Evet, bir zamanlar bu blogda içinden geçen her şeyi, hayatından parçaları yayımlayan, okuduğu kitapları, filmleri, dinlediği müzikleri her şeyi aktif bir şekilde yorumlayan bir Betülcük vardı. Sonrasında bir şekilde kitapları yorumladığım instagram hesabım internette en çok vakit ayırdığım mecra oldu. Aslında kitap hesabına vakit ayırmayı kısmaya çalıştım ve böylece sosyal medyadan biraz elimi ayağımı çekerek bloguma ayırdığım vakti de geri çekmeye çalıştım. Buna pişman mıyım?Evet, gerçekten biraz pişmanım çünkü ben bloggerda aktif olmayı bırakırken zaten çok az kişi vardı burada. Artık eski bloggerlardan kim kaldı ki gerçekten? Bu bakış açısından bakınca instagram tam anlamıyla bir canavar gibi.. Aslında böyle bir yazı yazmak hiç aklımda yoktu hatta beş dakika içinde karar verip laptopun başına oturdum cidden. Peki neyi içimden dökmek istiyorum, neyle bu kadar doluyum? Bu sene geçen yazki Betülle şu an bu masanın başında oturan kişi kesinlikle aynı kişi değil. Bir sene içerisinde kafa yapım nasıl bu kadar değişti, kendimi bazı yönlerden nasıl bu kadar geliştirdim, nasıl bu kadar geniş bir bakış açısı yelpazesine sahip oldum kendime sorduğumda tüm cevapları bulabiliyorum. Meğerse 21 yaşımın sonları kendimi bulacağım bir yaşmış benim için.

Aslında her şey benim üniversite hedefimle başladı. Ama bu hedefi oluşturan şeyler kendimi geliştirmeyi istememden ziyade etrafımdaki insanların saçma sapan tavırları yüzünden oldu. Bu ülkede ön yargılar o kadar ağır ki bunu değiştirmeyi başarmaya ufak bir adımla denemeye çalışsanız da hep tökezliyorsunuz. Yeni bir ortama girildiğinde yanınızdaki kişi kendini şu üniversite okuyorum diye tanıtıp size gelindiğinde kendinizi en bariz tanıtabileceğiniz şey "özel dikim terziliği yapıyorum" olduğunda karşınızdaki insanın bakışı da küçümser oluyor. Ama aslında bazen yanımda oturan kızın benden o kadar farkı oluyor ki.. buna zamanla gözlemleyebiliyorum. Ben kendimi tanıtırken şöyle bir kitap hesabım var, aslında bir yabancı dilim daha var, ya da şöyle hobilerim var diye anlatamıyorum. Ki elimde olsa bile anlatmam. Bazı arkadaşlarım benim hala İngilizcemin gerçekten iyi olduğunu bilmiyor ki bu ülkede gerçekten ikinci dil küçümsenmemeli çünkü yerinde seken bir ülke sayılırız, bazı sanat kurslarında kitap hesabımı öğrenenler şaşırıyorlar. Ben de anladım ki bu ülkede üniversite okumadan kendimi hissettiğim konuma asla getiremeyeceğim. Çünkü gerçekten okumayan insanın değerinin olmadığı bir ülkedeyiz. İnsanlar okumadan meslek sahibi olduklarında da taşlanıyor, okumayı seçmek yerine başka ilgi alanlarına yöneldiğinde de küçümseniyor. Ben de bu duruma baş eğmek zorunda kaldım. Eğer kendimi o gelişmişlik seviyesinde hissediyorsam ama etrafıma bunu kanıtlayamıyorsam okumak zorundayım dedim. Bu yüzden ben de geç değil diyerek bu hedefi kendime koydum. Ha sorarsanız milletin görüşleri mi seni bu kadar etkiledi diye evet bir yandan öyle çünkü şuan düşünüyorum da bu kadar donanımlıyım ama dünyaya benden daha az meraklı insanların ceplerinde diploma var. İtiraf etmek gerekirse bu durum canımı yakıyor, kendime daha ağır yüklenmemi sağlıyor. Diğer yandan benim hep bir üniversite hayalim vardı. Sonunda bunu başarabilmek için adım atmış oldum.
