sert bir şekilde yere yapıştırmamla beraber kırılan tırnağımın
acısı olduğu yerde zıplamaya başladı. Kaşlarımı çatıp suratımı ekşittiğim gibi
babam arkasını döndü. İki kılıcı da ustaca taşırken yorgun olduğuma şahit
olduğu halde böylesine ısrarlı davranmasının öfkesi tüm bedenimi sarmaya
başladı. Kılıcı elinden alıp sıkıcatutarken tüm vücudumu hizaya koydum. Sol
elimi serbest bırakıp sağ elimle tüm gayretimi ortaya koyarken babamın
hiddetinin yansımasını suratında gördüğümde beni zorlu bir mücadelenin
beklediğini acımasız bir şekilde idrak ettim. Yavaşça kılıcımı kaldıracakken
hızlı bir şekilde kendisininkini savuşturması sonucunda uğradığım şokla beraber
hemen daha da sert bir hamleyle kılıcını engelledim.
Bu sert mücadele devam ederken babam bir
anda konuşmaya başladı. “Sana küçüklüğünden beri tüm bu kılıç oyununu boşuna
öğretmiş olamam, değil mi Afrah?”
Sesinin bu kadar hükmedici çıkması alnımdaki
damla damla oluşan terlerin daha da çoğalmasını sağlıyordu. Aklımı zonklayan
parmağımdan uzaklaştırırken bir hamlesini daha engelledim. Hamlanmış olduğum
her halimden belliydi. Dişimi sıkarak üste çıkıp daha baskın olmaya çalışmak
yerine sadece hamlelerini engelleyerek bir an önce bitmesini diliyordum.
“Cevap ver!” diye bağırdı bir anda. Bu kadar
sert çıkması gitgide tuhaflaşıyordu.
Kılıçların çapraz bir döngüye girmesiyle
babam tüm gücüyle beni ezmeye başlamıştı. Karşındakinin bir kız olduğunu
bildiği halde tüm erkek gücünü kullanması içimde alevlenmeyi bekleyen koru
serbest bıraktı. Dişimi sıkarak kılıcını uzaklaştırdım ve daha güçlü bir
hamleyle savururken, “Olamazsın.” cevabını yapıştırdım.
Sert çıkmamdan memnun olmuş olmalıydı ki
dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Mücadelemiz son sürat nefessiz sürerken bir
anlık gözden kaçırmamın sonucunda kolumu dağlayan kesik acısıyla neye
uğradığımı şaşırdım. Bu afallamamdan yararlanarak sırtım bir anda babamın
koluna yapışmıştı. Ezici bir güçle kılıç tuttuğum bileğimi sıkarken diğer elini
saçlarımın bittiği enseme sabitlemişti. Sanki tüm hassasiyetin orada olduğunu
biliyormuş gibi kafama defalarca kez iğneler batıyordu. Sarsıcı acı karşısında
öfkemin altında eziliyordum. Arkamda düşmanı gibi benimle savaşan babam bana
göz dolduran acıyı yaşatırken kesik nefesler alıyordu. “Gün gelecek beni sen
koruyacaksın. Yanımda kim olursa olsun sadece sana güvenebileceğim. Sadece
senin kılıcının gücüne sığınacağım.”
Sözlerinin manasızlığı içimdeki öfke
girdabını geri çağırmaya yetmişti. Kim olduğunu umursamadan sağ iç bacağına
geçirdiğim tekmeyle beraber geri sendelemek zorunda kaldı. Kolumun acısı
zonklarken tırnağımı unutmuştum bile. Kılıcı iki elimle sahiplendiğim gibi
tekrar bir fırtınanın içine girdik. Bu seferkinde babamın ısrarla bana
yenilmemek için zoru oynadığını biliyordum. Dişlerimi son raddede sıkarken
etrafında dönerek dikkatli bir şekilde kılıcımı savuruyordum. Son çarpışmanın
ardından gözü bir an kolumda açtığı taze yaraya kaydı. Bundan istifade iki
elimle sımsıkı tuttuğum kılıcı son gücümle indirdim. Yere düşen kılıcıyla
beraber arkaya doğru bir adım sendeledi. Etrafında dönerken kafasını daha da
karıştırmayı başarmıştım. Nihayet kılıcımı keskin bir açıyla boğazına doğru salladığımda
put kesilerek olduğum yerde durdum. Ufacık bir yara açmış olmalıydım. Neye
uğradığını şaşıran babam hiddetim karşısında büyülense mi öfkeye mi boğulsa
karar vermeye çalışıyordu. Acıyla zonklayan başıma eşlik eden gözlerimin
dolmasıyla büyük bir açlıkla tepkisini izliyordum. Daha fazla gözlerime bu
denli şiddetli bakmasını kaldıramıyordum. Kılıcımı yere fırlattığım gibi büyük
bir patırtıyla kulaklarım çınladı. Hiç beklemediği o anda kucağına kendimi
attığımda yaşadıklarımın şaşkınlığıyla titriyordum.
“Neden?” diye fısıldadım çaresizlikle.
“Sabah alnıma sıcacık bir öpücük kondururken şimdi bu acımasızlığı hak edecek
ne yaptım?”
Saniyeler önce beni öldüresiye kollarında
hapseden kendisi değilmiş gibi şimdi de beni seneler öncesine sürükleyen bir özlemle
kucağında sallıyordu. Aynı çaresizlikle ama benimkinden farklı arkasına
saklanmış bir sertlikle konuştu. “Gün gelecek yalnızca sana güveneceğim. Beni
niçin anlamıyorsun?”
Neyin gününden bahsediyordu? Basit bir
demirci için abartılı cümleler sarf etmiyor muydu? Gözlerinde öyle bir gizem
vardı ki sanki küçüklüğümden beri bende gördüğü bu cevherle öğrettiği onca
kılıç hamlesinin nedeni dudaklarından dökülecekti. Gözlerim boynundaki ufak
yaraya kaydığında elimi kaldırıp kolumdaki kesiğin üstünü örttüm. “Bir daha
seninle dövüşmek istemiyorum baba. Karşıma istediğin kişiyi koy ama senin
tarafından bu kadar hor görülmek bir gün gelecek iyileşmez bir illete
dönüşecek.”
Kucağından kalkmaya çalıştığımda kollarını
sırtıma daha sıkı doladı. Beni göğsüne yerleştirirken hıçkırır gibi nefesler
alıyordu. Şu an kollarımı sardığım babam o kadar sıcaktı ki bir an için dans
ettiğimi ona itiraf etmek çok baskın bir isteğe dönüşmüştü. Dudaklarımı
aralayıp bunu söylemeye cüret edebilir miyim derken en son bunun ihtimaliyle patlak
veren öfkesini düşünmek ağzımı sımsıkı geri kapamamı sağladı. “Bugünlük bu
kadar yeter mi?”
Suratını kaldırıp yarım ağız gülerek bana
baktı. “Bana yapmamakla doğru yaptın ama bir dahaki sefere arkandaki kişiye
vurma şansın varsa iç bacağı yerine tüm gücünle kasıklarına geçir tekmeni.”
Dudaklarımdan hevesli bir kıkırtı döküldü.
“Unutmam merak etme.”
Kollarını gevşetip ikimizi aynı anda ayağa
kaldırdı. Elimi indirip kolumda açtığı yaraya yakından baktı. “O şekilsiz
duruşun beni öyle öfkelendirdi ki! Alt tarafı bir ay oldu egzersiz yapmayalı.
Bu kadar hamlanman karşısında seni o eski ateş saçan gözlerinle geri
getirmeliydim.” Yaramı hafifçe okşadı. “Hiç de derin değil. Sakın mızmızlanma.
Akşam annene de söyleyeceğim boğazıma yaptığın naneyi.”
Sonunda tatlıya bağladığımız için kuş gibi
rahatlamıştım. Belki kolumu kesmesini kullanarak biraz naz yaparsam izin
koparabilirdim. Yüzüme sevimli bir tebessüm kondurdum. “Freida bugün öteki
çarşıya inip alışveriş yapacaktı. Ben de onunla gidecektim. Sonra biraz evlerinde
otursam?” diye sorarak beklentiyle kaşlarımı kaldırdım.
Kararsızlığı yüzünden okunuyordu. Sonunda
pes edermiş gibi konuştu. “Akşam olmadan evde ol. Teslimatları sen yapacaksın.”
Aradan bir saat geçmeden Freida ile birlikte
tepesi upuzun sarmaşıklarla süslenmiş ve özel ağaç işlemeleriyle herkesi
kendine hayran bırakan kocaman bahçeye giriş yapıyorduk. Kapıya vurmamızla
birlikte Bay Sergei’nin yardımcısı suratında şaşkın bir tevazuuyla bizi içeri
davet etti. Bay Sergei’nin olduğu kısma kendimizden emin adımlarla hareket
ederken Freida ile havadan sudan çene çalmaya ara vermiyorduk. Nazik
gıcırtıların eşlik ettiği merdivenlerle bodrum katına inerken belli etmesem de
aynı heyecan kalbimi sarmaya başlamıştı bile. Kulağıma çalan arpın sesi aksine
tüylerimi diken diken yaptı. Herkesin dişini sıkarak hazırlandığı bu dans için
baş dansçılardan beşi haricinin enstrüman çalması şart koşulmuştu. Daha çok
uğraş vermeyip baş dansçılıktan atılmam dahilinde elime rebap almam zorunlu
görünüyordu. Düşüncesi bile kaşlarımı çatarken Freida’nın son söylediklerini
anlamadığımı fark ettim. Tam o anda Bay Sergei büyük bir iştihamla arpına son
notaları vurdu. Başını kaldırdığında belki de saatlerini verdiği müzik
diyarından ayrıldığı için bizi gördüğüne pek mutlu görünmüyordu.