Çok fazla detaya girmek istemiyorum ama bu hedefi koymak öyle çok kolay olmadı. Hem de hiç kolay olmadı. Ailem zaten bir mesleğim olduğu konusunda beni ikna etmeye çalıştı. Evet, dikiş dikmek gerçekten bilekte altın bilezik. Ama ben senelerimi evde kitap okuyup, kurstan kursa koşup, bir yandan müşteri beklemekle geçirmek istemiyorum. Her neyse hedefimden ben pes etmedim. Gittiğim gelinlik tasarım kursunu bırakmak zorunda kaldım, dershaneye yazıldım. Ne okumak istediğime karar verip dikim ve tasarıma olan merak ve yeteneğimden ötürü güzel sanatlar fakültesine karar verdim. Bu sefer önüme başka bir taş takıldı. Tekstil okumak istiyorsam yetenek sınavına hazırlanmak zorunda olduğumu kabullendim. Böylece yetenek sınavına hazırlık kursuna başladım, dershaneyi bıraktım ve üniversite sınavına kendim çalışmaya başladım. Benim meslek olarak amacım başından beri kendi giyim markamı oluşturup bir atölye açabilmek. Belki inşallah okula başlarsam okulun ortasında bile bu işi bir yandan götürebilirim. İşler şuan nasıl gidiyor diye sorarsanız, istediğiniz kadar hocanın çizdiği resimleri izleyin. Kendiniz oturup eliniz kopana kadar çizmedikçe o figürler beyninize yerleşmiyor. Eğer tabii gerçekten bu işte ciddi yeteneğiniz yoksa. Çünkü benim için resim aslında tekstil bölümü için bir basamak..
Bugünlerde pek sağlıklı bir ruh halinde olduğum söylenemez. Ama bir şekilde çalışmaya devam ediyorum. Yaz geldiğinde bu sınavlar için başka şeylerden feragat etmem de gerekecek. Ailem tatil yaparken ben muhtemelen sabah dokuz akşam dokuz atölyede olacağım. Bu sene bu üniversite sınavı karmaşısında bile araya ehliyet almayı koyabildim. Ayrıca dört senelik bir özel tezhip kursunun ilk senesini başarıyla tamamlamak üzereyim. Peki yazımın başında bahsettiğim kendimi geliştirdiğim şeyler neler? Geçen sene yaz tatilindeki bakış açımla şu ankinin bir olmadığını biliyorum. Bu aslında bir anlamda yaşadığım hayatın farkına varmak gibi bir şey. Gözlerimin biraz kapalı olduğunu düşünüyorum, ya da büyüdüğüm tarz sayesinde karşı tarafa sadece belirli bir saygı çerçevesi içinde baktığımı düşünüyorum. Lise eğitimini örgün görmenin aslında kendini bilen genç bireyler için aslında asla hafife alınmaması gereken bir şey olduğunu biliyorum. Hiçbir siyasi idolojinin körü körüne savunulmaması gerektiğini biliyorum. Bu hayattan ne istediğimi biliyorum. Yeni bir şeyler öğrenmekten asla pes etmeyeceğimi biliyorum. Tezhip sanatında eser vermek ve ileride en azından bir kere de olsa sergi açmak istediğimi ve bunu gerçekten istersem başarabileceğimi biliyorum, üniversitede öğrenmek istediğim şeyi biliyorum, belki kaleme alıp yayınlacağım bir kitap, daha önümde gezilecek çok yer, okuyacak çok kitap, giydireceğim çok insan, saygı duyacağım ve empati duygumun kabaracağı bir çok insanla tanışacağımı biliyorum, dikiş dikmeyi basit gören insanları bu dar görüşleri yüzünden hep karşı çıkacağımı biliyorum, mutfakta bir şeyler yapmaktan hep zevk duyacağımı, çilekleri üzerine dizdiğim bir tarta sanat eseri muamelesi yapacağımı