“Demek geldiniz.” dedi her zaman takındığı
zarif surat ifadesiyle.
Onu görmemle içimde hisler cıvıldamaya
başlamıştı. Bugün babamla yaşadığım inişli çıkışlı zorlu anların ardından
tekrar turkuaz elbisemi giyerek akşama kadar ayak parmaklarım üzerinde zevkle oradan
oraya savrulacaktım. Düşüncesi bile gözlerimi neşeyle kırpmamı sağlarken erken
katıldığım dersler sayesinde bu gece sonunda uyuyabileceğimi düşünmek sıktığım
omuzlarımı rahat bırakarak olduğum yerde erimemi sağladı.
Bay Sergei bize doğru yaklaşırken kocaman
salonda tek çıkan tını sivri ayakkabılarının adım sesleriydi. Gösteriden kimse
henüz burada değildi, bu da Bay Sergei’nin benimle özel olarak ilgilenebileceği
anlamına geliyordu. Bu mutlulukla öne atılarak, “Nasılsınız?” diye sordum.
Mutluluğumun aksi gözlerle karşıma geçerken
bakışlarının nereye kaydığını fark etmeme izin vermeden parmakları naziklik
içermeyen bir hareketle kolumu sardı. Hissettiğim acıyla beraber hafiften
nefesim kesildi. Umursamadığım hareketler bir anda aklıma düşerken gözlerimi
yere indirdim. Kolumdaki kesiği pansuman yapmayı unutmuştum ve asıl önemli olan
katiyen bu değildi.
Babamla dövüşürken tuttuğum kılıcın acısıyla
kızaran ellerimi avuçlarına alarak delilleri incelerken suratını karanlık bir
ifade sahiplendi. “Kılıç tutmuşsun. Hem de yetmezmiş gibi dövüşmüşsün.”
Öylesine büyük bir öfkeyle tükürmüştü ki
kelimeleri onun gibi nazik bir adamın ağzından çıkan vurgularla yerimde
kalakaldım. “Babam…” diye kekelemeye başladım heyecanla. Hırsla ittiği ellerim
sarsılırken koluna uzanmaya çalışıyordum. “Biliyorsunuz. İsteklerine karşı
çıkamam. Aksine boyun eğmezsem ve olur da dans ettiğimi öğrenirse sonum olur.
En azından isteğini yerine getirdiğimde benimle daha az uğraşıyor.”
Söylediklerim deli zırvasıymışçasına elini
suratıma karşı salladı. “Seni başta uyardım. Gösteri olana kadar vücudunda tek
bir çürük olursa atılırsın dedim.”
Koruma içgüdüsüyle elimi kesiğin üzerine
koydum. “Elbisemin kol fırfırlarından belli bile olmaz. Hem isterseniz özel bir
pudrayla üzerini bir şekilde-”
“Yeter! Bıktım senden de babandan da.
Portrelerimde yer alabilecek güzelliğe sahip olan tek kız olduğunu mu
sanıyorsun? O güzelliğin de yakında babanın salaklığı sayesinde suratına
yediğin bir kılıç iziyle mahvolacak. Eğer yapmak istediğin şeyin bedeli çok ağırsa
vazgeç artık. Ne kendini yor ne de beni! Aptal aptal konuşuyorsun. Sorun
kolundaki yara izini pudrayla kapaman kadar kolay üzeri örtülecek bir şey
olsaydı öfkemi gereksizce yerinden zıplatır mıydım? Ayak tırnağının
kırıldığından haberdarım. Şimdi acıdan kıpkırmızı olmuş ellerin ve kolunda bir
kesikle utanmadan karşıma çıkıyorsun. Bu dansın ne kadar önemli olduğunu idrak
edemiyor musun? Tek bir dansçımın hatasıyla Adalet Bakanı’nın ellerinde rezil
olurum.” Art arda sıraladığı cümleleri dile getirirken omuzlarıma bindirdiği
ağırlıktan habersiz kendi bile yorulmuştu. Çenemi nazikçe tutarak suratımı
havaya kaldırdı. “Tek bir hatan sonucu babana gizli kapaklı çevirdiklerini
bizzat ben uçururum. Bundan sonra da portrelerimde sana ihtiyacım yok. Ayrıca
bu son dans gösterin ona göre.”
Çenemi kavradığı nazikliğin tam aksine
sertçe serbest bıraktı. Sözlerinin ardından koca salonu terk ederken bu sefer
her adım sesi kulaklarımda çınlıyordu. Freida beni sakinleştirmek için sırtımı
sıvazlıyordu. “Afrah.” diye fısıldadı çaresizce.
Olduğum yere
çökerken boğazımdaki düğüm daha da kemirmekle açılmaz hale geliyordu. “Eğer Bay
Sergei beni yarı yolda bırakırsa… eğer beni yarı yolda bırakırsa…”
Şaşkınlığımın aptallığıyla aynı kelimeleri tekrarlıyordum. “…ne yapacağımı
düşünmek bile istemiyorum.” Kısa bir an ellerim kafamın arasında kalakaldım.
Apar topar ayaklanırken çaresizce konuşmaya
devam ediyordum. “Bu gösteriyle gözüne girmeliyim ki beni asla atmasın.” Sırt
çantamdan elbiseyi hızlı hareketlerle çıkarırken bir yandan üzerimdekilerden
kurtuluyordum. Emanet elbise bedenimle bütünleştiğinde örüğümü tutan tokayı
hırsla çekiştirdim. Freida’yı tutup arpın başına otururken yalvaran gözlerle
bakıyordum. “Lütfen çal. Çal ki bildiğim tüm figürleri yüzlerce kez
tekrarlayabileyim. Diğerleri toplanmadan arp sesiyle ne kadar çalışırsam o
kadar ilerleyebilirim.”
Freida şefkatle ellerini yanaklarıma yerleştirerek
susmamı sağladı. “Dur artık Afrah. Ne kadar hırslanırsan o kadar batarsın.”
Öfkeyle ellerinden silkelenirken,
“Anlamıyorsun!” diye çıkıştım. “Senin için dans etmek ne bir tutku ne de ücreti
yüzünden reddetmeyeceğin bir iş parçası. Karıncadan değersiz hayatımda sevdiğim
tek bir şeye tutunma hakkım ellerimden uçarsa benden de geriye hiçbir şey
kalmaz. Her şeye dişimi sıkıp başımı eğdim. Bugün yine nefret ettiğim o kılıcı
elime aldım. Yine aptal gibi kılıcı savururken dans figürlerimi taklit ettim.
Eğer… eğer bu şans elimden alınırsa eskisi gibi olamam.”
Cümlelerimi fısıltılı bir tonda bitirirken
derin bir nefes alan Freida arpın başını oturuyordu. Çalmadan önce gözlerini
kaldırıp bana baktığında alındığını kanıtlayan kırılganlığını görünce özür
dilemem gerektiğini kavradım. Onun dansa olan tutkusuyla dalga geçerek hafife
almıştım. Dudaklarımı aralamama izin vermeden çalmaya başladı.
O çaldıkça gıcırdayan upuzun döşemenin
üzerinde etrafımda dönerek havada süzülmeye devam ettim. Devam ettikçe bu
tutkudan alıkonma ihtimalimin acısıyla yüreğim sıkışırken kendimi daha da
zorladım. Aralıksız o kadar uzun süre devam ettim ki Freida artık çalmıyor,
yorgun bakışlarla beni izliyordu. Diğerlerinin katılmasıyla nefessiz onlara da
eşlik ederek devam ettim. Ağır arp tınısının arasında kulağıma dolan ısrarlı
kuş sesleriyle akşam vaktinin yaklaştığını anlayınca Bay Sergei’ye kısa bir
açıklama yapıp Freida ile dönüş yoluna çıktık. Yol boyunca tek kelime etmedik.
Önüme geçen çöp tanesine ilk ben tekmeyi savuruyordum, ardından tamamen ortadan
kayboluncaya kadar sırasıyla vuruyorduk. Vedalaşıp eve vardığımda Leila hemen
kolumdaki yara izini fark etti. Benim için gereksizce güzel gözleri dolarken
koluma pansuman yaptı. Kendi zedelenmiş parmakları için değerli olan vazelinini
yumuşak hareketlerle kızarmış ellerime sürdü. Ardından arkama geçip saçlarıma
sıkı bir örgü yaparken gözlerimi yağlı ellerime diktim. İki tırnağım acı
vermeyecek şekilde kırılmıştı. Avuç içlerimde dansçı birine asla yakışmayacak
sert nasırlar vardı. Kılıç tutmaktan sertleşen ellerimi açıp kaparken izinsiz
bir gözyaşı yuvarlanıp yağlı elimden halıya kaydı. Annemin tüm gün uğraştığı
yemekleri gerekli yerlere dağıtırken mutsuz halimi fark eden Leila ısrarla
konuşuyordu. Normalde hep benim onun moralini düzeltmek için yaptığım muzipleri
deniyordu. En sonunda kalçasıyla kalçama vurup beni yerimden oynattığında
kendimi tutamayarak yüksek sesle güldüm. Teslimatların geri kalanını onunla
aynı neşeyi paylaşarak taşıdım.
Tüm getir götür işleri boyunca annemin leziz
yemeklerini koklamaktan iştahım had safhaya çıkmıştı. Eve vardığımızda babam
çoktan masaya kurulmuştu. Leila ile yerlerimizi alırken gözlerimi babamdan
kaçırıyordum. Sanki bugün demircide kollarında sevip üzgün olduğunu belirten o
değilmiş gibi sayesinde hak ettiğim sözler yüzünden öfkemi dindiremiyordum.
Benim kızgınlığımın aksine babam mutluluk saçıyordu. İlgisiz bir edayla Leila
ile girdikleri günlük sohbeti dinliyordum. Nihayet annem elinde ağır çorba
tenceresiyle masaya yaklaştı. Şehriyeyle yapılmış baharat içermeyen pek tadı
tuzu olmayan çorbayı ana yemeği düşünerek aldırış etmeden içtim. Biten çorba
tenceresini bırakıp ikinci kez odaya giren annemi meraklı gözlerle takip ettim.
Tabağımı herkesten önce havaya kaldırıp uzattığımda kepçenin işini bitirmesini
hevesle bekledim. Tabağımı önüme koyup kafamı çevirdiğim gibi dudaklarımdan bir
şaşkınlık nidası fırladı.
Babamın kafasını kaldırıp bana bakmasıyla
beraber anneme dönüp, “Sadece patates yemeği mi var?” diye sordum zorlama bir
sabırla.
Anneme söz bırakmadan babam atıldı.
“Beğenemedin mi?”
Sözlerinde küçümsemenin aksine böyle bir
tepki verdiğim için bariz şaşkınlığı vardı. Büyük bir cesaretle, “Beğenemedim,”
diyerek tabağı öteye ittim. Leila anında uyaran bir tonda ismimi fısıldadı.
Bu sefer gerçek bir küçümsemeyle, “Peki ne
buyur ederdiniz?” diye sordu babam.
“Annemin bugün saatlerini vererek
pişirdiklerinden ayırdıklarını en azından.”
Babam sandalyesini geri ittiği gibi annem
omzuma yapıştı. “Yarın söz ayıracağım.”
“Hayır, ayırmayacaksın! Yarın da bize ne
kalırsa onunla yemek yapacaksın.”
Bu vurdumduymazlığı içimde belki de pişman
olacağım bir cevheri tutuşturdu. Her şey onun elindeydi, hayatım, saatlerim,
isteklerim hepsi onun onayına bağlıydı. Kazandığımız tüm para eline geçerken
pişkinlikle hala bu oyuna devam etmesi bizimle dalga geçtiğine kanıt olarak
canımı yakıyordu. Sivrisinek gibi zihnime hücum eden düşünlerle sendeledim. Bizden
başka bir ailesi mi vardı? Onca emeğin sonunda bu para nereye gidiyordu?
Öfkesini kırarsam belki de itiraf ederdi. Bu saf ihtimale kanarken ben de
sandalyemi geri ittim. “Elimize geçen tüm parayı sana veriyoruz. Leila kör
olurcasına el işi yapıyor, annem sabaha kadar yemek pişiriyor. Her gün
yemekleri teslim ediyorum. Sırf sen istiyorsun diye zorla kılıç talimine boyun
eğiyorum. Ne sırtımda kalın bir kabanım ne de önüme konulan adam gibi bir yemek
var.” Babamın dudakları ince bir çizgi halini alırken bulduğum cesaretle devam
ettim. “Tüm paralar güya demirci dükkanının ihtiyaçlarına gidiyor. Resmen
paramızla sefalet çekiyoruz. Her şeyi sömürüp hiçbir karşılığını vermiyorsun.”
Babam sandalyesinden fırladığı gibi tabağını
yere fırlattı. Parçalanma zırıltısı bitmeden sesimi yükselttim. “O kırdığının
yerine geçmesi gereken tabağın parası da bizim emeğimizle olacak. Hiçbir
karşılık vermeden sırf öfkenle bu kadar müsrif olamazsın. Kıt kanaat geçinen
ailende çocuklarına örnek olman gerekmez mi?”
Ellerini masaya geçirdi. “Bir daha ağzından
çıkanları tartmazsan yataklara düşene kadar zorla talim yaparsın.”
Dudağımın kenarını kıvırdım. “Bir daha o
kılıcı elime almayacağım.”
Gözlerinden hiddetle karışık bir hüzün
parıltısı geçti. Bu sabah alnımdan öpmüştü, öğleninde beni kollarında
avutmuştu. Şimdi karşısına geçmiş büyük bir cüretle ondan hesap soruyordum.
“Öyle bir alacaksın ki!” diye kükredi. Omzumu tutan annem yanı başımda titredi.
“Bugün onca konuşmamdan sonra karşıma çıkıp nasıl bunları ağzına alırsın? Bana
ne cüretle hesap sorarsın?”
“O bahsettiğin seni sadece benim koruyacağım
günde kendine başka bir aciz kul bul. Sayende yaşadığımız bu fakirliğin altında
ezilirken daha fazla isteklerine boyun eğmeyeceğim. Bir daha o kılıcı elime
alıp karşına geçmeyeceğim. O gözlerimdeki ateşi asla kılıçla geri
çağıramayacaksın. Sen isteklerime karşı çıktıkça, sayende hor görülmeye
katlandıkça bir daha asla sözünü bana geçiremeyeceksin.”
Yanağında seğiren kası gittikçe daha yakından
görüyordum. Diyecek kelime bulamayarak, “Sen… sen…” diye kesik kesik öfkesini
kusuyordu.
Çenemi dik tutmak için son gücümü
kullanırken sayesinde Bay Sergei’den yediğim küçümsemeyi hatırlayarak kendimi
haklı çıkartmaya çalışıyordum. Babamın gözlerinde bir şey söndü fakat bu
seferkinin altında pişmanlık yatmadığını biliyordum. Suratıma patlayan tokatla
beraber görüşüm bulanıklaştı. Siyah bir gökyüzünün ortasında sendelerken yere
yığıldım. Acıyla zonklayan yanağımı avuçladığında bana ne yaptığını anca idrak
edebilmiştim. Zihnimi bulandıran gözyaşları çoktan yanaklarımı ıslatmaya
başlamıştı.
Demirci babam yıllardır kılıç tutan ve asla
çıkarmadığı kalın yüzüğünü taşıdığı güçlü eliyle suratıma tokat atmıştı…
Yanağımda belirecek izi…
Yediğim tokat karşısında sessiz kalacağımdan
o kadar emindiler ki salık bıraktığım hüsran dolu çığlıklarımla hepsi
şaşkınlıkla oldukları yerde kaldı. Bundan sonrasında etrafımda neler döndüğünü
umursamadım. Ömrümde bana en büyük zevki yaşatan anları düşündükçe
hıçkırıklarım önüne geçilemez bir hadde ulaşmıştı. İçimi parçalayan yalvarışları
salarken etrafımda telaşlı konuşmalar beni bu girdaptan çekmeyi amaçlıyordu.
İçinde boğulup kalmak istiyordum. Avucumu yapıştırdığım yanağımı iki elimle
deli gibi tutarken babamın telaş kokan ürkek kucağına bugün ikinci kez
alınıyordum. Sabah beni kollarında sarışıyla nasıl nefesim yumuşadıysa, şimdi
daha da boğazım sıkışıyordu. Babama karşı kırılmasın diye zar zor içimde
tuttuğum hiddet parçalara ayrılırken bir daha dans edemeyeceğim gerçeğiyle
kollarında sessizliğe gömüldüm.
2. Bölüm
Rüyamda paçavra olmuş ödünç elbisemin kol
kısmını tutarken aslında saklamaya çalıştığım şey bu sefer yediğim haltın
kabahati değildi. Sağ kolumdaki derin kesik iç yanağımı ısırmaktan kanattıracak
kadar acı veriyordu. Dikkatimi başka bir şeye vermeye çalışırken Bay Sergei
karşıma dikildi. Yanında bir diğer kabusum olan elbiselerin naif sahibi terzi
dikilmiş inanamaz gözlerle beni izliyordu. Kalbim deli gibi atıyordu ama neye sebep
olduğumu bilmeden bu heyecanımın nedeninin karşımdaki iki kızgın surat
olmadığının farkındaydım. Her ne yaşadıysam olayın rehaveti ve kolumdaki acının
uyuşturucu etkisiyle gözlerim kapanmaya başladı. Yüksek okta bir kadın sesi bir
anda tüm salonda yayıldı. Ama bu ses öfkeden uzak tanıdığım en yumuşak bakışlı
adam tarafından engellendi. Kelimelerle başladığı hiddetini cümleye dökmeyi
lüzumsuz bularak beni omuzlarımdan yakaladı. Daha kafamı kaldırıp yüzüne bakmama
fırsat vermeden sanki onca nazik notayı çalan parmaklar ona ait değilmişçesine
yanaklarıma hokkalı ikişer tokat patlattı. Arıların bala hücum etmesi misali beynime
öyle bir zonklama yayıldı ki başımın iki tokatla savrulması gibi bacaklarım da
yerden savrulup beni dizlerimin üzerinde yalnız bıraktı. Sonrasında yaşlarla
dolu gözlerimi kısarak gidişatı izlemek için çabaladım. Demirin pas kokusu
burnumu sızlatırken tanıdık bir genç tarafından güvenli kollara alındığımı
idrak ettim. Fakat içimde başka bir tarafa yönelen farklı bir his vardı. Sıcak bir kucakta taşınırken iki çift zümrüt
gözün beni acıma ve hayranlık karışımı dalgalanan duygularla izlediğinden adım
gibi emindim. O soylu ağzından ismimi duyar gibi oldum ama bu sefer de gerçek
dünya tarafında sarsıldım.
“Uyan artık!”