biliyorum, aslında pek de harika bir ülkede yaşamadığımızı ve günden güne daha kötü duruma geldiğimizi biliyorum, izlediğim filmlerle ilgili de bakış açımın değiştiğini biliyorum, insanları artık daha iyi gözlemlediğimi biliyorum, bilinçsiz bir sosyal medya kullanıcı olmadığımı düşünüyorum, daha bir çok dil öğrenmek istediğimi ve bunlar için de kendimle cebelleşeceğimi biliyorum. Kendimle en çok gurur duyduğum şeyin özgüvenli duruşum olduğunu biliyorum. Bu kadar çok şeyin farkına varmanın insana bazı yerlerden yaralayacağını biliyorum. Kafa yapıma göre birini bulmamın zor olabileceğini biliyorum. Kendimi bu kadar geliştirirken dini yönden gerilediğimi bu yüzden kesinlikle baştan sona tefsir dersi almak istediğimi biliyorum. Ama herkes gibi bilmediğim hakkında atıp tutmaktansa İncil'i bile orijinal dilinde okumayı istediğimi biliyorum. Zaten etrafım kendi görüşümü savunan insanlarla doluyken, bir de diğer tarafın benim görüşüme nasıl baktığını bilmenin insana çok şey kattığını biliyorum. Ne kadar bilmiş bir kız oldum ya..
Sonuç olarak kendimi bulduğum bu zaman dilimini kelimelere dökmek istedim. Açıkçası artık sadece boş muhabbet ettiğim arkadaşlarımdan biraz uzaklaşmaya çalışıyorum. Etrafımdaki hep olmasını istediğim arkadaşlarıma önerilerde bulunuyorum. Bol bol kitap okumalarını hatta daha geniş yelpazeli bakış açıları için distopik klasikleri okumalarını, insanın yaşadığımız dünyaya dair en çok bilgi edinip kendimizi geliştirecebileceğimiz coğrafyaya ilgi göstermelerini, dünya olaylarını takip etmelerini, sadece kendi savundukları görüşün insanlarını değil, diğer tarafı da takip etmelerini, farklı görüşlere empatiyle karşılaşmalarını, gereksiz insana hiçbir şey katmayan saçma sapan insanların ünlü olmasına meşale tutmamalarını öneriyorum. Ama istediğiniz kadar kitap okuyun, istediğiniz kadar film izleyin, istediğiniz kadar okul bitirin. Bize insan olmayı, düzgün bir birey olmayı, etrafındaki dünyanın farkına varmanda öncü olan, karakterinin oluşmasında, empati duygunun gelişmesinde en büyük nimetin kesinlikle AİLE olduğunu biliyorum. Her ne kadar benim ailem üniversite konusunda çekingelere sahip olsa da fark ediyorum ki bizi öyle farkındalıklı yetiştirmişler ki etrafımdaki diğer ailelerle karşılaştırdığımda (bizdeki diğer örneklerin kötü olması da bir sebep ki) kendiminkine şükrediyorum. Hani çok küçük gördüğümüz hayvan sevgisi, büyüklere saygı, anne babaya saygı ve sevgi, inancın doğrultusunda hangi sınırı geçmemen gerektiği, bu inancı manipüle etmemen gerektiği, yaşadığın yere saygı ve sevgi gösterme kavramları var ya aslında insanı insan yapan en nice şeyler bunlar. İşte bunları bilerek yetiştiğinde karakterin oluşuyor ve kendini nelerden törpülemen gerektiğini, o çok ince kalite çizgisinde nerede yürüyeceğini biliyorsun. Umarım bu yazım size en azından ufacık bir şey katmıştır da değerli vaktiniz boşa gitmemiştir. En yakın zamanda da eski zevkime göre ters düşen bir kaç film önerisi yapacağım. Görüşmek üzere..
Continue reading Ufak Bir İç Döküş...