Bu öfke dolu yüksek sesin kız kardeşime ait
olmasına şaşırarak hayal mi diye zorla gözlerimi kırpıştırdım. Beni fark ettiği
gibi aynı yüksek tonla bu sefer içine karıştırdığı duygularla, “Nihayet!” diye
bağırdı.
Rüyamda gördüğüm şeyleri kesik kesik
hatırlamamla beraber kollarımda iz arama çabasına girdim fakat babamın
geçenlerde açtığı sıyrık haricinde en ufak bir zonklama yoktu. Yüzümdeki
sıcaklık dışında yalnızca uzun zamandır uyumaktan popom uyuşmuştu. Yerimde
kımıldadıktan sonra doğrulmaya çalıştım. Pencereden bakmama gerek yoktu çünkü
odamız hala karanlıktı. Yatakta yatmamın sebebini idrak ettiğim gibi yerimden
fırladım. Ani hareketim sonucunda başım dönmeye başladı ve sendeleyerek duvara
tutundum. Gözlerim deli gibi ayna ararken elim anında yanağımda yerini aldı.
“Ayna nerede?”
Beni sakinleştirmek için Leila ellerini
omuzlarıma koydu. “Sakinleş. Ciddi bir iz yok.”
Ellerini nazik bir hareketle savuşturup
aynayı aramaya devam ettim. Sonunda parmaklarım arasında yerini aldığında
heyecandan kalbim süratle atıyordu. Titrek elimle kaldırdığım aynayı yüzüme
karşı hizaladım. Serbest parmaklarım tokat yediğim yanağı incelerken gözlerim hiddetle
doldu. “Bunu bana nasıl yapar?” diye fısıldadım hayal kırıklığıyla.
“Çoktan vazelin sürdüm. Merak etme Bay
Sergei anlamayacak. Biraz pudra bulduk mu hiçbir şeyi yok zaten.”
“Pudra olsun olmasın en ufak bir kızarıklığı
bile fark edecektir. Bu gösteri öyle önemli ki.”
Kız kardeşimin karşısına geçmiş ona hayal
ettiği dikiş makinesi alamayacağı gözlerimdeki ağır hüzünle dile getiriyordum. Aynadaki
manzarayı daha dikkatli incelediğimde kızgın bir öfkeyle gözlerim kısıldı. Dört
parmağın harika bir açıyla hedef aldığını kanıtlayan kızarıklık gözler
önündeydi. Sadece tokadı yetmemiş gibi dokunmadan hatırlamanın bile sızı
verdiği yüzüğün şiddetli izi yanağımda sabaha kalmaz belirecek çürüğün
habercisiydi. Parmak izlerinin haricinde garip bir pembelikle çoktan şişmeye
başlamıştı. Yüzüğün ağır darbesiyle kesik açılmadığı için şükretmem
gerekiyordu. Babamın yaptıklarını hatırlamak ten rengimin birkaç kat daha pembeleşmesini
sağladı. Leila anlayışlı gözlerle yandan beni izlerken ismimi mırıldandı.
Başımı dönüp baktığımdaysa kararsızlık arasında dudaklarını aralamıştı.
Leila beni yalnız bıraktığında topladığım
yatağımın üzerinde uzun süre öylece duvarı izleyerek oturdum. Karar vermek için
oldukları yerde zıplayan düşüncelerim mantıklı bir sonuca varmak için çığlık
çığlığaydı. Annemin tezgahta yemek yaptığını kanıtlayan ritmik bıçak seslerini
dinlerken sürekli yanağımı sıvazlıyordum. Ne düşünürsem düşeneyim böyle pes
etmeyecek kadar inatçı olduğum sonucuna varıyordum. Çok gururlu bir aptal
olacak kadar da asil değildim. Bay Sergei’nin karşısına geçip içimdeki tüm
benliğimle kusup sorumluluğunu aldığı dansa lanetler saydıramazdım. Böylece hem
dikiş makinasına elveda der hem de hayatımın en büyük tutkusunun kapılarına
sonsuz bir kilit vurmuş olurdum. Karşısına geçip eteklerine sarılıp beni
gösteriden çıkarmaması için yalvarma acizliği sırtımın ürpermesini sağladı.
Çenemde dolaşan elimin farkına vardığımda çoktan tırnaklarımı dişlemeye
başlamıştım. Babamın her zaman yaptığı gibi tatlı bir tokatla elimi kendimden
uzaklaştırdım. Babamı hatırlamak boğazıma yeni düğümler atıyordu. Gözlerimi
perişanlıkla sımsıkı yumarken isyanımı dile döken çığlığı bastırmak için
dudaklarımı sımsıkı kenetledim. Ne olursa olsun en mantıklısı Bay Sergei’ye tüm
yaşananları gerçekliğiyle anlatmak ve yanağımı pudrayla kapatabileceğimi ona
hatırlatarak beni gösteriden çıkarmamasını rica etmekti. Mırın kırın yaptığı
gibi hafiften damarına basmam gerekiyordu. Gösterideki ana dansçılardan
biriydim. Ayak tırnağı kırıldığı halde aralarında benim kadar sıkı çalışacak
çok az kişi vardı. Bugün ne olursa olsun Ladin Köşkü’ne gidip ısrarlı
bakışlarla Bay Sergei’nin karşısına geçmeliydim.
Babamdan eser yoktu ve muhtemelen bir süre
birbirimizden kaçacaktık. Bir bakımdan işime gelmişti ki bu sayede rahatça evden
sıvışabilecektim. Bir de kılıcı elime almayacağımı düşünmek cabasıydı. Aradan
birkaç saat daha geçmeden Rapid kapımızda belirdi. Onun bizim eve gelmesi hayrı
alamet değildi. Babamın beni dükkana çağırdığını öğrendiğimde ne hissedeceğime
karar veremedim. Bir anda öfkeye boğulmak istedim, yenilip duygusal bir tavırla
ağlamak istedim ama sonucunda sanki sürekli prenses gibi büyümüşüm de çok kolay
bir hayat yaşıyormuşçasına bu kadar abartmayı içime tıktım. Babam hiç etraflarda
görünmedi. Ben de saatlerce Rapid ile kılıç talimi yapmak zorunda kaldım.
Rapid, babama nazaran tabii ki daha naifti. Kolumu çizmek, ya da saçımı çekmek
gibi sert tavırlar sergilemekten hep bir adım geri çekilirdi. Onun gözünde
hangi derece güzel olduğumdan emin değildim ama tek bir tebessümüm suratında
ani bir şaşkınlığa sebep oluyordu. Gün boyunca ne zaman sert bir hamle
yapacağını gördüğümde kasti olarak kıkırdasam duraksaması sayesinde adımını
savuşturuyordum. Bu şaşkın halleri bazen öyle komiğime gidiyordu ki fütursuzca
yere oturarak gülmeye başlıyordum. Babam hakkında hiç konuşmadık. Aramızda
yaşananları biliyormuş gibi suratında hüzünlü bir tablo vardı. Babam gerçekten
çok kederliydi ki ağzını bıçak açmıyordu. Rapid ve babamın yakınlığını bilen herkes
için babamın mahzunluğunun ona da dokunduğunu tahmin etmek zor değildi.
Bahsettiğim tarzda bir hareketi sonucunda
yine oturmuş kendimce sesli gülüyordum. Bu tavrımın en sonunda onu
öfkelendirdiği belliydi ki kız gibi kavisli kaşlarını kaldırarak sorgularcasına
kara gözlerini bana dikti. Bu soğuk bakışları karşısında onu kırmamayı umarak
çok ileri gitmemiş olduğumu diliyordum. “Baban olsaydı böyle oyuncak gibi
tutmazdın o kılıcı.”
Suratımdaki sırıtış kaybolurken ağrıyan
kollarımı sıvazlayarak aksi bir bakış attım. “Ne demezsin.”
Ondan beklemediğim bir ciddiyetle sertçe
ismimi söyledi. “Baban neler olduğunu anlatmadı fakat tahmin etmek zor değil.
Seninle ilgili olduğu kesin. Bugün seni çağırttığındaki tavrı bir tuhaftı.”
“Evet, biraz kavga ettik.”
Ayağa kalktığımda anlam veremediğim bir
edayla kılıcı elinde bana doğru yaklaşmaya başladı. Şakayla kendi kılıcımla
onunkini savurduğumda bir anda bileğim parmakları tarafından sarılmıştı. Dişlerini
sıkarak gözlerimi delerken sakin kalmak arasında gidip geliyordu. “Küçük veletler
değiliz artık. Bu kılıcı tutuyorsan, her şeyini öğrendiysen bir nedeni var.”
Kelimelerini dikkatle seçtiği her halinden belliydi. Ağzından yanlış bir şey
çıkacak korkusuyla gözlerini kaçırarak duraksayıp duruyordu. “Biliyorsun ki…
baban saygın bir insan.”
“Saygınlık para doyurmuyor Rapid. Bileğimi
de rahat bırak.”
İstifini bozmadan aynı kararsızlıkla devam
etti. “Anlamıyorsun!” Sesini öyle yükseltmişti ki babam gelecek sandım. “Hayal
dünyasında yaşıyorsun. Burası, yaşadığımız bu köy, hor görüldüğümüz bu yönetim
senin dans hayallerini gerçekleştirecek kadar batılı değil.” Karşı çıkacağımı
anladığı gibi dudaklarını tekrar araladı. “Tüm gösterilerde baş dansçı olmak
istiyorsun. Güzelliğinin parasını yiyip portrelerde yer almak istiyorsun.
Babanın eve daha çok para getirmesini istiyorsun. Belki de kız kardeşinle aynı
odayı paylaşmaktan bile rahatsız olacak kadar bencilsin. Kılıcı dahi zorla
tutuyorsun. Hiçbir şeyin değerini bilmezken insanların gözünde en değerli olmak
istiyorsun.”
Serbest elimle boşluğuna attığım darbe
karşısında geri çekildi. Babamla aramızın ağır bir limoni dönemden geçtiğini
varsayınca zamanında Rapid’e dansa olan tutkumu uzunca açıkladığım için ufaktan
tırsmaya başlamıştım. Gözlerinde bana yönelttiği kızgın bakışlar öç almak
istercesine susamıştı. Beni üzmek için babama son hazırlandığım gösteriyi
çıtlatması olasılığıyla kaşlarımı çattım. Böyle bir kalleşlik yapamazdı. Onun
sırları bende güvenli olduğu gibi benimkileri de kendi kılıfında saklı
tutmalıydı. Kılıcımı başından beri tutmadığım bir güçle kaldırdım. Bana
yönelttiği konuşma biçimindeki yoğun küstahlık ona karşı dolmamı sağlamıştı.
“Kendi başarısızlığının yükünü bana da bulaştırmak istiyorsun. Babamın yanında
tıkıldığından çukurdan böyle çıkamazsın.”
Gözlerindeki ufacık kalan yumuşaklık
silinirken kılıcı bana doğru hamle almaya başladı. “Babanın değerini
bilmiyorsun. Bizim için neler yaptığını bilmiyorsun.”
Öfkeli olduğunu bilmesem söylediklerini alaylı
bir sesle taklit edecektim. Sessiz kalarak kılıçlarımızı tokuşturmaya devam
ettik. Bu seferki öncekilerine nazaran daha tehlikeliydi. Bu havayı katan da
Rapid’in kendisiydi. Kaşlarını çatmış, dişlerini sıkmış, perçemleri alnında
oradan oraya savruluyordu. Hasar alacağım diye artık o kadar korkuyordum ki
gözlerimi gözlerinden bir saniye ayırmıyordum. İkimiz de babam tarafından
eğitilmiştik. Babamın en ince ölümcül silahı bakışlarıydı. Bana kılıçla ilgili
detayları anlatmadan önce uzun bir sürü defalarca kendi dövüşlerini
seyrettirmişti. Hamleleri ezberlememi sağlayacak kadar uzun bir süreydi.
Dövüşürken karşındaki düşmanı en keskin bakışlarınla dikkatle incelemeliydin ki
zaten bunu başardığında hamleleri tahmin edebileceğin için kılıcını hafif bir
yükten kurtarmış oluyordun. Her ne kadar şuan Rapid’i deli gözlerle incelesem
de o da aynı uygulamayı ben de başarıyordu. İkimiz de kılıcının gücünü değil,
tahminlerin nereye varacağının önemini öğrenmiştik.
Ağzından sert bir nida kaçıracak kadar büyük
bir sıçramayla bana doğru koştu. İkimizin de kılıcı ortada büyük bir şaklamayla
birbirine yapıştı. Rapid tüm gücüyle kılıcına abanırken gözleri bana odaklandı.
“Yakında her şeyi anlayacaksın. O zaman bir daha kılıcını eskisi gibi alayla
eline almayacaksın.”
Onu şaşırtan bir güçle kılıcımı ona itmeye
başladım. Kollarımdaki dermansızlık gözlerimi sulandırdı. Babamın tok sesi
odada yankılanırken Rapid pat diye geri çekildi. Boşluğa düşmemin afallığıyla bir
anda kendimi dizlerimin üzerinde yere yığılmış buldum. Babam tepemde Rapid’e
öfkeyle bir şeyler söyleniyordu ama kulaklarımdaki uğultu dinlememe izin
vermedi. Kılıcı tutan elimde kırılan bir adet tırnağımı inceliyordum. Büyük
gösteriye günler kaldıkça o heyecana her sabah başka bir yara izi taşıyarak
uyanıyordum. Rapid odayı terk ettiğinde babam kafasını eğerek beni izlemeye başladı.
Çenemi kaldırıp yüzüne baktım ama ne söyleyecekse uzun süre sessiz kalmayı
tercih etti. Bu sessizlikle havada öyle rahatsız bir yük oluşturdu ki
taşımaktan omuzlarım ağrımaya başladı. Kederle kırpılan bakışları eserine
bakmak üzere yanağıma sabitlendi. Saatlerdir burada olduğum için yüzüğün izinin
aldığı şişliğin ve renginin ne dereceye ulaştığından habersizdim. Fakat babam
hemen bunu fark etmiş olmalı ki gözleri mağdur bir ağırlıkla titredi. Bugüne
kadar her zaman güzel pembe dudaklarını kullanarak özrünü dile getiren babam bu
sefer gözleriyle özrünü belirtmeye çalışıyordu. Bakışlarına dikili duygusuz
gözlerimi gördüğünde hüznü aniden öfkeye karıştı. En sonunda daha demin havada
beliren yük hiç onun omuzlarına da binmemiş gibi ağırlığı bir yana fırlatıp
hızlı adımlarla yürümeye başladı. Tek kelime etmeden kapıyı sert bir şekilde
kapatıp dükkanın üst kısmına çıktı. Bundan sonra gerekli nedenlerle her
bakışında bir zalimlik arıyordum. En son gördüğümü sandığım şeyin bana tekrar
vurmamak için kendini zor tutan bir demirciden farksız olduğunu düşünecek kadar
hem de.
Freida ile Ladin Köşkü’ne doğru yürürken
içim rahattı. Eve akşama doğru gittiğimde yemekten önce varmam haricinde hesap
vermek zorunda değildim. Leila biraz kafamı dinlememi sağlamak için bugün yemek
dağıtımını tek başına devralmıştı. Yarı yolu sessizlik içinde geçirdikten sonra
Freida derin bir nefes verip moralsiz konuşmaya başladı.
“Baban hiç evde çarşıdaki vergi olaylarından
bahsetti mi?”
Sorusu karşısında şaşırmıştım. Freida’yla
pek ciddi meseleler üzerine sohbetler kurmazdık. “Hayır, hiç bahsetmiyor.”
Dün akşam yaşadıklarımdan Freida’ya hiç
dikkat etmemiştim ama suratındaki ifadeden canının sıkkın olduğu okunuyordu.
Aynı tatsız sesle devam etti. “Tarım Veziri zam bahanesiyle çiftlik sahiplerinden
aldığı vergiyi geçen hafta arttırdı. Babam bunun artık haraca girdiğini
söylemeye başladı.”
Freida’nın babası halk arasında en zengin
çiftlikçiydi. Ailesi buraya göç etmeden önce bile nesillerdir hayvan ve tarım
işine sahipti. Babası zengin olduğu kadar alçakgönüllü bir insandı. Vezirler ve
onların alt tabaka asil adamlarıyla ahbap olmak yerine çarşı halkından
tüccarlarla dost olmayı seçerdi. Babamla eskilere dayanan arkadaşlığı da böyle
başlamıştı. Aile dostumuz olduğu için Freida ile beraber büyümüştük. Tabii
Freida her zaman sınıfını belli edecek kalitede giyinir, benim ayda bir kere
tattığım meyveler annesi tarafından her akşam ona ikram edilir, sıcacık yeni
sağılmış inek sütünü içmeden uykuya dalmazdı. Çocukluğumdan beri haset
duygusuna sahip bir kız olmamıştım. Freida ne zaman eskilerini Leila’yla bana
verse onları hevesle giyerdim. Şayet kendimi Freida ile karşılaştırma
kıskançlığına düşecek olsam amcamın ailesinin gözler önündeki fakirliğine şahit
olmakla silkelenirdim. Freida’nın babası çiftçi olması bir kenara mesleğiyle
zerre alakalı olmadığı halde babamdan kılıçla dövüş dersleri alırdı. Bay Maadi’nin
değerli elleri hayvanlar ve toprakla ilgilenmekten şefkate alışıktı. Yıllar
yılı geçmişti ama halen daha kılıcı babam gibi kararlı bir öfkeyle kavrayamazdı.
O yüzden ne zaman kılıçla dövüşe tutuşsalar Freida ile zevkten dört köşe
ikisini izlerdik. Babam acımasızca atılırken Bay Maadi onun kılına zarar
vermemek için olduğu yerde dans figürleri yaparmışçasına sıçrayıp dururdu.
Benim babamın aksine Bay Maadi çocuklarına
tüm sevgisinin yanında istedikleri her şeyi vermek için yaşayan adamlardandı.
Bu yüzden Freida’nın dans etmesine ve arp çalmasına hiç karışmamıştı. Hatta bu
genişliği yüzünden babamın belirli bir seviyede onu azarladığını bile bilirim.
Şimdi Freida karşıma geçmiş içinde bulunduğu zenginliğe rağmen babasının dahi
öfkelenebileceği bir vergiden bahsediyorsa babamın demirci dükkanında başından
kim bilir neler geçiyordu.
“Baban neden tarım vezirliği için adaylığını
koymuyor? Böyle bir şeye atılsa tüm pazar halkı ondan yana olur.”
“Kulaktan dolma benim de bildiklerim.”
diyerek sesini kıstı. “Birkaç kere laf üstü vezirliğin ne kadar kirli fıçı bir
iş olduğundan bahsetmişti. Altı vezirin de birbirinden sömürgen insanlar
olduğundan. Sanırım kendinden emin bir şekilde böyle bir konuma geçse bile
diğer beş vezirin onu kendilerine benzeteceğinden korkuyor.”
Seneyi kapsayan mevsimlerde dört kere
gerçekleşen şenlikler haricinde vezirleri yakından hiç görmemiştim. Sanırım
bugüne kadar babam da herhangi birisiyle yakın muhabbete girmemişti. Bay Maadi
ile Bay Sergei’nin her birini ayrı ayrı tanıdığından şüphem yoktu. Bay Sergei
en az vezirlerin alt kollarındaki yetkililer kadar asil sayılırdı. Vezirlerin
toplandığı özel kutlamalara özel dansçılarıyla katılırdı. O özel dansçıların
arasına karışacak kadar küçülme ihtimali tüylerimi diken diken ediyordu.
“Maliye Vezir’inin oğlunun doğum günü
kutlamasına babam da katılacak. Babamın onca asil insan karşısında büyük bir
gösteride arp çalışımı izleyecek olduğunu düşünmek…” zevkten cümlesini bile
yarıda bıraktı.
Sözlerindeki mutluluğun en ufağının bile
nail olamadığı bana baktığında üzüntümü anlayıp özür diledi. “Sadece vezirler
değil, her birinin oğulları da orada olacak.”
Bir anda içime dolan alaylı neşeyle yerimden
zıpladım. En sevdiğim dans figürlerinden biriyle ellerim kollarım ayrı hareket
ederken oradan oraya savruldum. Sonra yapmacık kıkırdamamla şehvetli bir bakış
atıp mendilimi bırakır gibi yaptım. “Acaba o asil oğlanlar arasından hangisine
mendilimi yadigar bırakıp kendime aşık etsem?”
Freida bana bakıp kahkahayı koy verince ben
de gülmeye başladım. Durulduğumuzda suratında tatlı bir tebessüm belirdi.
“Neden alay ediyorsun? O gül goncası ağzın örtülüyken bile hırçın bakışlarınla
mükemmel dansını düşünsene. Maliye Veziri’nin oğlu daha varisi olduğu koltuğa
oturmadan güzeller güzeli eşini bulmuş olur.”
Dikkat çekecek derecede büyük bir kahkaha
attım. Gözlerimden yaşlar geliyordu. “Hatta babam da bu şanslı vezire kılıçla
dövüşmeyi öğretir. Yok yok. Hatta ikimizi bir güzel dövüştürür.” Ladin
Köşkü’nün görüş açıma girmesiyle birlikte rengimin solduğundan emindim. Freida
görmesin diye yanağımdaki izi örtmek için yol boyunca sürekli orayı kaşıyormuş
gibi yapmıştım. Olduğum yerde dönüp Freida’nın karşına dikildim. Ellerini
avuçlarıma alıp dün babamla aramda yaşananlara üzerinden değindim. “Senden rica
ediyorum. Bu konudan kimseye söz etme. Olur da Bay Sergei her ne kadar rica
etmeme karşın beni gösteriden çıkarırsa öfkelenip sen de peşimden gelme. Sadece
babana değil, o gösteriye katılacak herkese ne kadar güzel arp çaldığını
kanıtlamalısın.” İçtenlikle yanaklarından öptüm. Geri çekildiğimde çikolata
gözlerinde inci taneleri belirmişti. Öyle naifti ki az kaldı beni de
ağlatacaktı.
Elini kaldırıp izin olduğu yanağımı şefkatle
avuçladı. “Keşke benim öz kız kardeşim olsan.”
Bu duygusal konuşmanın ardından Ladin
Köşkü’nün çeşit çeşit çiçeklerle donatılmış büyük avlusundan içeri girdik.
Büyük salona vardığımızda Bay Sergei özel dansçılarını çalıştırıyordu. Bu
kızlar bizim aksimize daha kıvrak ve kalçaya dayalı motifler uyguluyordu.
Sırtlarının yarısı ortadaydı ve hep ipekten özel elbiseler giyerlerdi.
Aralarından sadece Yasmin’i tanıyordum. Babasının kaçak işleri ortaya çıktığında
ailesi damgalanmış ve bundan önceki Adalet Veziri tarafından babası sürgüne
gönderilmişti. Oğulları da zorla ittifak kurulan başka bir devletin malı gibi
asker olarak satılmıştı. Aylar sonra savaşta öldüğü haberi geldiğinde annesi yüklendiği
iki acıyı kaldıramayarak vefat etti. Akrabalarının sırt çevirmesiyle Yasmin
ortada kalmıştı ki Bay Sergei bir şekilde onu özel dansçılarına kattı. Özel
dansçıları da iki kısma ayrılıyordu. Bir kısmı bu köşkte daha güzel bir hayat
yaşamak için başka zevklere de hitap etmeyi kabul ediyordu. Diğer kısmı ise
sadece aç gözlere artık değersiz hissettiren vücudunu sergilemekle yetinerek sırf
nefes almayı sürdürmek için bu köşkte yaşamaya devam ediyorlardı.
Özel dansçılar salonu terk ettikten sonra
erken geldiğim için şanslı sayılarak bizim gösteriden henüz kimse katılmadan
Bay Sergei’nin yanına vardım. Beni gördüğü gibi yanağıma takılan bakışlarıyla
suratı çarpıldı. Tepkisini ağzından kaçıracaktı ki son anda vazgeçti.
Ona kalmadan lafı ben devralarak bu uzun
konuşmaya kararlı bir tonla başladım. “Özür dilerim Bay Sergei. Beni senelerdir
tanıyorsunuz ve dansa olan tutkumu biliyorsunuz. Bu şehirde kimse kolay bir
hayat yaşayıp isteklerine ulaşamıyor. Benim zorluğum da bu tutkumu babamdan
gizli saklayabilmeyi sağlamak. Böylesine önemli bir gösteride beni baş dansçı
yaptığınız için size minnettarım. Hiçbir zaman lafınızı tekrarlatmamayı
amaçladım ve ne zaman isteseniz mümkün oldukça isteğinize koştum. Dilerseniz
beni bundan sonra gösterilerinize dahil etmeyin. Fakat aylardır biriktirdiğim
parayla birlikte bu gösteri sayesinde alacağım meblağ benim için çok önemli.
Sizden son kez rica ediyorum. Beni bu gösteriden mahrum etmeyin. Yanağımdaki
izin farkındayım ancak siz de biliyorsunuz ki pudrayla kapanmayacak bir şey
değil. Zaten dans boyunca sadece gözlerim görünecek. Gördüğünüz şişlik de
birkaç güne kalmaz inmiş olacak. Sadece son kez buna dahil olmama izin verin.
Ardından çağırmadığınız sürece köşke uğramayacağım. İnatçı ve acıya dayanıklı
olduğumu az çok biliyorsunuz. Ne kolumdaki kesik, ne yanağımdaki çürük, ne de
kırık tırnağım beni yıldırmayacak.” Sesimi iyice kısarak, “Lütfen” diye ekledim
umutla.
Bugün en büyük cezam sessizlikle
mükafatlanmamdı. Sayamadığım saniyeler boyunca soluğumu tutmuş Bay Sergei’yi
bekliyordum. Israrla gözlerime bakmak yerine yanağımdaki ize diktiği bakışları
daha da sükûnete boğulmamı sağlıyordu. Sımsıkı yumduğum ellerim bir fayda
vermiyordu, kollarım titremeye başlamıştı. Nihayet gözlerini kıstığında
cevabını duymaya nail olacağım için heyecanla dimdik kesildim.
Tehditkâr bir havayla parmağını yüzüme doğrulttu.
“Gösterimi mahvetme ihtimalinle Afrah… babanın bu gösteride dans ettiğini
öğreneceği yetmezmiş gibi bitiminde alacağın meblağı bana kuruşu kuruşuna
ödersin.”
Yine sinekler kokuşmuş et parçasına hücum
etmişçesine zihnime düşünceler hücum ediyordu. Bay Sergei’nin tehdidin
gerçekleşmesi vaadi benim bitiş çizgim anlamına geliyordu. Bir yandan diğer
düşünce aklımı kemirip duruyordu. Eğer bu ihtimali göze alıp geri çekilirsem bu
sefer de Leila’ya ömrünün en güzel hediyesini bir daha kim bilir ne zaman verecektim.
Teklifini kabul etmeyip dansı şu anda bırakırsam içimde bir ses hep beni
gıdıklayıp pişmanlığımı hatırlatıp duracaktı.
Hayatımın en aptal anlaşmasına adım
atmadığıma dua ederek derin nefes aldım ve asla geri almayı rica edemeyeceğim
kelimelerle kabul ettiğimi söyledim.
Akşam yemeğine oturulmadan eve vardığımda
saatlerce kılıç tutmanın ardından üstüne akşama kadar dans etmenin
yorgunluğuyla yere yığılmak üzereydim. Leila henüz eve gelmemişti. Pes edip
yatağa atlamak yerine annemin tüm gün yaptıklarının ancak yarı lezzetine
varacak yemekleri hazırlamasına yardım ettim. Leila ve babam da eve vardıktan
sonra akşam yemek boyunca kimse ağzını açmadı. Ne zamanki tabağımı erken
bitirip sofradan kalktım babam anneme gün içinde yaşadığı rutin olayları
sıralamaya başladı. Eşikten geçtiğim gibi konuşmaya başlamasının acısı kalbimi
öyle sıktı ki bir an nefessiz kaldım. Dünkü olayın rehaveti annemle Leila’nın
suratında tüm gün asılı kalmıştı ama babam her ne dediyse hafifçe güldüklerini
duyabiliyordum.
Yatağıma gömüldükten sonra ayaklarıma masaj
yaptım. Sonra kalkıp kolumda içeride konuşan adamın açtığı yaranın bandajını
yeniledim. Artık uyuklamama az kalmıştı ki Leila odaya girip dolanmaya başladı.
Saçlarını arkaya attığını görünce gözüm hemen kulaklarındaki parlaklığa gitti.
Yerimden fırladığım gibi onu da alıp yatağına fırlattım. Üstüne çıkıp aniden
nereden bastığını anlamadığım bir neşeyle kulaklarına saldırdım. “Seni
sahtekar! Bu hafta küpeleri benim takma sıram!”
Bir yandan da koltukaltını gıdıkladığım için
kıkırdamaktan tek kelime edemiyordu. Etkisiz hale geldiği gibi küpelerden
birini kolayca çıkarıverdim. Bu iki küpe beş yıl önce vefat eden büyük annemden
bize en büyük hatıraydı. Önceleri birini Leila birini ben takıyorduk. Fakat
sonrasında bunun oldukça saçma olduğuna karar verip haftada bir küpelerin
ikisini de birimizin takmasına karar kıldık. Kafam öylesine dalgındı ki
küpelerin iki haftadır onda olduğunu bile fark etmemiştim.
Diğer küpeyi de teslim olup kendi çıkardı.
Sonra da nazikçe ikisini de kulaklarıma taktı. Üzerinden kalkmaya yeltendiğimde
belime sarılıp beni yan çevirdi. Başımı göğsüne yaslayıp gözlerimi örttüm.
Hiçbir zaman bir abla eksikliği çekmemiştim çünkü benden küçük olduğu halde
Leila olgun hareketleriyle böyle bir düşüncenin aklımdan geçmesini hep
engellemişti. Fakat diğer yandan hiçbir zaman Leila’ya tam anlamıyla bir abla
olamamıştım. Her zaman ondan daha hırçın, daha vurdumduymaz, daha az derin
düşünmeyen taraftım. Acaba Leila benim sayemde hiç o hissiyata bürünemediği için
gerçek bir ablaya ihtiyaç duymuş ya da bari ben abla olsaydım demiş miydi? Bu
ihtimal yüreğime oturdu. Şayet aksi olsaydı Leila mükemmel bir abla olurdu. Şu
anda bile sırf bir an önce üzerimdeki yorgunluğu atıp uyuyayım diye rahatsız
olurum korkusuyla nefesini yüzüme vurmamak için uğraşıyordu. Yüzümü daha da
göğsüne gömerken birkaç damla değersiz damla yanaklarımdan aşağı süzüldü. Henüz
ıslaklık tenine varmadan titrek nefesimi anladığı gibi saçlarımı okşamaya
başladı. Bu şefkati uzun süre babamdan göremeyeceğimin aklımdan geçmesi içimde
aynı acının halat çekmeye devam etmesini sağlarken sarhoş bir uykuya daldım.
Gösteriye on beş gün kala her gün benden
izin almadan öylesine hızlı geçiyordu ki tüm bu tantana sona erdiğinde yığılıp
kalacağımdan emindim. Her gün deli gibi atan kalbimin heyecanıyla Ladin
Köşkü’ne gitmeden önce babamın insafına kalarak Rapid ile dövüşüyordum. Fakat
gösterinin tarihi yaklaştıkça babam da dövüşleri daha çok zorluyordu. Rapid’le
bizi izlerken bugüne kadar hiç göstermediği teknikleri öğretiyordu. Rapid’e
bana karşı yumuşak salladığı her kılıç darbesiyle yevmiyesinden kuruşları
azaltıyordu. Sabah erken saatlerde başlayan kılıç talimlerinin ardından dansta
elimde olmadan bazen aynı vurguları taklit ediyordum. Aslında böylesi çok daha
göz kamaştırıcı geliyordu fakat her seferinde diğer dansçılar arasında göze
batıp azar yemeye başlıyordum. Günler birbirini kovalıyordu ve kılıçla dansı
bir arada yürütmenin yorgunluğu beni rüyalarımdan ağrı içinde uyandırıyordu.
Tokadın izi günden güne geçiyordu ve aynı şekilde yüzüğün verdiği çürüğün rengi
de tondan tona giriyordu. Şişlikten eser kalmamıştı ve o patlak veren akşamdan
bu yana hiçbir yerimde yara açılmamıştı. Aksine Rapid’in bacağına yeni bir yara
izi eklemiştim.
İlerleyen kılıç talimleriyle içimde doyumsuz
bir açlık başlamıştı. Nasıl dansta daha iyisine varmak istiyorsam kılıçta da gitgide
içimden daha kararlı birisi çıkıyordu. Öfkemi kılıca daha çok aktarıyordum.
Babamın söylediği kısık gözlerle rakibimi incelemeyi daha derin bir açıyla başarıyordum.
Bir erkekle dövüşürken en ufak bir boşlukta onu alt edebilmek için daha çok püf
nokta öğreniyordum. Bunların hepsinin on beş günde olması elbette tuhaftı ama
sanki en başından böyle tutkulu olsaydım şimdi ne kadar güçlü olabileceğimi
düşündükçe pişman oluyordum. Babamın elime kılıç verdiği ilk günden bu yana
hiçbir zaman içimde yükselen büyük bir aşkla kılıca sarılmamıştım. Sırf ona
olan hayranlığımdan dolayı isteklerini yerine getirmiştim. Fakat şuan daha
farklı bir boyuttaydı. Bu sefer kendimi sorumluluk hissinden silkeleyip uzak ihtimallere
dalmıştım. Belki de bu gösteriden sonra artık asla dans etmeyecektim. Belki de
Bay Sergei bir daha asla beni ne portrelerinde çizecek ne de dans etmek için
çağıracaktı. Böylece elimde tek yeteneğim kılıçla kalacaktım. Bu ihtimallerin
ağır basmasıyla acaba kılıç tutmayı da dans etmek kadar sevebilir miyim diye
tartmaya başlamıştım. O yüzden küçüklüğümden beri öğrendiğim kılıç darbeleri
bir yana, suratıma yediğim o acımasız tokattan beri karşıma çizilen kılıç
zorunluluğu başka bir yanaydı.
Nihayet kalbimi yerinden zıplatan gün çattı
geldi. Kendime aptalca güvenerek asla hata yapmayacağımı düşündürten dans
yeteneğim belki bundan sonra hayatımı tamamen rayından çıkaracaktı. Kendimle
ilgili vereceğim büyük kararlar bu hatama, bugünüme bağlıydı. Maliye Veziri’ne
ait Verda Köşkü’nün bize tahsil edilmiş hazırlanma odasında tabureme oturmuş
elbisemin boncuklarıyla oynamamak için kendimi zor tutuyordum. Aynaya dönerek
ciddiyetle kendimi izlemeye başladım. Saçlarım dağınık bir topuz yapılarak
yüzüme farklı bir hava katmıştı. Siyah nazik boyalarla çevrili açık kahve
gözlerim hüzünlü bakışlarını bana dikmişti. Gözlerimin aşağısı gözükmeyeceği
halde yanaklarıma yoğun bir pudra sürülmüş ve dudaklarım tatlı bir pembe tonla
arsızca boyanmıştı. Babam beni böyle görse kendi elleriyle o özel dansçılara
satmasından korkardım.
“İşte buradasın.” Başımı çevirdiğimde Bay
Sergei günlerdir bize göstermekten mahrum bıraktığı parıldayan tebessümüyle
bana doğru geliyordu. Bugün onun için çok ama çok değerliydi. Altı vezir ve
diğer asiller haftalardır özel süslemelerle hazırlanan havuzlu kocaman bahçede
yerlerini almış onun elinden çıkacak gösteriyi bekliyorlardı. Tabii ki Bay
Sergei için bugünün tek bir özel veziri vardı. O da oğlunun yakın zamanda
varisine geçeceğini umut eden Maliye Veziri’ydi. Oğlunun ismini bile
duymamıştım. Burada babadan oğula konum geçmiyordu fakat Maliye Veziri’nin oğlu
muhtemelen küçüklüğünden beri babasının yerine geçmek için eğitim görüyordu. Şu
anki Maliye Veziri’nin oldukça sevildiği düşünülürse oğlundan da zarar
çıkmayacağı düşünülerek sıradaki oylama geldiğinde aynı varis bir soyu daha
devam ettirecekti. Sırf oğlu için herkesin katılacağı büyük bir gösteri
yapmasını görmek bile Maliye Vezir’inin nasıl bir makama sahip olduğunun
kanıtıydı.
Bay Sergei sanki ilk defa karşısına geçmişim
gibi nazikçe ellerimi avuçlarına yerleştirdi. “Sana güveniyorum Afrah. Sadece
gözlerinin ve dansının güzelliğiyle izleyenlerin aklını başından alacaksın.”
Ondan hiç beklemediğim bir baba şefkatiyle alnımı öptü.
Bu hareketi bana anında babamı çağrıştırdığı
için olduğum yerde sendeledim. Beni omuzlarımdan kavradı. Böylesine büyük bir
gösteriye katılmadan önce bu şefkati babamdan görmem gerektiği gerçeği
acımasızca gözlerimi doldurdu. Tek bir damlanın süzülmesiyle makyajımın hasar
göreceğini bildiğimden gözlerimi ısrarla kırpmadım.
Ardından büyük bir hevesle yanıma Fergei
geldi. Hatta resmen heyecandan zıplıyordu. Benim heyecanımsa kalbimde bir ağrı
örüp duruyordu. Bay Sergei daha demin olduğu en nazik tavrı takınmıştı ama dansın
ahengini bozacak bir hareketim sonucu her şeyi alt üst edecektim. Sonunda
elbisemin tül kumaşından bir peçeyle ağzım da örtüldü. Hep beraber arka perdeye
doğru yürürken Bay Sergei elbiselere zarar vermemiz sonucunda neler olacağını
tatlı bir acımasızlıkla ikaz etti.
İçime son bir derin nefes çektim. İşte
aylardır didinip durduğum, evden kaçıp provalara katılmak için taklalar
attığım, babamdan tokat yediğimde karşına geçip isyan etmediğim, kılıç
talimlerine dişimi sıktığım büyük gösteri nihayet başlıyordu. Perde açıldığı
gibi baş dansçılarla birlikte en önde yürümeye başladım. Çok kısa bakışlarla
önümdeki manzaraya bakabiliyordum. Çeşit çeşit meyvelerle dolu masalar buram
buram kalite kokan giysilerle süslenmiş insanlarla donatılmıştı. Ayrıca her
masada birer tane oturan koruma olduğu çok belli olan adamlar vardı. Gösterinin
asıl yapılma sebebi o kişiye dayandığı için gözlerim doğum günü oğlanını aradı
fakat her masada aynı yaşlarda gençler vardı.
Arp seslerinin kulağıma dolmasıyla vücudum
otomatik hareket etmeye başladı. Benim için sıradan bir provadan farklı
olmalıydı ama sanki hala oradaydım. Hareketleri, zıplayışları, savuruşları
öylesine ezberlemiştim ki gözlerimi kapasam da havada uçmaya devam edecektim.
Konukların önünde yaptığımız gerçeği beni daha da heyecanlandıracağı için hâlâ
kendimi kocaman prova salonunda hayal ediyordum. Herkes her şeye mükemmel
derecede ayak uyduruyordu. Tüm adımları kusursuz tamamlıyor, müzikle ritmimi
harika bir tınıda devam ettiriyordum. Gözlerimi ne zaman ayaklarımdan kaldırıp,
ne zaman karşıma bakacağım bile belirliydi. Ne zaman karşıma baksam kasti
olmadan gözlerim genç erkeklere kayıyordu. Anlam veremediğim deli bir ısrarla
bunca zorluğa kimin doğum günü gösterisi olduğu için katlandığımı görmek
istiyordum. Vücudum tekrar sallanırken yine ayaklarımı izleme sıram gelmişti.
Baş dansçıların çok kısa bir sürede geride kaldığı kısımda kafamı kaldırıp
sabırsız gözlerle etrafa baktım. Sonra yavaş yavaş herkesin yüzünden geçti
bakışlarım. Kime incelesem nazarları başka yöne kayıyordu. Öne çıkan kimse
yahutta kim en çok hareket ediyorsa herkesin gözü de ona kayıyordu. Senelerdir
gözlem yapan biri olarak böylesine heyecanlı bir anda bile buna kanaat getirmek
zor olmamıştı benim için.
Baş dansçıların önde yer alacakları kısma
ezber adımlarla ilerledim. Ne kadar kısa sürdüğünü anlamadığım ufak bir zaman
diliminin ardından yine arkalara geçerek dansa devam ettim. Kafamı kaldırdığım
gibi çarpıştığım bakışlarla ufaktan şaşırdım. Bir çift göz ısrarla beni
izliyordu. Öyle ki şuanda asla ön kısma değil, kıstığı gözleriyle daha iyi bir
açıya sahip olmayı dilercesine olduğum yere mıhlamıştı bakışlarını. Böylece ben
de kafamı kaldırdığım her seferinde sadece onun gözlerinin içine baktım. Çok
daha kolay bir odak sağlıyordu bana. Geriye gidip nefes kesici bir şekilde en
arkadan baş kısma kadar hiç durmadan etrafımızda döndüğümüz kısım geldi.
Zıplayarak dönmeye başladığım gibi kulaklarım da uğultuyu beraberinde getirdi.
Bitirdiğimde saçlarımın yarısı suratıma dağılmıştı. Sahnenin en önünde tam da
onun masasının hizasına denk gelmiştim. Bakışlarındaki cesurluk ve hayranlık
beni daha da mükemmel olmaya itiyordu. Dansın bitmesine az kalmıştı fakat ben
ayaklarıma bakmam gereken kısımlarda dahi gözlerimi ondan ayırmıyordum.
Parıldayan bakışları eşliğinde bir an için bile olsa onca dansçı arasında
kendimi tek başınaymışım gibi hissettim.
En hafif dans motiflerinin olduğu
kısımlardaydık. Bu figürlerin yavaşlığı onu izlemenin daha büyük zevkini
yaşatıyordu bana. Sonunda kendimi tutamayıp peçenin altına saklandığımdan emin
olduğumdan kocaman gülümsedim. Bunun değişimini fark etmiş olmalıydı ki
bakışları daha da sıcak bir hal aldı. Son hızlı figürlerimizi yaparken oradan
oraya dönüyordum. Artık onu sadece bölük pörçük görüyordum fakat manzaramda bir
şeyler değişti. O keyifle izlediğim yüzün arkasında bir şeyler hareketlendi.
Dansla beraber tekrar etrafımda döndüm ve bu sefer gördüğümün masalarında
oturan muhafızın hareket etmesi olduğuna inandırdım kendimi. Dönmekten değil de
neler olduğunu görememekten başım dönmeye başlamıştı. Çok kısa bir bakmaya
fırsatım olduğunda arkasında siyahlar içinde bir şey görür gibi oldum. Sanki o
saniyeler geçmek bilmiyordu. Üç kere daha dönmem gerekiyordu ve her birini
sabırsızlıkla sayıyordum. En sonunda çok kısa bir an tekrar bakma fırsatı
bulduğumda gözüm anında parıldayan bir şeye kaydı. Bakışlarını pür dikkat
seyrettiği tek dansçı olan bana diktiği için arkasında beliren karartıdan
hiçbir haberi yoktu.
Her şeyi o kadar hızlı kavrayıp öyle hızlı
karar verdim ki çoktan dansın tüm ritmini bozmuştum. Sıram olmadığı halde göz
alıcı orta sahneye en dikkat çekici figürleri kullanarak uçarcasına süzüldüm.
Ardından en geri kısma gidip etrafımda delice dönerek başlangıç kısmına vardım.
Oradan atıldığım gibi gözüme gelen ilk kılıcı kınından en ufak bir tereddüt
hissetmeden uçarcasına çektim. Bu karmaşıklıkla herkesin bakışlarının bana
döndüğünden kuşkum yoktu ama beni tek ilgilendiren boğazına kılıcı çekmeyi
başarmam gereken karartıydı. Göz açıp kapayıncaya kadar kılıç tek kolumda
tuttuğum müthiş güçle o ölümcül bakışların sahibi siyahlara bürünmüş
suikastçının boğazına dayanmıştı. Dans gösterisini mahvettiğim gerçeği beynime
üşüşürken diğer yandan Maliye Veziri'nin oğlunun hayatını kurtarmıştım.
Betül çok güzel bu harikasın :) kesinlikle devam etmelisin tatlım seni seviyorum ..
YanıtlaSilÇok teşekkür ederimm, inş devam edeceğimm :)
SilSeni sonuna kadar destekliyorum. Kötü olaylar seni yıldırmasın. Hoşça kal :)
SilOHA. ya inanamıyorum nasıl böyle bitebilir? o kadar güzel yazmışsın ki birazcık şaşırmış olabilirim �� cidden betimlemeler falan tek kelimeyle muazzamdı. ayrıca aşırı derecede akıcıydı, göz açıp kapayıncaya kadar bitti. daha fazla istiyorumm �� sanırım ilk yayınladığın hikayen bu, fakat kendimi gerçek bir kitap okuyor gibi hissettim. afrah'ın babasıyla ilişkisini, tüm duygularını o kadar güzel yansıtmışsın ki sanki o tokat bana atılmış gibi bi afalladım :D umarım devamı çabuk gelir çünkü meraktan ölüyorum ��
YanıtlaSilHer cümleni defalarca okudum. Bu güzel yorumun için çok teşekkür ederim, umarım yazıya dökeceğim ilerki bölümleri de aynı beğeniyle okursum :)
SilHikayene bayıldım! Ama söylemek istediğim tek bir şey var; o da biraz ayrıntılı olması. Bence bazı şeyleri okurun zihninde canlandırmasını sağlamalısın çünkü okudukça normalleşse de en başta hikayenin içine girmek fazla ayrıntılı olduğundan biraz zor oldu. Onun dışında ileriki bölümlerde de takipte olacağım ☺
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, önerini dikkate almaya çalışıcam :)
SilOkuyanın merakını uyandıracak şekilde tasarlanmış.Tasvirler çok güzel.Sahneyi aklımda canlandırabiliyorum.Bazı kitaplarda baştan daha bir dolu doğru tahmin yapılabiliyor ama çabuk gerçekleşen ve başran belli olan konular kitapta "ben demiştim"etkisi yaratıyor.Seninkin de sadece aşık olacağı çocuğu tahmin edebiliyorum ama kılıç hikayesi gayet gizemli.Kesinlikle sürükleyici olmuş.Kitabı çıkmış pekçok kişiden iyi bir anlatım ve hikaye.Devam bence.Satın alırdım Betül.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim zaman ayırıp bu yorumu yazdığın için. Devam edeceğim inşallah, beğenmene sevindim :)
SilBüyük birşey senin zihninden kendi gözümle görmek bunu basarmissin
YanıtlaSilÇok sevindim o halde :)
SilYa M-Ü-K-E-M-M-E-L
YanıtlaSilYaa teşekkürler :)
Sil